Wuhan’dan çalışma: Asemptomatik korona vakalarının bulaşıcı olduğuna dair “kanıt yok”

Wuhan’dan çalışma: Asemptomatik korona vakalarının bulaşıcı olduğuna dair “kanıt yok”

Çin’in Wuhan kentinde yapılan kitle testlerinin analizi, corona virüsünün asemptomatik taşıyıcılarının patojeni yaymadığını gösterdi. Bu, asemptomatik taşıyıcıların düşük viral yükü ile ilgili olabilir.

Wuhan'dan çalışma: Asemptomatik korona vakalarının bulaşıcı olduğuna dair "kanıt yok"

Bir çalışmada Çin’de yapılan büyük bir COVID-19 testinin sonuçları analiz edildi. Neredeyse Wuhan şehrinin tüm sakinlerinin dahil edildiği çalışmada, coronanın asemptomatik pozitif vakalarının hastalık yaydığına dair hiçbir kanıt bulunamadı.

Wuhan’da 6 yaş ve üzeri yaklaşık on milyon kişi test edildi, -bu sayı tüm şehir sakinlerinin yüzde 92’sine tekabül ediyor-.
Testte yeni semptomatik vaka kaydedilmedi , 300 tane de asemptomatik vaka tanımlandı. Bulunan asemptomatik vakaların 1,174 yakın temasının ardından yapılan testlerde herhangi bir yeni pozitif sonuca rastlanmadı.

Araştırma sonucu “Belirlenen asemptomatik pozitif vakaların bulaşıcı olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmadığı” şeklinde duyuruldu.  İlgililer, geniş çaplı bu testin sonuçlarının, sağlık yetkililerinin karantina ve kısıtlamalar sonrası dönemde hastalık önleme ve kontrol stratejilerini ayarlamasına yardımcı olabileceğini de sözlerine ekledi.

Analiz, test sırasında yayınlanan ön sonuçları da doğruluyor. Wuhan Huazhong Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nden Profesör Lu Zuxun da, Haziran ayında yaptığı açıklamada, asemptomatik kişilerin virüsü başkalarına geçirdiğine dair hiçbir kanıt olmadığını öne sürmüştü.

Raporu hazırlayanlar, önceki çalışmaların asemptomatik bireylerin bulaşıcı olduğu ve daha sonra semptomatik hale gelebilecekleri yönünde olduğunu, ancak araştırmanın devamında, şehir kesin bir karantina altına alındıktan sonra testleri pozitif çıkan Wuhan sakinlerinin “düşük seviyelerde viral yüklere” sahip olduklarını ve bu nedenle hastalığı diğer insanlara yayamadıklarını bildirdiler.

Wuhan, 70 günden fazla bir süre sıkı bir şekilde karantina altına alınmıştı.  Her haneden yalnızca bir kişinin en fazla iki saat süreyle konutlarını terk etmesine izin verilmişti.

Makale, COVID-19 kısıtlamalarının etkinliği hakkında büyüyen tartışmalara bomba gibi düşüyor. Öyle ki, şehir ve hatta ülke çapında kısıtlanmalar ve maske zorunlulukları; asemptomatik insanların bile hastalığı yayabileceği ve böylece sağlık hizmetlerinin aşırı yüklenmesine sebep olabileceği argümanıyla haklı gösterildi.

Önlemleri eleştirenler, kısıtlamaların sosyal ve ekonomik maliyetlerinin, varlığı şüpheli faydalardan çok daha ağır bastığını ve asemptomatik insanların bulaşıcı olmadığını gösteren çalışmalara işaret ediyor.

Bu çalışmadaki araştırmacılar, kendilerini bu tartışmaların dışında tutmayı tercih ediyor ve her şeyi açıklığa kavuşturmak için henüz çok erken olduğunu belirtiyorlar. Wuhan’da maske takma ve sosyal mesafeyi koruma gibi önlemlerin uygulanmaya devam etmesi gerektiğini ve özellikle zayıflamış bağışıklık sistemine sahip olanlar gibi nüfusun savunmasız kesiminin tehlikelerden korunmaya devam etmesi gerektiğini savunuyorlar.

Haziran ayında, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) önceki açıklamalarını revize etti ve virüsün asemptomatik taşıyıcılarının patojeni yayabileceğini kanıtlamak için yeterli kanıt olmadığını söyledi.

Kaynak:

https://de.rt.com/international/109526-studie-aus-wuhan-kein-beweis/https://de.rt.com/international/109526-studie-aus-wuhan-kein-beweis/

Okumaya Devam Et

Aşı Değil, Gen Terapisi!

