Pek çok ülkeden farklı olarak, Türkiye’de bugüne kadar (8 Haziran 2020), korona virüs salgını nedeniyle olağanüstü hâl ilân edilmedi. Türkiye’de siyasî iktidar, korona virüs salgınıyla olağan dönemler için yürürlüğe konulmuş mevzuatın verdiği imkânlarla mücadele etmeye çalışıyor.
Salgınla mücadele etmek amacıyla alınan tedbirlerin hemen hemen hepsi Anayasamızın güvencesi altında olan bir temel hak ve hürriyetin sınırlandırılması niteliğindedir. Örneğin;
sokağa çıkma yasağı ve yurtlarda 14 günlük zorunlu tecrit “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı”nı (m.19),
maske takma zorunluluğu “kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı hakkı”nı (m.17),
şehirlerarası seyahat yasağı “yerleşme ve seyahat hürriyeti”ni (m.23),
camilerde namaz kılma yasağı “ibadet hürriyeti”ni (m.24),
iş yerlerinin kapatılması “mülkiyet hakkı”nı (m.35) ve “çalışma ve sözleşme hürriyeti”ni (m.48),
icra takiplerinin ertelenmesi “hak arama hürriyeti”ni (m.36),
okulların tatil edilmesi “eğitim ve öğretim hakkı”nı (m.42),
işçi çıkarma yasağı “sözleşme hürriyeti”ni (m.48) ihlâl eder niteliktedir.
Yazar, yazının tamamının, kaynağından okunmasını talep etmektedir. Lütfen şu adreslere tıklayarak devamını okuyunuz:
Kemal Gözler, “Korona Virüs Salgınıyla Mücadele İçin Alınan Tedbirler Hukuka Uygun mu?” www.anayasa.gen.tr/korona.htm (Yayın Tarihi: 5 Temmuz 2020). ——-
Kemal Gözler, “Korona Virüs Salgınıyla Mücadele İçin Alınan Tedbirler Hukuka Uygun mu? (2)” www.anayasa.gen.tr/korona-2.htm (Yayın Tarihi: 6 Temmuz 2020).
Temmuz 2021’de ABD’nin Indiana eyaletinde 33 senelik aile hekimliği kariyeri ile Dr. Daniel W. Stock’u, Mt. Vernon isimli okulun yönetim kurulu toplantısındaki ifadesi ile dinleyeceksiniz.
Indiana’dan Dr. Dan Stock ben.
Az önceki yorumunuza istinaden, 18 ay geçmiş halen sorunu çözemedik dediniz ya, işe yarayacak bir şey yapmıyoruz ki sorun çözülsün?
Karar almadan önce bilim ne diyor, buna bile bakmayan Eyalet Tabip Odası ve CDC’yi dinleyince böyle oluyor.
Kendim Fonksiyonel Aile Hekimiyim, immünoloji ve enflamasyon regülasyonu alanlarında eğitimim var. CDC ve eyalet Tabip Odasınca verilen tavsiyelerin HEPSİ bilmin HER TÜRLÜ KURAL VE KAİDESİNE AYKIRIDIR.
Koronavirüs ve diğer tüm respiratuar virüslerle ilgili bilmeniz gereken şey şu: Aerosol partiküllerle yayılır bunlar ve gözeneklerinden geçmediği maske de yoktur.
Sekreterliğinize bıraktığımız flash drive’daki dosyadan konuyla ilgili tıbbi/bilimsel tüm verileri görebilirsiniz.
Hatta orada, bizzat NIH’in yaptırdığı ve maskenin işe yaramadı GERÇEĞİNİ gösteren en aşağı 3 yayın göreceksiniz, lâkin CDC de NHS de parasını KENDİ ödedikleri bu BİLİMSEL çalışmaları görmezden geliyor.
O yüzden hâlâ uğraşıp duruyorsunuz işte, çünkü VİRÜSLERİ ortadan kaldırmanız İMKANSIZDIR. Solunum yollarını tutan TÜM virüslerin tarihçesini inceleyin, YIL BOYUNCA dolaşımdadır bunlar, kış olsun da immün sisteminiz zayıflasın diye bakarlar veya şimdi BU AŞILARLA olduğu gibi immün sisteminiz RAYINDAN ÇIKTIĞINDA onlara fırsat doğar, bir bakmışsınız semptom verecek şekilde hasta düşmüşsünüz.
Maske filan tutmadığı, üstüne bir de hayvanlarda barınabildikleri için de —bu nokta çok önemlidir bakın— kimsenin bu virüsü ortadan filan kaldırması mümkün değildir!
CDC herkesi biz bu işi “çiçek”teki gibi hallederize inandırdı; “çiçek”teki gibi kökünü kazırız nasıl olsa dendi. Çiçek virüsü hayvanda barınan bir virüs değildi, enfekte etmeyi bildiği tek canlı insandı. O yüzden ortadan kaldırabildik o virüsü.
Fakat BU virüsle yapamazsınız bunu; tıpkı grip, nezle, Respiratuar Sinsisyal Virüs (RSV), adenoviral respiratuar sendrom ve hayvanda barınabilen diğerleriyle de YAPAMADIĞINIZ gibi.
O yüzden bu tedbirlerle defedemezsiniz işte bu virüsü; çünkü daha önce DENENMİŞ, BECERİLEMEMİŞ ve becerilemeyecek olan bir şey yapmaya çalışıyorsunuz.
Bir bu kadar önemli diğer mesele de, AŞIYLA, hele hele BU aşıyla bu dediğim gerçeklerin HİÇBİRİNİ değiştiremeyecek olmanız.
Umarım kurulunuz CDC, NIH ve Tabi Odası’nın tavsiye kararlarına uyup uymamaya karar vermeden önce şunu sorar kendine: Ne grip, ne nezle ne de RSV için yapmadığımız bütün bu uygulamaları bu virüs için niye yapmak durumundayız?
Sonra şunu sorun kendinize: Bu sözümona çok etkili aşı, viral respiratuar sendromların HİÇ huyu olmadığı halde tutup YAZIN ORTASINDA SALGIN patlak vermesine NASIL izin verdi?
