COVID aşıları mRNA-LNP mi? Grafen oksit-LNP mi?

COVID aşıları mRNA-LNP mi? Grafen oksit-LNP mi?

Aşıların içinde grafen oksit ve nanometaller olduğunu bağımsız araştırmacılar sayesinde başından beri biliyoruz, etkilerini de az çok kestiriyorduk. İçerikte adjuvan olarak PEG (polietilen glikol) ve aşı platformu olarak lipid nanopartiküller (LNP ) kullanıldığı ise firmalar tarafından zaten deklare edilmişti.

Burada anlatmak istediğimse, mRNA-LNP’nin insan organizmasında hücrelere girip spike protein ürettirdiği iddiasının da BALON olduğu .

Virüs konusu BALON olduğu gibi, spike protein de bir BALON .

Başından beri böyle olduğunu düşünmekle birlikte, bu kadar çok kanıtı bir araya getirecek zaman olmamıştı. Aylar önce bir tarafa kaydettiğim aşağıdaki şu çalışma, bu düşüncemi kuvvetli bir şekilde destekliyor ve anlamak isteyenler için çok fazla şey ifade ediyor.

GRAFEN OKSİT-LNP, alyuvarlarda ve damarların iç yüzeyini döşeyen endotel hücrelerde DİKENSİ çıkıntılar yapıyor !!!

Grafen oksit (O-GNR) ve PEG-DSPE (polietilen glikol ve polar bir nanolipit olan 1,2-distearoil-sn-glisero-3fosfoetanolamin-N) bir solüsyonda inkübe edilerek kolayca elde edilen bu nonkovalent birliktelik hem amacı karşılıyor hem de spike proteine atfedilen ve klinikte görülen tüm sonuçları açıklıyor.

PEG: Polietilen glikol (polimer bir sentetik hidrojel)

DSPE: Bir çeşit lipit nanopartikül (LNP)

PEGile LNP: PEG eklenmiş LNP

Bu çalışmada EMF ile yönlendirilebilen marifetli molekül grafen nanoşeritlerle –PEGile LNP’lerin dolaşım sistemi ve kan komponentleri ile etkileşimi araştırılmış:

Hepi topu 1-3 ve 12 saatlik laboratuar gözlemleri…

Grafen oksit (O-GNR), dolaşımda çabucak çözüldüğü ve kan proteinleri ile etkileşime girebildiği için dolaşımda dayanıklılığını artırmak amacıyla LNP (PEG-DSPE) ile kaplanmış. Lipid nanopartikul olan DSPE’nin dolaşımda dayanıklılığnın yani dolaşım ömrünün artması için de PEG (polietilen glikol) kullanılmış. Hepsi ayrı ayrı incelemeye değer. Örneğin PEG oldukça allerjen ve kanda pıhtılaşmaya yol açabiliyor. Aynı zamanda kanserojen ve genotoksik olarak biliniyor.

Bu marifetli bileşik (grafen oksit -Pegile LNP), yani (O-GNR-PEG -DSPE) alyuvarlara ve damar endoteline giriyor, iddiaya göre doz bağımlı toksisite yapıyor, ancak inceleme saatlerle sınırlı tutulup laboratuvar şartlarında yapılmış.

Grafen oksit –LNP, alyuvarlarda şekil bozukluğuna dolayısıyla elastikiyet kaybına hatta alyuvar hücre zarında DİKENSİ çıkıntılara, damar duvarlarını kaplayan endotel hücrelerinde yine DİKENSİ çıkıntılara neden olabiliyor. Tanıdık geldi mi?

Ayrıca trombositler, bazı kan proteinleri, sitokinler gibi diğer bazı kan bileşenleri ile de etkileşimler gözlenmeye çalışılmış. Örneğin; antiinflamatuar bir sitokin olan IL-10 düzeylerinde yüzde 5-10 azalma izlenmiş (1saatlik izlem). Kabaca O-GNR-PEG-DSPE’nin 80uq/ml altı dozda güvenli olduğu gibi bir sonuca varılmıssa da bu gözlemin bir günden kısa süre için yapılmış olduğu, laboratuvar ortamında kısa bir sürede ISI ve EMF etkileri gibi faktörlerin göz önünde bulundurulmadığına dikkat çekmek isterim.

Şimdi bu süreçte sıkça duyduğumuz bazı kavramlara da özetle değinerek konuyu daha iyi anlamaya çalışalım.

Nanopartikül ya da nanoparçaçık, bir maddenin boyutları 100 nm ve altında kalan toz parçalarına verilen addır.

Nanotıp nasıl tanımlanıyor bakın:

Nanoboyutlarda işlenmiş alet ve cihazları kullanarak insan biyolojisi ve sağlığının moleküler düzeyde incelenmesi, tedavisi, yeniden yapılanması ve kontrolü.

Nanomateryaller büyük parçacıklara göre daha yüksek yüzey/hacim oranına sahiptirler. Bu avantajla kan beyin bariyerini geçebilir, diş minesinden saç teline kadar hücrelerin içine girebilirler. Bu nedenle nanopartiküllerin biyomedikal alanda ilaç taşınması-salınımı ve görüntülemede kullanımı gibi uygulamaları son yıllarda iyice yaygınlaşmıştır. Ancak her yere girebilecek kadar küçük olmaları biyolojik sistemde işlerin tam da böyle olacağı anlamına gelmiyor tabii. Malzeme boyutu küçüldükçe yüzeyde bulunan atom miktarı artmakta ve buna bağlı olarak da malzemenın çevre ile etkileşimi değişmektedir. Bizi ilgilendiren ise bu çevre ‘insan vücudu’ olduğunda neler olduğudur. İlginç bir şekilde nanopartiküller, makro eşdeğerlerine göre daha güçlü özellikler gösterebildikleri gibi tamamen farklı özellikler de gösterebiliyorlar. Nano boyuttaki malzemeler daha yüksek reaktiflik ve mekanik direnç, daha iyi elektriksel ve termal özellikler gösteriyorlar Nanotıpla birlikte insanların nanopartiküllere maruz kalması kaçınılmaz görünüyor. Bununla birlikte nanoparçaçık türlerinin ve uygulamalarının sayısı artmaya devam ederken, maruz kaldıktan sonra etkilerini karekterize etmeye ve potansiyel toksisitelerini anlamaya yönelik çalışmalar kıyasla az görünüyor.