Avukat Reiner Füllmich: “İnsanlar bu bir "aşı" bile değil, genetik deney diyorlar. Siz ne diyorsunuz?” Prof. Dolores Cahill:  “Evet, aşı kriterini...

Sansürlenmeye Çalışılan Maske Deneyi

Sansürlenmeye Çalışılan Maske Deneyi

Yayına girmesi dünyanın en büyük üç tıp dergisi tarafından engellenmeye çalışılan Danimarka çalışması Kasım itibariyle Annals of Internal Medicine dergisinde yerini almış bulunuyor.  

Özellikleri:

  • Tıbbın altın standart olarak belirlediği randomize kontrollü deney olması
  • Maskenin gerçek yaşam koşullarında COVID-19’a karşı etkinliğini değerlendiren ilk ve şu ana kadar tek çalışma olması
  • 2020 mart ayı itibariyle alelacele literatüre doluşturuluveren kalitesiz, ağır kusurlu, gözleme yahut matematik modellemeye dayalı maske çalışmalarının aksine, COVID-19’a yol açtığı iddia edilen Sars-CoV-2 virüsü özelinde yapılmış ilk, en büyük katılımlı ve prospektif (ileriye dönük) maske deneyi olması
  • Kanadalı bilimadamı Denis G. Rancourt’un detaylı analiziyle ortaya koyduğu gibi, maskenin viral enfeksiyon riskine etkisini çalışmış diğer tüm randomize deneylerde ortaya çıkan sonucu, yani maskenin enfeksiyon riskini istatistiki olarak manalı bir oranda azaltmadığı sonucu ile birebir örtüşüyor olması
  • Hayatı kilit alma operasyonalrının simgesi olarak toplumlara dayatılmakta olan ve beraberinde türlü sağlık sorunlarını da getiren maske takma dayatmasının bilimsel temelden yoksun olduğunu göstermesi.

Bu çalışmayı yayımlamayı bilinmeyen nedenlerle reddeden, ancak maske ile ilgili sene başından beri yapılmış her yayını tüm kusurlarına rağmen derhal yayımlamış, Hidroksiklorokin ilacı üzerine düzenlenmiş ancak sahte olduğu daha sonradan alaşılarak geri çekilmek zorunda kalınmış en az 2 klinik deneyin yayımcısı The Lancet, NEJM gibi dergilerin yanısıra, elbette ilaç endüstrisinin ABD’deki kalesi JAMA (Amerikan Tabipler Birliği Dergisi), bugüne kadar COVID-19 ve maske kullanımı üzerine yapılmış en önemli çalışmanın aylarca kamuoyundan saklanmasına aracılık etmiş oluyorlar.

Çalışma metni, bulgular, rakamlar incelendiğinde sonuç gayet net ve ortada olmasına rağmen, “aşı bilimi”nden aşina olduğumuz üzere, çalışmalarını yayımlatabilmek için yazarların sonuç bölümünde bazı kelime oyunlarına başvurmak, matematik ve mantığa aykırı da olsa resmi bilim ulemasının onayını alabilmek için maske kullanımının enfeksiyonu aynı anda hem arttığı hem azalttığı gibi söylemlere başvurmak zorunda kalmaları ise dikkat çekici. 

Deneyde, 6000’in üzerinde katılımcı iki gruba ayrılarak, bir gruba toplum içinde maske taktırılıyor, diğer grup (çalışmanın düzenlendiği Nisan ayında Danimarka’da zaten halka maske takmaları yönünde bir tavsiyede bulunulmamış olduğundan) her zamanki gibi maskesiz yaşamlarına devam ediyorlar.

Deneyin başında antikor testi, PCR ve doktor muayenesi yöntemleri ile tüm katılımcıların COVID-19 enfeksiyonu olmadığı teyit ediliyor ve 1 aylık süre sonunda testler yeniden gerçekleştirilerek katılımcıların kaçta kaçının COVID-19 pozitif olduğuna bakılıyor. Maske takmış ve takmamış iki grup arasında belirgin bir fark oluşup oluşmadığı üzerinden de, maskenin bu “virüs”e karşı etkinliği anlaşılmaya çalışılıyor.