Anlamanıza yardımcı olsun diye söylüyorum, bu duruma tıpta “ANTİKOR MEDİASYONLU VİRÜS GÜÇLENMESİ” deniyor.
Aşı yanlış iş gördüğünde ortaya çıkan bir durum bu ve SARS pandemisi sonrasında koronavirüsler için düzenlenen BÜTÜN hayvan deneylerinde yaptığı şey de bu olmuştur aşının.
Respiratuar sinsiyal virüs (RSV) için geliştirilmiş aşıda da aynısı yaşanmıştır: Patojenisitesi zaten çok düşük, doğal yoldan kapsanız hafif bir enfeksiyonla atlatacağınız respiratuar virüsü alıyorsunuz, aşıyla insanlara vurup immün sistemlerinin virüse sapkın yanıt vermesini, böylelikle aşırı güçlenmesini sağlıyorsunuz.
Şu an yaşanan salgının NEDENİ DE BUDUR, zaten flash drive’daki ve emaillerinize de gönderilecek yayınlarda da göreceksiniz, Massachusetts’te patlak veren salgındaki semptomatik Covid teşhisli vakalarının %75’i önerilen aşı dozlarının HEPSİNİ olmuş olanlardır.
O yüzden, aşı olmuş birine aşı olmamıştan farklı davranmanın hiçbir gerekçesi yok. Ayrıca —arkasında olduğum, kendim olacağım ve çocuklarıma da vuracağım aşılar da DAHİL olmak üzere— HİÇBİR aşının ENFEKSİYONU ÖNLEMEDİĞİNİ de BİLİN isterim.
2014’te ulusal hokey liginde KABAKULAK salgını yaşandı. Semptom gösterenler aşısız olanlar veya aşılılık durumu bilinmeyenler olmuştu. Aşının işe yaradığını mı gösteriyor peki bu? Semptom gösterecek şekilde hasta düşenlerin YARISI ne aşısız bireylerle ne de aşılılık durumu ilinmeyen kimseyle TEMAS dahi etmemişken, sizce hastalığı NEREDEN kapmış olabilirler?
Yanıt: AŞILI KİMSELERDEN!
Enfekte olmanızı ÖNLEYECEK AŞI DİYE BİR ŞEY YOKTUR. Enfekte de olursunuz, patojeni de [vücut sıvılarınızdan] etrafa saçarsınız [SHEDDING]. Özellikle de SOLUNUM sistemi VİRÜSLERİ için geçerlidir bu, fakat “semptom göstermez”siniz. Patojenin kişiden kişiye bulaşmasını önLEMİYOR yani!
Şu an yaptığınız HİÇBİR şey buraya yazdığınız bu istatistikleri düzeltecek bir işe yaramıyor ki! Solunum sistemini tutan viral patojenlerin doğası gereği bu tedbirlerin tümü geçersiz. Aşıyla da önleYEMEZsiniz, çünkü yapsın istediğiniz şeyi YAPMIYOR! Hayatınızın geri kalanı boyunca kovalayıp duracaksınız bu meseleyi ve sonunda anlayacaksınız ki CDC ve Tabipler Birliği’nden aldığınız “bilimsel” yönlendirme 5 para etmezmiş.
Onun yerine size ilettiğimiz dosyaları, emaillerinize gönderilen yayınları okuyun ve CDC ile NIH’ten aldıkları bilgilendirmenin GERÇEKLERLE ÖRTÜŞMEDİĞİNİ anlamış buradaki bu insanları dinleyin lütfen.
O yüzden hâlâ bu hastalıkla uğraşıyorsunuz, aşı da sizi virüsten koruyacaktı ama işe bakın ki YAZIN ORTASINDA, D vitamini seviyeleri tepedeyken CV-19 salgını patlatabildi?!
Bu arada, aşılamayla ilgili herhangi bir hak kısıtlayıcı uygulamanın gündeme gelebilmesi için ortada sözkonusu hastalık için TEDAVİ olmaması gerekir.
15’ten fazla CV-19 hastası tedavi etmiş biri olarak, aktif D vitamini yüklemesi, Ivermectin ve çinko verilen kişilerin TEKİ bile hastanenin yakınından bile geçmek durumunda kalmadı, 25 Hidroksi-D vit seviyelerini 55’in üstüne çıkarttığınız anda nüfus genelinin CV-19’dan hayatını kaybetme olasılığının 4’te 1’ine indiğini gösteren tıbbi yayınlar da mevcut.
D vitamini ile yürütülmüş CV tedavi denemelerine dair yayınları da ilettiğimiz dosyada bulabilirsiniz.
O yüzden, aşı olmuş mu olmamış diye bakıp buna göre insan ayıracaksanız aynı ayrımcılığı 25-hidroksi D vitamini seviyelerine, çinkoya bağlı tat alma duyusu yerindeliğine ve hatta geçmiş enfeksiyon öyküsüne göre de yapmanız lazım, keza ilettiğimiz dosyada aşının, CV-19 GEÇİRMİŞ insanlara kesinlikle HİÇBİR FAYDA SAĞLAMADIĞI, ne semptom azalttığı ne hastane bakım oranlarını azalttığı, bilakis, hastalığı geçirdikten sonra aşılandıkları takdirde 2 ila 4 kat FAZLA YAN ETKİ yaşadıklarını belgeleyen yayınlar mevcut.
Dolayısıyla, yönetim olarak aldığınız kararlar gerçeklerle hiçbir şekilde uyuşmayan bilgilere dayanmakta. Sizin hatanız değil tabii, bilim icra eden insanlar değilsiniz ve CDC, NIH ya da Tabipler Birliği’nin dediğini yapmak da makul gözüktü gözünüze.
Onun yerine burada toplanan insanların dediklerini dikkate alın ve tarafınıza teslim edilen dosyayı okuyun derim. Dosyada yazanlarla ilgili herhangi bir sorunuz olursa da seve seve gelir ve gerekirse tek tek sorularınızı yanıtlayıp işin bilimsel kısmını açıklarım.