Raporlar nanopartiküllerin kan proteinleri, pıhtılaşma faktörleri, kan hücreleri, vücut savunma sistemi ve allerji yanıt sistemi bileşenleri ile etkileşime girmesinin ne kadar mümkün olduğunu göstermektedir. Tüm canlı sistemi tüm olasılıklarıyla incelemenin zorlukları düşünüldüğünde, nanoparçacıkların hematolojik toksisitesi genel toksikolojik değerlendirmesinin çok kritik bir bileşenidir. Araştırmalar nanoparçacıkla indüklenen hematolojik toksisitenin tezahürünün değişebileceğini ve artmış veya azalmış hücre sayıları (kırmızı ve beyaz kan hücreleri), vücut savunma sisteminin aktivasyonunu veya inhibisyonunu, hemolizi, endotel disfonksiyonu ve allerjik tepkileri içerebileceğini düşündürmektedir. Nanoparçacıkların eritrositlerle etkileşiminin hücre zarında penetrasyona neden olduğu ve hemolize (alyuvarların büyük miktarda yıkımı ) yol açan hücre iskeleti bozulması yanı sıra eritrositleri deforme ettiği gösterilmiştir. Örn; altın nanopartikuller alyuvar ve kan hücresi sayısında artış veya azalmaya yol açıyor. Demir oksit, titanyum dioksit, silika gibi nanopartikuller enflamasyona ve endotel disfonksiyonuna yol açıyor, çinko oksit bağışıklık tepkisini aktive ediyor.

Lipit nanopartiküllere (LNP’ler) gelince, enjekte edildikleri doku bölgesinde en çok olmak üzere yüksek inflamatuar (iltihabı ) yanıt oluşturuyor ve antikor üretimine neden oluyorlar. Yani mRNA olmadan ve sözde spike protein üretilmeden de yüksek inflamatuar etki ve antikor oluşumuna neden oluyorlar.

LNP’ler örneğin intranazal (burun içi) olarak uygulandığında akciğerlerde ciddi tahribat yapıyor. Buraya değinmişken ısrarla intranazal (burun içi) aşı isteyen-öneren sözde muhalif profesörü hatırlamadan geçmeyelim.

KAYNAK

Burada bu yüksek inflamatuar yanıt sanki iyi bir şeymiş gibi verilmek istense de, gerçeğin böyle olmadığını anlamak için ortalama bir zeka yeterlidir sanırım. İşte LNP ve PEG’ler, bildirilen aşı etken maddesi olmaksızın da bol miktarda antikor yanıtı oluşturuyor.

Nanomalzemeler biyolojik bir ortamla temas ettiğinde, ortamda bulunan biyomoleküllerle, özellikle proteinlerle etkileşime girme eğilimindedir ve bu etkileşim ‘’protein KORONA’’ (PC) oluşumuna yol açar ve aynı zamanda bu proteinlerde yapısal değişikliklere neden olabilir. Bu değişiklikler sadece NP fizikokimyasal özelliklerine değil, aynı zamanda protein moleküllerinin içsel stabilitesine de bağlıdır. NP’lerin yüzeyinde protein korona oluşumu ve altta yatan mekanizmalar çeşitli çalışmalarda araştırılmış olsa da, NP’ler ve kan proteinleri arasındaki doğrudan biyokimyasal ve biyofiziksel etkileşimleri hiçbir inceleme kapsamlı olarak tartışmamıştır ve in vivo (canlının içinde) araştırmalar çok azdır. PC’yı karakterize etmeye çalışan çalışmalar çoğunlukla in vitro (laboratuar ortamında-yapay) olarak yapılmıştır.

Örnek bir araştırmada Altın nanopartiküller (AuNP’ler) etrafında 300’den fazla farklı faktör tanımlanmıştır. AuNP’lerin çevresinde yaklaşık 288 serum proteini saptanmış ve ilginç bir şekilde PC bileşenlerinin %93’ünün 80 protein tarafından üretildiği görülmüş. PC bileşimlerinin %87’si anti-trombin III, kompleman C3, faktör V, fibronektin, IgG ve kompleman faktörü H’dir. NP’lerin boyutu, yüzey kimyası, şekli ve entropisi, plazma protein adsorpsiyonunda ve dolayısıyla biyolojik dağılım kapasitesinde en önemli parametrelerdir. Biyolojik numuneler içinde, benzer yüzey kimyası ve kompozisyona ancak farklı boyutlara sahip NP’lerin inkübasyonu, çapı 30 ila 200 nm arasında değişen PC oluşumuna katkıda bulunabilir. Dikkate değer bir şekilde, yüzey bileşimindeki değişiklik, NP’ler etrafındaki PC içeriğini derinden değiştirebilir. Bu, birçok bilinmeyen parametrenin etkisinden dolayı PC fenomeninde ortak bir kuralın bulunmasının pek mümkün olmadığı anlamına gelir. Diğer bir deyişle, NP’lerin yüzeyinin küçük moleküller, peptitler, aptamerler, proteinler, antikorlar vb. herhangi bir ligand türü ile süslenmesinde yoğunluk, moleküler ağırlık, zincir uzunluğu vb. diğer parametreler açısından ayrıntılı olarak ele alınmalıdır.

PC oluşumu uygulama yolunun (intravenöz, oral ve inhalasyon) rolü de PC’nin bileşimi ve profilinde kritik öneme sahiptir. PC içeriğindeki herhangi bir değişiklik doğrudan kan akış hızı, laminer/laminer olmayan kan akışı, cinsiyet ve sıcaklık gibi çevresel özelliklerle ilişkilidir. PC’nin, özellikle yumuşak korona tabakasının stabilitesinin, kılcal damarlardan arterlere kan akış hızı gibi çevresel özelliklere bağlı olarak değiştirilebileceği bulunmuştur. NP’ler dolaşımda 1000 kadar farklı proteinle karşı karşıya gelir. Çeşitli proteinlerin yüzen NP’lere bağlanması, sonuç olarak in vivo koşullarda biyolojik aktiviteyi etkileyen farklı NP alt popülasyonlarının oluşumuna yol açabilir. İlginç bir şekilde, her bir patolojik durumun belirli proteomik profili, spesifik NP’ler etrafındaki PC içeriğini etkileyen başka bir tartışılmaz faktördür. Şaşırtıcı bir şekilde, bu profil aynı durumda (sağlıklı veya hasta kişilerde) bireysel olarak farklılık gösterir.

Yani, biyolojik sisteme giren bir nanopartikülün farmakolojik davranışını değiştirip etkileyecek çok sayıda değişken bulunuyor.

Nanopartikül deyince eksozomlar da virüsler (virüsü eksozomlardan ayırdedici gerçek bilimsel kanıt yok, çünkü saf bir izolat olmadığı gibi kontrollü bir deney de yok) de benzer nano boyutlarda ve bunlar da dolaşıma girince aynı şekilde etraflarında protein korona oluşuyor. Eksozomların zarı, kaynaklandıkları hücre duvarından oluşuyor, zarflı virüslerin zarfı da konak hücre zarından oluşuyor.