Sonuç:

“Maske takmanın COVID-19 ile ilgili alınan resmi halk sağlığı tedbirleri arasında olmadığı ve maske takmanın toplumda yaygın bir pratik de olmadığı bir ortamda halk arasında yürüttüğümüz ve rastgele atanmış kontrol grubu ile kıyaslamanın yapılmakta olduğu bu deney, ev haricinde toplum arasına karışıldığı zamanlarda cerrahi maske takmanın, maske takmamaya göre SARS-CoV-2 enfeksiyonu insidansında istatistiksel öneme sahip bir azalma yaratmadığını göstermiştir.”

Özetle maske takmak, tıpkı viral enfeksiyonlarda maske takmanın önleyiciliğini araştırmış diğer randomize kontrollü yayınların çıkardığı sonuç gibi, “Sars-CoV-2 virüsü”ne karşı da herhangi bir koruyucu etkiye sahip değil.

Bu deneyle bilinen gerçekler bir kez daha teyit edilmiş, bugüne kadar neden her sene gribal enfeksiyonlara karşı kimsenin maske takmamış olduğunu yeniden hatırlatmış oluyor.

Gözden kaçmaması gereken bir diğer önemli sonuç da, deney süresince takibi yapılan kişiler arasında %98-99’unun bizzat bağışıklık sisteminin kendilerini “virüs”ten koruyarak, test sonuçlarının negatif çıkmış olması.

Sansürlenmek istenen gerçekler, özetle bunlar.

https://www.acpjournals.org/doi/10.7326/M20-6817

 

 

 

 

Okumaya Devam Et

Aşı Değil, Gen Terapisi!

Avukat Reiner Füllmich: “İnsanlar bu bir "aşı" bile değil, genetik deney diyorlar. Siz ne diyorsunuz?” Prof. Dolores Cahill:  “Evet, aşı kriterini...

PCR Test Sonuçları %100 Güvenilmezdir

PCR Test Sonuçları %100 Güvenilmezdir


“Sürüntü testleri %100 güvenilmezdir çünkü ortada izole edilmiş bir virüs yok,” diyor Prof.Dr. Stefano Scoglio 12 Eylül 2020 tarihli bir söyleşisinde. Kasım 2020 itibariyle de İtalya’da 30 farklı yerel mahkemede PCR testi sonuçları üzerinden alınan kararlarla uygulamaya konulan pandemi tedbirlerinin hukuksuzluğu savı üzerinden devlete dava açmış bulunuyor.

İşte Scoglio’nun “Uydurma pandemi, yeni bir icat olarak asemptomatikliğin patolojikliği ve Covid 19 testinin geçersizliği” başlıklı çalışması ve sonraki araştırmalarında ortaya koyduğu gerçekler:

  1. SARS-CoV2 virüsü izole edilmemiş olduğundan, PCR testi sonuçlarının doğruluk oranını saptamak için kullanılabilecek bir altın standart da yoktur. O yüzden bu testlerle elde edilecek sonuçlar tümüyle geçersizdir.

    VİRÜS İZOLASYONU OLDUĞUNU KABUL ETSEK BİLE; 

  2. Kullanımda 100’ün üzerinde sürüntü test kiti var ve bunların tekinin bile resmi verifikasyon ve validasyonu yok. 
  3. Cihazların %99’unda hangi gen dizilimlerinin bulunduğu bilinmiyor.
  4. Almanya’dan Prof. Drosten’ın araştırma ekibi, kullanımda başı çeken test kitinde Çin laboratuvarlarından kendilerine gönderilmiş ve bilgisayarda bir araya getirilmiş gen dizilimi olduğunu kabul etmiş bulunuyor. 
  5. Virüs izole edilmiş varsayılsa bile sistem doğru sonuç almaya değil, pozitif sayısını artırmaya yönelik kurulmuş bir sistem.  
  6. 2020’nin Nisan ayına kadar PCR testlerinde her 3 gen de (E geni, N geni ve RdRp2 geni) aranmakta, kişiden alınan numunede bu 3 gen de bulunduğu takdirde pozitiftir denmekteydi. Kişide enfeksiyon kabiliyetine sahip, bütünlüğü bozulmamış tam bir virüs var diyebilmek için bu 3 genin birden mevcudiyeti aranmakta, bu da pozitiflerde suni yükselmelerin önüne geçmekteydi.

    İtalya’da Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı 2 Nisan tarihli bir genelgeyle getirilen yeni düzenlemeyle, SARS-CoV2’ye ait olduğu ileri sürülen hedef genlerden yalnız birinin mevcudiyeti pozitiflik için yeterli kabul edilmeye başlandı. İlk baştaki yöntemle ilerlenmiş olsa, bugünkü asemptomatik pozitif yığınlarının oluşması söz konusu olamazdı.

