Sayın vatandaşlarımız, bu açık mektubum ve davetim sizleredir. Bu videomda üç konuya değineceğim.(Video sayfanın alt kısmına eklenmiştir) 1. Bölümde : Yedi ay önce yaptığım açıklamalarımdan sonra neler yaşadığımı, 2. Bölümde : Son 15 ayda hayatımıza hakim olan...
“Büyük hata yaptık. Diken proteininden şahane hedef antijen olur diye düşündük ama bunun aslen bir toksin olduğunu, patojenik (hastalık yapıcı) bir protein olduğunu bilmiyorduk. İnsanlara aşıyla toksin veriyoruz, bunların bir kısmı kan dolaşımına giriyor ve başta...
Hazırladığımız broşürler de, pek çok mecrada dağıtılmaya devam ediyor. Bastırmak , dağıtmak isteyenler için bağlantı aşağıda. Aşağıdaki linkten pdf olarak indirebilir, matbaada bastırarak dağıtabilirsiniz.. brosur_baskıİndir
Bu paylaşımla viroloji ve aşı uygulamasının özü nedir, aşı paradigması neye dayanmaktadır, bunu inceleyeceğiz. Viroloji ve aşı bilmi tamamıyla tek bir önerme üzerine kurulu; virüslerin hasta edici enfeksiyöz ajanlar olduğu. Bu teori olmasa insanlar aşıyı gerekli ve işe yarar bir şey olarak algılamayacaklar dahi. Virüs teorisi olmasa, bütün aşı paradigması kağıttan kule gibi dağılıp gidiverecek. Burada, virolojinin üzerinde yükseldiği teorilerin gerisindeki yalandan bilimi, bu sözdebilimle ilgili birçok problemi ifşa edeceğim size.
Öncelikle, virüsler yaşayan canlılar değildir, canlı mikrop değillerdir yani. Ne solunum sistemleri vardır ne hücrelerinin çekirdeği ne de bir sindirim sistemleri bulunur. Hayatta olmadıkları gibi bulaşma özellikleri de yoktur. Koronavirüsten bu kadar korkmanın ise hiç gereği yok. Virüs ve bakteriler ile ilgili bildiğinizi zannettiğiniz her şeyi atın çöpe gitsin. Yalan dolandan başka bir şey değiller çünkü.
Viroloji bilminin konusu virüstür, bunu çalışır, lakin virüs aktivitesini gösteren video kaydına rastlayamazsınız (2018’de HIV virüsüne ait olduğu söylenen bir video kaydı gündeme geldi, ancak onda da virüs teorisinin ancak bir %20’lik bölümünü haklı çıkarır aktivite var.) İnternette gördüğünüz virüs videoları 3 boyutlu animasyon ve modellerden ibarettir. Bilim Ansiklopedisi, üzerinde çalışılacak virüsü alabilmek için laboratuvarların, özel olarak imal edilmiş müthiş güçlü santrfüjler kullandıklarını söyler. Virüsler öyle ufak şeyler ki, ortalama boyları ancak 0.1 mikron kadar.
Virüsü Gözlemlemek için Yapılan Şey Hatalı
Virüse hücre kültürlerinde / deney kabında bakılıyor:
Hücre kültürleri kendi doğal ortamının dışına alınmış ve laboratuvar ortamında kontrollü koşullar altında yaşatılmaya, büyütülmeye çalışılan yapılar. Yaşam ortamından çıkarılmış hücreler toksik birtakım sıvılar içinde bekletilmek suretiyle suni olarak hayatta tutulurken elbette normal hücresel aktiviteleri de zarar görüyor. Böylesi steril bir ortamda hücre haliyle, insan vücudunda olsa kendini temizlemek için yararlanabileceği tüm o proseslerden de mahrum kalıyor.
O prosesler şunlar:
Fagositoz(ve kapsadığı tüm prosesler)
Bakteriyel
Fungal
Parazitik
Viral(virüs)
Fagositoz proseslerle hücre atıkları ile ölü veya ölmek üzere olan işi bitmiş dokular absorbe edilip vücuttan dışarı atılmak üzere toparlanır. Bu şekilde çeri-çöpü toplayan ekseriya bakteriler olur, çöpçü (scavenger / leş yiyici) gibi çalışırlar. Özel durumlarda mantar ve parazitler göreve çağrılır ve bu süreçte destek olarak az da olsa virüsler de devreye girebilir. Bu proseslerin hepsi, virüsler hariç, canlıdır. Deney kabının yapay ortamında serumlarla hayatta tutulurken sağlığını yitiren hücrelerde dejenerasyon (bozulma/çözülme) başladığında ise viral hademeler ön plana çıkar.
Virüs kendi kendine çoğalan bir şey değildir. Deney kabı hücre yaşatacak fertilitedeyken (düzgün besi ortamı varken) buraya virüs koyduğunuzda, ortamda başka viral protein oluşmadığını görürsünüz. Ne zaman ki kaba hücre eklenir, virüs denilen protein yapıları o zaman artışa geçer. Hücrenin normal yaşam alanı deney kabı olmadığından, böylesi sağlıksız bir ortamda hücrede oluşan kir-pis-çöpü toparlamak virüse düşer. Hücre, içinde olduğu bu toksik ortamda kendini temizlemek için virüs yapmak zorundadır, çünkü doğal ortamında (vücutta) sahip olduğu ekipman burada yoktur. Bunun nedenini birazdan açıklayacağız.
Not: Ölmüş yahut ölmekte olan dokunun toksisitesi, hücresel atık ve kirler canlı mikrop tarafından yendiğinde o mikrobu da zehirleyip öldürecek denli yüksekse, o zaman bu dokuları çözüp ortadan kaldırmak [cansız] virüse düşer.
Viral Aktivite Ne Zaman Ağırlık Kazanır? (Virüsler Ne Zaman Ön Plana ÇIkarlar?)
Dediğimiz gibi, vücutta süregiden temizlik proseslerine küçük miktarlarda virüsün eşlik ettiği hep olur. Ve fakat, diğer prosesler (bakteri, mantar, parazit vs), aşağıda sayacağımız etmenlerden dolayı ölüp çokça devre dışı kaldıysa, işte o zaman virüsler sayıca artarak iyiden iyiye ağırlık kazanır:
Çevresel toksisite (zehirlenme)
Kirlilik
Ağır kimyasal maruziyeti
Kötü hava kalitesi
Kötü su kalitesi
Kötü gıda kalitesi
Vitamin-mineral eksiklikleri
Yanlış yiyecek seçimleri
Antibiyotik ve ilaçla verilen tıbbi tedaviler
Bedende toksisite fazlaysa, toksik ve ölü maddeyi, dokuyu temizlemek üzere leş yiyici/çöpçü olarak bunları yemeye girişen bakteriler de zehirlenerek ölecektir. Yukarıda saydığımız nedenlerin etkisiyle bedendeki sistemik toksisite (zehrin tüm beden yükü), yaşayan bakteri ve diğer tüm canlı mikropları kırıp sayıca azaltığında, beden kendini temizlemek için mikroplarının yerine bu defa virüslerin yardımına başvurur. Basit nezle gibi hafif yöntemlerin (çoğunlukla bakteriyeldir) iş görmeye yetmediği zamanlarda beden, virüs olarak bilinen cansız protein solventlerin (yapı maddesi protein olan çözücü, eritken madde) yardımını alır. Tek mantıklı açıklamanın neden bu olduğunu da anlatacağım.
Virüsler bedenden atılması gereken maddeleri minik parçalara ayrıştıracak şekilde çözmeye yarar ki daha sonra bunlar mukus membranlardan, ciltten veya bağırsak kanalından dışarı verilebilsin. Doku ve sıvıları fagosit, parazit, bakteri ve mantarın başa çıkamayacağı kadar zehir yüklenmiş olan bir hücre arınıp temizlenmek, yenilenip tamir olmak için virüsü kendi üretir. Bilmin yanlış ve ispatsız iddiası odur ki, virüsler vücuda dışardan girip hücrelerin RNA veya DNA’sını ‘ele geçirmek’te ve burada çoğalıp çoğalıp ne hücresi olduğuna bakmadan önüne gelene saldırmaya başlamakta. Böyle olsa virüs hiç durmadan çoğalır ve bedende saldırmadığı sağlıklı hücre kalmazdı, ama durum bu değil. Bir akyuvar tipi olan antikorlarca virüs aktivitesi kontrol ediliyor. Virüslerin dışarıdan hücre içine geçip burayı istila ettiğini gösteren tek video kaydı yok, sadece bu teoriyi anlatan 3 boyutlu çizim ve animasyonlar var.
Virüs Gerçekte Nasıl Oluşuyor (basit gösterimi):
Virüsün nasıl yapıldığını yukarıdaki şekilde görüyorsunuz. En basit haliyle anlatımıdır bu. Bilmin virüslerin kendi kendine çoğaldığı iddiası yanlıştır. Virüsü yapan bizzat hücredir. Sağlıklı hücrenin ürettiği virüs dikkat ederseniz o hücreye zarar da vermemekte, hücreyi yok etmemektedir. Hücre tarafından kendisine verilen RNA ve/veya DNA yardımıyla gidip bedendeki belirli maddeleri eritip çözecektir şimdi. Bu böyle olmasa virüs kendini üreten hücreyi de öldürür atardı, ancak böyle bir şey sözkonusu değil. Virüs hücreden dışarı verilmekte, çıkarken hücrede oluşan kısmi tahribat ise hücreyi öldürecek çapta olmamakta. Bu işlemden sonra hücre kendini tamir edebilmekte. Bedenin hücreleri kendilerini ve eraflarını arındırmak için bireysel olarak değil, tek vücut halinde (birlikte) hareket edip yeni ve aktif hücre oluşumuna imkan sağlayıp yer açıyor. Altında ezildiği sistemik toksisiteden dolayı, normal detoksifikasyondan sorumlu ve eli daha hafif olan (canlı) mikropları dahi yemeye gittikleri dokudan ölü çıkıyorsa, beden artık bu noktada sahneye cansız viral proteinlerini çıkarmak zorunda kalıyor ve virüs aktivitesi ancak bu koşullarda artıyor.
Virüsün Ortaya Çıkış Aşamaları:
Yaşayan bir bedenin her hücresinde taşıdığı ve o hücrenin ne tip protein üretmesi gerektiğini belirleyen genlerin bir bölümü olan viral proteinler göreve çağrılır.
Hücre içinde duran viral proteinler hücrenin çekirdeğine geçer. Virüsler tamamıyla hücre içinde imal edilerek son hallerine getirilir ve hücreden RNA/DNA kodu (sekans/dizilim) şeklinde talimatlarını almış olurlar.
Çekirdekten çıkan virüsler hücre dışına çıkıncaya dek hücre sitoplazmasında dururlar.
Hücre virüs yapısını gövdesinden dışarı atar, bunu yaparken hafif zarar görür ancak bu kendisi için ölümcül değildir.
Virüsler 72 saatte bir değiştirilir. Üretilen ilk virüs kopyalarının [replika(syon)] 72 saat sonunda hükmü kalmaz [kullanılıp tüketilmiştir] ve bu ilk suştan kalan işi tamamlamak üzere hücreler tamamen yeni bir parti virüs daha yapar ve bu döngü temizlik tamamlanıncaya dek böyle sürer gider.
Virüs Yapım Süreci Neye Benziyor – Virüsün Gerçek Çalışma Mekanizması
Virüs sağlıklı ve sağlam hücreyi enfekte etmez. Ölü ve çürüyüp bozunmakta olan doku ve hücreyi eritip ortadan kaldırmaya gider ki yerine yeni hücre gelebilsin, yeni hücre sağlıklı bir ortamda yaşayabilsin.
Şu benzetmeyi düşünün: Leşi sinek bürür ama onu öldürmüş olan sinek değildir. Ölmüş ve işi bitmiş maddeyi yıkımlamakla görevli çöpçüler/leşçillerdir bunlar. Virüs ve bakteriler de vücutta tamı tamına böyle çalışır işte. Dünya yüzünde çöpü atığı temizleyecek leşçillerin olmadığı düşünün, toksisiteden nefes dahi alamayacak hale gelirdik. Vücutta da aynı temizlik ve geri dönüşüm prosesleri mikroskobik düzeyde gerçekleşmekte. Gelin görün ki, doğaya bakarak gördüğümüz bu hakikatin aksini söyleyen bir bilim var bugün karşımızda. Oysa bunun aksi mümkün dahi olamaz çünkü dışımızda doğa nasıl işliyorsa, içeride de bedenimiz bunun bir mikrokozmosu olarak öyle işler. Aksini düşünmek, gözümüzle gördüğümüz tabii işleyişi inkar etmekle bir olur ve saçmadır.
Dediğimiz gibi, bedenin bütününü tutmuş (sistemik) toksisiteden dolayı normal temizlik süreçleri hademelerdeki can kaybı ve sayısal azalmaya bağlı olarak aksadığında, hücreler yaşamsal faaliyetlerini yerine getirememeye başlar. Kurtuluş mücadelesi için ortak hareket etmek durumunda olan hücreler, ölmüş veya ölmeye yüz tutmuş hücreleri yıkımlayıp parçalarına ayrıştırmak, hücre atıklarını, doku ve yabancı madde artıklarını temizlemek üzere hep bir elden çözücü/eritici protein yapılar (virüs) yapmaya başlarlar. Virüsler hücre içinde yapılırlar ve bir bütün olarak hücre dahilinde hazır hale getirilirler. Bunun için hücrede halihazırda var olan viral protein ve genom işe koşulur ve üretilen virüse konak hücre tarafından RNA/DNA kodu gömülür (yerleştirilir) ve tüm bunlar doğrudan doğruya hücre içinde gerçekleşmektedir. Hücre daha sonra virüsü dışarı verir ve taşıdığı genetik koda göre de akyuvarlar (antikor) denetiminde intikal etmesi gereken yere gider ve işini görür. Bu sayede virüsler bedende gayet kontrollü ve düzenli biçimde çalışmalarını sürdürür. Bu iki fonksiyon birbirinden bağımsız hareket etmez, tek bir ünite olarak çalışırlar. Hücre virüsü dışarı verdiğinde hafif zarar görür ancak dağılmaz. Sayıları artan virüsler sağlıksız, ölmüş hücre ve dokuları çözüp eritir, yabancı doku, atık ve hücre artığı varsa bunları ortadan kaldırır. Bu süreç, ortamdaki toksisiteye bağlı olarak belirli bir zaman alır. Atıkların temizlenip çerin-çöpün vücuttan atılması sürecini ise bizler grip veya nezle belirtileri olarak hissederiz. Virüslerin kıyıp minicik parçalara ayırdığı pislikleri sümük (mukus) akıtarak, ciltten atarak ve bağırsak yoluyla dışkılayarak atar kurtuluruz. İşlem bittiğinde vücut daha da güçlenmiş olur, kişi vücudunu kirletip zehirlemeye devam etmediği müddetçe de gücünü korur. Bedeni zehirlemeye devam ettiği müddetçe ise bu tarz ekstrem detoksifikasyon süreçlerini hep yaşar.
Viral Gerçekler:
Virüsler ciltten veya gözden içeri giremez. Mukus membranlar dışarıdan gelecek virüs gibi az sayıda yabancı proteini tutacak, immün sistem de bertaraf edecek şekilde çalışır.
Yaradan da vücuda virüs almayız, çünkü vücut dışarı doğru kanar, içe doğru değil.
Virüsün, deney kabı solüsyonları veya canlı beden haricinde bir yerlerde “var olması” mümkün değildir.
Kendisini üretecek ve kodunu verecek konak hücre olmadan virüsün iş görmesi mümkün değildir ve kendi kendini kopyalamaz, kopya konak hücre tarafından yapılıp çoğaltılır.
Virüsler hücre “enfekte” etmez, “istila” da etmez. Bir defa, canlı değiller ki bunları yapsınlar. Virüsler hemen hiçbir zaman gidip canlı, yaşar haldeki dokuyu çözmez, tabii polio ve dejeneratif sinir sistemi hastalıklarında olduğu gibi metal zehirlenmesi durumu yoksa.
Virüslerin temel işlevi, işi bitmiş ölü maddeleri çözmek, eritip ayrıştırmaktır.
Üzerinde çalışılan dokunun durumuna göre vücut hücreleri, virüsün farklı alt tiplerini (suşlar) imal edecektir.
İnsan vücuduna özgü 320.000 viral suş bulunmakta ve ihtiyaç anında üretmek için her hücre kendi bünyesinde viral protein bileşenlerini taşımakta.
Hangi ölü doku ve atığı yıkımlayacaksa ona göre bir RNA/DNA koduna sahip oluyor virüsler. O yüzden virüslerin protein yapıları oldukça spesifik ve kendine has.
Öksürme, hapşırma ve tükürmeyle kişiden kişiye virüs geçmiyor. Salya ve tükürüğümüz ile mukus membranlarımızda bu tür partiküller rahatlıkla yıkımlanabiliyor. Ciltten virüs geçişi de sözkonusu değil çünkü virüsler ölü deri katmanlarını geçemez.
Vücuda virüs almanın doğal olmayan tek yolu var, doğrudan enjekte etmek (aşı) veya hastaya virüs taşıyıcısı birinden alınmış kanın verilmesi. Ancak böyle durumlarda da vücut bunu görüp, kurtulunması gereken yabancı bir doku olarak algılıyor. Kendi ürettiği bir şey olmadığından vücut bu virüsün ne zaman nereye gidip iş göreceğini bilmiyor, şifresini (RNA veya DNA’dan oluşan genetik kodunu) çözecek anahtarı da olmadığından ne zaman aktive olacağını çözümleyemiyor. Hal böyleyken, bu virüsten kurtulmak lazım diye düşünüyor. Yaşayan mikroplarla iş çözülemezse, farklı güçlerde protein solventler (virüsler) imal edilip atıktan kurtulmaya bakılıyor.
Virüsler, çevresel nedenlerle vücutta oluşan toksisitenin ürünüdür. Hayvanlarda virüsler döngüler halinde ortaya çıkar. Virüsler kanda ve dokuda bulunan atık maddeleri yıkımlar. Yıl içinde mevsim geçişlerindeki iklim ve hava sıcaklığı değişimlerinde beden temizlik amacıyla ne var ne yok bütün toksinlerini kana boca eder. Ancak bu toksinlerin bazıları (örn. cıva, formaldehid ve diğer kimyasal yan ürünler) öylesine zehirlidir ki, bunları temizlemekle yükümlü canlı mikroplar da pisliği yerken ölmekten kurtulamaz. Bu durumda, vücudun temizlik gerektiren yeri neresiyse oradaki hücreler cansız proteinlerini üretmeye başlar. Bu toksik maddeler virüslerce yıkımlanıp ayrıştırılarak vücuttan atılmaları sağlandıktan sonra da vücut homeostaza (denge hali) ulaşır.
Virüslerin biyolojik silah olarak kullanılabilmesinin tek yolu var, o da enjeksiyon. Net. Kullanımdaki rutin aşılara bu tür viral suşlar eklenmesi mümkün, evet, olmaz dememek lazım, ancak dediğimiz gibi, vücut kendi yapmadığı harici viral suşları tanımıyor. Yine de, vücuda zerk edilecek insan elinden çıkma maddeler çeşitli derecelerden doku sterilizasyonu ve adjuvan kullanımı marifetiyle, insanda ekstrem reaksiyonlar oluşturacak şekilde dizayn edilebilir.
Virüsler türler arası geçiş yapamaz, yani hayvandan insana geçiş diye bir şey olmaz. İnsanın hayvanda görülen bir tür grip geçirmesi mümkün değildir: A. Çünkü virüsler bulaşıcı değildir ve B. Çünkü hayvan RNA/DNA’sı insan RNA/DNA’sı ile uyumlu değildir. Hayvan dokusunu insan kanında görmenin tek yolu vardır, o da hayvan dokusunu vücuda enjeksiyonla vermek; sindirim sistemini doğrudan atlatıp, dokular kana ulaşacak şekilde vücuda tanıtmış olursunuz. Domuz, kanatlı hayvan veya ona benzer bir hayvan dokusu insan vücudunda ancak bu şekilde çıkar. İnsan yiyecek olarak hayvan eti tükettiğinde yediği, insan dokusuna dönüştürülür. İnsan hücrelerinden ne hayvan hücresi ürer ne de hayvan virüsü. Virüs yapıyorsak bu, insan virüsüdür. Hayvan virüsü insan hücrelerini ‘ele geçirebiliyor’ olsaydı dahi, insan hücresinin tutup hayvan virüsü üretmesi imkansız.
Hakim tıp anlayışının sıkı sıkıya bağlı olduğu ‘Mikrop Teorisi’ ile Antoine Béchamp’ın ‘Ortam Teorisi’ arasındaki önemli farkları göstermek istiyorum sizlere:
MİKROP TEORİSİ
ORTAM (Ekoloji) TEORİSİ
◈ Hastalığın kaynağı dışarıdaki mikroplardır.
◈ Hastalığın kaynağı kendi hücrelerimIzin ürettiği mikroplardır.
◎ Mikroplardan kaçınmak gerekir.
◎ Bu hücre-içi mikroorganizmalar normalde vücudun metabolik süreçlerini yürütmeye yardım ederler.
◈ Mikrobun fonksiyonu sabittir, değişmez.
◈ Bu organizmaların işlevi diyelim konak organizma öldüğünde veya yaralandığında, organizmanın kimyasal veya mekanik yıkım (katabolizma) süreçlerine yardımcı olmak üzere değişir.
◎ Mikroorganizmaların şekli ve rengi sabittir, değişmez.
◎ Mikroorganizmalar içinde bulundukları ortama (besiyeri, medium) göre şekil ve renk değiştirir.
◈ Her hastalığı yapan belli bir mikroorganizma vardır.
◈ Her hastalığı yapan belirli bir durum (condition) vardır.
◎ Hastalık gelişiminde ana neden mikroorganizmalardır.
◎ Konakçı organizma sağlığını yitirdikçe mikroorganizmalar “patojenik” (hastalık yapıcı) hale geçer. Hastalanmada ana etmen konakçının kondisyonudur.
◈ Hastalık herkesi “vurabilir”.
◈ Sağlıksız koşullar olmadan hastalık oluşmaz.
◎ Hasta olmamak için [dışarıdan gelecek mikroba karşı] savunma kalkanları oluşturmalıyız.
◎ Hasta olmamak için sağlıklılık hali yaratmalıyız.
◈ Net bir biçimde aşılamadan yanadır
◈ Net bir biçimde aşı aleyhtarıdır
◎ Mikrozima varlığını inkar eder
◎ Mikrozima varlığını kabul eder
◈ Hücreyi yaşamın temel birimi kabul eder
◈ Hücreden daha küçük yaşam birimi olduğunda ısrar eder, adına mikrozim der [microzyme; mycrozymas]
Tablo için kaynak: Seun Ayoade. The Differences Between Germ Theory & Terrain Theory, JOJ Nurse Health Care. 2017; 4(2): 555631.
Coronaloji-Ed Not: Pharma esareti altında tutulan anaakım tıbbın mikroskobi teknikleri oldukça arkaiktir ve ancak ölü doku ve hücreler ile mikroorganizmaların ölü halini inceler. Diğer kanatta gerçek bilimsel araştırmalar ve keşifler yapmakta olan ve esasında 250 sene önceki gerçek bilimadamlarının buluşlarını yeniden keşfedip kitlelere duyurmaya çalışırken engellenen uzmanlar ise, faz-kontrast mikroskopi tekniği kullanarak bugünkü “modern tıbbın” mikrobiyoloji bilgilerini tamamıyla geçersiz kılacak “pleomorfizm” fenomenini göstermektedirler. Aşağıdaki videoda Dr. Robert O. Young’ın kanda gerçek zamanlı mikroskobi kaydında, çubuk şeklindeki bakterinin dakikalar içinde önce alyuvara, daha sonra da Y şeklinde bir maya mantarına dönüşmesini izleyeceksiniz. Unutmayınız, bu şekilde bir video kaydıyla hücrenin virüs tarafından “enfeksiyon”u bugüne kadar gösterilmiş değildir, internet ortamında konuyla ilgili tek bulabileceğimiz videolar özel grafik tasarımları ile hazırlanmış animasyonlardır.
Dr. Young’ın mikropların hastalık yapıp yapmadığı ile ilgili açıklaması ise şöyle:
“Mikroplar kirli, asidik ortamın biyolojik dönüşüm ve evolüsyonudur aslında. Toksik ve asidik ortamın belirtisi olarak meydana gelen hücre bozunmasının tezahürüdür, o yüzden hastalık YAPMAZLAR. Bu videomuzda akyuvarların hayalet bir virüs, maya mantarı yahut bakteriye karşı savaşa kalkan ordu dolusu asker filan değil, kan ve diğer sıvıların çöp toplayıcısından başka bir şey olmadıklarını kendi gözlerinizle göreceksiniz. İnsan bedeninde iç ortamın alkalinitesini korumak dışında BAĞIŞIKLIK adına girişilen bir savaş vs. gibi bir eylem sözkonusu değildir; tek yapılan, kirin-pisin toplanması ve temizliktir.”
Koronavirüs, kendilerini sistemik toksisiteden arındırmak amacıyla akciğer hücreleri ile solunum yollarına ait bölgede yer alan hücrelerin ürettiği bir virüs.
Bu tarz bir nezle virüsünün ortaya çıkış ve çalışma şekli ise şöyle:
– Koronavirüs MERS-CoV (2019-nCoV), solunum sistemi ile ilgili grip benzeri bir tür akut sendrom (SARS). SARS’ın oluşma nedeni, insan elinden çıkma çevresel toksisite.
Havadan soluyarak akciğer ve solunum sistemine gönderdiğimiz toksik kimyasallar > Bu toksik partiküller gider akciğer yüzeylerine ve ciğerin alveollerine yerleşir, ancak yapıları ve toksisiteleri itibarıyla normalde olması gerektiği gibi yaşayan mikroplarca çözülüp ortadan kaldırılamazlar > Bu durumda, solunum sistemi hücreleri solvent olarak kullanmak üzere proteinden özel, cansız birtakım yapılar (virüs) yaparak ortama salar, bunların görevi ciğerlerden sökülemeyen bu maddeleri eritip atmaktır > Bu proseste çoğunlukla hafif grip benzeri belirtiler ortaya çıkar; öksürük ve ateş, temizlik ve iyileşme sürecini başlatır. Öksürme hareketi solunum sistemine kan ve besin maddelerinin ulaşmasını sağlar.
Toksik maddelerin ciğerlerden sökülmesi sırasında oluşan belirti tablosu, SARS’ı oluşturur. Bu tarz toksik maddeler yakılan plastikler, formaldehit ve fabrikaların çevreye saldıkları son derece zehirli çok sayıda atık kimyasalın havaya karışması ile akciğerlerimize ulaşır. Bünyesi zayıf yaşça daha ileri insanlar solunum sistemlerinde daha ileri düzeyde viral detoksifikasyon gerçekleşmesine de açık hale gelirler ve ölümlerin ağırlıklı kısmı da bu kesimdendir. Bu tür bir hastalık Çin gibi nüfusun çok yoğun olduğu ve insanların hergün bu tür havayı solumak zorunda kaldığı yerlerde milyonlarca insanda başgösterebilir. Bu, hastalığın bulaşıcı olduğu anlamına gelmez, ki değildir.
4 Adımda Koronavirüs Oluşumu:
Havadaki toksik kimyasallar solunmak suretiyle akciğer ve solunum sistemine alınır.
Toksik partiküller ciğer yüzeylerine ve alveollere konar, ancak ihtiva ettikleri zehirden dolayı canlı mikroplarca oradan sökülmesi mümkün olmaz.
Ardından solunum sistemi hücreleri, tamamlanmamış işe koşabilmek için çözücü yapıda özel proteinler (virüs) üretir ki ciğerlerdeki bu maddeler yıkımlanıp atılabilsin.
Ortaya hafif grip benzeri belirtiler çıkar, öksürük ve ateş gözlemlenir, bunlar iyileşmeye götüren temizliği başlatıcı unsurlardır.
Aşağıdaki resimlerde geçtiğimiz ay süresince Çin’deki hava kirliliği seviyelerindeki değişimi görülüyor, virüs vaka oranlarının da bu süreçte aynı biçimde düşüş gösterdiğini hatırlatalım:
Virüsün Bedende Ne işi Var (özet):
Daha önce de bahsettiğimiz gibi vücudumuzdaki ölü hücreleri, hücresel atıkları ve yabancı çer-çöpü yiyip temizlemekten sorumlu canlı mikrop ordumuz (mantar, parazit, bakteri) ve fagositoz gibi proseslerimiz var. Fakat yaşanan toksisitenin yoğunluğundan, hademeliğe giderken zehirden kendi de can vermeyecek mikrop kalmayınca bu defa bedenin hücreleri kendi aralarında karar alıp bu pisliği temizleyecek virüs diye bilinen cansız solventler imal etmeye başlıyorlar. Bu solventlerin görevi toksik doku ve hücrelere ulaşıp bunları parçalamak ve cilt, mukus ve boşaltım kanalları yardımıyla vücuttan dışarı atılmasını sağlamak.
Hücrenin imal ettiği virüs, görev yerine gitmesi için hücre dışına verilirken hücre yapısı bundan hafif zarar görüyor, ancak bu hücreyi öldürecek denli büyük bir hasar olmuyor. Hücre dışına çıktıklarında ise bir eşlikçileri var virüslerin; bunların bedende yeniden dengeyi sağlayabilmek için gidip sorunlu dokuyu ve ortalığa saçılmış çeri-çöpü temizlemesine göz-kulak olmak üzere bedenin antikor olarak bilinen akyuvarları gözetmen olarak sürece katılıyor.
Virüsler dikkat edersek içinde üretildiği ve kopyası çıkarılmak suretiyle çoğaltıldığı hücreyi dahi öldürmezken bilim bize bunların başka hücreleri enfekte ettiğini ve hiçbir ayrım gözetmeksizin bedende hücre yok ettiğini söylüyor. Bu bildirimin ise ne bir kanıtı var ne de mantıklı tarafı. Böylesi bir teorinin elbette doğru olma ihtimali yok çünkü o zaman virüsün bedende nedensizce önüne gelen canlı hücreye saldırması, bedende sağ hücre bırakmaması ve her seferinde tuttuğu bedeni öldürüp atması gerekir, ancak böyle bir şey olmuyor biliyoruz ki. Virüsler hemen her seferinde sadece ölmüş veya ölmekte olan hücreye gidip parçalıyor, vücuttaki atıkları hedef alıyor.
Virüsün canlı dokuya saldırıyormuş gibi göründüğü tek durum, dokuya işlemiş metallerin bulunduğu durumlardır ve örneğin polioda virüsler belkemiği yapısı içine girerek buradaki dokuyu temizlemek zorundadır. Metal vücuttan atması zor bir şey olduğu için de virüslerin bunları yerinden sökmek için canlı dokuyu yıkımlamak zorunda kalması da doğaldır. Ve virüs vücudu kirleticiden temizlemek için görevini yaparken ortaya çıkan bu durum, virüs sanki vücudun aleyhine çalışıyormuş yanılsamasını doğurur. Oysa gerçekte, virüs bedenin sistemik toksisite halini gidermeye, onu iyileştirmeye çalışıyordur. Vücutta çok çeşitli nedenlerden dolayı metal birikir, bunlardan biri de aşı adjuvanlarıdır.
Sonuç:
Vücudun özbakım işleyişinin başka izahı yok. Akla yatkın tek açıklama bu. Bilim gerçeği 200 yıldır gizlemekteyse de, ta 1800’lerde Antoine Béchamp gibi bilimadamları yürüttükleri deneylerle virüslerin içinde yaşadıkları ortama bağımlı, çöp temizliğine yarayan cansız ajanlar olduğunu, dışarıdan değil içeriden geldiklerini belgelemiştir.
Virüsler temizliğe yarayan proteinlerden başka bir şey değil. Aynı şey kanser için de geçerli. Kanser de bedenin temizlemede başa çıkamadığı, yetişemediği ölü hücreleri daha sonra çaresine bakmak (daha sonra gereği gibi çözüp, eritip vücuttan atmak) üzere kozalayıp tümör halinde paketlemesinden ibaret.
Beden harikulade bir yapı ve durum her ne olursa olsun bir iyileşme yolu arayıp buluyor. Başı derde girdiğinde kısa devre yapmaktan çekinmiyor, kestirme birtakım yollar icat ediveriyor. Modern bilmin bu kadar büyük kitleleri kendi bedenlerinin nasıl çalıştığı, nasıl iş gördüğü ile ilgili bunca yanıltığını, salt korku ve panik yarattığıyla kalıp minvalde de suyun başını tutmuşlara olağanüstü servetler kazandırdığını görmek acı. Yaratılan korku kendi bedenimize, komşumuza ve tabiata karşı güvensizlik oluştururken, sanki hastalık karşısında çaresizmişiz, işler bizim kontrolümüzün dışındaymış ve sadece kurumsal tıp bizi bizden kurtabilirmiş algısı yaratıyor.
Güç odaklarının böylesi bir kaostan çıkarı ne olabilir sizce? Bu konuyu biraz düşünün. Yaratılan bu kafa karışıklığı koronavirüs “salgın”ını ve tamamen kurgulanmış ve abartılabildiği kadar abartılmış bu olayı çevreleyen korku ve kaos ortamını doğurdu. Bu virüs kullanılarak polis devletinin temelini oluşturan uygulama ve kanunların yolu yapılmakta ve çoğunluk virüslerin ve hastalık denen şeyin ne olduğu ile ilgili örülen yalan ağlarını yırtıp atıp gerçeklere uyanmadıkça baskı rejimi de giderek ağırlaşacak.
Kaynakça:
The Poisoned Needle: Suppressed Facts About Vaccination, 1956, by Eleanor McBean M.D., N.D. (aşıların ve manipüle edilmiş istatistiki bilginin tehlikelerini ortaya koyduğu, polio’nun nasıl ortaya çıktığını anlattığı, virüs ve hastalığın ne olduğunu anlattığı kitap.)
Béchamp Or Pasteur? A Lost Chapter in the History of Biology by E. Douglas Hume, 1923
The Blood and Its Third Element by Antoine Béchamp, 1912
Immunization: The Reality Behind the Myth, by Walene James, 1942 (Béchamp’ın bakteri ve virüsler ile ilgili ‘Ortam Teorisi’ni anlatan kitap)
The Dream & Lie of Louis Pasteur, R.B. Pearson, 1942 (İlk olarak 1942’de ‘İntihalci Sahtekar Pasteur! – Mikrop Teorisi’ni Patlatıyoruz’ (‘Pasteur Plagiarist Imposter!-the Germ Theory Exploded’) ismiyle yayımlanmış kitap. Louis Pasteur’ün profesör Antoine Béchamp’ın çalışmalarındaki fikirleri aşırarak çarpıtışını anlatıyor. Yazar, bedendeki bakterilerin hastalığın nedeni değil, sonucu olduğu görüşünde; aşıların sağlığa zararlı, en iyi halde etkisiz, Pasteur’ün de kendisinin ve takipçilerinin ortaya çıkardığı aşıların yarattığı zarar ve ziyandan bihaber olduğu inancında.)
“Mikrop dediğin hiçbir şeydir. Ortam ise her şey.” — Claude Bernard 1813-1878 (modern fizyolojinin kurucusu kabul edilen bilimadamı)
“Hastalığın asıl kaynağı bizde, daima içimizdedir” — Profesör Pierre Antoine Bechamp, 1883.
Bu makalenin yazarına ulaşmak isteyenler için kaynak:
Jeff G. — Viral Misconceptions – Presentation on The True Nature of Viruses
1 Aralık 2020 tarihinde Alman göğüs hastalıkları uzmanı ve eski halk sağlığı dairesi başkanı Wolfgang Wodarg ve Pfizer’ın eski Ar-Ge başkanı Dr. Michael Yeadon, Avrupa İlaç Dairesi’ne dilekçe ile başvurarak, SARS-CoV-2 için yürütülmekte olan tüm aşı deneylerinin, ancak bilhassa BioNtech/Pfizer aşı deneylerinin (EudraCT numarası 2020-002641-42) derhal durdurulması yönünde talepte bulunmuşlardır.
Dr. Wodarg ve Dr. Yeadon, aşı ve oluşturulmuş deney düzeneği ile ilgili olarak, gitgide artan sayıda saygın bilimadamınca işaret edilmekte olan ciddi güvenlik açıklarını gidermeye muktedir bir deney düzeneği geliştirilinceye dek, çalışmalara katılan gönüllülerin sağlık ve yaşamlarını korumak amacıyla deneylerin askıya alınması gerektiğini savunuyor.
Deneylerle ilgili bir başka sorunlu nokta da, böylesi ciddi bir çalışmada doğru sonuç vermediği bilinen PCR testinin kullanılıyor olması. İki uzman, PCR yerine Sanger sekanslama yönteminin kullanılması gerektiğinin altını çiziyor. Aşının Covid-19’dan korumadaki başarısına dair güvenilir açıklama yapmanın başka türlü imkanı bulunmadığını belirtiyorlar. Piyasadaki PCR testlerinin kalite bakımından oldukça geniş bir skalaya sahip olduğundan, bu şekilde ne hastalık riski ne de aşının varsa bir faydasını güvenilir şekilde değerlendirmek mümkün olmadığndan, bu şartlar altında tutup aşının insan üzerinde denenmesinin de ahlaki olmadığını vurguluyorlar.
Dilekçede, geçmişte hayvanlar üzerinde yapılmış koronavirüs aşı deneylerinden gayet iyi bilinen riskler de şu şekilde özetleniyor:
Aşılamayla oluşan “nötralize etmeyen antikorlar”, denek daha sonra gerçek (“vahşi”) virüsle karşılaştığı takdirde bağışıklık sisteminin aşırı tepki vermesine yol açabiliyor. Antikor bağımlı amplifikasyon (antibody-dependent amplification, ADE) olarak tabir edilen bu durum, kedilerde yapılan koronavirüs aşılama çalışmalarından gayet iyi bilinmektedir de. Bu deneylerde, aşıyı başta gayet iyi tolere etmiş tüm kediler daha sonra vahşi virüsle temasta ölmüştür.
Aşılama ile SARS-CoV-2 “virüs”ünün “spike” proteinlerine karşı antikor yanıtı sağlanmaya çalışılmaktadır. Halbuki, bu proteinler arasında bulunan sinsitin homolog proteinleri, insan da dahil olmak üzere memeli canlılarda plasenta gelişimi için elzem proteinlerdir. SARS-CoV-2 için vurulacak aşının bağışıklık sisteminden sinsitin-1’e yönelik saldırı tetiklemeyeceği mutlak surette garanti altına alınmalıdır, aksi takdirde aşıyı olmuş kadınlarda geri döndürülüp döndürülemeyeceği belli olmayacak şekilde kısırlık hasıl olabilir.
BioNTech/Pfizer’ın mRNA aşısında polietilen glikol (PEG) bulunmaktadır. Bu maddenin insanların %70’inde antikor oluşumuna yol açtığı bilinmektedir, bu da aşı olunduğu takdirde çok sayıda insanda alerjik reaksiyon, hatta bazılarında ölümcül reaksiyonlar gelişebileceği anlamına gelir.
Bu kadar kısa tutulmuş deneylerle aşının etkisinin uzun vadede ne olacağını kestirmek hayli güçtür. Domuz gribi aşılaması sonrası yaşanan narkolepsi vakalarında olduğu gibi, aşıya verilecek acil durum ruhsatı ile birlikte milyonlarca sağlıklı insan kabul edilemez bir riskle karşı karşıya bırakılmış olacaktır. Tüm bu risklere rağmen BioNTech/Pfizer’ın, 1 Aralık 2020 itibariyle aşısına acil durum ruhsatı almak üzere başvuruda bulunmuş olduğu görülmektedir.
Bütününe şu adresten erişebileceğiniz dilekçede değinilen sorunlarla ilgili uzmanların endişesini paylaşan Avrupa vatandaşlarının Avrupa İlaç Dairesi’ne iletilmek üzere aşağıdaki email adreslerine şu hazır dilekçe formunu imzalayıp göndermeleri rica olunmaktadır:
Dear Sir or Madam, I am hereby co-signing the petition of Dr. Wodarg and Dr. Yeadon to support their urgent request to stay the Phase III clinical trial(s) of BNT162b (EudraCT Number 2020-002641-42) and other clinical trials. The full text of the petition of Dr. Wodarg and Dr. Yeadon can be found here: https://2020news.de/wp-content/uploads/2020/12/Wodarg_Yeadon_EMA_Petition_Pfizer_Trial_FINAL_01DEC2020_EN_unsigned_with_Exhibits.pdf
I hereby respectfully request that EMA act on the petition of Dr. Wodarg and Dr. Yeadon immediately.
1 Aralık 2020 itibariyle dünya genelinde 39 resmi kurum ve kuruluşa, CV-19 hastalığına yol açtığı iddia edilen ve SARS-CoV-2 ismiyle atıfta bulunulan virüsün, iddia edildiği üzere bu virüs dolayısıyla hasta düşmüş birinden alınıp laboratuvar ortamında izolasyon/saflaştırma prosedürlerinin gerçekleştirilmiş olduğunu gösteren bir yayın, herhangi bir resmi kayıt veya rapor sunmaları için yapılan başvuru sonuçsuz kaldı diyor bu site ve Bilgi Edinme Hakkı kanunu çerçevesinde yapılmış tüm başvurular ve bunlara verilen resmi cevapları şurada yayınlıyor.
Biz de bunlara, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın yanıtsız bıraktığı 40. sorguyu ekliyoruz.
Diğer tüm ülkelerde kurumlardan ellerinde istenilen nitelikte bir belge olmadığı yönünde bir yanıt gelirken, T.C. Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurum, yapılmış resmi sorguya yine bir soruyla karşılık vermeyi tercih ederek, açıkça istenilen bilgiyi vermekten kaçınıyor.
13.10 2020 Tarihli Sorgu:
Sorgunun Açık Metni:
Talep Edilen Belgeler:
TC Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Dairesi Başkanlığı da dahil olmak üzere, Sağlık Bakanlığı’nın bilgisi ve yetki alanı dahilindeki tüm birimler için geçerli olmak üzere, hastadan alınan numuneye genetik materyal karışmasına neden olabilecek başka hiçbir hiçbir kaynak (vero hücreleri olarak adlandırılan maymun böbreği hücreleri, insan karaciğer veya akciğer kanser hücreleri gibi) kullanılmaksızın, doğrudan hastadan temin edilmiş numuneden izolasyonu gerçekleştirilmiş SARS-CoV-2 virüsüne dair tüm dokümantasyon.
Önemli: Burada “izolasyon” kelimesinden kasıt, virüsün başka her şeyden ayrılarak, tek başına gösterilmiş olmasıdır. “SARS-CoV-2 izolasyonu” dendiğinde kastedilen, bir şeyin kültürlenmesi yahut bir amplifikasyon testi (örn. PCR cihazı) marifetiyle ölçüm alma veyahut da bir şeyin gen diziliminin ortaya çıkarılmış/yapılmış olması, değildir.
Sağlanacak belgelere doğrudan erişim sağlayabileceğimiz şekilde, eğer ortada yapılmış bir yayın varsa yayının başlığı, yazar isimleri, yayımlanma tarihini, yayımlanmış olduğu tıp dergisinin ismi gibi bilgilerin açıkça belirtilmiş olmasını rica ediyoruz.
14.11.2020 tarihinde, Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Dairesi Başkanlığı tarafından verilen yanıt:
Cevabı ver(emeye)n kurum, daha Ocak ayında, tıpkı ünlü Alman virolog Prof. Christian Drosten gibi, daha ortadaki salgının koronavirüs kaynaklı olup olmadığı dahi teyit edilmemiş ve Çin’de virüs izolasyonu gerçekleştirilmemişken bu “yeni” virüse ait genleri aratarak çalışacak bir tetkik kiti oluşturduklarını iddia ve ilan ederek, normal şartlarda skandal sayılması gereken ve şu anda da Alman viroloğun tam da bu nedenlerden dolayı dava edilmekte olduğu çıkışı gerçekleştirmiş Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Dairesi Başkanlığı ve bu dairenin o zamanki başkanı Prof. Dr. Selçuk Kılıç.
2020 başından sonuna kadar Sars-CoV-2 virüsü iddiasıyla ortaya çıkan küresel irtikap şebekesinin icraatlerine yakından bakalım.
ÇİN, ALMANYA VE TÜRKİYE EKSENİNDE OLAYLARIN GELİŞİM SIRALAMASI
30 Aralık 2019: Çinli göz doktoru Li Wenliang, WhatsApp uygulaması üzerinden doktor arkadaşlarına hastanesinde SARS pozitif 7 hasta olduğunu iletir.
31 Aralık 2019: Başkent Pekin, Wuhan’a incelemelerde bulunmak üzere bir grup virolog gönderir.
1 Ocak 2020: Berlin Tıp Fakültesi’ne bağlı Charité Viroloji Enstitüsü başkanı ve devlet baş danışmanı Prof. Christian Drosten bu haberi alır almaz SARS virüslerinin tetkiki için diagnostik cihaz geliştirmeye girişir, halbuki henüz Çin’den gelen bildirimin ne doğruluğu resmi kaynaklarca teyit edilmiştir ne de olay yerine gönderilen virolog ekip bulgularını yayımlayabilmiştir. Yayımlanmış çalışmalarında geçen şu ifadeler hayli ilgi çekici olacaktır:
Drosten bunun dışında, yayındaki bildiriminden anlaşıldığı kadarıyla, Çin’de sosyal medyada SARS benzeri bir tabloya yol açan bir virüs bulunduğu yönündeki bildirimlere itibar ederek, bu olsa olsa SARS ile ilintili bir koronavirüstür şeklinde fazlasıyla isabetli bir tahmin yürütüyor ve bu varsayımla, 1 Ocak 2020 itibariyle, ne olduğu hiçbir şekilde konfirme olmayan bu yeni virüse tanı kiti geliştirebilirim diye gen bankasından eski SARS ile alakalı gen sekanslarının tümünü indiriyor.
WHO’nun Yeni Oluşumlu 2019-nCov için 1 no’lu Durum Raporu’nda verilen bilgiye göre, Çinli yetkililer 7 Ocak 2020 tarihinde izolasyonu gerçekleştirilmiş yeni tip bir koronavirüs bulunduğunu açıklıyor ve 12 Ocak 2020’de de Çin, virüse özel tanı kitleri geliştirilebilsin diye bu yeni koronavirüsün genetik sekansını (gen dizilimini) dünya kamuoyu ile paylaşıyor.
WHO’nun bu bildirimindeki iddia şu: SARS-CoV-2 diye bir virüs izole edilmiştir (yani üzerinde çalışma yürütülmek üzere saflaştırılmıştır) ve bu şekilde tek başına ortaya konduktan sonra da içindeki genetik bilgi alınarak tek tek genlerin sıralanışı ortaya konmuştur.
Halbuki ortada bir(kaç) sorun var.
Birincisi, Wuhan virüsüdür denilerek komple gen dizilimi çıkarıldığı iddia edilen sekansların daha sonra birçok defa güncellendiğini görüyoruz. Kaynak dizilimdeki bu güncellemelerin, (daha ortada komple gen dizilimi dahi yokken hazırlanmaya başlanmış) PCR’ların güvenilirliği açısından manası nedir, bilim kurulumuza değerlendirmeleri için soru olarak yöneltiyoruz.
İkincisi, SARS-CoV-2 için virüs izolasyonu tarif eden bilimsel yayınların yazarlarına tek tek ulaşılıp, laboratuvarda elde ettikleri yapıların elektron mikroskobu ile aldıkları görüntülerinde acaba saf halde virüs yapıları mı görülmekte olduğusorulduğundahiçbiri “evet” diyemiyor.
İşte çalışma yazarlarının, virüs izolasyonuna vermiş oldukları yanıtların bir özeti:
İngilizcesi: “[We show] an image of sedimented virus particles, not purified ones.”
Wuhanlı bilimadamlarının, yayınlarında keşfetmiş oldukları yeni virionlar olarak (üstünde “spike” adı verilen çıkıntılar bulunan ve “virüs” RNA’sı taşıyan protein topçukları) lanse ettikleri elektronmikrografi görüntüleri ise yine kanıt teşkil etmiyor, zira vücudumuzda endositik veziküller ve eksozomlar başta olmak üzere bunlarla tıpatıp aynı görüntüde başka birsürü vezikül taşımaktayız.
Buradaki üçüncü sorun ise, virüs izolasyonu olmadan ve altın standart belirlenmeden tanıya yönelik hiçbir testin geliştirilemeyecek olması.
Fakat bunlar, “tecrübeli” virolog Drosten için engel teşkil etmiyor ve Çin’den kendisine virüs izolatı iletilmemiş ve virüs henüz Avrupa’ya dahi ulaşmamışken, sosyal medya duyumları üzerine yöneldiği koronavirüs hedefi de daha sonra “doğrulanmış”ken, gen bankalarından seçip düzenlediği kes-yapıştır gen dizilimi bölümleri ile bize yeni virüsü saptayacak PCR protokolünü oluşturuveriyor.
Prof. Christian Drosten, 2003’te ortaya çıktığı iddia edilen SARS ile ilintili koronavirüsü de ilk keşfedenlerden biri olarak viroloji dalına ismini yazdırıyor. Ancak 2003 tarihli yayınında, o zamanki SARS virüsü bulgularının da yine aynı şekilde gerçek manada saflaştırma yapılmadan ve kontrol düzeneği olmadan yayımlanmış olduğu çeşitli kritiklerce belirtilmiş durumda. Kendisi 2009 yılındaki domuz gribi yanlış alarmında da devlet danışmanı olarak Pandemrix aşısının derhal uygulanmaya başlanması gerektiği ve aşı için tüm kuralların rafa kaldırılması lazım geldiğini ifade ederek devletin milyonlarca avroluk zarara uğramasından ve daha sonra bu aşının yol açtığı narkolepsi vakalarının ortaya çıkması ile çok sayıda kişinin ömür boyu sürecek feci bir hastalığın pençesine düşmesinden sorumlu bilimadamıdır. Prof. Drosten’ın üniversitesi Berliner Charité, en son 2020 Mart ayında Biil & Melinda Gates Vakfı’ndan 249.550 dolarlık hibe almıştır.
Tarih 21 Ocak 2020. Çin CDC’sinin yeni virüs ile ilgili ilk yayınından 3 gün önce Alman virolog Drosten, Avrupalı diğer devletlerin Halk Sağlığı Daireleri ile ortaklaşa olarak, “Gerçek zamanlı RT-PCR cihazı ile 2019’da ortaya çıkmış yeni koronavirüsü (2019-nCoV) saptama” protokolünü hazır hale getiriyor.
23 Ocak 2020: Hakemli dergi Eurosurveillance, yazarları arasında bizzat kendi editörlerinin bulunduğu (çıkar ihtilafı 1), diğer bazı yazarların da çıkacak PCR testini geliştiren firmalarla maddi ilişki içinde olduğu (çıkar ihtilafı 2) bu çalışmayı tam 24 saat içerisinde değerlendirip yayına verererek tarihe geçiyor.
Kasım ayı içerisinde, Corman-Drosten Çalışması olarak bilinen bu yayınla ilgili 10 hayati hatayı ortaya koyarak, dergiden yayını acilen geri çekmelerini talep eden 22 uzmanın değerlendirmesini buradan okuyabilirsiniz.
Çeşitli uluslardan bir araya gelerek bu tarihi fiyaskoyu (bilimsel sahtekarlık olarak okuyunuz) açığa çıkaran ekibin değerlendirme ve bulguları doğruysa, bunun implikasyonları korkunç demektir. Zira WHO’nun ucuz, hızlı ve güvenli diye dünya genelinde ülkelere kullanmak üzere önerdiği ve bugün kullanımdaki kitlerin %70’inin sahip olduğu protokol Drosten’ınki.
Özetlersek;
Bugüne kadar kimse SARS-CoV-2 virüsünü gerçek manada gösterilebilmiş değil,
Tüm dünyada uygulamaya konulan pandemi tedbirlerinin dayandırıldığı pozitif vaka sayısını üretimeye yarayan test protokolünün geliştiricisi Prof. Christian Drosten bilimsel sahtekarlık ve dolandırıcılık suçlaması ile dava edilmek üzere.
Prof. Drosten gibi Türkiye’de de henüz virüsün adı konulmadan ve mevcudiyeti ispatlanmadan test kiti geliştirdiğini kabul ve ikrar etmiş uzmanlar var.
Gen bankasına kayıtlı dizilimler üzerinden hayali virüs için bilgisayar marifetiyle oluşturulmuş genetik materyalin yalnız çok küçük ve hemen tüm canlılarda olan bölümleri üzerinden arama yapılıyor,
Drosten tarafından geliştirilen protokolde aramanın kaç devirde sonlandırılacağı da belirtilmediğinden bu rakam 40-45’lere kadar çıkıp hiçbir geçerliliği olmayan yanlış pozitifler üretiyor ve üretilen bu yanlış-pozitifler üzerinden sahte ve gerçekte olmayan bir salgın varmış gibi gösteriliyor,
Bu yalanlar salgını sürerken de insanlık yeni dünya düzenine kademe kademe geçiriliyor.
Ve şimdi Alman avukat Reiner Fuellmich ve ekibi tarafından Prof. Christian Drosten ve WHO’ya karşı dava açılmaya hazırlanıyor.
Bizde ise, Anadolu Ajansı’ndan Yeşim Sert Karaaslanın 08 Nisan 2020 tarihli haberinden öğrendiğimize göre, Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Daire Başkanı ve Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Selçuk Kılıç daha Ocak ayının ilk haftasından, Çin’in ancak 12 Ocak’ta tam genom bilgisini dünya ile paylaştığı yeni “virüs” için tanı kiti geliştirmeye başlamış. Kiminle? Bioeksen firması ile.
Bir kamu/özel işbirliği harikası olan “yerli kit”lerimizin geliştiricisi firma yetkilileri ve sayın bilim kurulu üyemize sormak isteriz: Virüs izolasyonu veya genom bilgisi olmadan yepyeni, daha öncekilere hiç benzemeyen tuhaf belirtilere yol açtığı iddia edilen gizemli bir virüs için tanı kiti nasıl geliştirilebiliyor? Hatta Prof. Drosten ile birlikte yerli uzmanlarımızın cevaplaması gereken soruları şu şekilde genişletebiliriz de:
Prof. Drosten ve Prof. Kılıç, kendilerine (daha sonra) Çinli virologlar tarafından açıklanmış gen sekansları üzerine inşa ettikleri test prosedürüne geçmeden önce, bu genetik kodların virüs kökenli olup olmadığını kontrol etmişler midir yoksa Çin tarafından sağlanan bilgi hiçbir kontrolden geçmeden doğru mu kabul edilmiştir?
Ortaya çıkardıkları test kitlerinde tanımlanmış gen sekanslarının virüs kökenli olup olmadığını kontrol için bilimsel metodolojinin olmazsa olmaz kuralı olan kontrol deneyi yürütmüşler midir yoksa bu kural çiğnenmiş midir?
Bu yetkililer, yeni tip virüse ait olduğunu öne sürdükleri ancak virüsün kendisini gösteremedikleri şu durumda, elde etmiş oldukları gen sekanslarının bitkiler de dahil olmak üzere her canlının metabolizmal süreçlerinin doğal bir parçası olarak üretilen ve hastalık sürecinde bu üretimin hızlandığı da bilinen kendi genlerimize ait dizilimler olup olmadığını anlayacak şekilde kontrol deneyi yürütmüşler midir?
Prof. Drosten’ın 10 geni olduğu belirtilen koronavirüsün sadece 2 genindeki oldukça kısıtlı bölümleri saptamaya yarayan test prosedürüne bakarak, aktif ve hastalık yapan bütün bir virüsün mevcudiyeti anlaşılabilir mi? Prof. Kılıç’ın geliştirmiş olduğu test kitinin ise Temmuz ayında ortaya çıktığı üzere sadece tek gen üzerinden çalıştığını ve sayın uzmanımızın aynı zamanda devletin koronavirüs bilim kurulunda yer aldığını hatırlarsak, bilimsel olarak izahı mümkün olmayan bu durumun Sağlık Bakanlığı tarafından nasıl onay verilerek hayata geçirilebilmiş olduğunu sormak ve acilen kamu erişimine açık hale getirmeleri gereken Prof. Kılıç ve ekibine ait bilimsel yayınları (tabii varsa) bizzat incelemek isteriz.
WHO’nun Mart’ta pandemi ilanı ile birlikte ülkelere “Test, test, test!” emri vermesi üzerine bu şekilde daha virüsün yüzü bile görülmeden hazırlanmış tanı kitleri ile işe koyulan uzmanlarımız, birileri (doğruluğu ve güvenilirliği bir o kadar şaibeli) bir başka “uluslararası” test kiti ile karşılaştırıp yerli kitimizin “doğruluğunu” %40 olarak tespit edince (belli ki yeterince pozitif vaka üretemiyor diye) Sn. Selçuk Kılıç, Türkiye’de 20 Temmuz itibarıyla yapılmış toplam 4 milyon 273 bin 377 test sonragörevinden alınıyor. Koronavirüs bilim kurulunda da yer almakta olan profesörümüzün, tanı kitini üreten firma ile doğrudan maddi ilişkisi olup olmadığı herhalde Sağlık Bakanlığı’nca değerlendirilmiş, Alman avukat sn. Fuellmich gibi tüketici haklarını savunacak Türk avukatlar da bilimsel geçerliliği olmayan ve yanılma payı bunca yüksek bir kitin daha ilk başta gerekli kontrollerini yapmayarak kullanımına onay vermiş Sağlık Bakanlığı ile birlikte, 7 ay boyunca bu kusurlu testi kullanımda tutarak 4 milyonu aşkın uygulamadan dolayı haksız kazanç sağlamış kişi, kurum ve kuruluşlar hakkında hukuki işlemlerin başlatılması için harekete geçmiştir?
İşte Prof. Dr. Selçuk Kılıç’ın basın organlarınca kamuya servis edilen açıklamaları:
Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Aykut Özkul, Erciyes Üniversitesi’nden Prof. Dr. Aykut Özdarendeli ve Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Dairesi Eski Başkanı Prof. Dr. Selçuk Kılıç‘ın virüs izolasyonuna dair yapmış oldukları akademik yayınların bilimsel geçerliliğinin sınanabilmesi için Sağlık Bakanlığı tarafından ivedilikle kamuoyuyla paylaşılması gerekmekte, resmi kurumlarımızın basit bir soruya sadece yarım günde verilebilecek cevap için 30 günlük resmi yanıt verme süresinin dolmasını bekleme ve soruya tehditkar biçimde soru ile yanıt verme taktiğine başvurmamaları gerekmektedir.
COVID-19, toplumun bir bölümü için gerçekten de korkunç bir hastalık olabilir; fakat, eğer haber başlıkları sizin tek bilgi kaynağınız ise toplumun çoğunun virüsten korkacak pek bir şeyi olmadığını öğrenmek sizi şaşırtabilir. Korkutucu haberlere rağmen epidemiyoloji, mikrobiyoloji ve viroloji alanlarındaki uzmanların bu önemli gerçeklerle ilgili sunacağı yeterli kanıtları var.
1 Virüs, vakaların en az %80’inde ya hiçbir semptom göstermiyor ya da hafif soğuk algınlığı benzeri tablo oluşturuyor. COVID-19 için enfeksiyondan ölüm oranı %0.15 – %0.2 aralığında. Bu oran onu ölüm oranı %0.1 – %0.2 aralığındaki mevsimsel gribe yaklaştırıyor.
Çocukların üzerine yıldırım düşme ihtimali, COVID-19’dan ölme ihtimalinden daha yüksektir. Yetişkinlerin bir araba kazasında ölme ihtimali de daha yüksektir. Toplumun çoğunun COVID-19’dan ölme riski yoktur. Çalışmalar nüfusun %99.94’ünün COVID-19’dan hayatta kaldığını ve uzun bir süre için ona dirençli olacağını gösteriyor.
2 COVID-19’dan risk altında bulunan bireyler açık bir şekilde belirlidir ve hedeflenen önlemlerle korunmalıdır. Çocuklar bu hastalığa yatkın olmadıkları gibi virüsü de yaymazlar.
Fakat, COVID-19 yaşlı ve hassas bireyler için ölümcül olabileceğinden onları korumak önemlidir. Bu, hastanelerde oluşan aşırı yoğunluğun giderilmesine de yardımcı olacaktır.
3 Sokağa çıkma yasakları, toplum bağışıklığını engelleyecek ve sorunu uzatacaktır. Hassas bireyleri izole etmek ve toplumun geri kalanının güvenli mesafelere uygun olarak hayatlarını devam ettirmesi, grip benzeri virüslerle baş etmede tarihsel olarak kanıtlanmış bir metoddur.
4 Medyanın panik ve histeri yoluyla korku aşılaması daha çok insanın ölmesine neden oluyor. Çoğu, evlerinden çıkmaya korktuğu için tıbbi yardım almayı reddediyor. Diğerleri ise yürürlüğe konan yeni prosedürler yüzünden uygun tıbbi bakıma ulaşamadılar.
5 Yüz maskelerinin, COVID-19 dahil solunum yolu virüslerinin neden olduğu enfeksiyonları engellediği yönünde güçlü bir tıbbi kanıt yoktur. Bu, devletin işletmelere yönelik kılavuzlarında bile belirtilmiştir.
COVID-19 tipi sosyal mesafe, tarih boyunca ispatlanmış hasta insanları izole etme uygulamasından çok uzaktır. Bu tedbirlerin hastalığın yayılımını engellediğine dair hiçbir bilimsel kanıt yoktur.
“1 devir olmuş 10 olmuş 40 olmuş, hiç mühim değil. PCR testinde devir sayısının da bir anlamı yok, zira ortada virüsün mevcudiyetine dair kanıt yok!” – Prof. Dr. Stefano Scoglio
Evet, bu defa İspanya’dayız ve Amerika Birleşik Devletleri’nden Dr. Andrew Kaufman ile İtalya’dan Prof. Scoglio’nun farklı kulvarlardan gidip aynı sonuca ulaştıkları konuda, bu uzmanların görüş ve açıklamalarını teyit eder nitelikteki bulgularıyla söz Prof. Jesús García Blanca’da.
Hilekarlık Artık İspatlı: PCR, SARS-CoV-2 tespitine yaramıyor
242. Sayı – Kasım 2020
Covid-19’a atfedilen hastalık ve ölümlere yol açtığından şüphelenilen SARS-Cov-2’yi tespit için kullanılan PCR’lardaki gen dizilimleri, bizzat insan genomundaki düzinelerce dizilimle eşleştiği gibi, yüze yakın mikropta da bulunuyor. Ve bunlara primerler, yani taşıdıkları iddia edilen “genom”dan rastgele alınmış geniş bölümler ile “hedef genler” denilen ve bu “yeni koronavirüs”e özel olduğu iddia edilen dizilimler de dahil. Testin hiçbir hükmü yok ve bugüne kadar çıkan “pozitif”lerin mutlaka bilimsel bakımdan geçersiz ilan edilerek testi alanlara durumun iletilmesi, hayatını kaybetmiş olanların da ailelerine bu bildirimin yapılması gerekir. Zira dünyanın PCR konusunda en önde gelen isimlerinden Stephen Bustin bile, uygun koşullarda PCR ile sonucu pozitif çıkmayacak kimsenin olmadığını ifade ediyor!
Mart’tan bu yana sizleri uyarıyoruz: sizde var mı yok mu anlamak için baktığınız virüsün bileşenleri nedir, neye benzemektedir bilmeden, buna özel test filan geliştiremezsiniz. Virüsün bileşenlerinin neye benzediğini de o virüsü bulup, diğer her şeyden ayrı olarak tek başına ortaya koymadan (saflaştırma/izolasyon) bilebilmenizin imkanı yok. Biz de bu süreçte SARS-CoV-2 denilen virüsün kimse tarafından izole edilmemiş olduğuna ve hatta geçtiğimiz haftaki sayımızda açıkladığımız nedenlerden dolayı böyle bir şeyin (virüs izolasyonu) mümkün de olmadığına dair kanıtları biriktirmeye devam ediyoruz. (Lütfen –www.dsalud.com- sitesinden “Patojenik virüs diye bir şey olduğunu ispat edebilir misiniz?” başlıklı yazımızı okuyunuz).
Bu raporda da RT-PCR testinin, SARS-CoV-2 denilen şeyi değil, insana ait RNA parçacıkları ile çok sayıda mikropça da taşınmakta olan RNA fragmanlarını bulmakta olduğuna dair yeni verileri sunuyoruz. RT-PCR’ın çok sayıda kurum/kuruluş, WHO ya da CDC gibi resmi ve idari birimler ve dünyada otorite olarak kabul edilen Dr. Stephen Bustin gibi uzmanlarca da kabul edilen türlü problemlerine değinmiş, Bustin’in, çıkan sonuçların yorumlanmasında kullanılacak kriter seçimindeki rastgeleliği de, cihaza yaptırılacak devir sayısı seçimini de tamamen saçma olarak nitelendirdiğinden, çünkü bu şekilde kimi test ederseniz edin pozitif çıkma ihtimali doğurduğundan bahsetmiştik. Bu raporla da, var olduğu iddia edilen SARS-CoV-2 virüsü ve WHO’nun RT-PCR kullanımına dair yönerge ve protokolleri üzerine yapılmış özel bir araştırmanın sonuçlarının yanısıra, geri kalan tüm “insan koronavirüsleri” için toplanmış verileri de sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Araştırmalarımız sonucu ortaya çıkan bulgu ise fazlasıyla ciddi: “İnsan koronavirüsü” olarak kayda geçen virüslerin yedisinin de izolasyonu gerçekleştirilmemiş ve bunları tetkik için kullanılan PCR’lerdeki primerlerin gen dizilimlerinin tamamı ile, virüs genomuna ait diye sunulan genetik fragmanların büyük kısmı bizzat insan genomunun farklı yerlerinde bulunan, ayrıca isimlerini vereceğimiz şu bakteri ve arkelerin genomunda da mevcut olan dizilimler çıkmıştır: Shwanella marina JCM, Dialister succinatiphilus, Lactobacillus porcine, Lactobacillus manihotivorans, Leptospira sarikeiensis, Bizionia echini, Sanguibacteroides justesenil, Bacteroides massiliensis, Lacinutrix venerupis, Moraxella bovis, Leptospira saintgironsiae, Winogradskyella undariae, Acetobacterium puteale, Chryseobacterium hispanicum, Paenibacillius koleovorans, Tamiana fuccidanivorans, Fontibacillua panacisegetis, Ru bacter ruber , Skemania piniformis, Chryseobacterium shigense, Caloramator peoteoclasticus, Cellulosilyticum ruminicola, Nitrosopumilius evryensis ve daha niceleri. Bizi bu umulmadık sonuca götüren araştırmayı şimdi sizlere adım adım açıklayacağız.
Koronavirüslerinin herhangi bir tanesi izole edilmiş mi?
Nisan ayının birinci yarısında gerçekleştirdiğimiz ilk incelemede SARS-CoV-2’nin izole edilmemiş olduğunu fark edip, izolasyon yaptıklarını öne sürenlerin ise bunu önceki “insan koronavirüsleri”ne ait “izolat”lara dayanarak ileri sürmekte olduklarını görünce, bahsi geçen bu önceki virüs izolatlarına ait literatürü, iddiaların doğruluğunu sınamak için mercek altına almaya karar verdik. İncelediğimiz insan koronavirüsleri şunlar: 229E (1965’te izole edilmiş olduğu öne sürülmekte), OC43 (1967), SARS-CoV (2003), NL63 (2004), HKU1 (2005) ve MERSCoV (2012). Elde ettiğimiz sonuçlar ise şu şekilde:
Koronavirüs 229E.
Referans yayın: Dorothy Hamre and John Procknow.A new virus isolated from the human respiratory Tract. Proceedings of the Society for Experimental Biology and Medicine, 121: 1: 190-193. January 1, 1966.
Bu yazarlar, kullanmış oldukları ‘Kompleman Fiksasyonu’* denilen izolasyon metodundan bahsederken başka yayınlara atıfta bulunmuş olduklarından, metodu anlamak için verdikleri atıflardan birine baktık: Janet W. Hartley et al.Complement Fixation and tissue culture assay for mouse leukaemia viruses PNAS, 53(5): 931-938, May 1965. Antijen-antikor reaksiyonundan hareketle bu ikiliden herhangi birini tespite yarayan, ancak tedavülden kalkmış bir prosedür bu. Burada, yeni virüs olarak lanse edilen yapının antijenleri aranıyor, ancak daha önce de açıkladığımız gibi, bunun için denklemde bulunması gereken virüse-özel antikorlar virüsle ilk defa karşılaşılıyorsa zaten ortada yoktur.
*Kompleman Fiksasyonu:İng. Complement Fixation. Antijen ve antikorun karşılıklı etkileşimi ile komplemanın aktive oluşu ve antijen-antikor kompleksine bağlanışı; kompleman bağlanması; kompleman tespiti
Koronavirüs OC43.
Referans yayın: Paul Lee.Molecular epidemiology of human coronavirus OC43 in Hong Kong. Thesis for the Department of Microbiology, University of Hong Kong, August 2007. The HKU Scholars Hub.
Bu yayında, kültürlerden alınıp virüs RNA’sıdır diye ortaya konmuş yapının virüsten geldiğini gösterir hiçbir kanıt bulunmamakta. Deneyde kullanılan QIAamp kiti adlı cihaz miyarları**, inhibitörleri ve kirleticileri temizliyor temizlemesine, ancak yapamadığı şey, çıkan RNA’nın nereden geldiğini belirlemek. Ve deneyde kontrol düzeneği de kullanılmamış. Ardından ise PCR ile büyültülüp, virüs genetik bilgisi olduğu varsayımı (!) ile dizilimi ortaya konmuş. Ve yayın yazarın, mevzubahis şey bir “virüs”müş gibi, bu intibaı verecek şekilde (halbuki tamamen ispatsız) mutasyonlardan, yeniden kombinasyonlara gitmelerden, genotiplerden, moleküler evolüsyondan, suşlardan ve viroloji jargonu içeren diğer şeylerden bahisle yaptığı spekülasyonlar ile son buluyor.
**Miyar: İng. Reagent. Bir maddenin varlığını ya da niteliğini belirleme amacıyla çözeltiye ilave edilen madde; miyar; ayıraç
SARS-CoV Koronavirüsü.
Referans yayın: J. S. M. Peiris and others.Coronavirus as a possible cause of SARS. Lancet 361: 1319-25, April 2003.
Yayında pürifikasyonun sözü edilmiyor. Filtrasyon veya santrifüjlemenin bahsi dahi geçmiyor. Söylenen tek şey virüslerin, iki hastaya ait nazofarengeal aspiratlar ile akciğer biyopsilerinin yavru maymundan alınmış karaciğer hücrelerinde oluşturmuş kültürden izole edilmiş olduğu. Kontrol olarak kullanılan herhangi bir düzenek yine yok. Bir tek bir “sitopatik etki”den [hücre yapısında değişiklik, bozulma] bahsediliyor, o da virüse atfediliyor, varlığı bilinen virüs ve retrovirüslere PCR ile baktık ve bir sonuç elde edemedik deniyor. En sonunda bir RT-PCR’a girişiliyor, bunda da “rasgele seçilmiş inisiyatörler” [başlatıcılar] kullanılıyor ve “kaynağı bilinmeyen” [neye ait olduğu, nereden geldiği belli olmayan] bir gen dizilimi saptanıyor. Bununla ilgili olarak da, “koronavirüs ailesi ile zayıf bir homoloji” [benzeşme] tespit ediliyor. Sonra bu gen dizilimi için primerler hazırlıyorlar ve test etitkleri 44 SARS hastasından yalnız 22’si pozitif çıkıyor.
Koronavirüs NL63.
Referans yayın: Lia van der Hock and others.Identification of a new human coronavirus. Nature Medicine, 10, 4 April 2004.
Yazarlar şöyle diyor: “Kimliği bilinmeyen patojenlerin neye ait olduğunu moleküler biyoloji gereçleri ile bulmak zor, zira hedef dizilimin ne olduğu bilinmediğinden PCR’ye özel inisiyatörler de [başlatıcılar] hazırlanamıyor.”
Burada VIDISCA adlı kendi geliştirmiş oldukları ve dizilimin ne olduğunu bilmeye gerek bırakmadığını iddia ettikleri bir gereç kullanmışlar! Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Yapılan şey tam olarak nedir, bir bakalım: Önce kültür hazırlanıyor ve görülen “sitopatik etki”ye dayanılarak ortamda virüs olduğuna kanaat getiriliyor. Bu metodun getirdiği yenilik şu; nükleik asit moleküllerini mutlaka aynı uzunlukta olacak şekilde belirli yerlerinden kesen ve ismine “kısıtlama enzimleri” [restriction enzymes] denilen bir tür enzim kullanıyorlar. Bu enzimlere maruz bırakıldıktan sonra ortaya çok sayıda aynı veya oldukça benzeşen DNA veya RNA bölümleri çıkıyorsa, o zaman bu virüsten gelmiştir diyorlar. Burada da, canlı konağın genomu olsa birbirine benzemeyen dizilimde fragmanların ortaya çıkması lazım ama virüs öyle değil, virüs kendini kopyalayarak çoğaldığından birbirinin aynı dizilim parçaları görülüyorsa, bu olsa olsa virüs kaynaklıdır mantığı güdüyorlar. Peki ama bu çıkarım doğru mu? Elbette değil! Bu varsayım (ki ortada bir virüs olduğu varsayımının üzerine yapılmış ikinci varsayımdır bu), “virüs benzeri partiküller”, “retrovirüs benzeri partiküller”, “endojen retrovirüsler”, “eksozomlar”, “vücut hücrelerinin dışında kalan alanlardaki” partiküller ve hatta mitokondriyel DNA mevcudiyetini hiç hesaba katmamakta. “Virüs”lerle aynı kapasitede üreme özelliği gösteren dünya kadar partikül bulunmakta ve bunlar enzimle kesildikten sonra ortaya çıkarmış oldukları birbirinin aynı kopyalarla testte yanıltıcı sonuç çıkmasına neden olabilir. VIDISCA’da kullanılan teknikle ilgili kaleme alınmış “Enhanced bioinformatic proSling of VIDISCA libraries for virus detection and Discovery” başlıklı makalede de bahsini ettiğimiz bu açık ele alınmaktadır. Virus Research (Virüs Araştırmaları) dergisinin 2 Nisan 2019 tarihli 263. sayısında Cormac M. Kinsella et al. tarafından kaleme alınmış makalede geçen şu ifadeyle de bu gerçek kabul edilmektedir: “VIDISCA insert’ünde konağın sağladığı arkaplan nükleik asitten fazlası, ‘virüs benzeri’ karakteristikleri olması (yani mitokondriyel DNA’da olduğu gibi fazla sayıda kopya üretebilme yeteneği) haricinde, beklememektedir.”
Koronavirüs HKU1.
Referans yayın: Patrick C. Y. Woo and others.Characterisation and Complete Genome Sequence of a Novel Coronavirus, Coronavirus HKU1, from Patients with Pneumonia. Journal of Virology, 79, 2, January 2005.
İnanılır gibi değil ama makale şu sözlerle açılıyor: “Solunum yolları enfeksiyonlarından mustarip hastalar üzerinde bugüne kadar yürütülmüş yoğun ve detaylı araştırmalara rağmen, hastaların önemli bir bölümünde mikrobiyolojik bir nedene rastlanmamıştır. RNA, saf hale getirilmemiş kültürlerden çıkarılmaktadır.” Ve burada da koronavirüs genlerinin bulunduğu bir PCR kullanılıyor. Sekanslama (gen diziliminin oluşturulması) için familya, domain, fonksiyonel yerleşkelere göre düzenlenmiş iki protein veritabanı -PFAM and INterProScan- ile birlikte, nükleotidlerin nasıl birleşmesi gerektiği üzerine “tahmin” yürütmede kullanılan iki de bilgisayar programından yararlanılıyor. Yayında şu ifadeler de geçiyor: “Genler tarafımızdan manuel olarak bir araya getirilip sekanlanslanmış olup, ardından da virüs genomuna ait dizilime son halini vermek üzere düzeltme yapılmıştır [editing].”Ve bu çalışmada da herhangi bir kontrol düzeneği görmüyoruz.
MERS-CoV Coronavirus.
Referans yayın: Ali Moh Zaki and others.Isolation of a Novel Coronavirus from a Man with Pneumonia in Saudi Arabia. The New England Journal of Medicine, 367:19, November 2012.
Genetik materyal, High Puré Viral Nucleic Acid Kit adlı bir gereçle doğrudan kültür üst fazı ve balgam numunesinden ekstrakte edilip ardından da farklı PCR’larla, bilinen türlü mikroorganizmalarla eşleşiyor mu diye bakılıyor. Pürifikasyon yapıldığına dair bir bildirim göremiyoruz yayında ve kontrol düzeneği yine yok.
Kısacası, daha ilk koronavirüslerden itibaren (ve “virüs” olduğu öne sürülen diğer diğer pekçoğu için de) yapılmış olan şey şu:Enfekte olduğu varsayılan (her ne “sitopatik etki” gözlemleniyorsa bunun bir tek virüs mevcudiyetine bağlı oluşabileceği varsayılıyor) dokular kültürlenipya buradan birtakım proteinler elde ediliyor ve hiçbir teste filan tabi tutulmadan “virüs antijenleri” ilan ediliyorlar ve sonra bu “antijenler” olur da doku kültürlerinde de çıkarsa [burada tespit edilirse] bunu da “izolasyon”dan sayıyorlar veyahut da, virüse ait olduğu önkabulüyle kültürden birtakım nükleik asit fragmanları çıkarılıyor [ekstraksiyon].
Bir önceki sayıda yer verdiğimiz makaleden hatırlayacağınız gibi, Dr. Stefan Lanka’ya göre bu “sitopatik etki” denilen şey esasında bizzat kültürün içine sokulduğu koşullardan kaynaklanmakta. Bu durum, Andrea Németh ve arkadaşlarının 15 Ağustos 2017 tarihinde Nature dergisinde yayına giren Antibiyotik uygulamasına bağlı olarak açığa çıkan, yüzeyle ilintili DNA’ya sahip küçük ekstraselüler [hücredışı] veziküller (eksozomlar) başlıklı yayınlarında da tanımlanmış durumda.
Burada açıklandığına göre, laboratuvar deneyi [in-vitro deney] yapılırken hücre kültürüne dışarıdan eklenen bazı maddeler, örneğin antibiyotikler, oluşturduğu stresle daha önce kültürde varlığı saptanmayan yeni birtakım gen dizilimlerinin ortaya çıkmasına neden olabilmekte. Bu durumun, 1983’te Nobel ödülünü kabul konuşmasında bizzat Dr. Barbara McClintock tarafından da dile getirilmiş olduğunu hatırlatalım.
İşin özü şu ki, İNSANA AİT KORONAVİRÜS OLARAK ADDEDİLEN YEDİ VİRÜS DE GERÇEKTE İZOLE EDİLMEMİŞTİR. Birbirlerinden tek farkları kullanılan laboratuvar prosedür ve teknikleridir, ki bunlar da gitgide daha sofistike hale gelmiş, ancak bu sofistikasyon daha doğru sonuçlar elde etmek olarak değil, kanma ve kandırmacaya daha müsait bir zemin oluşturma olarak tezahür etmiş, bu durum SARS-CoV-2 diye bir şeyin kağıt üzerinde yoktan var edilmesi, resmen icat edilmesi ile doruk noktasına ulaşmıştır.
Böyle bir virüs izole filan edilmemişse, buradan çıkacak sonuç bittabii ki bu tür “koronavirüsler”in herhangi bir hastalığın sorumlusu olarak gösterilemeyeceğidir. Dahası, bahsi geçen “virüsler”e ait olduğu öne sürülen yapı ve bölümler (nükleik asitler veya proteinler) üzerinden düzenlenmiş her ne tür test düzeneği olursa olsun hiçbir şekilde ne “enfeksiyon testi” olma vasfına ne de “tanı testi” olma hükmüne sahiptirler.
YANITSIZ KALAN SORULARA YENİLERİ EKLENİYOR
Önceki sayıda, SARS-CoV-2 “virüs”ünü izole ettiklerinden bahseden bilimsel yayınların yazarlarına yöneltilmiş sorulara gelen yanıtların derlemesini sunmuştuk. Bu yazarlar virüs için “saflaştırma” prosesinin yapılmamış olduğunu kabul ve ikrarla, esasen virüsün izole de edilmemiş olduğunu kabul etmiş oldular. Ve şimdi bu kanıtlara bir yenisini daha ekliyoruz: Farklı ülkelerin resmi yetkililerince (siyasi idare ve sağlık bakanlıkları nezdinde) SARS-CoV-2 izolasyonu ve pürifikasyonuna [saflaştırma] dair sorgulamalara verilmiş yanıtlar.
James McCumiskey’den –Son Tezgah: Biyomedikal Paradigma (The Latest Conspiracy: The Biomedical Paradigm) kitabının yazarı- öğrendiğimize göre, İrlanda Milli Virüs Referans Laboratuvarı konuyla ilgili Dublin Üniversitesi‘nden bilgi istiyor, üniversite ise “talebe cevaben verebilecekleri bir kaydın bulunmadığı” yanıtını veriyor. Laboratuvarın hukuki hizmetler birimi direktörü ısrarcı olunca üniversitenin yanıtı şu oluyor: “Üniversite olarak, akademik konuların Bilgi Edinme Hakkı Kanunu gereğince sorgulamaya tabi tutulamayacağı görüşündeyiz.” Milli Virüs Referans Laboratuvarı’nın yapmış olduğu bilgi talebinden şunu anlıyoruz ki, üniversite SARS-CoV-2’yi izole etmiş ve buradan kültürlemeye gitmiş değil. Kabul ve ifade ettikleri tek durum, “diagnostik numunelerde SARS-CoV-2 RNA’sı saptanmış” olması.
22 Haziran’da bir grup uzman benzer bir sorgulamayı doğrudan İngiltere başbakanı Boris Johnson‘a yapmıştı. Mektupta imzası olanlardan Dr. Kevin Corbett (Imperial College’da akademisyen) ve Piers Corbyn (mühendis, bağımsız araştırmacı) ile o dönemde yaptığımız söyleşiyi de yayımlamıştık. Bunun dışındaki imza sahipleri ise David Crowe, Dr. Andrew Kaufman, Edinburgh’da biyoloji profesörü Roger Watson ile kimyager David Rasnick idi. Bu isimler ortak sorgularına hala bir yanıt alabilmiş değiller!
Benzer bir başka sorgu, bu defa Kanada’nın Milli Araştırmalar Konseyi’ne yapışmış ve aldıkları cevap şu: “MAK’deki kayıtlar bütünüyle incelenememiş olduğundan üzülerek bildirmek istiyoruz ki, talebinize cevap olabilecek yayın bulunamamıştır.”
Buna Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Avustralya, Almanya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nde ‘Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’ çerçevesinde benzer sorgulamalarda bulunmuş iki gazeteciyi de eklememiz lazım, zira 5 Eylül itibariyle on iki resmi kurum yapılmış başvuruya yanıt vermiş durumda ve hepsi de aynı şeyi söylüyor; ellerinde Covid 19’a yol açmış olması lazım gelen virüsün izolasyonunu tarif eden çalışma kaydı yok. Sorulara verilen resmi yanıtların detayları şuradan görülebilir: https://www.fluoridefreepeel.ca/u-k-dept-of-health-and-social-care-has-no-record-ofcovid-19-virus-isolation/
DÜZMECE GENOMUN ÇIKIŞ NOKTASI NERESİ
Bu durumda kendimize sorduğumuz soru şu oldu: Tıbbi yayınlarda bahsi edilen gen dizilimleri -iddia edildiği gibi- yeni birtakım virüslere ait değilse, nereden çıkmış olabilirler? Bu sorunun cevabını bulmak için de, verili gen dizilimini Birleşik Devletler’in Milli Sağlık Enstitüleri’nde kayıtlı tüm dizilimlerle kıyaslamamıza olanak verecek bir ‘dizilim sırası arama gereci’ olan Basic Local Alignment Search Tool(BLAST) adlı bir bilgisayar programı kullandık. (ABD’nin milli sağlık enstitüleri kamusal erişime açık olup şuradan sorgulama yapılabiliyor: https://blast.ncbi.nlm.nih.gov/Blast.cgi.) Neyi nasıl yaptığımızı burada sizlere adım adım anlatacağız ki, okurlarımız da girip aratsın ve sonuçların sağlamasını yapabilsin.
Önce WHO’nun internet sitesinde o zaman gösterilmekte olan protokollerde tanımlı PCR inisiyatörlerinin [başlatıcılar] hepsini topladık:
– Çin CDC’sinin protokolü: hedef olarak ORF1ab ve N genlerini kullanıyor.
– Fransa’nın Pastör Enstitüsü’ne (Pasteur Institute) ait protokol: RdRP geninin iki fragmanını kullanıyor (RdRP geninin SARS-CoV-2’ye özel bir gen olduğu iddiası var).
– Birleşik Devletler CDC’sinin protokolü: N geninden üç fragman (parça, bölüm) kullanıyor.
– Japonya’nın Milli Enfeksiyon Hastalıklar Enstitüsünün protokolü: Diğer koronavirüsler ile ortak olduğu öne sürülen diğer genlerin yanırısa, hedef olarak S genini kullanan tek protokol bu.
– Charite Protokolü (Almanya): E, N ve RdRP genlerini kullanıyor.
– Hong Kong Üniversitesi‘nin Protokolü: ORF1b-nsp14 ve N genini kullanıyor.
– Tayland Milli Sağlık Enstitüsü protokolü: N genini kullanıyor.
Ardından BLAST programına primerlerin dizilimlerini (aranan dizilimin başı ve arama yönüne göre de sonunu gösteren sekanstır bu) girdik ve bunları hem mikrop hem de insan genomlarının toplamından oluşan iki veritabanında arattık.
SARS-COV-2’DİR DENİLEN SEKANSLAR HEM İNSAN HEM DE MİKROP GENOMUNDA OLAN SEKANSLAR!
Fransızların protokolündeki inisiyatörlerden örnekle, prosedürün nasıl işlediğinin ayrıntısına girelim. İnternetten BLAST programının sitesine girdikten sonra, mikrobiyel genom veritabanında arama yapmak için Microbes’u seçtik ve sonraki sayfaya geçtik. Sonra, ekrana gelen formda ilgili yere, Fransızların protokolünün düz inisiyatörüne ait dizilimi (ATGAGCTTAGTCCTGTG) girdik. Yakınen benzeşen (“highly similar”) dizilimler seçeneğini işaretledik ve BLAST tuşuna batık. Birkaç saniyede sonuçlar ekrandaydı, ekran görüntüsünü aldık (1 no’lu resim) ve kimliği %100 bilinen mikropların gen dizilimlerinden oluşan ve girdiğimiz hedef dizilim ile %77 ila %100 oranında örtüşen 100 adet mikroba -bilhassa bakteri ve arkeye- ait gen dizilimi çıktı karşımıza.
Buradan tekrar ana sayfaya geçip, bu defa da İnsan (Human) seçeneğini işaretleyip aynı dizilimi insan genomunda arattık ve birkaç saniyede ekrana gelen sonuçların yine ekran görüntüsünü (2 no’lu resim) aldık. Meğer bu gen diziliminin %66 ila %100 oranları arasında eşleştiği ve bilinirliği %100 olan tam 74 dizilim varmış insan genomunda.
SARS-CoV-2’ye özeldir denilen bu PCR başlangıç primeri, insan genlerindeki 74 kısımla örtüştüğü yetmiyormuş gibi, mikrop genlerine ait fragmanların da 100’üyle çakışıyor!
Bir de testen yazıldığındaki (bitiş) primeri (CTCCCTTTGTGTGTGT) için aynı işlemi tekrarladığımızda sonuçlar benzer çıktı.
Bunlar oldukça kısa dizilimler (sekans) olduğundan (topu topu yirmi kadar genetik harf yahut nükleotidden oluşuyorlar), bir kez daha arama yapalım ama bu sefer bu iki primerle başlayıp biten hedef sekansa (yani SARS-CoV-2’ye ait olduğu iddia edilen genomun, başta ve sonda bulunan bu iki primer arasında kalan bölümüne) bakalım istedik. Bunu yapabilmek için de haliyle, resmi makamlarca “SARS-CoV-2 genomu” ilan edilmiş dizilime ihtiyacımız var. Biz bu virüsü izole ettik ve sekansladık diye ortaya çıkan binlerce laboratuvar var (ki önceki raporlarda açıkladığımız gibi asılsız iddialardır bunlar), ancak biz Milli Biyoteknoloji Bilişim Merkezi’nin internet sitesini (https://www.ncbi.nlm.nih.gov/nuccore/NC_045512.2? report=genbank&to=29903) tercih ettik. Siteye girdiğimizde “hedef dizilim”i bulduk; “genom”un 12,690 ve 12,797 konumları arasında kalan 108 nükleotidlik bir fragmandı bu: ATGAGCTTAGTCCTGTTGCACTACGACAGATGTTGTGCCGGTACACAAACTGCTTGCACTGATGACAATGCGTTAGCTTACAACAACAAAGGGAG
Bu defa da bu dizilimle yukarıda anlattığımız işlem basamaklarını aynen tekrar ettiğimizde sonuç yine şaşırtıcıydı, zira mikrop genlerinden %100 eşleşme gösteren yüz adet dizilim de burada çıktı, yanında da insan genomundan %83 ila %95’lik benzeşme oranı ile dört dizilim bulduk. Bundaki eşleşme sayısı daha az evet, fakat burada önemli olan, SARS-CoV-2 diye servis edilen “hedef dizilim”e ait bölümleri istikrarlı şekilde hem mikroplarda hem de kendi genomumuzda buluyor olmamız.
Hayretler içerisinde, bari bir de bu virüsün en belirgin ve kati genidir denilen ve zarf proteinlerinin üretiminden sorumlu olduğu öne sürülen, yeri 26,245 ve 26,472 konumları arasındaki bölüm olan E genini girip aratalım diye düşündük. Bahsi geçen E geni şu: ATGTACTCATTCGTTTCGGAAGAGACAGGTACTACGTTAATAGTTAATAGCGTACTTCTCTTGCTTTCGTGGTATTCTTGCTAGTTACACTAGCCATCCTGCTTCGATTGTGCGTACTGCTGCAATATTGTTAACGTGAGTCTTGTAAAACCTTTACGTTTACTCGTGTTAAAATCTGAATTCTTCTAGAGTTCG ATTCTGGTCTAA.
Aynı işlemler üzerinden bu geni arattığımızda sonuç daha da şaşırtıcı oldu. Bunca uzun bir dizilim olmasına rağmen kimliği %100 tanımlanabilen 100 adet mikrop sekansı da bununla eşleşti, üstüne de %80 ila %100’lük eşleşme oranıyla insan genomuna ait 10 dizilim bulundu. Rastgele aldığımız bir gen bölümünden yine benzer sonuç aldık, ayrıca bir de SARS-CoV-2 nükleokapsidinin proteinlerine karşılık geliyor dedikleri N genine baktığımızda da yine benzer eşleşmeler gördük.
Son olarak bir de şu hücre içine girmede kilit roldeki yapısal “spike” proteinlerini yapıyor, o bakımdan da SARS-CoV-2’nin en spesifik genidir dedikleri S genini test edelim dedik. Bu, 21,563. ve 25,384. konumlar arasındaki 3821 nükleotidden oluşan çok daha uzun bir dizilim olduğundan iki yerden rastgele seçtiğimi bölümlerini alıp arattık ve arattığımız ilk bölüm (TTGGCAAAATTCAAGACTCACTTTC) bir diğer 100 mikrop geni sekansı ile 93 de insan gen sekansına karşılık geldi, ikinci bölüm (CTTGCTGCTACTAAATGCAGAGTGT) de mikrobiyel gen sekanslarından 100’ü ile isan gen sekanslarının 90’ıyla eşleşti.
S genini hedef dizilim olarak kullanan tek ülke olduğundan Japon Protokolü’nün inisiyatörleriyle araştırmamızı sonlandıralım istedik ve okuyucunun çoktan tahmin etmiş olacağı üzere bunda da oldukça yakın sonuçlar elde ettik: mikroplara ait gen dizilimlerinden 100’ü ile, aidiyet oranı %94.12 ila %100 arasında değişen, insana ait 93 gen dizilimi ile örtüşme!
SONUÇ
Tüm bu anlattıklarımızdan çıkarımlanacak sonuç gayet açık: SARS-CoV-2 TESPİTİ YAPMADA KULLANILACAK GEÇERLİ TEST YOK DÜNYADA; ne antikor veya antijen testi ne de RT-PCR. S1 diye geçen spike proteinini kodladığı iddia edilen gen üzerinden çalışanları da dahil ettik. Yani bu tam olarak şu demek: TÜM BU “VAKA”, “ENFEKTE İNSAN”, “HASTA”, “ASEMPTOMATİK” YAHUT “COVID-19 ÖLÜMÜ” SAYI VE İSTATİSTİKLERİNİN HİÇBİR BİLİMSEL TEMELİ YOK VE TÜM “POZİTİFLER” DE HATALI POZİTİF. Bu bilginin insanlara bir an evvel verilmesi, sorumluların da kanun önünde hesap vermesi lazım.
Bu bölümü kapatırken, WHO’nun bile bu testlere itimadının olmadığını eklemek istiyoruz. Bunun için 11 Eylül’de SARS-CoV-2 laboratuvar kılavuzu olarak yayımladıkları belgeye bakmak kafi (Diagnostic tests for SARS-CoV-2 – https://apps.who.int/iris/rest/bitstreams/1302661/ retrieve). Sayfa 5’te aynen şu söyleniyor: “Şüpheli aktif enfeksiyon vakaları mümkün mertebe RT-PCR gibi bir nükleik asit amplifikasyon testi (NAAT) ile test edilmelidir. NAAT testlerindeki hedef gen SARS-CoV-2 genomundan olmalıdır, lakin şu anda dünyada SARS-CoV-1 dolaşımı sözkonusu olmadığından, hedef olarak bir Sarbekovirüs dizilimi de (aralarında SARS-CoV-1 ve SARS-CoV-2 de olmak üzere insan ve hayvan koronavirüslerinden en az beşini ihtiva ettiği düşünülen virüs dizilimi) kullanılabilir.” Yani WHO, SARS-CoV-2 tetkiki için non-spesifik dizilim kullanımını onaylıyor.
Sırf bu da değil, kılavuzda daha sonra deniyor ki, “Optimal teşhis, SARS-CoV-2 için genomdan bağımsız en az iki hedefin tanımlı olduğu bir NAAT testi ile yapılmalı, ancak hastalık bulaşının yaygın olduğu yerlerde teşhis için basit bir ‘tek hedefli’ algoritma da kullanılabilir.”
WHO kılavuzunda göre , “Bir veya iki negatif sonuç alınmış olması SARS-CoV-2 enfeksiyonu olmadığı anlamına gelmez. Enfekte bir bireyde sonucun negatif çıkmasına neden olabilecek çok sayıda faktör vardır, bunlar arasında örneğin alınan numunenin düşük kalitede olması, geç aşamada alınmış olması, düzgün muhafaza edilmemesi yahut testle ilgili virüsün mutasyona uğraması veya PCR inhibasyonu gibi teknik nedenler sayılabilir.”
Soruyoruz. Bu ülkenin hakimleri savcıları harekete geçmek için ne bekliyor?
Jesus Garcia Blanca
Not: Yazar, bilimsel makale taraması ve BLAST programı ile girişilen ziyadesiyle ayrıntılı ve emek isteyen çalışmalardaki sabrı ve yardımları için Juan Pedro Aparicio Alcaraz’a teşekkür eder.