Eksozomlar kaynaklandıkları hücreye, koşullara ve içlerinde taşıdıkları nükleik asit vs. içeriğe göre çok çeşitlidir, virüsler de !?

Elektron mikroskopisi resimleri de protein korona ile şematize edilişleri de ne çok benzer, değil mi?

Benzerlikler bu kadarla sınırlı değil tabii ki. Klasik virüs izolasyonu modaliteleri ile eksosom izolosyonu modalitelerinin karşılaştırması yapılırsa her ikisinin de saf bir izolat sağlamadığı, parçalanmış hücrelerin benzer yoğunlukta diğer hücre içerikleri ile karışmış olduğu ve virüs izolasyonu için kontrol deneyleri yapılmış olsa—ki hiç yapılmamış—elde edilecek olanın aynı olacağı izlenimini edinmek mümkün. Ki eskiden virolog olan ve şimdi ise virüslerin gerçekte eksozomlardan başka bir şey olmadığını tespit ederek bu ‘’virolog’’ sıfatını artık kullanmayan Dr. Stefan Lanka, kontrol deneyi yapıldığında, yani izolasyon prosedürü hasta örneği kullanmadan uygulandığında görülenlerin aynı olduğunu, çünkü bu yapıların virüs değil eksozom olduğunu anlatıyor. Ve artık virüs izolasyonu olarak adlandırdıkları klasik prosedürlerin yerine antikor işaretleme gibi dolaylı yöntemler kullanılıyor. Virüs genom veri tabanlarında yüz bine yakın farklı virüsün genom dizileri bulunduğu iddia ediliyor. Virüsler için genetik modifikasyonla işlev kazandırma çalışmaları yapıldığı iddia edildiği gibi eksozomlar için de aynı şekilde genetik modifikasyon çalışmaları yapılıyor.

Eksozomlar, çeşitli hücre tiplerinden salınan hücre dışı (ekstrasellüler) veziküllerin (EV’ler) bir alt sınıfıdır ve hücreler arasındaki parakrin (bir hücreden salınan hormonun komşu hücre reseptörlerine bağlanarak etki göstermesi) etkileşime katılırlar. 30-100 nm arasında değişen boyutlarıyla eksozomlar zardan türetilmiş nanoveziküllerdir. Tüm hücre tipleri tarafından endozomlardan üretilirler. Hipoksi, inflamasyon stimülasyonu ve hücre içi kalsiyum konsantrasyonunun artmasının hücreleri daha fazla eksozom üretmeye zorladığı güçlü bir şekilde gösterilmiş bulunmakta. Eksozomlar, biyoakışkanlarda kolayca dağılarak, yüklerini ileterek, paylaşarak ve alıcı hücrelerin biyolojik özelliklerini değiştirerek hücre-hücre iletişiminin aracıları olarak hizmet edebilir ve proteinler, lipitler ve nükleik asitler gibi sinyal biyomoleküllerini donör hücrelerden alıcı hücrelere aktarabilir. Bu ifadeler doğrultusunda, eksozomların fizyolojik ve patolojik koşullar sırasında biyokimyasal reaksiyonları ve hücresel aktiviteyi modüle etmek için KİLİT aracılar olduğu düşünülmektedir. Eksozomların yüzey proteinleri ve içerdikleri nükleik asit profiller çift sarmallı DNA, mRNA ve mikro-RNA’lar gibi çeşitlidir. Bunlar, kaynak hücrelerin tipleriyle ve ayrıca iltihaplanma, kanser, nörodejeneratif durum gibi hücre durumlarıyla ilişkilidir.

Son on yılda, hücre dışı veziküllerin (EV’ler), özellikle eksozomların incelenmesi, benzersiz biyolojik özelliklerinden dolayı özellikle kanser ve doku rejenerasyonu alanlarında hücre hedefli ilaç taşıma sistemi olarak kullanım için ilgi çekmiştir. Endojen eksozomların çekici biyolojik özellikleri ve işlevleri hem bilimsel hem klinik alanda daha fazla araştırmaya ilham veriyor.

Eksozomlar çevredeki vücut sıvılarına salınır. Ana hücrelerin (proteinler, DNA, RNA, lipitler gibi) moleküler imzalarını içerirler. Başka hücrelere alımı için tanınmayı sağlayan yüzey proteinleri ya da makrofajlardan korunmayı sağlayan protein yapıları vardır. Eksozomlar, en ilginç invaziv olmayan tanısal biyobelirteç ve terapotiklerdir. Düşük immünojenisite, doğal stabilite ve biyolojik engelleri aşma yeteneği dahil olmak üzere içsel özellikleri göz önüne alındığında eksozomların fonksiyonel kargo teslimatı için terapotik araçlar olarak kullanılması planlanmış ve bunun için eksozomlar çeşitli hücre hedefli tedavilere uygun hale getirmek için ilaçlarla kapsüllenmiştir.

Eksozomları, benzer bir lipit çift katmanlı yapıya sahip yapay veziküller olan lipozomlarla ve diğer nanotaşıyıcılarla karşılaştırdığımızda, biyolojik moleküllerin gelişmiş yükleme kapasitesi, alıcı hücrelere girme, uyumluluk, kararlılık, doğal biyoaktivite açısından üstündür. Bundan, eksozomların sadece ilaçları taşımakla kalmayıp aynı zamanda yarı ömürlerini artırdığı, toksisiteyi azalttığı ve hatta çeşitli engelleri aştığı sonucuna varabiliriz. Ancak düşük izolasyon verimi ve yetersiz hedefleme yetenekleri terapötik uygulanabilirliğini sınırlar. Çok miktarda izole edilmesi güç ve maliyetli olduğundan ilaç taşıma sistemleri olarak henüz kullanışlı olmadıkları anlaşılıyor. Bu sıkıntı eksozom-mimetik (eksozom taklitçi ) nanoveziküler taşıma sistemleri kullanılarak çözülmek isteniyor. Lipozomlar, üzerinde en çok çalışılan nanosistem türleridir ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Lipozomol vitaminler gibi…

Son zamanlarda çalışmalarda bu ekstraseüllüler veziküllerin hedefleme yeteneğini geliştirmek için manyetik navigasyonlu süperparamanyetik demir oksit nanoparçacıkları (SPION’lar) kullanılmış. (FDA onayı almış olan ilk nanometal.)