Sağlık Bakanlığı, virüs dolaşımının en yoğun seyrettiği kırmızı bölgelerde tek gen bulunsa yeter şeklinde mantık yürütüyor. Bilimsel açıdan ise bu tam bir saçmalık, zira virüsün en yoğun görüldüğü yerlerde üç geni birden bulmak çok daha kolay olmalı. 

7. Dünyanın önde gelen uzmanları PCR testlerinden anlamlı bir sonuç alabilmek için, cihaza yaptırılan devir sayısının 20 ila 30 arasında kalması gerektiğini söylüyor. Frankfurt il sağlık idaresinde yapılan açıklama, 25 devrin üstünde gerçekleştirilen PCR test sonuçlarının hükümsüz olduğu yönünde. İtalya’da ise laboratuvarlar 32 devir ve üstünde çalıştırıyor cihazı, hatta 50 devre çıkanlar da var. Bu durumda PCR testlerinden çıkan sonuçların hiçbir bilimsel ehemiyeti kalmamaktadır. 30 devrin üstünde, çıkacak sonuç otomatikman negatif sayılmalıdır. Milan’daki San Raffaele Hastanesi’nde Mikrobiyoloji Anabilim Dalı başkanlığını yürütmek olan. Professor Massimo Clementi’nin de katıldığı üzere, şayet sağduyulu bir biçimde devir sayısı 30, bilemediniz 35’i aştığı noktada sonuç negatif kabul edilse, pandemi hemen yarın bitmiş olurdu.

8. Gen bankası GISAID’de bugüne kadar SARS-CoV2 mutasyonu olduğu iddiasıyla 150.000 farklı gen dizilimi girilmiş bulunuyor. Virüs bu denli hızlı mutasyona uğruyorsa, 3 ay önce hazırlanmış PCR testi ile bugün dolaşımdaki virüsü aramak mantık dışıdır. Virüsün her ülkeye ve coğrafyaya göre değişiklik gösterdiği iddia edildiğinden, menşei farklı bir ülke olan test kitlerinin yine herhangi bir geçerliliği olmayacaktır.

“1 devir olmuş 10 olmuş 40 olmuş, hiç mühim değil. PCR testinde devir sayısının da hiçbir anlamı yok, zira ortada virüsün mevcudiyetine dair kanıt yok!” – Prof. Dr. Stefano Scoglio 

 

Okumaya Devam Et

Aşı Değil, Gen Terapisi!

Avukat Reiner Füllmich: “İnsanlar bu bir "aşı" bile değil, genetik deney diyorlar. Siz ne diyorsunuz?” Prof. Dolores Cahill:  “Evet, aşı kriterini...

Ünlü Patolog: Çok öfkeliyim, bu uygulamalar yarından tezi yok, durmalı !

Ünlü Patolog: Çok öfkeliyim, bu uygulamalar yarından tezi yok, durmalı !

Kanadanın önde gelen başarılı patologu, aynı zamanda Covid19 test kitlerini de üreten şirketin CEOsu Dr. Roger Hodkinson, bir görüşme sırasında Alberta’daki hükümet yetkililerine, mevcut koronavirüs krizi için “şüphesiz halk üzerinde şimdiye kadar yapılmış en büyük aldatmaca” şeklinde konuştu.

Kendisinin de viroloji uzmanı olduğuna dikkat çeken Hodkinson, COVID testleri üreten bir biyoteknoloji şirketinin CEO’su olarak, duruma oldukça vâkıf olduğunu belirtti. Hodkinson , “Medya ve politikacılar tarafından yönlendirilen tamamen temelsiz bir kamu korkutmacası var; bu çok çirkin ve şüphesiz bir halk üzerinde şimdiye kadar yapılmış en büyük aldatmacadır” dedi.

Doktor, virüsün yayılmasını durdurmak için yaşlı ve savunmasız insanları korumaktan başka hiçbir şey yapılamayacağını, fakat yapılanın ilaçlarla oynanan bir siyaset olup, bunun çok tehlikeli bir oyun olduğunu söyledi.

Sosyal mesafe faydasızdır.

Hodkinson sosyal mesafenin faydasız olduğunu belirterek, kısıtlamaların, kapatmaların neden olduğu hasarı önlemek için bunların derhal iptal edilmesi çağrısında bulundu.

Hodkinson ayrıca zorunlu tutulan maske kullanımının tamamen anlamsız olduğunu söyledi.