CDC veya NIH yönergelerini takip etmezsek hakkımızda dava açılabilir diye bir endişeniz varsa, mahkemede savunmanızı yapmak üzere ücretsiz uzman tanıklık yapacağımı da burada belirtmek isterim.
Mahkeme yeri, zamanı fark etmez; resmi yönergelerin bilimsel gerçeklerle örtüşmediğine dair tanıklık sözüm bakidir.
“Büyük hata yaptık. Diken proteininden şahane hedef antijen olur diye düşündük ama bunun aslen bir toksin olduğunu, patojenik (hastalık yapıcı) bir protein olduğunu bilmiyorduk. İnsanlara aşıyla toksin veriyoruz, bunların bir kısmı kan dolaşımına giriyor ve başta kalp-damar sistemi olmak üzere bedende hasara yol açıyor.” – Byram Bridle
https://www.canadiancovidcarealliance.org/
Kanadalı immünolog Byram Bridle, işi aşı geliştirmek, özellikle de “virüs aşısı”. Pfizer’ın Japon idari makamlarına teslim ettiği ancak gizlilik ibaresi nedeniyle kimsenin erişim sağlayamadığı ‘aşının ‘biyodağılımı’ ile ilgili çalışma sonuçlarının yer aldığı rapora resmi taleple ulaşıyor. Ve ortaya Cv-19 aşılarıyla ilgili problemler saçılıyor. Bunu bir radyo programında ifade eder etmez de yoğun saldırılar başlıyor. Kariyerine bitti gözüyle bakılıyor.
Aşı üreticisi şirketlerin yola çıkış varsayımı, aşıdaki mRNA’nın çokça vurulduğu yerde (omuz kasları) kalacağı, vücut geneline dağılmayacağı yönünde. Pfizer’ın kendi verileri ise hem mRNA’nın hem de bunun sayesinde üretilen “diken proteini”nin saatler içerisinde vücuda dağılıverdiğini gösteriyor.
“Diken proteini” doku ve organlarda birikmeye başlıyor. Biriktiği organların başında dalak, kemik iliği, karaciğer, adrenal bezler ve “oldukça yüksek konsantrasyonlarda” da yumurtalık geliyor. Doç.Dr. Bridle soruyor: “Bu aşılar çocuklara vurulmaya başlandığı takdirde bir kısmını kısırlaştırmış olacak mıyız?”
“Diken proteini neredeyse tek başına bu hastalıktaki kalp ve damar sistemi hasarından sorumlu kısmı virüsün. Tutar saflaştırılmış diken proteinini deney hayvanlarının kanına enjekte ederseniz kalp-damar sisteminde oluşmadık hasar bırakmadığını görürsünüz. Üstüne, kan-beyin bariyerini geçerek beyinde de hasar bırakır.” – VaksinologByram Bridle
Kanda dolaşıma girdiği andan itibaren diken proteini kan pulcuğu reseptörlerine ve kan damarları çeperindeki hücre reseptörlerine bağlanıyor. Bu olduğunda kan pulcukları öbeklenerek kan pıhtısı oluşumuna gidebilir veya anormal kanamalar görülebilir.
Kanada’dan hakemli dergide yayımlanmış çalışmada, yine bir mRNA aşısı olan Moderna vurulmuş 13 genç sağlık çalışanı takibe alınıyor ve 11’inin kanında diken proteini bulunuyor.
Byram Bridle: “Diken proteininin patojenik bir protein olduğu çoktandır bilinen bir şey. Toksindir bu protein ve vücutta dolaşıma girerse hasar bırakır. Ve şimdi elimizde, omuzdaki kas dokusuna bu proteini yapsın diye zerk edilen aşıların hem kendisinin hem de ürettirdiği diken proteinlerinin kan dolaşımına girdiğine dair kesin kanıt var.”
Aşı gebelere ve emziren kadınlara vurulurken ne güzel, annenin ürettiği hazır antikorlar da bebeğe aktarılmış, bu sayede bebek pasif bağışıklık kazanmış olacak denmişti. Fakat ortaya çıktı ki antikor filan değil, anne sütünden bizzat aşı içeriği bebeğe geçiyormuş! Sütle birlikte aşı vektörünün kendisi bebeğe aktarılmış oluyor. Bu da diken proteininin bebekte dolaşıma girmesi demek. Kanda ne var ne yok tüm proteinler konsantre halde anne sütüne gidiyor çünkü! Ve ABD’deki VAERS (aşı yan etki bildirim sistemi) programına bakıldığında da anne sütü emen bebeklerde mide-bağırsak kanamaları görüldüğüne dair raporları buluyor Byram Bridle.
Byram Bridle’a göre bu durumda sorunlu alanlar şunlar:
a) Kan bağışı. Patojen diken proteinlerinin kan nakli bekleyen, sağlık durumu nazik hastalara aktarılmaması gerekiyor. b) Anne sütü alan bebekler risk altında c) Orijinal “virüs”le enfeskiyonun hiçbir şekilde sağlık için risk oluşturmadığı gruplara (bütün çocuklar!) bu aşı uygulandığı takdirde sadece risk/zarar meydana gelmiş olacağından sakıncalı. d) Kadınlarda yumurtalıkta anormal diken proteini birikimi nedeniyle kısırlık sorunu olabilir.
Aralarında immünoloji, nöroloji ve mikrobiyoloji profesörlerinin de yer aldığı tüm dünyadan katılımcı doktor ve bilimadamlarının desteği ile kurulmuş “Covid Etiği Savunucusu Doktorlar” birliği Avrupa İlaç İdaresi’ne (EMA), yol açma potansiyellerini ilmi olarak ortaya koymuş oldukları hayati risklerden ötürü, şu anda Avrupa’da pasaportu dayatılmaya çalışılan “deneysel gen bazlı ajanlar”ın toplumlara uygulanmasına derhal son verilmesi gerektiği yönündeki 2 çağrısı da dikkate alınmayınca, kurum üyelerinin şahsen hukuki mesuliyet taşımakta olduklarını ve doğacak zarardan ötürü dava edilebilecekleri yönündeki ihtarnameyi üyelere göndermiş bulunuyor.