Anlaşılan özellikle grafen oksit ve süperparamanyetik demir oksit gibi manyetik nanometaller, eksozomlar gibi nanoboyutta oluşlarıyla ve bu nanoyapıları manyetik etkiyle hücresel tedavi hedefi için dikkatleri çekiyor. Alttaki linkte SPION’larla birlikte bu nanoveziküllerin hücre içinde magnetik alandan nasıl etkilendiğini anlatıyor ve şematize ediyor.

Dolaşımda 1000’e yakın protein ve lipit çeşidi bulunuyor. Ve bir nanopartikül ortalama 300 çeşit proteinle kaplanarak olduğundan çok daha büyük ve farklı bir kimliğe bürünüyor. Bu protein KORONA oluşumu, nanopartikülün hedefine ulaşamadan dolaşımdan hızla temizlenmesine ya da taşınmak istenen ligandın başka bir noktada serbest kalmasına ya da karaciğerde tutulmasına, metabolize olmasına neden olabilir. İşte bu protein KORONAyı oluşturan proteinleri azaltmak ve dolayısıyla bu olasılıkları azaltıp NP (nanopartkül)-ligand (ilaç ya da gen gibi) bileşiminin dolaşımda dayanıklılığını arttırmak için nanopartiküllerden başka bir ilaç taşıma sistemi olan hidrojeller de kullanılıyor.

Aşağıdaki şekilde bir hidrojel olan PEG (polietilen glikol) ile nanopartiküllerin bileşimi, yani NP’in PEGilasyonu, NP’ler ile proteinler arasındaki etkileşimi en aza indirerek daha küçük bir protein koronası oluşumuna yol açar. Çalışmalar PEG ile muamelenin NP’lerin dolaşımda makrofajlar tarafından eliminasyonunu azalttığını gösteriyor.

Protein Koronası şematize edilişi ne kadar da tanıdık, değil mi?

İşte bu protein korona tüm nanoparçaçıklar ve doğal nanoveziküller olan eksozomlar veya virüsler etrafında da oluşuyor.

KAYNAK

Lipid nanopartiküller gibi bir başka ilaç taşıyıcı sistemi de HİDROJELler. İyi emilimleri, iyi biyouyumlulukları ve en azından doğal olanların yüksek güvenlikleri nedeniyle hidrojeller, ilaç iletimi ve doku rejenerasyonu da dahil olmak üzere biyotıp alanında yaygın olarak kullanılmaktadır.

Hidrojel bazlı sürekli salınımlı ilaç taşıyıcıları gelişmekte olan bir ilaç dağıtım sistemidir. Hidrojel hazırlamak için kullanılan malzemeler doğal ve sentetik olarak ikiye ayrılabilir. Selülöz, kollajen gibi doğal olanlar yanında polivinil alkol, poliakrilamid, polietilen glikol gibi sentetik hidrojeller daha çok tercih ediliyor. Sentetik bir polimer olan PEG (polietilen glikol) ise yakın zamanlarda en yaygın olarak kullanılanlarıdır. PEG türevlerinin lipozomlara dahil edilmesi lipozomların serum proteini ve makrofajlarla etkileşimlerini azaltıyor gibi görünüyor. Bazı yayınlar birleştiği proteine göre karakterinin değiştiğini, aslında yüksek biyouyumlu olduğunu iddia etse de PEG oldukça allerjen ve grafen gibi kanın pıhtılaşmasına neden olabilen, hipersensitivite ve allerjik reaksiyonlara, antikor yanıtına yol açabilen bir hidrojel.

Grafen ailesi nanomateryallere gelince;

Eşşiz fizikokimyasal özelliklerinden dolayı grafen ailesi nanomateryaller (GFN’ler) grafenin yüksek mekanik dayanıklılık ve elektrik iletkenlik dahil bir dizi potansiyel fiziksel ve elektronik özelliklerinden dolayı dikkat çekmekte, özellikle biyomedikal uygulamalar olmak üzere birçok alanda yaygın olarak kullanılmakta ve araştırmaların burada yoğunlaştığı görülmektedir. Örneğin, kök hücrelerin farklılaşmasına etki etmek üzere yapılan çok sayıda çalışma dikkatleri çekiyor.

Grafen oksit = grafen nanoşeritler

CNT (Karbon nanotüp ) = İçi boş tüpler oluşturmak üzere sarılmış grafen tabakalarından yapılan silindirik şekilli nanoyapılar

Lipozom: En az bir çift katlı lipit tabakasına sahip küre şeklinde nanoboyutta ve yapay bir veziküldür. (ilaç taşımak için kullanılan bir çeşit küresel nanolipit)

Grafen nanoparçacıklar biyosensörlerin bileşenleri olarak veya hücreyi UZAKTAN KONTROL etmek için kapsamlı bir şekilde araştırılmış. Araştırmalar CNT/protein hibritlerin biyolojik yapı iskeleleri oluşturarak terapötik ve görüntüleme materyalleri olarak hizmet edebileceğini gösteriyor. Asıl dikkat çekici olansa, CNT’lerin tıpkı nöronların myelin klıfı gibi işlev görmesi ve sinirlerin CNT’lerle arayüz oluşturması. Yapılan çalışmalara bakınca nanopartiküller içinde üzerinde en çok durulan en populer olanların grafen bazlı olanlar olduğu çok açık. Bu çok duvarlı karbon nanotüplerin (CNT’lerin) oksidatif açılmasıyla sentezlenen grafen nanoşeritler (O-GNR) de son zamanlarda biyogörüntüleme ve ilaç verme uygulamaları için umut vaat ediyor gibi görünmekte ya da öyle gösterilmekte. Çünkü bunlar, oldukça toksik materyaller. Aşağıdaki bağlantı da grafen ailesi nanopartüküllerin toksisitesi ile ilgili fikir verecektir.

Bu süreçte bir çok bağımsız araştırmacı, Sinovac dahil tüm sözde covid aşılarının içeriğinde grafen nanoseritleri ve CNT’leri ve bazı nanometalleri görüntülediler ve Dr Karen Kingston (Pfizer eski biyoanalisti) gibi uzmanlar belgelerle, kanıtlarıyla aşılarda grafen oksit olduğunu bildirdiler. Karen Kingston bu uygulamayı yapanların asıl amaçlarının grafen için uygun dozu bulmak olduğunu söylüyordu. Ne için en uygun doz ???