“Maskeler hiçbir işe yaramaz. Etkinlikleri konusunda hiçbir kanıt yok ” 

Kağıt maskeler ve kumaş maskeler sadece semboliktir. Çoğu zaman etkili bir şekilde giyilmezler bile. Bu tamamen saçma. Bu eğitimsiz insanları görmek – bunu aşağılayıcı bir anlamda söylemiyorum – bu insanların yüzlerine maske takmak için herhangi bir bilgisi olmadan sadece söylenene itaat eden lemmingler (kemirici bir hayvan) gibi dolaştığını görmek gibi. “

Doktor ayrıca, “pozitif test sonuçlarının klinik bir enfeksiyon anlamına gelmediğini” ve artık testlerin durdurulması gerektiğini, çünkü yanlış sayıların kamusal paniğe yol açtığını” belirterek, PCR testlerinin güvenilmezliğini de eleştirdi.

Hodkinson, Alberta eyaletinde 65 yaşın altındaki insanlar için ölüm riskinin “üç yüz binde bir” olduğunu ve bazı doktorların anlamsız söylemleri yüzünden toplumu bu denli kısıtlamanın “çirkin” olduğunu söyledi

Dr. Hodkinson , “Bu durum bu seviyelere ulaştığı için kesinlikle öfkeliyim, bu uygulamalar yarından tezi yok durmalı” dedi.

Okumaya Devam Et

Aşı Değil, Gen Terapisi!

Avukat Reiner Füllmich: “İnsanlar bu bir "aşı" bile değil, genetik deney diyorlar. Siz ne diyorsunuz?” Prof. Dolores Cahill:  “Evet, aşı kriterini...

Virüs İzole Edilmediyse PCR ile Neyi Arıyoruz, Neyin Aşısını Yapıyoruz?

Virüs İzole Edilmediyse PCR ile Neyi Arıyoruz, Neyin Aşısını Yapıyoruz?

ABD’li Dr. Andrew Kaufman, Dr. Thomas Cowan, Kanadalı biyolog David Crowe, araştırmacı gazeteci Jon Rappoport, Alman Dr. Wolfgang Wodarg ve şimdi de İtalyanların 2018’de Nobel Tıp Ödülü’ne aday gösterilen doktoru, Prof.Dr. Stefano Scoglio’ya göre, Covid-19 olarak adlandırılan hastalık tablosuna neden olduğu öne sürülen Sars-Cov2 virüsü, bu yönde çıkmış bilimsel yayınların iddiasının aksine, bugüne kadar saflaştırılarak ortaya konulabilmiş, biyokimyasal özellikleri tanımlanmış değil.

Amerikan CDC’sinin 13 Temmuz 2020 tarihli dokümanındaki itirafına göre de, 2019-nCoV [Sars-Cov2] virüsüne ait izolat bulunmamakta.

CDC bu cümleyi, var olmayan virüsün teşhisi için geliştirdiği PCR testinin kullanım kılavuzunda kuruyor. Testle, adı konulmuş ancak kendisi bir türlü gösterilememiş bu virüse ait olduğu varsayılan bir RNA dizilimi aranıyor.

Yukarıda ismi geçen ve Sars-Cov2 virüsü ve mutasyonlarını hastalardan elde edip izolasyonunu gerçekleştirdikleri iddiası ile kaleme alınmış yayınların tümünü inceleyen uzmanlar, virüsün mevcudiyetine dair ortada bilimsel hiçbir kanıt olmadığı ve yapılanın bilimsel aldatma ve dolandırıcılık tanımına girdiğinin altını çizmekte.

Dr. Andrew Kaufman’ın YouTube tarafından yayını yasaklanan sunumundan, virüs saflaştırma işleminin teknik olarak hangi aşamalardan oluştuğunu ve Sars-Cov2 virüsü izolasyonu yapıldığı iddiasıyla kaleme alınmış makalelerdeki kusurları öğrenebilirsiniz.

Prof Scoglio da, 6 Kasım 2020’de konuk olduğu ve Oval Media avukatlarının sorularını yanıtladığı Corona Ausschuss’un 26. oturumunda, virüs izolasyonu konusunda şu açıklamaları yapıyor:

“Benim bu konuda herhangi bir önyargım yok ki. Bu zatürreye yol açan şey-ki dediğim gibi, literatürde bu zatürre tipinin aşı ve ilaçlarla bağlantısını ortaya koyan yığınla çalışma vardır–buna yol açan aşı değil, ilaç değil, hava kirliliği değil, başka hiçbir şey değil ama virüstür deniyorsa, o zaman gayet basit bir şekilde virüsün bu hastalığa yol açtığının ispat edilmesini beklerim.

Bu noktada iş yine Koch Postülaları’na geliyor. Bu postülaların mantığı çok basit ve gayet de sağduyulu. Hastalık yapan bir mikroorganizma var deniyorsa hasta kişiden o mikroorganizma alınır, diğer her şeyden ayrıştırılarak tek başına ortaya konur [izolasyon], kültüre konup çoğaltılır, oradan alınıp kobay hayvana enjekte edilir ki aynı hastalık tablosunu oluşturup oluşturmadığı görülebilsin. Baktınız orijinal hastalığı bu şekilde oluşturabiliyorsunuz, o zaman evet, bu mikroorganizma ile bu hastalık arasında bir korelasyon var diyebilirsiniz. Peki koronavirüs için bu yapılmış mı? Hayır, kimse yapmamış. Yaptıklarını söylüyorlar, fakat o yayınları açıp okuduğunuzda, yapılmamış olduğunu görüyorsunuz.

Çin CDC’sinin (CCDC) Wuhan ekibinin ilk çıkardığı yayın ve daha sonra Na Zhu ve ark.’nın yayını ve bunu takip eden tüm yayınlar… Hepsi aynı metodolojiyle virüsü izole ettiklerini iddia ediyorlar. Yayınladığım makalelerde de izah ettiğim gibi, burada yaptıkları şu:

Hastanın boğazından veya ciğerinden bir miktar sıvı alıyorlar. 150 mikrolitre kadar bir şey bu. Sonra bunu bir cihazdan [filtre aracı] geçirip sözümona virüs RNA’sını sıvıdaki diğer partiküllerden ayırıyorlar. Oysa kullandıklarını söyledikleri cihazın teknik kullanım kılavuzuna bakıyorsunuz orada yazan şey şu; filtre, sıvıda ne kadar ‘nükleik asit’ varsa, DNA’sını da RNA’sını da, hepsini alıyor ve sıvıdaki diğer partiküllerden ayrıştırıyor.

DNA → Deoksiribonükleik asit RNA → Ribonükleik Asit

Basit bir hesap yaptım, insan fizyolojisine göre alınan o 150 mikrolitre sıvıda nereden baksanız 30 milyar nükleik asit olması lazım; bakteridir, insan hücresidir, küftür, parazittir, yok virüstür, hepsinin genetik materyali var orada. Dediklerine bakacak olursak, bu 30 milyarlık nükleik asit yekunu oluyor bizim izole edilmiş virüs! Ve diğer tüm çalışmalar da bu metodolojiyle yapılmış. Hepsi aynı. 

İtalya‘nın izolasyon çalışmasını da okudum. Tabii ben bunları söyler söylemez insanlar dünyanın dört yanından izolasyon yayını gönderip peki bu ne, bu da mı kusurlu demeye başladı. Hepsini okudum, hepsi de aynı metodolojiyi kullanıyor, çünkü virüs izolasyonu için dünyada başka metodoloji yok şu an.

Bu işlemden ve buna da “izole edilmiş virüs” dedikten sonra PCR’a geçiyorlar. Burada virüsün RNA’sını ortaya çıkaracaklar artık. Fakat bir problem var, o da, virolojiye paralel bir alan olan ”Ekstraselüler Veziküller ve Eksozomlar” alanından araştırmacıların yayınlarında gayet net ve açık dile getirdiği gibi, bilmediğiniz-tanımadığınız, yeni bir mikroorganizmayı gidip bu 30 milyar nükleik asitlik matrikste aramaya çalışmak, samanlıkta iğne aramaya benziyor! Yayımlanmış bir makalede aynen bu sözleri sarfediyor uzmanlar. Virüs yeni diyorsun, nedir ne değildir bilmiyorsun. O zaman tahmin edeceksin! Değil mi? Belki biraz Sars-Cov1’e benzeyen bir şeyler uydurup onu bu sıvıya atıp, bakalım eşleşeceği bir şeyler çıkacak mı diye bakıyorsun. Attığın şey o sıvıdaki bir şeylerle illa ki eşleşecek! Ama o eşleştiğinin aradığın virüs olduğunu, başka bir şey olmadığını nereden biliyorsun?! Bu sürüntü testleriyle toplanan numuneden çıkan nükleik asitlerin %99’unun insan DNA’sı olduğunu ispatlamış yayınlar var. İnsana ait bunlar! İnsana ait ekstraselüler vezikül, eksozom veya başka bir şey… Ama insana ait! Velhasıl, hiçbir şekilde virüs izole etmiş filan değiller. 

Fakat bu meselenin bir de sonraki adımı var; virüs filan izole edilmiş değil ve tabii bu hem çıkarmak istedikleri aşı için problem teşkil ediyor–neye karşı aşı hazırladığınızı zannediyorsunuz ki aşıyı daha virüs neye benziyor bilmezken?– ve de tabii PCR testleri için… Ellerinde virüs olmayınca, kullandıkları PCR testinin de altın standardı olamıyor tabii; testin çıkardığı sonucun doğruluğunu sınayabileceğiniz, sağlamasını/kontrolünü yapabileceğiniz bir “marker” yok demektir bu. Ne olduğunu bile bilmediğiniz bir şeyi arıyorsunuz yani PCR testleriyle. 

Bunu demişken, olayın hayli enteresan bir diğer yönünden da bahsetmemiz lazım: Patojenisite. 

Patojenisite: Patojen olma niteliği; bakteri, virüs vb.bir etkenin hastalık yapma yeteneği.

Çünkü, bir diğer Çinli ekip virüsü sözümona izole etmiş ekipten, Zhu ve arkadaşlarından bunu alıp, aynı semptomları oluşturacak mı diye farede deniyor. Peng Zou ve ark.’nın Nature’da yayımlanan ve virüsün hastalık yaptığına kanıt olarak dünyaya sunulan bu çalışmada, izole filan edilmemiş virüs farelerde deneniyor. İzolasyon filan yok ama hasta kişiden aldıkları sıvı var. Eh, bu kişi hasta olduğuna ve balgam filan oluşturduğuna göre, kendisinden alınan sıvı örneğinde  virüsün (nükleik asitlerin) daha da konsantre halde (fazla sayıda) olmasını ve başka canlıya verildi mi de hasta etmesini bekliyoruz, değil mi? Alın size kanıt: Virüs dolu sıvıyı başkasına verdin ve hasta oldu. Kendi içinde ilginç bir deney esasen bu patojenisite deneyi.

Pekala, hastadan sıvıyı alıyorlar ve iki farklı fare grubuna enjekte ediyorlar, doğal fareler ve transgenik fareler (yani, genleriyle oynanarak özel olarak, virüsün hücreye girişini kolaylaştırıyor dedikleri o ACE-2 enzimlerini daha bol üretmesi sağlanmış fare türü). “Virüs izolatı” diye kabul ettikleri (fakat virüs izolatı filan olmayan) bu patojenik sıvıyı farelere zerk ettiklerinde, doğal farelerde-normal sağlıklı insanın yerine kullandıkları fareler yani-yarattığı etki ne oluyor? Sıfır! Hiçbir etki gözlemlenmiyor. Genetiği özel olarak geliştirilmiş farelerde ise çok hafif bir etki görülüyor; hayvanların tüylerinde biraz değişim oluyor ve ilk hafta içinde %8’lik kilo kaybı yaşıyorlar, fakat sonradan o verdikleri kiloyu da geri alıyorlar zaten. Yani sonuç itibariyle onlarda da herhangi bir hastalık yapıcı etkisi olmuyor. İzolasyonu filan bir tarafa bırakıp kullandıkları yöntemin geçerliliğini kabul etseniz bile, görüldüğü üzere patojenisite filan yok ortada, kanıtlanmış değil.

Sonuç itibariyle bu virüs, izole edilmiş değil, patojenik değil. Ortada dahi olmayan bir şey olay haline getirilmiş durumda.”

Nörolog Margareta GRIESZ-BRISSON Maske Kullanımı Konusunda Uyarıyor!

Nörolog Margareta GRIESZ-BRISSON Maske Kullanımı Konusunda Uyarıyor!

Alman Margareta GRIESZ-BRISSON; özel ilgi alanı nörotoksikoloji, çevre tıbbı, nörorejenerasyon ve nöroplastisite olan, farmakoloji alanında doktorası bulunan bir nörolog ve nörofizyolog. Diyor ki;

“Maske takmaya ve verdiğim havayı geri solumaya alıştım diye düşünebilirsiniz, oysa beyin oksijensiz kalmaya devam ettikçe dejeneratif süreç de katlanarak hızlanacaktır.

Beyinle ilgili 2. sorun da, sinir hücrelerinin (nöronların) bölünememeye başlayacak olmasıdır.

Bu durumda, devlet lütfedip (!) maskesiz hayata geri dönmemize, yeniden oksijen solumamıza izin vermediği takdirde, ölen sinir (beyin) hücrelerinin yerine yenisi gelmeyecek, giden gitmiş olacaktır.

Bu bilhassa aşırı korkan ve maske takarak virüslerden korunacağını zannedenlerin mutlaka ve mutlaka bilmesi, anlaması gereken bir şey.

Virüs çapı yaklaşık 0.08 mikrometredir. Piyasadaki sıradan maskelerdeki gözenek büyüklüğü ise 80 – 500 mikrometre’dir. Her yıkandığında gözenekler daha da açılır. Alelade bir maske virüsten hayatta korumaz!

Ben maske takmıyorum. Beynimin işler kalmasını, hastalarımla ilgilenirken zihnimin açık, aklımın yerinde olmasını istiyorum. Karbondioksit anestezisi almak istemiyorum!

Bir nörolog olarak açık ve net şunu söylüyorum:
Maske takmak istemeyen herkes özgürce tıbbi muafiyet hakkından yararlanabilir. “Asılsız”ı, “uygunsuz”u yoktur bu işin çünkü oksijen yetmezliği HER BEYİN için TEHLİKE ARZ EDER.

Virüse karşı kesinlikle hiçbir koruyuculuğu olmayan maskeyi takıp takmayacağına her insan kendi karar verebilmelidir. Maske kesinlikle korumaz, fakat takıp takmamak kişinin takdiridir.

Çocuk ve adölesanlar için maske sözkonusu bile olamaz!

  • Çocuk ve adölesanların bağışıklık sistemi muazzam aktif ve uyum kapasitesi inanılmaz yüksektir ve yeryüzünün mikrobiyomuyla sürekli ilişkide olmalıdırlar.
  • Beyinleri ise deli gibi aktiftir çocuk ve gençlerin, dünyanın şeyini öğrenmekle meşguldürler!
  • Çocuğun / gencin beyni kana kana oksijen içmek ister. Bir organ metabolik olarak ne kadar aktifse, oksijen ihtiyacı da o kadar fazladır.
  • Cocuğun / gencin HER ORGANI metabolik bakımdan aktiftir!
  • Çocuğun / adölesanın beyninin oksijensiz bırakılması, oksijen almasının az da olsa engellenmesi bile sağlıklarını tehlikeye atar ve kesin kez kriminal suçtur.
  • Yeterli oksijen alamayan beyin gelişemez ve bu sebeple meydana gelecek hasar GERİ ÇEVRİLEMEZ!!
  • Çocuk öğrenmek için beyne, beyin de çalışmak için OKSİJENE muhtaçtır!!

Bunu anlamak için klinik deneye gerek yok?!!

Gayet basit, tartışılır yanı olmayan FİZYOLOJİK bilgidir bu!

Bilerek, göz göre oluşturulacak oksijen yetmezliği SAĞLIĞA KASITLI OLARAK ZARAR VERMEK demektir ve tıbbi açıdan KESİNLİKLE KONTRENDİKASYONDUR.

Tıbben kati surette kontraendike olması demek bir ilacın, aracın, metod veya tedavinin uygulanmaması gerektiği, KULLANI-LA-MA-YA-CAĞI demektir.”

Bunlar Da İlginizi Çekebilir

Son haberler

Aşı Dayatması Hukuka Aykırıdır

Sağlık hakkı bir bütün olarak fiziksel, ruhsal ve sosyal esenlik durumunu ifade eder. Demokratik hukuk devletinin bir gereği olarak insanların vücut bütünlüğüne, temel hak ve özgürlüklerine saygı duymak ve bu saygınlığı olumsuz etkileyecek her türlü iş ve eylemden...

COVID-19 “Hasta” Takibi ve Özgürlükler

COVID-19 salgını sonucunda, hemen hemen hiçbirimizin daha önce karşılaşmadığı dünya çapındaki bir sorunla yüzleşmek zorunda kaldık. Dünya, başta geçen yüzyılın başındaki İspanyol gribi olmak üzere, büyük çaplı salgınları iletişim olanaklarındaki farklılık nedeniyle...

Corona Sürecindeki Hikayelerine Talibiz

Bizimle konu hakkındaki her türlü duygu, düşünce ve yorumunu paylaşarak bu platforma sen de katkı sağlayabilirsin.

Bize Katıl

Yabancı dilden Türkçe’ye çeviri konusunda destek olmak ya da kendi alanın çerçevesinde paylaşımlarımıza katkı sağlamak istersen, bize yazabilirsin.

Bizi takip et

Güncel paylaşımlardan haberdar olmak ister misin?