Doktor ve bilimadamları EMA’yı, kamuoyunu aşıların taşıdığı gerçek risk/fayda profili konusunda yanıltmakla itham ediyor.
“23 Mart tarihli yanıtınız ikna edici değil ve kabul de edilemez,” diyen doktor birliği, aşılama sonrası kaydedilen ve ölümcül olabilen serebral venöz tromboz (beyin damarlarından herhangi birinde pıhtı oluşması) vakalarının “buzdağının sadece görünen kısmı olması” kuvvetle muhtemeldir diyor. Aşıların yaygın yan etkileri arasındaki başağrısı, mide bulantısı, bulanık görme ve istifranın serebral venöz tromboz belirtileri olduğunu ve bu vakaların tıbben de derhal bu gerekçeyle müşahade altına alınmaları gerektiğini belirtiyorlar.
Aşılama sonrası pıhtı oluşumu ve kanamaların ayrıca “müteakip her yeni aşılama ve dahi coronavirüslerle her karşılaşmada daha da artmasının beklenebileceği” yönünde de uyarıyor doktorlar. Zaman ilerledikçe bu durum, “normalde — “aşı” olmadığı takdirde — COVID-19’un hiçbir şekilde önemli bir risk teşkil etmeyeceği yaşı genç ve sağlıklı popülasyon grupları için aşı tekrarını da dolaşımdaki sıradan koronavirüsleri de tehlikeli hale getirecektir,” deniyor.
“COVID-19 “aşıları”nın gerçek risk/fayda analizi bu şekildedir. Ya EMA bünyesindeki uzmanlar ortadaki bu hakikatin moleküler bilmini anlamalarını sağlayacak alan bilgisinden yoksun, ya da bu bilginin gereğini yapmalarını sağlayacak tıp etiği prensiplerinden.”
Covid Etiği Savunucusu Doktorlar birliği, aşılar ile ilgili ifade etmiş oldukları çekincelere EMA’nın vermiş olduğu yanıtları “gayr-i bilimsel”, “muğlak” ve “güvenilirlikten yoksun” şeklinde nitelendiriyor. Bu aşılamalarla ilgili riskleri aza indirgeyecek, etik ihlâli problemlerini de aşmalarını sağlayacak düzenlemeleri yapabilmeleri için EMA’ya yardım teklifinde de bulunmuş grup, aşılama sonrası ortaya çıkmış trombozu işaret eden baş ağrıları, mide bulantısı gibi tüm emare ve semptomlarda, trombotik olaylara “hızla teşhis konulabilmesi” mutlaka D-dimer testleri ile bakılması gerektiğinin altını çiziyor.
Güvenliği yeterince sınanmadığı gibi yan etki izlemi de yetersiz olan gen bazlı COVID-19 aşılarının vurulmaya devam etmesini tehlikeli bir tıbbi deney olarak nitelendiren grup, bu aşıların “gerçek risklerinin teorideki her tür faydasını fazlasıyla aştığı”nı, bu haliyle “tıp etiğinin ve vatandaşın tıbbi haklarının ciddi biçimde ihlâl edilmekte” olduğuna dair uyarısını tekrarlıyor.
Son ihtarları ise, “halk kitlelerini COVID-19 “aşı”ları gibi deneysel ajanları olması için yanlış yönlendirilmek ve dahi “aşı pasaportu” tahsisi yoluyla dayatmak, Nuremberg İlkesi’ne kesinlikle aykırıdır,” şeklinde oluyor.
Covid Etiği Savunucusu Doktorlar(Doctors for Covid Ethics), 25 ülkeden 100’ü aşkın doktor ve bilimadamının katılımıyla oluşmuş bir grup.
İnternet sitesi: https://doctors4covidethics.medium.com
Aşağıdaki dilekçe örneğini bilgisayarınıza indirip gerekli yerleri doldurarak, sokağa çıkma cezasına itiraz edebilirsiniz.
Dilekçenin devamında, anayasal kanıtları içeren, hukuka uygunsuzluk sebepleri net bir şekilde açıklanmış bir makale mevcuttur.
Aynı zamanda tüm sokak cezası itiraz davalarınızda, bu dilekçeyi durumunuza göre uyarlayarak kullanabilirsiniz.
Sokağa çıkma cezaları hukuki olarak pek çok problem içermektedir.
İşte kesilen cezalar hakkında merak edilenler ve cevapları:
1.Ceza kesilmesi sırasında dikkat etmem gerekenler nelerdir?
Polis kimliğinizi istediğinde ibraz etmek durumundasınız. İtiraz etmeyin. Ancak tuttuğu tutanağı imzalatmak isterse imzalamayı reddetme hakkınız var, imzalamamanız daha doğru bir tutum olacaktır. Ancak imzalarsanız, imzanızın yanına “ihtirazi kayıt” notunu ekleyebilirsiniz.. (ihtirazi kayıt, herhangi bir çekince, itiraz varlığı anlamına gelir) Tutanağın kopyasını isteyin, ya da tutanağın fotoğrafını çekebilirsiniz.
2.Ne zaman itiraz etmeliyim?
Ceza tebligatı size ulaştıktan sonra 15 gün içerisinde itiraz edebilirsiniz.
3.İtirazımı nereye yapmalıyım?
Cezayı kesen yerin (il veya ilçe) Sulh Ceza Hakimliği’ne dilekçenizi vermelisiniz.
4.Bu işlemin bana masrafı nedir?
Masrafsızdır. Belki çok istisnai durumlarda yalnızca 10-20 tl gibi bir dosya masrafı çıkabilir.
5.18 yaş altındayım, ben de itiraz edebilir miyim?
Veliniz sizin adınıza itiraz edebilir.
6.Ne kadar sürede sonuçlanır?
Genelde 3-5 ay gibi bir sürede sonuçlanmaktadır fakat kesin bir cevap vermek mümkün değil.
7.15 günü geçirmişsem ne yapabilirim?
15 gün sonrasında ödeme emri gelecektir. Sonrasında idari mahkemede iptal davası açabilirsiniz. Fakat dava prosedürlerinde ve masraflarda bazı farklılıklar olacaktır.
8.İndirimden faydalanmak için ödeyip mi itiraz etmeliyim?
15 gün içinde cezayı ödemeyi seçerseniz %25 indirimli ödeme imkanınız olacaktır. Akabinde dilekçenizi verebilirsiniz. Ya da ödemeden de dilekçenizi verebilirsiniz. Etkisi hususunda net konuşmak mümkün değil. Sizin kararınız.
Sokağa Çıkma Cezasına İtiraz Dilekçesi’ni buradan indirebilirsiniz.
Sahte tanı kitleri, pandemiye özel hukuki altyapısı ve simülasyonlu tatbikatı seneler öncesinden hazır edilmiş Covid-19 adı verilen sahne şovunun grafik tasarım ürünü, “Mr. Spikey” Sars-CoV-2 virüsünü tek başına ortaya koyup gösterene verilecek para ödülü 1 milyon Avro‘ya çıkmış durumda.
“Kanıta Dayalı Bilim”, “Bilime Dayalı Tıp” icra edildiği iddiası ile küresel dikta rejiminin silahı haline dönüştürülüp namlusu insanlığa çevrilmiş, toplu kıyımların öncelikli aracı halindeki sistem “tababeti”, en önemli “kanıt”ı kamuoyuyla paylaşmaktan ısrarla kaçınmakta?
Neden?
Üzerine küresel aşı endüstrisini inşa ettikleri zayıf halka virolojinin kağıttan kulesi tek fiskeyle yıkılmasın, insanlar bedenlerine “hayat kurtarıyor” diye yalan ve yanlış iddialar eşliğinde doluşturulan biyolojik ve kimyasal silahları sorgulamaya ve reddetmeye başlamasın diye olabilir mi?
Sitemizde geniş alıntılarla yer verdiğimiz ‘The Virus Mania’ kitabının yazarlarından Yeni Zelandalı Dr. Sam Bailey virolojinin sırlarla dolu dünyasına bizler için ışık tutuyor. İzleyelim, sonra hep birlikte şu sorular üzerine kafa yoralım:
“Bu büyük yalan ilk defa mı söylenmiş?”
“Acaba izole edilip varlığı ispatlanmamış olan diğer hangi “virüs”ler var?”
“İzole edilip tek başına ortaya konulmamış bir partikülün hastalık yaptığına nasıl kanaat getirmişler ve hatta acaba ispatlamışlar mı?”
“Ortada fail olarak ne virüs, ne de bunun herhangi bir kişiyi hasta düşürmüş olduğuna dair deneysel bir ispat yokken, birileri tam olarak neden aşısını yapabiliyor olabilir?”
“Jenner zamanının pislik yuvası, cerahat toplamlarını kola kazıyarak çiçek pandemisi bitirdiği gibi ispatsız bir savdan hareketle takvime virüs aşıları doluşturan egemen tıbbın, basit kızamığı, su çiçeğini neredeyse %100’e yaklaşan çoklu aşılanma seansları ile 60 yıldır bir türlü bitirememesini, acaba ortada hastalık etmeni olarak bir “kızamık virüsü” olmaması açıklıyor olabilir mi?”
“Sevgili çelimsiz copy-cat skeptik oyunbozanların tüm dezenformatif çabalarına rağmen, Alman Robert Koch Enstitüsü’nün ortada kızamık virüsü filan olmadığını mahkemede kabul etmek zorunda kalmış olması gibi bir hakikat ortada apaçık dururken, insan beyninin gerçekleri algılamada bunca zorlanmasını “bilim” nasıl açıklar?”
Sorular çeşitlendirilebilir, gerçeklere gözlerini yeni yeni açmaya başlamış olanlar için tavşanın kazdığı çukur dipsizmiş gibi gelebilir.
Brace yourselves, and let’s dive in!
Bu dönemin en yanlış anlaşılmış konseptlerinden biri de ‘ virüs izolasyon’ konusu sanki. Bu işin aslı nedir diye her hafta biri çıkıp sormazsa olmuyor, ki haklılar da. Çünkü bilim literatüründe bile işler içinden çıkılmaz halde resmen! Bu video ile konunun modern ve tarihi birtakım yönlerini ele alacağız ve İZOLASYON ile İZOLAT terimlerinin insanların zannettiği manaya neden GELMEDİĞİNİ anlatacağız. Bir virolog çıkıp, “virüsü izole ettik” dediğinde bir katiyet anlarız bu cümleden ve önünü ardını soruşturma gereği görmeyiz.
Virolog ve bilimcilerin NE YAPTIKLARINI BİLDİKLERİNDEN DE PEK EMİN DEĞİLİM ARTIK. Gazetecilerden de bu ayrıntılarda gizli açıkları yakalayıp yüzlerine vurduğu vaki değil tabii. Şöyle nadir örnekler dışında tabii…. -Kaliforniya Teknik Üniversitesi’nden Prof. D. Baltimore-\N”Virüsü şöyle izole edersiniz, ıııhhh….aaaah”
Sağlık Kanalı Parmak Uçlarınızda Dr. Sam Bailey
Bir defa önce ‘virüs’ nedir, bunu bir tanımlayalım. Enfeksiyöz minik bir partiküle deniyor bu, içinde de DNA veya RNA şeklinde genetik materyal bulunuyor.
Önceki videolarda da anlattığım gibi, bugün Covid için kullanılan PCR testlerinin YALNIZ BU virüsün RNA bölümlerini yakalayıp buluyor olması lazım! Fakat bu testlerin verdiği sonucu GEÇERLİ kabul etmeden ÖNCE, mevzubahis RNA’nın VİRÜS partikülünün İÇİNDEN çıkmış olduğundan emin olmamız gerekir. Niye? Çünkü virüsler birtek HÜCRE İÇİNDE çoğalmaya gidiyor malum, ancak hücre içi ZATEN DÜNYANIN GENETİK MATERYALİ ile dolu durumda. O yüzden önce bunları bi’ birbirinden AYIRMAK lazım, yoksa elinizdeki karışımda NE VAR, BİLEMEZSİNİZ. VİRÜS İZOLASYONU işte BU noktada devreye giriyor.
Ancak ufak bir SÜRPRİZ de bizleri bekliyor…
Viroloji jargonunda bu noktada epey bir “anlam karmaşası” olduğunu görüyorsunuz.
“İzole edilmiş” kelimesinin kökü Latincedeki “insulatus”a uzanıyor; “ada haline getirilmek” manasına geliyor bu da. Bu terimlerin bugün anlaşıldığı hali neymiş, sözlükten bir de ona bakalım. Son zamanlarda birçok insan kelimenin İLK manasını birinci elden deneyimlediler biliyorsunuz; [İzolasyon: Kişiyi mutsuz kılacak şekilde yalnız başına kalma hali, TECRİT.] Resmi statünüz “MAHPUS” olmasa da, yaşanılan buydu. Velhasıl, “izolasyon”un manası, başka şeylerle bağlantısı kalmayacak şekilde bir şeyi ayırmak, ayrı tutmak demek.
O zaman, bu tanımdan hareketle, bir mikroorganizmanın (VİRÜS) izolasyonu (tecridi) dendiğinde de, bunun DİĞER BİYOLOJİK MATERYALDEN AYRILARAK TEK BAŞINA ortaya konmuş olduğu manasına geldiğini düşünürüz. Sözlükten “İzole etmek” fiilinin manasına baktığımızda da, Kimya ve Bakteriyoloji’de bunun ‘bir madde yahut mikroorganizmanın [başka şeylerle] KARIŞIK OLmayan, SAF HALİYLE ortaya konması’ şeklinde tanımlandığını görüyoruz.
‘İsim’ olarak kullanımına baktığımızda da, “sözgelimi üzerinde araştırma yürütülmek amacıyla,…” “…diğerlerinin yanından alınıp ayrı tutulan, tecrit edilen kişi, varlık veya grup halinde birileri/bir şeyler,” demek bu.
Gelgelelim, VİRÜS özelinde bu İZOLASYON kelimesi tam olarak ne manada kullanılıyor diye araştırmaya giriştiğinizde, ortada tanımı net bir terminoloji dahi olmadığını görüyorsunuz.
Hatta “VİROLOJİNİN MİNİK SIRRINA GİRİŞ” niteliğinde bir ders gibi de düşünebiliriz bunu. 2020 yılı, çok daha fazla insanın virolojinin TERİM VE TEKNİKLERİNİN farkına varmasıyla sorunun iyiden iyiye görünür hale geldiği yıl oldu.
“Siz bokyedibaşılar gelip de burnunuzu sokana kadar gayet iyi götürüyorduk işi.”
Problemlerden bazılarına işaret etmek için viroloji profesörü Vincent Racaniello’dan alıntılar yapacağım.
“Virüs” adı verilen yapıların temel prensipleri ve hastalık yapıp yapmadıkları konusunda GÖRÜŞLERİMİZ Prof. Racaniello’nunkinden KESİNLİKLE AYRILIYOR, keza kendisi ortodoks bilimsel görüşten, yine de, diğer virologlara kıyasla kendisinin ifadelerini kendi içinde daha tutarlı buluyorum. İlmi açıdan temel görüş ayrılıkları ve şahsi kanaatlerimizdeki farka rağmen kendisinin görüşlerini önemsiyorum. MÜESSES VİROLOJİ’nin TEORİLERİ nedir, öğrenmek isteyenler kendisinin çalışmalarını takip edebilir.
Lâkin, şimdi göreceğimiz gibi, söz “VİRAL İZOLAT”tan açıldığında profesörün bile ifadeleri çözülmeye, dağılmaya başlıyor. Profesörün terminoloji ve günümüzdeki kullanımı ile ilgili açıklamasına bakalım:
Prof. V. Racaniello’nun 2021 tarihli açıklaması:
“Virüs konusuna kafa yormaya başlamış birçok insan bakıyorsunuz pek de aşina olmadıkları ‘izolat’, ‘varyant’, ‘suş’ gibi terimleri kullanmaya başlamış.”
Racaniello, viroloji alanında çoğu zaman doktor ve akademisyenlerin, nüfuzlu üstlerinden duydukları, ancak kendi içinde bir tutarlığı dahi olmayabilen terimleri alıp papağan gibi tekrarladıklarından bahsediyor. Diyor ki: “Maalesef “SUŞ”, “VARYANT” ve “İZOLAT” terimleri için VİROLOJİ CAMİASINDA üzerinde herkesçe uzlaşılmış TANIM bulunmamakta.”
“ÇOĞU VİROLOG DA BAŞKALARI NASIL KULLANMIŞSA ONU KOPYA ETMEKTEN ÖTEYE GEÇMİYOR.”
İlginçtir Racaniello, yazarı olduğu ‘VİROLOJİNİN PRENSİPLERİ’ başlıklı DERS KİTABInın 4. baskısında bile, diğer eşyazarlar da dahil olmak üzere hiçbirinin bu terimlere açıklık getirme zahmetine girmemiş olduğunu belirtiyor.
İleriki baskılarda yapmak isteyebilirler belki??!
Ortada KOCA bir problem olduğu sanırım bu noktada bile anlaşılıyordur. Bilim dilinin son derece NET ve KATİ olması gerekir. Mesela ‘havacılık ve uzay mühendisliği’ dalında bilimcilerin “ivmelenme” gibi mühim terimlerin manasını “havada bırakması”nı isteyemeyiz hiç, öyle değil mi?
Geçtiğimiz yıl şu malum virüsü “izole ettik” diyen birçok yayın yapıldı biliyorsunuz. Sosyal medya alanlarının bekçisi “bilgi doğruyucular” ve yardakçı sistem medyası da, VİRÜS İZOLE EDİLMEDİ diyen olsa olsa “KOMPLO TEORİCİSİ”dir bildirimlerini yaymaya başladı. Oysa, daha “İZOLASYON” teriminin bilimsel olarak NE MANAYA GELDİĞİ bile belli değil ve “komplo teroricileri”ni hedef alan öfkeli mesajların sahipleri de, “izole edildi” dendiğinde neyin kastedildiğini bilmeyenlerden oluşuyor gibi duruyor.
Birlikte kitap kaleme aldığımız gazeteci Torsten Engelbrecht de, sözkonusu virüsü dünyada ilk bulan, izole eden biziz iddiasıyla yayın yapmış yazarlarla iletişime geçerek numuneleri “saf haliyle” ortaya koyup koymamış olduklarını sormuş bulunuyor.
Bulgularımız, “Virus Mania” kitabının güncellenmiş son baskısında yayımlanmış durumda. Çoğunuzun bildiği gibi, bu yayınları yapanlar arasından “evet, VİRÜSÜ SAF HALİYLE ortaya koyduk,” diyebilen KİMSE ÇIKMADI.
“İzole etmek” fiilinin sözlük anlamına geri dönecek olursak, “bir madde yahut mikroorganizmayı başka bir şeyle karışmış olmayacak şekilde, saf haliyle ortaya koymak”tı manası. İnsanların aklı bu yüzden karışmış durumda işte, çünkü “virüsü bulduk” diyen viroloğun kasdettiği ile bizim anladığımız BAMBAŞKA şeyler.
Sonuç şu ki, BAŞKA BİR ŞEYLE KARIŞMIŞ HALDE OLMAYAN, SAF HALİYLE BİR BAŞINA DURAN VİRÜS İŞTE BURADA DİYEBİLEN KİMSE YOK.
Bu “izolasyon” kelimesinin bir öyle bir böyle kullanıldığı fark eden başka araştırmacılar da var. 2020 ortasında bizim burada, Yeni Zelanda’da basın, Otago Üniv’den Prof. Quinones-Mateu’nun SARS-CoV-2 virüsünü kültürde çoğaltıp RNA’sını (genetik materyalini) izole etmeyi başardığını yazdı mesela. Oysa Kanadalı araştırmacı Christine Massey ve Yeni Zelandalı Michael Ess Bilgi Edinme Hakkı Kanunu gereğince dünya genelinde bu açıklamayı yapan tüm sağlık kurumlarına başvuruda bulunuyorlar ve bu ekip Otaga Üniversitesi’ne aynı RESMİ sorguyu yönelttiğinde, üniversite kendilerine, var olduğu öne sürülen virüsün SAF halde ortaya konmuş olduğunu belgeleyen herhangi bir bilimsel çalışma kayıtlarının BULUNMADIĞINI söylüyor.
Bakalım arapsaçına dönmüş bu işi, bizzat ortodoks bilim temsilcisi hale yola koyabilecek mi diye sözü yine Prof. Racaniello’ya bırakıyoruz.. Diyor ki: “Enfekte konakçıdan izole edip kültürde çoğalttığımız virüse, izolat diyoruz…” “…numuneyi hücrelere koyup kültürlüyoruz, virüs çoğaltma/üretim işini böyle yapıyoruz…” “…virüsü böyle çoğalttın mı, izolatın hazır demektir.”
Nasıl yani?!! Herkes ortadaki bariz problemleri görebiliyor, değil mi? Yani diyor ki profesör, biri bardağa aldı tükürdü, o tükürüğü alıp hücre kültürüne koydunuz mu, “virüsü izole etmiş” oluyorsunuz??! Bu izolasyona filan HİÇ benzemiyor!
Çünkü elimizde [hastadan alınmış] numuneler ile kültür vasatları [besiyeri, kültür ortamı] var, ve şayet SAFLAŞTIRMA yapmıyorsanız da her ikisinde de TÜRLÜ MADDELER CİRİT ATMAKTA demektir! Bu konuya istinaden Virus Mania kitabında, Nobel ödüllü virolog Françoise Barré-Sinoussi’nin görüşlerine yer verdik. Diyor ki, “Dünya kadar şeyin olduğu bu bulaşık ortamdan virüsü çekip çıkarmanız lazım.”
Prof. Racaniello sonra diyor ki,
“…ekseriya solüsyondaki bu nazofarenks sürüntüyü alıp, hemen buradan genom dizileme işlemine geçiyoruz, ve esasen elimizde FİZİKSEL olarak (izole edilmiş) VİRÜS de OLMUYOR ki bu nokta ÇOK ÖNEMLİ.”
Pekala, muazzam bir İTİRAF gelmiş oldu profesörden: “İzolat” dedikleri bu şeylerin çoğunda aslında bulunanın, hastadan alınmış HAM materyaldeki (numune) gen dizileri olduğunun itirafıdır bu!!
Ne yazık ki, Prof. Racaniello’nun terminolojide gözettiği disiplin, şu sözlerle birlikte göçük altında kalıyor: Burada görmüş olduğunuz şeyin, SARS-CoV-2 “izolatları”nın 4000 küsür gen sekanslık filojenik ağacı olduğunu söylüyor. Ardından, gafı telafi etmek için diyor ki,
“…noktalar, ilintili bir İZOLAT olsun olmasın, kaydedilmiş münferit gen dizilimlerini temsil etmekte…”
Ortadaki devasa problemi görebiliyor musunuz?
Ortamdan NÜKLEİK ASİT DİZİLERİ çıkmış olması bunların VİRÜSE ait olduğunu göstermez!
Hatta profesör 2017’deki blog yazısında bunu bizzat kendi de ifade ediyor: “Birçok laboratuvar virüs geni var mı diye PCR cihazı ile analizi tercih ediyor.” “Kabul edilebilir bir teknik bu da, fakat kısıtlı yönleri anlaşıldığı müddetçe -“ “-bu cihaz nükleik asit [DNA-RNA] bulmaya yarıyor, enfeksiyöz virüs [partikülü] değil.”
Profesörün daha dar tuttuğu “izolat” tanımlamasını da baz alsak, hâlâ karışım halindeki kültür ortamı sözkonusu ve izolattan kasıt hâlâ saf halde ortaya konmuş virüs değil.
Yayımlanmış bu 4000’i aşkın RNA dizisinden HERHANGİ BİRİNİN bile bir VİRÜSE ait olduğunu bilebilmenin İMKANI VAR MI? Kim, nasıl belirliyor bunu?
SARS-CoV-2 virüsünün izole edilmiş, ona ait olduğu ileri sürülen genetik materyalin de o virüsten çıkarıldığını kanıtlayana verilecek para ödülünün 1 MİLYON AVRO‘ya çıkmış olduğunu da hatırlatalım.
E haydi virolog camiası?? İlginizi çekmiş olmalı bu meblağ, ne dersiniz??
Peki acaba terimlerin anlamlarını saptırarak kullanma işi virolojide yeni rastlanan bir şey mi?
1987‘de The Lancet tıp dergisi baş editörüne hitaben yazılmış ve yayımlanmış mektuba göre hayır. Glasgowlu virolog Cea Meddaley ve Glasgow Üniversitesi’nden filolog CJ Kay, virolojide kullanılan dilin netleştirilmesi için birlikte bir çağrı yapıyorlar. Şöyle diyorlar: “İzolat için saf kültürde çoğaltılmış bir mikroorganizma diyebiliriz ve “böyle denince de (bilhassa virüsler için) genellikle çoklu pasajlama yapılmış olduğu anlaşılır, “ve bu şekilde çoğaltılmış mikroorganizma artık ileri safha araştırmalarda kullanılmak üzere hazır hale gelmiştir, “ve tüm bu süreçte kastedilen, hastadan alınmış organizmanın yalnız tek bir suşunun mevcudiyetidir.” Kullanımdaki diğer saptama yöntemlerine istinaden de şöyle diyorlar: “Bu tür testlerin verdiği pozitif sonuçtan hareketle [numuneye] “izolat” demek YANLIŞ olur, zira bunlar [kültürde] çoğaltılmış DEĞİLDİR, … ve başka organizmalardan ari oldukları da söylenemez.”
Yani, 40 küsür sene önce insanlar “İZOLAT” teriminin HATALI kullanıldığını söyleyip uyarmışlar da! Ne yazık ki uyarıları dikkate alınmışa benzemiyor.
Bugün yapılan şeye EN İYİ HALDE, “DOLAYLI yollardan tetkik” denilebilir, elektron mikroskopisiyle de, SAF hale GETİRİLMEMİŞ numuneler çalışılmakta zaten.
“PCR perdesinin ardındaki CV-19” adlı videomu izlerseniz, virüs genetik materyali “saptama testi” diye lanse edilen PCR ile ilgili problemleri öğrenebilirsiniz.
“Fotoğraf görüntüleri” konusuna da değinelim hızlıca… Medyanın aklınızı çelmek için gözünüze soktuğu bilgisayar tasarımı görüntülerden bahsetmiyorum, akademisyenlerin elektronmikroskobu ile aldıkları görüntülerden bahsediyorum. O gördüğünüz tabii gerçek manada “virüs izolatı” filan değil, hücre duvarı yakınında toplanmış birtakım nanopartikülleri gösteren bir fotoğraf sadece. Kültürdeki canlı hücreler gelişir, ömrünü tamamlayınca da bozulmaya başlar ve ölür. Bunu yaparken de hücre yüzeyinden dışarı nano ölçekte farklı partiküller verir. Bu partikülleri tanımlamada kullanılan eksozom veya hücredışı veziküller gibi terimleri duymuşsunuzdur. Bu noktada, bu terimlerin de literatürde sabit bir kullanım şekillerinin olmadığını duymak sanırız şaşırtmayacaktır sizleri.
Bir türlü düzgün ismi konamamış partiküllerden bahsetmişken, tam da geçtiğimiz sene The Lancet‘te yayımlanmış şu müthiş makaleyi buldum bakın: Elektron mikroskobu ile çalışan gruplardan bazıları, başka bazı grupları virüs fotoğraflamada SAHTECİLİK yapmakla suçluyor!
“Bu yayınlardaki görüntüler, belirsizliğe mahal olmayacak şekilde virüs olduğunun anlaşılmasını sağlayacak nano ölçekte yapı karakteristiklerinden yoksun birtakım partikülleri virüs partikülü olarak göstermektedir.”
Hmm… Hiçbir belirsizliğin olmadığı, net ve kesin VİRÜS gösterimi… Görmek istemez miyiz hiç??
Konumuza dönecek olursak, yüksek bilim icrası gerektiren böyle bir alanda belirsizliklerle dolu tüm bu terminoloji ne demeye düzeltilmeden bırakılmış olabilir ki?
Virologlar 100 yıldır virüs izole ettiklerini iddia etmiyorlar mı? Bu terminoloji konusunu aydınlığa kavuşturmaya bunca gönülsüz olmalarının nedeni, dikkati zayıf noktalarına çekmek istememelerinden olabilir mi dersiniz?
Kelimenin GERÇEK manasıyla VİRÜS İZOLE ETTİKLERİNİ gösteren DOĞRUDAN KANIT BULUNMADIĞI anlaşılmasın diye mi bu çekimserlik?
Öyle ince dilimledim ki, gözle görülmüyorlardı resmen. Gerçekten kestiğine emin misin? Kesmişimdir diye farz ettim ben ama?
Doğuracağı sonuçlar ve uyandıracağı yankı bakımından muazzam önemli bir konu bu ve elbette gelecek bölümlerde bu mezuyu enine boyuna tartışıyor olacağız.
Konfüçyüs’ün ironi yüklü şu sözleriyle veda etmek istiyorum sizlere:
Kullandığın dil doğru değilse, ağzından çıkanla demek istediğin bir değildir; Ağzından çıkanla demek istediği bir değilse, yapılması gereken yapılmadan kalacak demektir; Eğer bu yapılmadan kalırsa, ahlâk çöker sanat yozlaşır; Hak yerini bulmaz, adalet de şaşarsa, insanoğlu kafası karışmış öylece kalakalır.
O yüzden, muallak laf edilmemeli, anlam dümdüz verilmelidir. Bu, her şeyden önemlidir.
Bu sansür çağında sizlerden çalışmalarımı SubscribeStar kanalıma abone olarak desteklemenizi rica ediyorum.