Hatırlarsanız Japonya Sağlık Bakanlığı’nın Moderna aşısında nanometal tespiti üzerine aşıları toplattığı haberleri olmuştu. Mıknatıslanma özelliği görülünce kontaminasyon olduğu sanılmıştı, oysa bu nanomettaller tam da planın gereği olarak orada bulunuyor gibi görünüyor. Birçok araştırma incelendiğinde, diğer nanometallerin de daha çok grafen oksitle etkileşim ve etkinliğini artırmak için kullanıldığı izlenimini edinmek mümkün. Ayrıca farklı nanometaller grafen oksitle (karbon bazlı yapıştırıcı) bir arada tutularak dolaşımda agregatlar oluşturuyor. (Hepsi de toksik.)

mRNA-LNP aşı iceriğinde karbon nanotüpleri ilk tespit eden, çocukluk aşılarına karşı mücadelesiyle bilinen Dr Palevsky ve arkadaşları olmuştu. Grafen hakkında araştırma raporlarının iddiası CNT’lerin (karbon nanotüplerin), ilaç ve aşıları yani burada mRNA’yı hücre içine iletmek için kullanıldığı yönünde.

Özetle; LNP, mRNA’nın (ya da grafen oksitin) dolaşımda yıkılmasını önleyip dolaşım ömrünü uzatmak ve hedef hücrelere ulaştırmak, polietilen glikol (PEG) ise LNP’nin proteinlerle etkileşimini azaltıp kolayca yıkılmasını önlemek ve dolaşım süresini uzatmak için kullanılıyor.

Protein sentezi hakkında klasik öğreti; mRNA, bir DNA kalıptan transkripsiyon yoluyla (yani DNA’yı kalıp olarak kullanarak) hücre çekirdeğinde sentezlenir ve protein sentez yeri olan ribozomlara (hücre stoplazmasına çıkarak) protein kodlayıcı bilgiyi taşır.

Şimdi gözümüzün önüne getirelim;

Nanoboyutta mRNA, grafen nanokafeslerle sarılıyor, bu da LNP ile kaplanıyor; o da PEG ile. Sonra bu müthiş birliktelik dolaşımdan hücrelere CNT’lerin oluşturduğu kanallardan ya da endositoz gibi doğal yollardan girip hücre stoplazmasında mRNA açığa çıkıyor, bu da hücrelerde spike protein sentezlettiriyor!?

Bu nanoparçaçık bileşimlerinin biyolojik sistemde davranışının ne kadar çok değişkenden etkileneğini, in vivo çalışmaların yetersizliğini ve hücre altı olayların büyük oranda karanlıkta kaldığını düşünürsek, en azından son basamak pek mümkün görünmüyor. Bu yazıyı hazırlarken, tam da zamanında sanki bir lütuf olarak bulduğum şu sayfa ise anlatmak istediklerimi derli toplu kanıtlar nitelikte:

Burada araştırmacılar aşılar içinde asıl unsurun Grafen oksit ve PEGile LNP olduğunu, bunun dışında pek çok nanometal, hatta parazit olduğunu ancak minimum düzeyde mRNA tespit edildiğini (O da olur ya aşılar bir gün incelenirse ‘mRNA hiç yoktu ‘denemesin, virüs ve spike protein yalanına uyanılamasın ve toksisiteyi asıl yapanın O-GNR ve diğer unsurlar olduğu anlaşılmasın, diyedir herhalde) belirtiyorlar.

Grafen oksitle yüzde yüz dolu lipozomlar, çeşitli nanometal ve grafen oksit kümeleri izlemişler. Ayrıca dolaşımda simplast olarak tanımladıkları birçok hücrenin veya amibin (tek hücreli parazit) kaynaşarak bir araya getirdikleri dolaşım için büyük denebilecek boyutta kütleler de tespit edilmiş.


Özetle;

Kanın viskozitesini (kanın akışkanlığını ) etkileyen başlıca faktörler kan hücrelerinin sayısı, kan proteinleri ve kan hücrelerinin elastikiyeti yani şekil değiştirebilirliği olduğuna göre, dolaşımda kan hücrelerinde çıkıntı yapabilen, hücre zarlarının elastikiyetini azaltıp alyuvarların şeklini bozan ayrıca kan proteinlerini üzerinde toplayıp aralarındaki ilişkileri ve yapılarını etkileyen nanopartiküllerin genel anlamda hiperviskoziteye dolayısıyla dolaşım sorunlarına, dokularda oksijenlenmenin bozulmasına neden olacağı açıktır.

In vivo çalışmaların yetersizliği göz önüne alındığında sadece dolaşım sistemi değil tüm sistemin çok çeşitli koşullarda, farklı şekillerde ve farklı zamanlarda etkileneceğini anlamak güç değildir. Hasta ya da sağlıklı kişilerin hatta hastalığın tipine, yerine göre de farklı etkilenebileceği, farklı ph düzeyleri, oksijenlenme durumuna göre ya da aşı dozları ve içeriklerine (bir kısmının da plasebo olduğunu unutmayalım), dolaşımda karşılaşılan proteinlerin durumuna göre farklı düzeylerde ve farklı zamanlarda etkilenme mümkün olacaktır. Bu rastlantısallık ve çeşitlilik, bildirilen yüzlerce kötü sonucun çeşitliliğini de açıklar niteliktedir.

Aşı veya PCR Testi Nedeniyle İş Akdi Feshedilebilir mi? –  Av.Yasin Girgin

Aşı veya PCR Testi Nedeniyle İş Akdi Feshedilebilir mi? – Av.Yasin Girgin


Kaynak:https://www.yasingirgin.av.tr/asi-fesih/


Aşı Olmak Zorunlu Tutulabilir mi?

Anayasa’mızın Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlıklı 17. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının (ile birlikte Türkiye’de bulunan herkesin) vücut bütünlüğü anayasal koruma altına alınmıştır.

Maddenin 2. fıkrasına göre:

” Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.” 

Anayasa’nın bahsettiği tıbbi zorunluluklara dair kanun ise 6 Mayıs 1930 tarihli 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nudur.

Bu Kanun’un 57 ve 64. maddelerinde bir salgın hastalık ortaya çıktığında kimler için ilaç ve aşı tedbiri uygulanacağını 72. maddesinin 1. fıkrasının 2 nolu bendinde şöyle belirtmiştir:

“Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.”

Görüldüğü üzere, aşı ya da ilaç tedavisi ancak hasta kimselere uygulanabilecek bir tıbbi müdahale olarak belirtilmiştir. Ancak 1. nolu maddesi, hasta olanlar, hasta olduğundan şüphelenenler ve hastalığı yaydığı bilimsel olarak tespit edilenlerin sağlık görevlileri tarafından kendi evlerinde karantina ve gözlem altına alınabileceğini ifade etmektedir.

“Hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenlerin ve hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenlerin fennen icap eden müddet zarfında ve sıhhat memurlarınca hanelerinde veya sıhhi ve fenni şartları haiz mahallerde tecrit ve müşahede altına vaz’ı.”

Anasaya’nın 17. maddesi ile 1593 sayılı Kanun’un 72. maddesi 2 nolu bendinde açıkça görüldüğü üzere, hasta olmayan bir kişiye zorunlu aşının yapılması hukuka aykırı olacaktır.

İşveren Aşı Olmayı Zorunlu Tutabilir mi?

Yukarıda belirttiğim üzere, tıbbi bir tedavinin zorunlu tutulabilmesi için öncelikle kanuni bir düzenleme gerekmektedir. Bugün için böyle bir düzenleme olmadığına göre işveren de aşı olmayı zorunlu tutamaz.

İşveren PCR Testi İsteyebilir mi?

Sağlık Bakanlığı’nın bilgilendirme platformunda yer alan açıklamaya göre (Erişim tarihi 23.8.2021) COVID-19 etkeni olan SARS-CoV-2 virüsünün varlığına yönelik yapılan PCR testleri için burnun arkasından (nazofaringeal) ve/veya boğazın arkasından(orofaringeal) alınan sürüntüler kullanılmaktadır.

Örneğin Lufthansa’nın web sitesinden edindiğim bilgilere göre (Erişim tarihi 23.8.2021) Almanya’ya girenler ve dönenler için risk sınıflandırmasına bakılmaksızın negatif bir Covid-19 testi gereklidir. Test, Almanya’ya varışınızdan önce yapılmalıdır. Aşı olmuş olanlar, Covid-19 geçirmiş olanlar ve altı yaşından küçük çocuklar test zorunluluğundan muaftır. Ancak virüsün mutasyon bölgesinden Almanya’ya giren aşılanmış veya iyileşmiş kişiler için de test zorunludur.

PCR testleri, anlık bir göstergedir. Sadece o andaki durumu göstermektedir. Bu nedenle PCR testleri bir kişinin kendisinin hasta olmadığını ispat etmesine elverişsizdir.

PCR testi de tıbbi bir müdahaledir, kişinin rızası olmadan kendisine yapılamaz. Bu nedenle işveren işçiyi PCR testine zorlayamaz. Kişi, zaten kendisini rahatsız hissetse, teşhis ve tedaviye izin verir, bu durumda o günkü şartlardaki bilinen tetkikler kendisine, rızası dahilinde yapılabilir. Kişinin semptom göstermeksizin virüs taşıyor ve bulaştırabiliyor olabileceğine dair çeşitli fikirler ileri sürülmekte ise de bu fikirler ikna edicilikten uzak bulunmaktadır.

Aşı Olmayı Kabul Etmeyen İşçinin İş Akdi Feshedildiğinde Hakları Nelerdir?

4857 sayılı İş Kanunu’nun 19. maddesine göre işveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.

İşveren, aşı nedeni ile işten çıkarmak istediği işçilerden savunma alarak İş Kanunu’nun 19. maddesinin 2. fıkrasına uymaya çalışmaktadır:

“Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez.”

4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. maddesine göre işveren, işçinin sözleşmesini sona erdirmek istediğinde, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır:

“Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebedayanmak zorundadır.”

Bir işverenin, bir işçinin aşı olmasını talep etmesi geçerli bir sebep değildir. Bu nedenle, aşı olmadığı ya da PCR testi yaptırmadığı için iş sözleşmesinin işverence feshedilmesi durumunda işçinin kıdem tazminatı, ihbar tazminatı gibi işçilik alacaklarının ödenmesi gerekir.

İş Sözleşmesi Aşı Olmadığı İçin Feshedilen İşçi Ne Yapmalıdır?

4857 sayılı İş Kanunu’nun 20. maddesine göre, iş sözleşmesi aşı olmadığı için feshedilen işçi feshin kendisine bildiriminden itibaren 1 ay içinde işe iade talebiyle arabulucuya başvurmalıdır. Arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açılması sebebiyle davanın usulden reddedilir, bu red kararının kesinleşmesinden itibaren 2 hafta içinde arabulucuya başvurulabilir.

Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. Bu nedenle işçinin bu yönden endişelenmesini ya da araştırma-delil toplama yükümlülüğü bulunmamaktadır.

Feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.

Bunun yanında işçiye kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir.

İşverenin Aşı Olmayı Zorunlu Tuttuğunu İşçilere Bildirmesi Ne Anlama Gelebilir

İşveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir.

Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. Yani işverenin aşı olunmasına dair yaptığı bir bildirim aleyhine, aşı olmak istemeyen işçinin bu değişikliği kabul etmediğini belirtmesi yerinde olacaktır.

İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir. Yani bu durumda işçinin ihbar sürelerine riayet etmesi gerekebilir.

17. maddede ihbar süreleri şu şekilde belirlenmiştir:

“İş sözleşmeleri;

a) İşi altı aydan az sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra,

b) İşi altı aydan birbuçuk yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört hafta sonra,

c) İşi birbuçuk yıldan üç yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı hafta sonra,

d) İşi üç yıldan fazla sürmüş işçi için, bildirim yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra,

Feshedilmiş sayılır.”

Aşı olmayan işçinin iş sözleşmesini feshetmek isteyen işveren bu ihbar sürelerine karşılık gelen ücretleri de ödemek zorundadır.

İş Sözleşmesinin kötüye kullanılarak feshedilmesi durumunda işçiye bu ücretlerin 3 katı tutarında tazminat ödenir. (17. madde son cümle)

Sonuç

Kısaca belirtmek gerekirse, aşı olmadığı için iş akdi sona erdirilen işçinin

  • işe iade talepli dava açma (arabulucuya başvurma)
  • ödenmeyen kıdem ve ihbar tazminatı alma hakkı olduğunu düşünüyorum.

Şu anda maske takmayan bir çalışanın iş akdinin feshi nedeniyle açılan davada işe iade kararı verilmiştir, ancak mahkemeler önüne aşı olmama nedeni ile feshe dair ulaşan bir dosya yoktur.

Bu kararlar önce ilk derece mahkemesine gelecektir, oradan yaklaşık 7-8 ay içinde Bölge Adliye Mahkemeleri dairelerinde incelenmeye başlanacağını tahmin ediyorum. BAM kararları arasında uyuşmazlık olursa, yani bir BAM işe iadeye karar verip diğer bir BAM işe iade olmaz derse bu konuda son görüşü Yargıtay 9. Hukuk Dairesi belirleyecektir.

Aşının bulaşmayı önleyememesi, aşı olanların da hastalanması ve entübe olması hatta hayatlarını kaybediyor olmaları nedeniyle işe iade konusunda olumlu bir karar çıkmasını bekliyorum. Eğer aşı tam koruyuculuk sağlıyor olsa idi, işe iade kararı verilmeyebileceği görüşündeyim.

23.08.2021

(ZS)orunlu PCR Testi Uygulaması

(ZS)orunlu PCR Testi Uygulaması

Kaynak: http://yesilderman.com.tr/2021/08/21/pcr-testi-uygulamasi/

Covid19 Aşılarını dolaylı yoldan zorunlu kılan PCR Testi uygulamasının Hukuki yönünü irdeledik.

20.08.2021 Tarihli ve “Bazı Faaliyetler İçin PCR Zorunluluğu” başlıklı İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan genelge(*) kamuoyunda tepki ile karşılandı. Konuya sağlık hukukçusu gözüyle baktığımızda aklımıza takılan hususları bir araya getirdik. 

Daha önce kaleme aldığımız (ZS)orunlu Aşı Meselesi başlıklı yazımızdaki hususlara olabildiğince değinmeden PCR Testi bakımından konuyu tahlil etmeye çalıştık.

1. PCR Testinin Tıbbi Müdahale Olarak Hukuka Aykırı Olması

Öncelikle belirtmek de yarar var ki, tıpkı aşı gibi PCR Testi Uygulaması da bir tıbbi müdahaledir. Bu bakımdan PCR Testi uygulamasının da diğer tıbbi müdahaleler gibi hukuka uygunluk şartlarını taşıması gerekir. Bu şartlar,  (ZS)orunlu Aşı Meselesiyazısında detaylı olarak incelediğimiz gibi; yetkili kişi, tıbbi gereklilik, tıbbi standart ve aydınlatılmış onamdır.

Öncelikle PCR Testi uygulamasının da tıpkı Covid19 Aşı Uygulamaları gibi hasta ile doğrudan muhatap olan, hastanın aydınlatılmış onamını bizzat alan ve tıbbi müdahalelerde asıl yetkili kişi olan doktorun talimatı ile yapılması gerekir. Yaniidari talimat ile Covid19 Aşı uygulaması gibi hiçbir tıbbi müdahale yapılamayacağı gibi yine bir tıbbi müdahale olan PCR Testi de yapılamaz.Başka bir ifadeyle İdare, hiç bir şekilde tıbbi müdahalenin hukuka uygunluk şartları arasında aranan “yetkili kişi” yerine geçemez.

Hatalı sonuç verme ihtimali olduğu çeşitli bilimsel yayınlarda ifade edilen ve bu nedenle tıbbi standart olduğu kabul edilmesi mümkün olmayan PCR Testi Uygulamasının salgının seyrini kontrol altına almak için tıbbi gereklilik olarak görmek kabul edilebilir değildir.

Son ve en önemli husus, PCR Testi uygulamasının diğer tüm tıbbi müdahaleler gibi hastanın aydınlatılmış onamı olmadan yapılamayacağıdır.

2. PCR Testini Zorunlu Kılan Genelgenin Hukuki Değeri

PCR Testi gibi bir tıbbi müdahalenin İç İşleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan genelge ile zorunlu kılınması mümkün değildir. Bunun en temel nedeni söz konusu genelgede uyulması talimatı verilen gösterilen 24.04.1930 kabul tarihli 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ilgili maddeleridir.

Genelge ile verilen talimatta gösterilen 27. maddede şu ifadelere yer verilmiştir;

Umumi hıfzıssıhha meclisleri mahallin sıhhi ahvalini daima nazarı dikkat önünde bulundurarak şehir ve kasaba ve köyler sıhhi vaziyetinin ıslahına ve mevcut mahzurların izalesine yarayan tedbirleri alırlar. Sari ve salgın hastalıklar hakkında istihbaratı tanzim, sari ve içtimai hastalıklardan korunmak çareleri ve sıhhi hayatın faideleri hakkında halkı tenvir ve bir sari hastalık zuhurunda hastalığın izalesi için alınan tedbirlerin ifasına muavenet eylerler. 

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 27. Maddesi

Sonuç olarak Kanunun bu maddesinden İç İşleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü‘nün “kendisine vazife çıkarmasının” hukuki anlam ve değeri yoktur. Her ilin kendi umumi hıfzıssıhha meclisi “gerekirse, talimat olmaksızın kanunun kendisine verdiği yetki gereği” karar alacaktır ve almalıdır.

Konunun daha iyi anlaşılması için bir örnek vermek gerekirse, İç İşleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü‘nün bu genelgesi, bir bakıma Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü‘nün “hakimler hırsızlık yapanları kasten adam öldürme suçundan cezalandırmakla” yükümlüdür şeklinde talimat genelgesi yayınlamasına benzemektedir ki abes bir iştir.

Adalet Bakanlığı, Hakimlerin nasıl karar vereceğine karışamayacağı gibi, İç İşleri Bakanlığı da Umumi Hıfzıssıhha Meclislerinin nasıl karar alacağına doğrudan karışamaz. Karışmamalıdır. Adalet Bakanlığı (veya HSK) ancak kanuna açıkça karşı gelen (!?) (Savcı Eyyüp Akbulut) gibi kişiler hakkında soruşturma başlatıp, kanunun verdiği yetkilere dayanarak görevden el çektirmek gibi işlemler yapabilir. Aynı şekilde İç İşleri Bakanlığı da yine Kanun ile kendisine verilen yetkiyle sınırlı olarakUmumi Hıfzıssıhha Meclislerinin kanuna aykırı işlem yapması halinde ilgili valiyi veya kaymakamı merkeze çekebilir veya başkaca yaptırımlar uygulayabilir.

Genelge de gösterilen bir başka dayanak ise 72. madde olup bizleri ilgilendiren kısmı, ilk cümledir. Diğer kısımları genel kültür olması açısından okunabilir. Maddede şu ifadelere yer verilmiştir;

57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:

             1 – Hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenlerin ve hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenlerin fennen icap eden müddet zarfında ve sıhhat memurlarınca hanelerinde veya sıhhi ve fenni şartları haiz mahallerde tecrit ve müşahede altına vaz’ı.

             2 – Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.

             3 – Eşhas, eşya, elbise, çamaşır ve binaların ve fennen intana maruz olduğu tebeyyün eden sair bilcümle mevaddın fenni tathiri.

             4 – Hastalık neşreden haşarat ve hayvanatın itlafı.

             5 – Memleket dahilinde seyahat eden eşhasın icap eden mahallerde muayenesi ve eşyalarının tathiri.

             6 – Hastalığın sirayet ve intişarına sebebiyet veren gıda maddelerinin sarf ve istihlakinin men’i. 

             7 – Dahilinde sari ve salgın hastalıklardan biri zuhur eden umumi mahallerin tehlike zail oluncaya kadar set ve tahliyesi.

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 72. Maddesi

Genelgede gösterilen 72. maddenin atfı ile, bu maddede öngörülen tedbirlerin sadece 57. maddede sayılan hastalıklar bakımından uygulanabileceği açıkça düzenlenmiştir. Yine Genel Kültür olması açısından 57. maddenin metni şu şekildedir;

Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi – paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı) – bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağii şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak’ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir.

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 57. Maddesi

Görüldüğü üzere Kanun tarafından sayılan hastalıklar bellidir. Covid19 bu hastalıklardan biri değildir. Bu nedenle nasıl ceza kanundaki hırsızlık suçu nedeniyle kasten adam öldürme suçu maddesinde düzenlenen ceza verilemeyeceği gibi, aynı şekilde kanunda gösterilmemiş bir salgın hastalık ile “sanki gösterilmiş” gibi tedbir uygulanamaz. Umumi Hıfzıssıha Meclislerinin yetkileri 57. maddede gösterilen hastalıklarla sınırlıdır. Sağlık konularında yetkisi olmayan bir Bakanlığın genelge talimatı olması söz konusu meclisleri yetkili kılmayacaktır.

Kanunda gösterilmeyen Covid19 gibi bir salgın(!) hastalık hakkında kararlar ve tedbirler alabilecek yetkili Bakanlık, İç İşleri Bakanlığı değil, Sağlık Bakanlığıdır. Kanunun 64. maddesinde sürekli görevlendirilen Bakanlık Sağlık Bakanlığıdır.

57 nci maddede zikredilenlerden başka her hangi bir hastalık istilai şekil aldığı veya böyle bir tehlike baş gösterdiği takdirde o hastalığın veya her hangi bir hastalık şeklinin memleketin her tarafında veya bir kısmında ihbarı mecburi olduğunu neşrü ilâna ve o hastalığa karşı bu kanunda mezkür tedabirin kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti salahiyettardır. 

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 64. Maddesi 

Kısaca yetkili olmayan bir idare tarafından yine yetkili olmadığı konularda Genelge ile Kanuna aykırı talimat verilemeyeceğinden, söz konusu PCR Testi Zorunluluğuna ilişkin talimat genelgesi hukuken yok hükmündedir.

PCR Testi sonucu isteyen kurumlar aleyhine bu nedenle Kurumun özel veya resmi kurum olmasına göre idare veya hukuk mahkemelerinde dava yolu açıktır.

Dava yolunun açık olmasından, davadan kesin sonuç alınacağı anlamı elbette çıkarılmamalıdır.  Sonuçta, ülkemizde “yeni normal” adı altında Olağanlaştırılmış Olağanüstü Hal uygulaması bulunmaktadır.

Hukukta asla yeri olmayan bu yaklaşım nedeniyle, Savcı Eyyüp Akbulut’un uğradığı meçhul son gibi hukukta asla yeri olmayan sonuçların ortaya çıkması daima mümkündür. 

– Bu yazı ve internet sitemizdeki diğer hukuki yazılar bireysel hukuki kanaatler olup, kesinlikle hukuki tavsiye niteliği taşımamaktadır.

(*) Tarafımızdan da hukuka aykırı “talimat genelgesinin iptali” için gerekli hukuki süreçlerin başlatıldığını dostlarımızın bilgisine saygılarımızla sunarız.

Versiyon: 1.0.

Üniversitelerdeki Aşı Zorlamasına Karşı Dilekçe

Üniversitelerdeki Aşı Zorlamasına Karşı Dilekçe

………………………….………………………….. ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ’ne

Üniversitenizin ……………………………….……..…… bölümünde okumaktayım.
…………….…. tarihinde tarafıma ve okul arkadaşlarıma tarafınızca aşı olmam yönünde ……………………. yoluyla bildirim aldım. Bildirimin içeriğinde aşı olmamam durumunda yüz yüze eğitim hakkımın engelleneceği yönünde tehditlere maruz kalmakta olduğumu gördüm. Haklarını bilen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bu dayatmaya boyun eğmeyeceğimi, T.C Anayasası’na aykırı olarak aldığınız bu kararın tarafımı bağlamadığını ve …………………………..………….. Üniversitesi öğrencisi olarak bedenime hiçbir tıbbi müdahalede bulunulmaksızın ve hiçbir kısıtlamaya tabi olmaksızın örgün
eğitim öğretim hakkımı kullanacağımı bildiriyorum.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Yaşama Hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Özel Yaşama Saygı Hakkı, İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi Madde 5, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 17, yine T.C. Anayasası Madde 56, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu Madde 23, 01/08/1998 tarihli Resmi Gazete sayısı : 23420’de de belirtildiği üzere Hasta Hakları Yönetmeliği Madde 4, Anayasa Mahkemesi Muhammed Ali Bayram, B.No:2014/4077,29/06/2016 (R.G. 26/10/2016-29869) Kararı, Anayasa Mahkemesi Halime Sare Aysal B. No:2013/1789, 11/11/2015 kararları gereğince kimse aşı olmaya zorlanamaz.

Buna ek olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 17: “Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz, rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.” Hükmü uyarınca, yine T.C.K. Madde 77: (1) e) bendi uyarınca herkesin ilgililer hakkında hukuki yollara başvurma hakkı olduğu ve bu sebepler ile hiç kimseyi özellikle ülkemizin geleceği olan gençlerimizi zorla aşılama ya da mobbing uygulayarak aşılanmak zorunda bırakmaya kimsenin hakkı bulunmamaktadır.

İŞBU NEDENLERLE AŞI YÖNÜNDEKİ BASKILARA DAİR SÖYLEMLERDE BULUNAN KİŞİLERİN HAKLARINDA İLGİLİ MEVZUAT KAPSAMINDA YAPTIRIMLARIN UYGULANMASINI İVEDİ OLARAK SAYGILARIMLA ARZ VE TALEP EDER, İŞBU ANAYASAL HAKKIM OLAN DİLEKÇE HAKKI KAPSAMINDA TARAFIMA 15 İŞ GÜNÜ İÇERİSİNDE YAZILI BİLDİRİM YAPILMASI GEREKTİĞİNİ AYRICA SAYGILARIMLA ARZ EDERİM.

İSİM
T.C. Kimlik No
Adres

Dilekçeyi pdf formatında buradan indirebilirsiniz:

Farklı dilekçe örnekleri: