Dr. Wolfgang Wodarg, ülkede ilgili birimlere danışılmadan alınan idari karar ve salgın tedbirlerinin kabul edilemez bir skandal olduğunu belirtirken, süratle çıkarılmaya çalışılan korona aşılarının potansiyel tehlikelerine de dikkat çekiyor.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir

Son haberler

Kanadalı Doktorlar Konuşuyor / Video

Kanada Sağlık Birliği adına halkı bilgilendirmek amacıyla çekilmiş video metnidir: Covid'den Korkmamıza Gerek Yok; İşte Başlıca GerekçelerKanadalı Hekimler Suskunluğunu Bozuyor Dr. Stephen Malthouse – British Columbia Giriş Covid'den neden korkmamamız gerektiği ile...

KIRK KATIR MI, KIRK SATIR MI? ALMAN MI, ÇİNLİ Mİ?

- Prof.Dr. Alişan Yıldıran Bu yazıyı dün arzetdiğimiz ‘Aşı ve antikor bağışıklık anlamına gelmez’ başlıklı yazımıza zeyl olarak yazmak iktiza etdi (1). Daha evvel söylediğimiz gibi bir makaleyi bihakkın mütalaa etmek saatlerce sürebilir, hatta tamamına vâkıf...

AŞI ve ANTİKOR BAĞIŞIKLIK ANLAMINA GELMEZ!

Çocuk İmmünoloji-Allerji Uzmanı, Prof.Dr. Alişan YıldıranAllah Teâlâ ARK hocada razı olsun, sayesinde, hem hadiselerden haberimiz oluyor, hem de bizim erişemediğimiz yerlere münasib cevapları, münasib şekilde veriyor (1). Üzücü olan husus şu ki, memleketimizin...

Corona Sürecindeki Hikayelerine Talibiz

Bizimle konu hakkındaki her türlü duygu, düşünce ve yorumunu paylaşarak bu platforma sen de katkı sağlayabilirsin.

Bize Katıl

Yabancı dilden Türkçe’ye çeviri konusunda destek olmak ya da kendi alanın çerçevesinde paylaşımlarımıza katkı sağlamak istersen, bize yazabilirsin.

Bizi takip et

Güncel paylaşımlardan haberdar olmak ister misin?

Wodarg/Yeadon Dilekçesi: Koronavirüs Aşı Deneyleri Derhal Durdurulsun

Wodarg/Yeadon Dilekçesi: Koronavirüs Aşı Deneyleri Derhal Durdurulsun

Dr. Wolfgang Wodarg

1 Aralık 2020 tarihinde Alman göğüs hastalıkları uzmanı ve eski halk sağlığı dairesi başkanı Wolfgang Wodarg ve Pfizer’ın eski Ar-Ge başkanı Dr. Michael Yeadon, Avrupa İlaç Dairesi’ne dilekçe ile başvurarak, SARS-CoV-2 için yürütülmekte olan tüm aşı deneylerinin, ancak bilhassa BioNtech/Pfizer aşı deneylerinin (EudraCT numarası 2020-002641-42) derhal durdurulması yönünde talepte bulunmuşlardır.

Dr. Wodarg ve Dr. Yeadon, aşı ve oluşturulmuş deney düzeneği ile ilgili olarak, gitgide artan sayıda saygın bilimadamınca işaret edilmekte olan ciddi güvenlik açıklarını gidermeye muktedir bir deney düzeneği geliştirilinceye dek, çalışmalara katılan gönüllülerin sağlık ve yaşamlarını korumak amacıyla deneylerin askıya alınması gerektiğini savunuyor.

Deneylerle ilgili bir başka sorunlu nokta da, böylesi ciddi bir çalışmada doğru sonuç vermediği bilinen PCR testinin kullanılıyor olması. İki uzman, PCR yerine Sanger sekanslama yönteminin kullanılması gerektiğinin altını çiziyor. Aşının Covid-19’dan korumadaki başarısına dair güvenilir açıklama yapmanın başka türlü imkanı bulunmadığını belirtiyorlar. Piyasadaki PCR testlerinin kalite bakımından oldukça geniş bir skalaya sahip olduğundan, bu şekilde ne hastalık riski ne de aşının varsa bir faydasını güvenilir şekilde değerlendirmek mümkün olmadığndan, bu şartlar altında tutup aşının insan üzerinde denenmesinin de ahlaki olmadığını vurguluyorlar.

Dr. Mike Yeadon

Dilekçede, geçmişte hayvanlar üzerinde yapılmış koronavirüs aşı deneylerinden gayet iyi bilinen riskler de şu şekilde özetleniyor:

  • Aşılamayla oluşan “nötralize etmeyen antikorlar”, denek daha sonra gerçek (“vahşi”) virüsle karşılaştığı takdirde bağışıklık sisteminin aşırı tepki vermesine yol açabiliyor. Antikor bağımlı amplifikasyon (antibody-dependent amplification, ADE) olarak tabir edilen bu durum, kedilerde yapılan koronavirüs aşılama çalışmalarından gayet iyi bilinmektedir de. Bu deneylerde, aşıyı başta gayet iyi tolere etmiş tüm kediler daha sonra vahşi virüsle temasta ölmüştür.
  • Aşılama ile SARS-CoV-2 “virüs”ünün “spike” proteinlerine karşı antikor yanıtı sağlanmaya çalışılmaktadır. Halbuki, bu proteinler arasında bulunan sinsitin homolog proteinleri, insan da dahil olmak üzere memeli canlılarda plasenta gelişimi için elzem proteinlerdir. SARS-CoV-2 için vurulacak aşının bağışıklık sisteminden sinsitin-1’e yönelik saldırı tetiklemeyeceği mutlak surette garanti altına alınmalıdır, aksi takdirde aşıyı olmuş kadınlarda geri döndürülüp döndürülemeyeceği belli olmayacak şekilde kısırlık hasıl olabilir.
  • BioNTech/Pfizer’ın mRNA aşısında polietilen glikol (PEG) bulunmaktadır. Bu maddenin insanların %70’inde antikor oluşumuna yol açtığı bilinmektedir, bu da aşı olunduğu takdirde çok sayıda insanda alerjik reaksiyon, hatta bazılarında ölümcül reaksiyonlar gelişebileceği anlamına gelir.
  • Bu kadar kısa tutulmuş deneylerle aşının etkisinin uzun vadede ne olacağını kestirmek hayli güçtür. Domuz gribi aşılaması sonrası yaşanan narkolepsi vakalarında olduğu gibi, aşıya verilecek acil durum ruhsatı ile birlikte milyonlarca sağlıklı insan kabul edilemez bir riskle karşı karşıya bırakılmış olacaktır. Tüm bu risklere rağmen BioNTech/Pfizer’ın, 1 Aralık 2020 itibariyle aşısına acil durum ruhsatı almak üzere başvuruda bulunmuş olduğu görülmektedir.

Bütününe şu adresten erişebileceğiniz dilekçede değinilen sorunlarla ilgili uzmanların endişesini paylaşan Avrupa vatandaşlarının Avrupa İlaç Dairesi’ne iletilmek üzere aşağıdaki email adreslerine şu hazır dilekçe formunu imzalayıp göndermeleri rica olunmaktadır:

Alıcı: [email protected], [email protected], [email protected]
Konu: Co-signing the petition of Dr. Wodarg, Germany, and Dr. Yeadon, UK, (submitted on 1-Dec-2020)

Dear Sir or Madam, I am hereby co-signing the petition of Dr. Wodarg and Dr. Yeadon to support their urgent request to stay the Phase III clinical trial(s) of BNT162b (EudraCT Number 2020-002641-42) and other clinical trials. The full text of the petition of Dr. Wodarg and Dr. Yeadon can be found here: https://2020news.de/wp-content/uploads/2020/12/Wodarg_Yeadon_EMA_Petition_Pfizer_Trial_FINAL_01DEC2020_EN_unsigned_with_Exhibits.pdf

I hereby respectfully request that EMA act on the petition of Dr. Wodarg and Dr. Yeadon immediately.

Regards,

AD/SOYAD

Sağlık Bakanlığı’na Sorduk: SARS-CoV-2 İzolatınız Nerede?

Sağlık Bakanlığı’na Sorduk: SARS-CoV-2 İzolatınız Nerede?

1 Aralık 2020 itibariyle dünya genelinde 39 resmi kurum ve kuruluşa, CV-19 hastalığına yol açtığı iddia edilen ve SARS-CoV-2 ismiyle atıfta bulunulan virüsün, iddia edildiği üzere bu virüs dolayısıyla hasta düşmüş birinden alınıp laboratuvar ortamında izolasyon/saflaştırma prosedürlerinin gerçekleştirilmiş olduğunu gösteren bir yayın, herhangi bir resmi kayıt veya rapor sunmaları için yapılan başvuru sonuçsuz kaldı diyor bu site ve Bilgi Edinme Hakkı kanunu çerçevesinde yapılmış tüm başvurular ve bunlara verilen resmi cevapları şurada yayınlıyor.  

Biz de bunlara, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın yanıtsız bıraktığı 40. sorguyu ekliyoruz.

Diğer tüm ülkelerde kurumlardan ellerinde istenilen nitelikte bir belge olmadığı yönünde bir yanıt gelirken, T.C. Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurum, yapılmış resmi sorguya yine bir soruyla karşılık vermeyi tercih ederek, açıkça istenilen bilgiyi vermekten kaçınıyor. 

13.10 2020 Tarihli Sorgu:

Sorgunun Açık Metni:

Talep Edilen Belgeler:

TC Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Dairesi Başkanlığı da dahil olmak üzere, Sağlık Bakanlığı’nın bilgisi ve yetki alanı dahilindeki tüm birimler için geçerli olmak üzere, hastadan alınan numuneye genetik materyal karışmasına neden olabilecek başka hiçbir hiçbir kaynak (vero hücreleri olarak adlandırılan maymun böbreği hücreleri, insan karaciğer veya akciğer kanser hücreleri gibi) kullanılmaksızın, doğrudan hastadan temin edilmiş numuneden izolasyonu gerçekleştirilmiş  SARS-CoV-2 virüsüne dair tüm dokümantasyon. 

Önemli: Burada “izolasyon” kelimesinden kasıt, virüsün başka her şeyden ayrılarak, tek başına gösterilmiş olmasıdır. “SARS-CoV-2 izolasyonu” dendiğinde kastedilen, bir şeyin kültürlenmesi yahut bir amplifikasyon testi (örn. PCR cihazı) marifetiyle ölçüm alma veyahut da bir şeyin gen diziliminin ortaya çıkarılmış/yapılmış olması, değildir.

Sağlanacak belgelere doğrudan erişim sağlayabileceğimiz şekilde, eğer ortada yapılmış bir yayın varsa yayının başlığı, yazar isimleri, yayımlanma tarihini, yayımlanmış olduğu tıp dergisinin ismi gibi bilgilerin açıkça belirtilmiş olmasını rica ediyoruz.

14.11.2020 tarihinde, Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Dairesi Başkanlığı tarafından verilen yanıt: 

Cevabı ver(emeye)n kurum, daha Ocak ayında, tıpkı ünlü Alman virolog Prof. Christian Drosten gibi, daha ortadaki salgının koronavirüs kaynaklı olup olmadığı dahi teyit edilmemiş ve Çin’de virüs izolasyonu gerçekleştirilmemişken bu “yeni” virüse ait genleri aratarak çalışacak bir tetkik kiti oluşturduklarını iddia ve ilan ederek, normal şartlarda skandal sayılması gereken ve şu anda da Alman viroloğun tam da bu nedenlerden dolayı dava edilmekte olduğu çıkışı gerçekleştirmiş Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Dairesi Başkanlığı ve bu dairenin o zamanki başkanı Prof. Dr. Selçuk Kılıç.

2020 başından sonuna kadar Sars-CoV-2 virüsü iddiasıyla ortaya çıkan küresel irtikap şebekesinin icraatlerine yakından bakalım.

ÇİN, ALMANYA VE TÜRKİYE EKSENİNDE OLAYLARIN GELİŞİM SIRALAMASI

30 Aralık 2019: Çinli göz doktoru Li Wenliang, WhatsApp uygulaması üzerinden doktor arkadaşlarına hastanesinde SARS pozitif 7 hasta olduğunu iletir. 

31 Aralık 2019: Başkent Pekin, Wuhan’a incelemelerde bulunmak üzere bir grup virolog gönderir.

1 Ocak 2020: Berlin Tıp Fakültesi’ne bağlı Charité Viroloji Enstitüsü başkanı ve devlet baş danışmanı Prof. Christian Drosten bu haberi alır almaz SARS virüslerinin tetkiki için diagnostik cihaz geliştirmeye girişir, halbuki henüz Çin’den gelen bildirimin ne doğruluğu resmi kaynaklarca teyit edilmiştir ne de olay yerine gönderilen virolog ekip bulgularını yayımlayabilmiştir. Yayımlanmış çalışmalarında geçen şu ifadeler hayli ilgi çekici olacaktır:

Çalışmanın Amacı: “Elimizde virüs materyali olmadan, halk sağlığı laboratuvar ortamlarında kullanıma yönelik güçlü tanı metodolojisi geliştirip üretmeyi amaçlamaktayız.”

Ve

“Bu defaki 2019-nCoV’da ise, virüs izolatı veya enfekte hastalardan alınmış numuneler henüz uluslarası halk sağlığı camiasının eline geçmemiştir. Burada, 2019-nCoV taraması ve spesifik konfirmasyonu için virüs izolatı yahut hastalardan alınmış orijinal numuneler olmadan tasarımını gerçekleştirmiş olduğumuz tanı prosedürünün kurulum ve validasyonunu bildirmekteyiz. Tasarım ve validasyon 2003 SARS-CoV ile yakın genetik akrabalık sayesinde mümkün olabilmiş ve sentetik nükleik asit teknolojisi de gelişimine yardım etmiştir.”

Drosten bunun dışında, yayındaki bildiriminden anlaşıldığı kadarıyla, Çin’de sosyal medyada SARS benzeri bir tabloya yol açan bir virüs bulunduğu yönündeki bildirimlere itibar ederek, bu olsa olsa SARS ile ilintili bir koronavirüstür şeklinde fazlasıyla isabetli bir tahmin yürütüyor ve bu varsayımla, 1 Ocak 2020 itibariyle, ne olduğu hiçbir şekilde konfirme olmayan bu yeni virüse tanı kiti geliştirebilirim diye gen bankasından eski SARS ile alakalı gen sekanslarının tümünü indiriyor. 

WHO’nun Yeni Oluşumlu 2019-nCov için 1 no’lu Durum Raporu’nda verilen bilgiye göre, Çinli yetkililer 7 Ocak 2020 tarihinde izolasyonu gerçekleştirilmiş yeni tip bir koronavirüs bulunduğunu açıklıyor ve 12 Ocak 2020’de de Çin, virüse özel tanı kitleri geliştirilebilsin diye  bu yeni koronavirüsün genetik sekansını (gen dizilimini) dünya kamuoyu ile paylaşıyor.  

WHO’nun bu bildirimindeki iddia şu: SARS-CoV-2 diye bir virüs izole edilmiştir (yani üzerinde çalışma yürütülmek üzere saflaştırılmıştır) ve bu şekilde tek başına ortaya konduktan sonra da içindeki genetik bilgi alınarak tek tek genlerin sıralanışı ortaya konmuştur.    

Halbuki ortada bir(kaç) sorun var.

Birincisi, Wuhan virüsüdür denilerek komple gen dizilimi çıkarıldığı iddia edilen sekansların daha sonra birçok defa güncellendiğini görüyoruz. Kaynak dizilimdeki bu güncellemelerin, (daha ortada komple gen dizilimi dahi yokken hazırlanmaya başlanmış) PCR’ların güvenilirliği açısından manası nedir, bilim kurulumuza değerlendirmeleri için soru olarak yöneltiyoruz.

İkincisi, SARS-CoV-2 için virüs izolasyonu tarif eden bilimsel yayınların yazarlarına tek tek ulaşılıp, laboratuvarda elde ettikleri yapıların elektron mikroskobu ile aldıkları görüntülerinde acaba saf halde virüs yapıları mı görülmekte olduğu sorulduğunda hiçbiri “evet” diyemiyor. 

İzolasyon adı altında yayımlanmış çalışmalarda, fotoğrafladıkları yapının bir virüse ait olduğunu kesin biçimde ispat edecek tek işlem olan ”saflaştırma”nın yapılmamış olması ve elbette yayımlanmış bütün bu deneylerin hiçbirinin kontrol düzeneği bulunmaması, bilimsel aldatmaca gibi vahim bir sonuca kapıyı ardına kadar aralamış oluyor. 

İşte çalışma yazarlarının, virüs izolasyonuna vermiş oldukları yanıtların bir özeti:

  1. Yayın: Leo L. M. Poon; Malik Peiris. “İnsan sağlığını tehdit eden yeni bir insan koronavirüsü ortaya çıkmış bulunuyor” Nature Medicine, Mart 2020

Çalışma kadrosundan soruya yanıt veren kişi: Malik Peiris

Tarih: 12 Mayıs 2020

Yanıt: “Şekilde virüs enfekte hücreden çıkarken görülmektedir. Saflaştırılmış hali değildir.”

İngilizcesi: “The image is the virus budding from an infected cell. It is not purified virus.”

  1. Yayın: Myung-Guk Han ve ark. “Kore’de COVID-19’lu hastadan izole edilmiş koronavirüsün tanımlanması”, Osong Public Health and Research Perspectives, Şubat 2020

Yanıt veren kişi: Myung-Guk Han

Tarih: 6 Mayıs 2020

Yanıt: “Saflaştırmanın derecesini kestiremiyoruz çünkü hücrelerde kültürlenmiş virüsü saf hale getirip konsantre ederek çalışmıyoruz.”

İngilizcesi: “We could not estimate the degree of purification because we do not purify and concentrate the virus cultured in cells.”

  1. Yayın: Wan Beom Park ve ark. “Kore’deki SARS-CoV-2’li ilk hastadan virüs izolasyonu”, Journal of Korean Medical Science, Şubat 24, 2020

Yanıt veren kişi: Wan Beom Park

Tarih: 19 Mart 2020

Yanıt: “Saflaştırma derecesini gösterecek şekilde elektron mikrografisi almadık.”

İngilizcesi: “We did not obtain an electron micrograph showing the degree of purification.”

  1. Yayın: Na Zhu ve ark., “2019’da Çin’deki Pnömonili Hastalarda Tespit Edilen Yeni Tip Koronavirüs”, 2019, New England Journal of Medicine, Şubat 20, 2020

Yanıt Veren: Wenjie Tan

Tarih: 18 Mart 2020

Yanıt: “Yayında çökelti halindeki virüs partiküllerini gösterdik, saflaştırılmış hallerini değil.”

İngilizcesi: “[We show] an image of sedimented virus particles, not purified ones.”

Wuhanlı bilimadamlarının, yayınlarında keşfetmiş oldukları yeni virionlar olarak (üstünde “spike” adı verilen çıkıntılar bulunan ve “virüs” RNA’sı taşıyan protein topçukları) lanse ettikleri elektronmikrografi görüntüleri ise yine kanıt teşkil etmiyor, zira vücudumuzda endositik veziküller ve eksozomlar başta olmak üzere bunlarla tıpatıp aynı görüntüde başka birsürü vezikül taşımaktayız.

 

 

 

(Solda) Sars-CoV-2’ye aittir denilen virion, (Ortada) Ekstraselüler Vezikül, (Sağda) Eksozom

Buradaki üçüncü sorun ise, virüs izolasyonu olmadan ve altın standart belirlenmeden tanıya yönelik hiçbir testin geliştirilemeyecek olması.  

Fakat bunlar, “tecrübeli” virolog Drosten için engel teşkil etmiyor ve Çin’den kendisine virüs izolatı iletilmemiş ve virüs henüz Avrupa’ya dahi ulaşmamışken, sosyal medya duyumları üzerine yöneldiği koronavirüs hedefi de daha sonra “doğrulanmış”ken, gen bankalarından seçip düzenlediği kes-yapıştır gen dizilimi bölümleri ile bize yeni virüsü saptayacak PCR protokolünü oluşturuveriyor.

Prof. Christian Drosten, 2003’te ortaya çıktığı iddia edilen SARS ile ilintili koronavirüsü de ilk keşfedenlerden biri olarak viroloji dalına ismini yazdırıyor. Ancak 2003 tarihli yayınında, o zamanki SARS virüsü bulgularının da yine aynı şekilde gerçek manada saflaştırma yapılmadan ve kontrol düzeneği olmadan yayımlanmış olduğu çeşitli kritiklerce belirtilmiş durumda. Kendisi 2009 yılındaki domuz gribi yanlış alarmında da devlet danışmanı olarak Pandemrix aşısının derhal uygulanmaya başlanması gerektiği ve aşı için tüm kuralların rafa kaldırılması lazım geldiğini ifade ederek devletin milyonlarca avroluk zarara uğramasından ve daha sonra bu aşının yol açtığı narkolepsi vakalarının ortaya çıkması ile çok sayıda kişinin ömür boyu sürecek feci bir hastalığın pençesine düşmesinden sorumlu bilimadamıdır. Prof. Drosten’ın üniversitesi Berliner Charité, en son 2020 Mart ayında Biil & Melinda Gates Vakfı’ndan 249.550 dolarlık hibe almıştır.

 

 

 

KAYNAK

 

 

 

Almanya’nın CDC’si olarak görev yapan Robert Koch Enstitüsü’nün 2019 Kasım ayında “çiçek aşısının ortaya çıkış ve geçirmiş olduğu evolüsyonu” araştırmak üzere B&M Gates Vakfı’ndan almış olduğu 253,000 dolarlık bağış bildirimi
KAYNAK

Tarih 21 Ocak 2020. Çin CDC’sinin yeni virüs ile ilgili ilk yayınından 3 gün önce Alman virolog Drosten, Avrupalı diğer devletlerin Halk Sağlığı Daireleri ile ortaklaşa olarak, “Gerçek zamanlı RT-PCR cihazı ile 2019’da ortaya çıkmış yeni koronavirüsü (2019-nCoV) saptama” protokolünü hazır hale getiriyor.

23 Ocak 2020: Hakemli dergi Eurosurveillance, yazarları arasında bizzat kendi editörlerinin bulunduğu (çıkar ihtilafı 1), diğer bazı yazarların da çıkacak PCR testini geliştiren firmalarla maddi ilişki içinde olduğu (çıkar ihtilafı 2) bu çalışmayı tam 24 saat içerisinde değerlendirip yayına verererek tarihe geçiyor.

Kasım ayı içerisinde, Corman-Drosten Çalışması olarak bilinen bu yayınla ilgili 10 hayati hatayı ortaya koyarak, dergiden yayını acilen geri çekmelerini talep eden 22 uzmanın değerlendirmesini buradan okuyabilirsiniz.

Çeşitli uluslardan bir araya gelerek bu tarihi fiyaskoyu (bilimsel sahtekarlık olarak okuyunuz) açığa çıkaran ekibin değerlendirme ve bulguları doğruysa, bunun implikasyonları korkunç demektir. Zira WHO’nun ucuz, hızlı ve güvenli diye dünya genelinde ülkelere kullanmak üzere önerdiği ve bugün kullanımdaki kitlerin %70’inin sahip olduğu protokol Drosten’ınki. 

Özetlersek;

  • Bugüne kadar kimse SARS-CoV-2 virüsünü gerçek manada gösterilebilmiş değil,
  • Tüm dünyada uygulamaya konulan pandemi tedbirlerinin dayandırıldığı pozitif vaka sayısını üretimeye yarayan test protokolünün geliştiricisi Prof. Christian Drosten bilimsel sahtekarlık ve dolandırıcılık suçlaması ile dava edilmek üzere.
  • Prof. Drosten gibi Türkiye’de de henüz virüsün adı konulmadan ve mevcudiyeti ispatlanmadan test kiti geliştirdiğini kabul ve ikrar etmiş uzmanlar var.
  • Gen bankasına kayıtlı dizilimler üzerinden hayali virüs için bilgisayar marifetiyle oluşturulmuş genetik materyalin yalnız çok küçük ve hemen tüm canlılarda olan bölümleri üzerinden arama yapılıyor,
  • Drosten tarafından geliştirilen protokolde aramanın kaç devirde sonlandırılacağı da belirtilmediğinden bu rakam 40-45’lere kadar çıkıp hiçbir geçerliliği olmayan yanlış pozitifler üretiyor ve üretilen bu yanlış-pozitifler üzerinden sahte ve gerçekte olmayan bir salgın varmış gibi gösteriliyor,
  • Bu yalanlar salgını sürerken de insanlık yeni dünya düzenine kademe kademe geçiriliyor.

Ve şimdi Alman avukat Reiner Fuellmich ve ekibi tarafından Prof. Christian Drosten ve WHO’ya karşı dava açılmaya hazırlanıyor

Bizde ise, Anadolu Ajansı’ndan Yeşim Sert Karaaslanın 08 Nisan 2020 tarihli haberinden öğrendiğimize göre, Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Daire Başkanı ve Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Selçuk Kılıç daha Ocak ayının ilk haftasından, Çin’in ancak 12 Ocak’ta tam genom bilgisini dünya ile paylaştığı yeni “virüs” için tanı kiti geliştirmeye başlamış. Kiminle? Bioeksen firması ile. 

Bir kamu/özel işbirliği harikası olan “yerli kit”lerimizin geliştiricisi firma yetkilileri ve sayın bilim kurulu üyemize sormak isteriz: Virüs izolasyonu veya genom bilgisi olmadan yepyeni, daha öncekilere hiç benzemeyen tuhaf belirtilere yol açtığı iddia edilen gizemli bir virüs için tanı kiti nasıl geliştirilebiliyor? Hatta Prof. Drosten ile birlikte yerli uzmanlarımızın cevaplaması gereken soruları şu şekilde genişletebiliriz de:

  • Prof. Drosten ve Prof. Kılıç, kendilerine (daha sonra) Çinli virologlar tarafından açıklanmış gen sekansları üzerine inşa ettikleri test prosedürüne geçmeden önce, bu genetik kodların virüs kökenli olup olmadığını kontrol etmişler midir yoksa Çin tarafından sağlanan bilgi hiçbir kontrolden geçmeden doğru mu kabul edilmiştir?
  • Ortaya çıkardıkları test kitlerinde tanımlanmış gen sekanslarının virüs kökenli olup olmadığını kontrol için bilimsel metodolojinin olmazsa olmaz kuralı olan kontrol deneyi yürütmüşler midir yoksa bu kural çiğnenmiş midir?
  • Bu yetkililer, yeni tip virüse ait olduğunu öne sürdükleri ancak virüsün kendisini gösteremedikleri şu durumda, elde etmiş oldukları gen sekanslarının bitkiler de dahil olmak üzere her canlının metabolizmal süreçlerinin doğal bir parçası olarak üretilen ve hastalık sürecinde bu üretimin hızlandığı da bilinen kendi genlerimize ait dizilimler olup olmadığını anlayacak şekilde kontrol deneyi yürütmüşler midir?
  • Prof. Drosten’ın 10 geni olduğu belirtilen koronavirüsün sadece 2 genindeki oldukça kısıtlı bölümleri saptamaya yarayan test prosedürüne bakarak, aktif ve hastalık yapan bütün bir virüsün mevcudiyeti anlaşılabilir mi? Prof. Kılıç’ın geliştirmiş olduğu test kitinin ise Temmuz ayında ortaya çıktığı üzere sadece tek gen üzerinden çalıştığını ve sayın uzmanımızın aynı zamanda devletin koronavirüs bilim kurulunda yer aldığını hatırlarsak, bilimsel olarak izahı mümkün olmayan bu durumun Sağlık Bakanlığı tarafından nasıl onay verilerek hayata geçirilebilmiş olduğunu sormak ve acilen kamu erişimine açık hale getirmeleri gereken Prof. Kılıç ve ekibine ait bilimsel yayınları (tabii varsa) bizzat incelemek isteriz.

WHO’nun Mart’ta pandemi ilanı ile birlikte ülkelere “Test, test, test!” emri vermesi üzerine bu şekilde daha virüsün yüzü bile görülmeden hazırlanmış tanı kitleri ile işe koyulan uzmanlarımız, birileri (doğruluğu ve güvenilirliği bir o kadar şaibeli) bir başka “uluslararası” test kiti ile karşılaştırıp yerli kitimizin “doğruluğunu” %40 olarak tespit edince (belli ki yeterince pozitif vaka üretemiyor diye) Sn. Selçuk Kılıç, Türkiye’de 20 Temmuz itibarıyla yapılmış toplam 4 milyon 273 bin 377 test sonra görevinden alınıyor. Koronavirüs bilim kurulunda da yer almakta olan profesörümüzün, tanı kitini üreten firma ile doğrudan maddi ilişkisi olup olmadığı herhalde Sağlık Bakanlığı’nca değerlendirilmiş, Alman avukat sn. Fuellmich gibi tüketici haklarını savunacak Türk avukatlar da bilimsel geçerliliği olmayan ve yanılma payı bunca yüksek bir kitin daha ilk başta gerekli kontrollerini yapmayarak kullanımına onay vermiş Sağlık Bakanlığı ile birlikte, 7 ay boyunca bu kusurlu testi kullanımda tutarak 4 milyonu aşkın uygulamadan dolayı haksız kazanç sağlamış kişi, kurum ve kuruluşlar hakkında hukuki işlemlerin başlatılması için harekete geçmiştir?  

İşte Prof. Dr. Selçuk Kılıç’ın basın organlarınca kamuya servis edilen açıklamaları:

 

 

 

KAYNAK

TÜRKİYE CUMHURİYETİ SAĞLIK BAKANLIĞI’NA SESLENİYORUZ

Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Aykut Özkul, Erciyes Üniversitesi’nden Prof. Dr. Aykut Özdarendeli ve Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Dairesi Eski Başkanı Prof. Dr. Selçuk Kılıç‘ın virüs izolasyonuna dair yapmış oldukları akademik yayınların bilimsel geçerliliğinin sınanabilmesi için Sağlık Bakanlığı tarafından ivedilikle kamuoyuyla paylaşılması gerekmekte, resmi kurumlarımızın basit bir soruya sadece yarım günde verilebilecek cevap için 30 günlük resmi yanıt verme süresinin dolmasını bekleme ve soruya tehditkar biçimde soru ile yanıt verme taktiğine başvurmamaları gerekmektedir.

Saygılarımızla.

Okumaya Devam Et

Tıpta Dolandırıcılık ve Hile: Virüs Nerede?

Tıpta Dolandırıcılık ve Hile: Virüs Nerede?

“1 devir olmuş 10 olmuş 40 olmuş, hiç mühim değil. PCR testinde devir sayısının da bir anlamı yok, zira ortada virüsün mevcudiyetine dair kanıt yok!” – Prof. Dr. Stefano Scoglio 

Evet, bu defa İspanya’dayız ve Amerika Birleşik Devletleri’nden Dr. Andrew Kaufman ile İtalya’dan Prof. Scoglio’nun farklı kulvarlardan gidip aynı sonuca ulaştıkları konuda, bu uzmanların görüş ve açıklamalarını teyit eder nitelikteki bulgularıyla söz Prof. Jesús García Blanca’da.

Hilekarlık Artık İspatlı: PCR, SARS-CoV-2 tespitine yaramıyor

242. Sayı – Kasım 2020

Covid-19’a atfedilen hastalık ve ölümlere yol açtığından şüphelenilen SARS-Cov-2’yi tespit için kullanılan PCR’lardaki gen dizilimleri, bizzat insan genomundaki düzinelerce dizilimle eşleştiği gibi, yüze yakın mikropta da bulunuyor. Ve bunlara primerler, yani taşıdıkları iddia edilen “genom”dan rastgele alınmış geniş bölümler ile “hedef genler” denilen ve bu “yeni koronavirüs”e özel olduğu iddia edilen dizilimler de dahil. Testin hiçbir hükmü yok ve bugüne kadar çıkan “pozitif”lerin mutlaka bilimsel bakımdan geçersiz ilan edilerek testi alanlara durumun iletilmesi, hayatını kaybetmiş olanların da ailelerine bu bildirimin yapılması gerekir. Zira dünyanın PCR konusunda en önde gelen isimlerinden Stephen Bustin bile, uygun koşullarda PCR ile sonucu pozitif çıkmayacak kimsenin olmadığını ifade ediyor!

Mart’tan bu yana sizleri uyarıyoruz: sizde var mı yok mu anlamak için baktığınız virüsün bileşenleri nedir, neye benzemektedir bilmeden, buna özel test filan geliştiremezsiniz. Virüsün bileşenlerinin neye benzediğini de o virüsü bulup, diğer her şeyden ayrı olarak tek başına ortaya koymadan (saflaştırma/izolasyon) bilebilmenizin imkanı yok. Biz de bu süreçte SARS-CoV-2 denilen virüsün kimse tarafından izole edilmemiş olduğuna ve hatta geçtiğimiz haftaki sayımızda açıkladığımız nedenlerden dolayı böyle bir şeyin (virüs izolasyonu) mümkün de olmadığına dair kanıtları biriktirmeye devam ediyoruz. (Lütfen –www.dsalud.com- sitesinden “Patojenik virüs diye bir şey olduğunu ispat edebilir misiniz?” başlıklı yazımızı okuyunuz). 

Bu raporda da RT-PCR testinin, SARS-CoV-2 denilen şeyi değil, insana ait RNA parçacıkları ile çok sayıda mikropça da taşınmakta olan RNA fragmanlarını bulmakta olduğuna dair yeni verileri sunuyoruz. RT-PCR’ın çok sayıda kurum/kuruluş, WHO ya da CDC gibi resmi ve idari birimler ve dünyada otorite olarak kabul edilen Dr. Stephen Bustin gibi uzmanlarca da kabul edilen türlü problemlerine değinmiş, Bustin’in, çıkan sonuçların yorumlanmasında kullanılacak kriter seçimindeki rastgeleliği de, cihaza yaptırılacak devir sayısı seçimini de tamamen saçma olarak nitelendirdiğinden, çünkü bu şekilde kimi test ederseniz edin pozitif çıkma ihtimali doğurduğundan bahsetmiştik. Bu raporla da, var olduğu iddia edilen SARS-CoV-2 virüsü ve WHO’nun RT-PCR kullanımına dair yönerge ve protokolleri üzerine yapılmış özel bir araştırmanın sonuçlarının yanısıra, geri kalan tüm “insan koronavirüsleri” için toplanmış verileri de sizlerle paylaşmak istiyoruz.

İnsan koronavirüsü” olarak kayda geçen virüslerin yedisinin de izolasyonu gerçekleştirilmemiş!

Araştırmalarımız sonucu ortaya çıkan bulgu ise fazlasıyla ciddi: “İnsan koronavirüsü” olarak kayda geçen virüslerin yedisinin de izolasyonu gerçekleştirilmemiş ve bunları tetkik için kullanılan PCR’lerdeki primerlerin gen dizilimlerinin tamamı ile, virüs genomuna ait diye sunulan genetik fragmanların büyük kısmı bizzat insan genomunun farklı yerlerinde bulunan, ayrıca isimlerini vereceğimiz şu bakteri ve arkelerin genomunda da mevcut olan dizilimler çıkmıştır: Shwanella marina JCM, Dialister succinatiphilus, Lactobacillus porcine, Lactobacillus manihotivorans, Leptospira sarikeiensis, Bizionia echini, Sanguibacteroides justesenil, Bacteroides massiliensis, Lacinutrix venerupis, Moraxella bovis, Leptospira saintgironsiae, Winogradskyella undariae, Acetobacterium puteale, Chryseobacterium hispanicum, Paenibacillius koleovorans, Tamiana fuccidanivorans, Fontibacillua panacisegetis, Ru bacter ruber , Skemania piniformis, Chryseobacterium shigense, Caloramator peoteoclasticus, Cellulosilyticum ruminicola, Nitrosopumilius evryensis ve daha niceleri. Bizi bu umulmadık sonuca götüren araştırmayı şimdi sizlere adım adım açıklayacağız.

Koronavirüslerinin herhangi bir tanesi izole edilmiş mi?

Nisan ayının birinci yarısında gerçekleştirdiğimiz ilk incelemede SARS-CoV-2’nin izole edilmemiş olduğunu fark edip, izolasyon yaptıklarını öne sürenlerin ise bunu önceki “insan koronavirüsleri”ne ait “izolat”lara dayanarak ileri sürmekte olduklarını görünce, bahsi geçen bu önceki virüs izolatlarına ait literatürü, iddiaların doğruluğunu sınamak için mercek altına almaya karar verdik. İncelediğimiz insan koronavirüsleri şunlar: 229E (1965’te izole edilmiş olduğu öne sürülmekte), OC43 (1967), SARS-CoV (2003), NL63 (2004), HKU1 (2005) ve MERSCoV (2012). Elde ettiğimiz sonuçlar ise şu şekilde:

Koronavirüs 229E. 

Referans yayın: Dorothy Hamre and John Procknow. A new virus isolated from the human respiratory Tract. Proceedings of the Society for Experimental Biology and Medicine, 121: 1: 190-193. January 1, 1966. 

Bu yazarlar, kullanmış oldukları ‘Kompleman Fiksasyonu’* denilen izolasyon metodundan bahsederken başka yayınlara atıfta bulunmuş olduklarından, metodu anlamak için verdikleri atıflardan birine baktık: Janet W. Hartley et al. Complement Fixation and tissue culture assay for mouse leukaemia viruses PNAS, 53(5): 931-938, May 1965. Antijen-antikor reaksiyonundan hareketle bu ikiliden herhangi birini tespite yarayan, ancak tedavülden kalkmış bir prosedür bu. Burada, yeni virüs olarak lanse edilen yapının antijenleri aranıyor, ancak daha önce de açıkladığımız gibi, bunun için denklemde bulunması gereken virüse-özel antikorlar virüsle ilk defa karşılaşılıyorsa zaten ortada yoktur. 

*Kompleman Fiksasyonu: İng. Complement Fixation. Antijen ve antikorun karşılıklı etkileşimi ile komplemanın aktive oluşu ve antijen-antikor kompleksine bağlanışı; kompleman bağlanması; kompleman tespiti

Koronavirüs OC43. 

Referans yayın: Paul Lee. Molecular epidemiology of human coronavirus OC43 in Hong Kong. Thesis for the Department of Microbiology, University of Hong Kong, August 2007. The HKU Scholars Hub. 

Bu yayında, kültürlerden alınıp virüs RNA’sıdır diye ortaya konmuş yapının virüsten geldiğini gösterir hiçbir kanıt bulunmamakta. Deneyde kullanılan QIAamp kiti adlı cihaz miyarları**, inhibitörleri ve kirleticileri temizliyor temizlemesine, ancak yapamadığı şey, çıkan RNA’nın nereden geldiğini belirlemek. Ve deneyde kontrol düzeneği de kullanılmamış. Ardından ise PCR ile büyültülüp, virüs genetik bilgisi olduğu varsayımı (!) ile dizilimi ortaya konmuş. Ve yayın yazarın, mevzubahis şey bir “virüs”müş gibi, bu intibaı verecek şekilde (halbuki tamamen ispatsız) mutasyonlardan, yeniden kombinasyonlara gitmelerden, genotiplerden, moleküler evolüsyondan, suşlardan ve viroloji jargonu içeren diğer şeylerden bahisle yaptığı spekülasyonlar ile son buluyor.  

**Miyar: İng. Reagent. Bir maddenin varlığını ya da niteliğini belirleme amacıyla çözeltiye ilave edilen madde; miyar; ayıraç

SARS-CoV Koronavirüsü.

Referans yayın: J. S. M. Peiris and others. Coronavirus as a possible cause of SARS. Lancet 361: 1319-25, April 2003.

Yayında pürifikasyonun sözü edilmiyor. Filtrasyon veya santrifüjlemenin bahsi dahi geçmiyor. Söylenen tek şey virüslerin, iki hastaya ait nazofarengeal aspiratlar ile akciğer biyopsilerinin yavru maymundan alınmış karaciğer hücrelerinde oluşturmuş kültürden izole edilmiş olduğu. Kontrol olarak kullanılan herhangi bir düzenek yine yok. Bir tek bir “sitopatik etki”den [hücre yapısında değişiklik, bozulma] bahsediliyor, o da virüse atfediliyor, varlığı bilinen virüs ve retrovirüslere PCR ile baktık ve bir sonuç elde edemedik deniyor. En sonunda bir RT-PCR’a girişiliyor, bunda da “rasgele seçilmiş inisiyatörler” [başlatıcılar] kullanılıyor ve “kaynağı bilinmeyen” [neye ait olduğu, nereden geldiği belli olmayan] bir gen dizilimi saptanıyor. Bununla ilgili olarak da, “koronavirüs ailesi ile zayıf bir homoloji” [benzeşme] tespit ediliyor. Sonra bu gen dizilimi için primerler hazırlıyorlar ve test etitkleri 44 SARS hastasından yalnız 22’si pozitif çıkıyor.

Koronavirüs NL63. 

Referans yayın: Lia van der Hock and others. Identification of a new human coronavirus. Nature Medicine, 10, 4 April 2004. 

Yazarlar şöyle diyor: “Kimliği bilinmeyen patojenlerin neye ait olduğunu moleküler biyoloji gereçleri ile bulmak zor, zira hedef dizilimin ne olduğu bilinmediğinden PCR’ye özel inisiyatörler  de [başlatıcılar] hazırlanamıyor.”

Burada VIDISCA adlı kendi geliştirmiş oldukları ve dizilimin ne olduğunu bilmeye gerek bırakmadığını iddia ettikleri bir gereç kullanmışlar! Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Yapılan şey tam olarak nedir, bir bakalım: Önce kültür hazırlanıyor ve görülen “sitopatik etki”ye dayanılarak ortamda virüs olduğuna kanaat getiriliyor. Bu metodun getirdiği yenilik şu; nükleik asit moleküllerini mutlaka aynı uzunlukta olacak şekilde belirli yerlerinden kesen ve ismine “kısıtlama enzimleri” [restriction enzymes] denilen bir tür enzim kullanıyorlar. Bu enzimlere maruz bırakıldıktan sonra ortaya çok sayıda aynı veya oldukça benzeşen DNA veya RNA bölümleri çıkıyorsa, o zaman bu virüsten gelmiştir diyorlar. Burada da, canlı konağın genomu olsa birbirine benzemeyen dizilimde fragmanların ortaya çıkması lazım ama virüs öyle değil, virüs kendini kopyalayarak çoğaldığından birbirinin aynı dizilim parçaları görülüyorsa, bu olsa olsa virüs kaynaklıdır mantığı güdüyorlar. Peki ama bu çıkarım doğru mu? Elbette değil! Bu varsayım (ki ortada bir virüs olduğu varsayımının üzerine yapılmış ikinci varsayımdır bu), “virüs benzeri partiküller”, “retrovirüs benzeri partiküller”, “endojen retrovirüsler”, “eksozomlar”, “vücut hücrelerinin dışında kalan alanlardaki” partiküller ve hatta mitokondriyel DNA mevcudiyetini hiç hesaba katmamakta. “Virüs”lerle aynı kapasitede üreme özelliği gösteren dünya kadar partikül bulunmakta ve bunlar enzimle kesildikten sonra ortaya çıkarmış oldukları birbirinin aynı kopyalarla testte yanıltıcı sonuç çıkmasına neden olabilir. VIDISCA’da kullanılan teknikle ilgili kaleme alınmış “Enhanced bioinformatic proSling of VIDISCA libraries for virus detection and Discovery” başlıklı makalede de bahsini ettiğimiz bu açık ele alınmaktadır. Virus Research (Virüs Araştırmaları) dergisinin 2 Nisan 2019 tarihli 263. sayısında Cormac M. Kinsella et al. tarafından kaleme alınmış makalede geçen şu ifadeyle de bu gerçek kabul edilmektedir: “VIDISCA insert’ünde konağın sağladığı arkaplan nükleik asitten fazlası, ‘virüs benzeri’ karakteristikleri olması (yani mitokondriyel DNA’da olduğu gibi fazla sayıda kopya üretebilme yeteneği) haricinde, beklememektedir.”

Koronavirüs HKU1. 

Referans yayın: Patrick C. Y. Woo and others. Characterisation and Complete Genome Sequence of a Novel Coronavirus, Coronavirus HKU1, from Patients with Pneumonia. Journal of Virology, 79, 2, January 2005. 

İnanılır gibi değil ama makale şu sözlerle açılıyor: “Solunum yolları enfeksiyonlarından mustarip hastalar üzerinde bugüne kadar yürütülmüş yoğun ve detaylı araştırmalara rağmen, hastaların önemli bir bölümünde mikrobiyolojik bir nedene rastlanmamıştır. RNA, saf hale getirilmemiş kültürlerden çıkarılmaktadır.” Ve burada da koronavirüs genlerinin bulunduğu bir PCR kullanılıyor. Sekanslama (gen diziliminin oluşturulması) için familya, domain, fonksiyonel yerleşkelere göre düzenlenmiş iki protein veritabanı -PFAM and INterProScan- ile birlikte, nükleotidlerin nasıl birleşmesi gerektiği üzerine “tahmin” yürütmede kullanılan iki de bilgisayar programından yararlanılıyor. Yayında şu ifadeler de geçiyor: “Genler tarafımızdan manuel olarak bir araya getirilip sekanlanslanmış olup, ardından da virüs genomuna ait dizilime son halini vermek üzere düzeltme yapılmıştır [editing].” Ve bu çalışmada da herhangi bir kontrol düzeneği görmüyoruz.  

MERS-CoV Coronavirus. 

Referans yayın: Ali Moh Zaki and others. Isolation of a Novel Coronavirus from a Man with Pneumonia in Saudi Arabia. The New England Journal of Medicine, 367:19, November 2012. 

Genetik materyal, High Puré Viral Nucleic Acid Kit adlı bir gereçle doğrudan kültür üst fazı ve balgam numunesinden ekstrakte edilip ardından da farklı PCR’larla, bilinen türlü mikroorganizmalarla eşleşiyor mu diye bakılıyor. Pürifikasyon yapıldığına dair bir bildirim göremiyoruz yayında ve kontrol düzeneği yine yok

Kısacası, daha ilk koronavirüslerden itibaren (ve “virüs” olduğu öne sürülen diğer diğer pekçoğu için de) yapılmış olan şey şu: Enfekte olduğu varsayılan (her ne “sitopatik etki” gözlemleniyorsa bunun bir tek virüs mevcudiyetine bağlı oluşabileceği varsayılıyor) dokular kültürlenip ya buradan birtakım proteinler elde ediliyor ve hiçbir teste filan tabi tutulmadan “virüs antijenleri” ilan ediliyorlar ve sonra bu “antijenler” olur da doku kültürlerinde de çıkarsa [burada tespit edilirse] bunu da “izolasyon”dan sayıyorlar veyahut da, virüse ait olduğu önkabulüyle kültürden birtakım nükleik asit fragmanları çıkarılıyor [ekstraksiyon].    

Bir önceki sayıda yer verdiğimiz makaleden hatırlayacağınız gibi, Dr. Stefan Lanka’ya göre bu “sitopatik etki” denilen şey esasında bizzat kültürün içine sokulduğu koşullardan kaynaklanmakta. Bu durum, Andrea Németh ve arkadaşlarının 15 Ağustos 2017 tarihinde Nature dergisinde yayına giren Antibiyotik uygulamasına bağlı olarak açığa çıkan, yüzeyle ilintili DNA’ya sahip küçük ekstraselüler [hücredışı] veziküller (eksozomlar) başlıklı yayınlarında da tanımlanmış durumda.  

Antibiotic-induced release of small extracellular vesicles (exosomes) with surface-associated DNA (https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5557920/pdf/41598_2017_Article_8392.pdf)

Burada açıklandığına göre, laboratuvar deneyi [in-vitro deney] yapılırken hücre kültürüne dışarıdan eklenen bazı maddeler, örneğin antibiyotikler, oluşturduğu stresle daha önce kültürde varlığı saptanmayan yeni birtakım gen dizilimlerinin ortaya çıkmasına neden olabilmekte. Bu durumun, 1983’te Nobel ödülünü kabul konuşmasında bizzat Dr. Barbara McClintock tarafından da dile getirilmiş olduğunu hatırlatalım. 

https://www.nobelprize.org/uploads/2018/06/mcclintocklecture.pdf

İşin özü şu ki, İNSANA AİT KORONAVİRÜS OLARAK ADDEDİLEN YEDİ VİRÜS DE GERÇEKTE İZOLE EDİLMEMİŞTİR. Birbirlerinden tek farkları kullanılan laboratuvar prosedür ve teknikleridir, ki bunlar da gitgide daha sofistike hale gelmiş, ancak bu sofistikasyon daha doğru sonuçlar elde etmek olarak değil, kanma ve kandırmacaya daha müsait bir zemin oluşturma olarak tezahür etmiş, bu durum SARS-CoV-2 diye bir şeyin kağıt üzerinde yoktan var edilmesi, resmen icat edilmesi ile doruk noktasına ulaşmıştır. 

Böyle bir virüs izole filan edilmemişse, buradan çıkacak sonuç bittabii ki bu tür “koronavirüsler”in herhangi bir hastalığın sorumlusu olarak gösterilemeyeceğidir. Dahası, bahsi geçen “virüsler”e ait olduğu öne sürülen yapı ve bölümler (nükleik asitler veya proteinler) üzerinden düzenlenmiş her ne tür test düzeneği olursa olsun hiçbir şekilde ne “enfeksiyon testi” olma vasfına ne de “tanı testi” olma hükmüne sahiptirler.

YANITSIZ KALAN SORULARA YENİLERİ EKLENİYOR 

Önceki sayıda, SARS-CoV-2 “virüs”ünü izole ettiklerinden bahseden bilimsel yayınların yazarlarına yöneltilmiş sorulara gelen yanıtların derlemesini sunmuştuk. Bu yazarlar virüs için “saflaştırma” prosesinin yapılmamış olduğunu kabul ve ikrarla, esasen virüsün izole de edilmemiş olduğunu kabul etmiş oldular. Ve şimdi bu kanıtlara bir yenisini daha ekliyoruz: Farklı ülkelerin resmi yetkililerince (siyasi idare ve sağlık bakanlıkları nezdinde) SARS-CoV-2 izolasyonu ve pürifikasyonuna [saflaştırma] dair sorgulamalara verilmiş yanıtlar.  

James McCumiskey’den –Son Tezgah: Biyomedikal Paradigma (The Latest Conspiracy: The Biomedical Paradigm) kitabının yazarı- öğrendiğimize göre, İrlanda Milli Virüs Referans Laboratuvarı konuyla ilgili Dublin Üniversitesi‘nden bilgi istiyor, üniversite ise “talebe cevaben verebilecekleri bir kaydın bulunmadığı” yanıtını veriyor. Laboratuvarın hukuki hizmetler birimi direktörü ısrarcı olunca üniversitenin yanıtı şu oluyor: “Üniversite olarak, akademik konuların Bilgi Edinme Hakkı Kanunu gereğince sorgulamaya tabi tutulamayacağı görüşündeyiz.” Milli Virüs Referans Laboratuvarı’nın yapmış olduğu bilgi talebinden şunu anlıyoruz ki, üniversite SARS-CoV-2’yi izole etmiş ve buradan kültürlemeye gitmiş değil. Kabul ve ifade ettikleri tek durum, “diagnostik numunelerde SARS-CoV-2 RNA’sı saptanmış” olması.  

22 Haziran’da bir grup uzman benzer bir sorgulamayı doğrudan İngiltere başbakanı Boris Johnson‘a yapmıştı. Mektupta imzası olanlardan Dr. Kevin Corbett (Imperial College’da akademisyen) ve Piers Corbyn (mühendis, bağımsız araştırmacı) ile o dönemde yaptığımız söyleşiyi de yayımlamıştık. Bunun dışındaki imza sahipleri ise David Crowe, Dr. Andrew Kaufman, Edinburgh’da biyoloji profesörü Roger Watson ile kimyager David Rasnick idi. Bu isimler ortak sorgularına hala bir yanıt alabilmiş değiller! 

Benzer bir başka sorgu, bu defa Kanada’nın Milli Araştırmalar Konseyi’ne yapışmış ve aldıkları cevap şu: “MAK’deki kayıtlar bütünüyle incelenememiş olduğundan üzülerek bildirmek istiyoruz ki, talebinize cevap olabilecek yayın bulunamamıştır.

Buna Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Avustralya, Almanya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nde ‘Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’ çerçevesinde benzer sorgulamalarda bulunmuş iki gazeteciyi de eklememiz lazım, zira 5 Eylül itibariyle on iki resmi kurum yapılmış başvuruya yanıt vermiş durumda ve hepsi de aynı şeyi söylüyor; ellerinde Covid 19’a yol açmış olması lazım gelen virüsün izolasyonunu tarif eden çalışma kaydı yok. Sorulara verilen resmi yanıtların detayları şuradan görülebilir: https://www.fluoridefreepeel.ca/u-k-dept-of-health-and-social-care-has-no-record-ofcovid-19-virus-isolation/ 

DÜZMECE GENOMUN ÇIKIŞ NOKTASI NERESİ

Bu durumda kendimize sorduğumuz soru şu oldu: Tıbbi yayınlarda bahsi edilen gen dizilimleri -iddia edildiği gibi- yeni birtakım virüslere ait değilse, nereden çıkmış olabilirler? Bu sorunun cevabını bulmak için de, verili gen dizilimini Birleşik Devletler’in Milli Sağlık Enstitüleri’nde kayıtlı tüm dizilimlerle kıyaslamamıza olanak verecek bir ‘dizilim sırası arama gereci’ olan Basic Local Alignment Search Tool (BLAST) adlı bir bilgisayar programı kullandık. (ABD’nin milli sağlık enstitüleri kamusal erişime açık olup şuradan sorgulama yapılabiliyor: https://blast.ncbi.nlm.nih.gov/Blast.cgi.)  Neyi nasıl yaptığımızı burada sizlere adım adım anlatacağız ki, okurlarımız da girip aratsın ve sonuçların sağlamasını yapabilsin. 

Önce WHO’nun internet sitesinde o zaman gösterilmekte olan protokollerde tanımlı PCR inisiyatörlerinin [başlatıcılar] hepsini topladık:  

– Çin CDC’sinin protokolü: hedef olarak ORF1ab ve N genlerini kullanıyor.

– Fransa’nın Pastör Enstitüsü’ne (Pasteur Institute) ait protokol: RdRP geninin iki fragmanını kullanıyor (RdRP geninin SARS-CoV-2’ye özel bir gen olduğu iddiası var). 

– Birleşik Devletler CDC’sinin protokolü: N geninden üç fragman (parça, bölüm) kullanıyor. 

– Japonya’nın Milli Enfeksiyon Hastalıklar Enstitüsünün protokolü: Diğer koronavirüsler ile ortak olduğu öne sürülen diğer genlerin yanırısa, hedef olarak S genini kullanan tek protokol bu.  

– Charite Protokolü (Almanya): E, N ve RdRP genlerini kullanıyor. 

Hong Kong Üniversitesi‘nin Protokolü: ORF1b-nsp14 ve N genini kullanıyor.

– Tayland Milli Sağlık Enstitüsü protokolü: N genini kullanıyor.

Ardından BLAST programına primerlerin dizilimlerini (aranan dizilimin başı ve arama yönüne göre de sonunu gösteren sekanstır bu) girdik ve bunları hem mikrop hem de insan genomlarının toplamından oluşan iki veritabanında arattık.

SARS-COV-2’DİR DENİLEN SEKANSLAR HEM İNSAN HEM DE MİKROP GENOMUNDA OLAN SEKANSLAR!

Fransızların protokolündeki inisiyatörlerden örnekle, prosedürün nasıl işlediğinin ayrıntısına girelim. İnternetten BLAST programının sitesine girdikten sonra, mikrobiyel genom veritabanında arama yapmak için Microbes’u seçtik ve sonraki sayfaya geçtik. Sonra, ekrana gelen formda ilgili yere, Fransızların protokolünün düz inisiyatörüne ait dizilimi (ATGAGCTTAGTCCTGTG) girdik. Yakınen benzeşen (“highly similar”) dizilimler seçeneğini işaretledik ve BLAST tuşuna batık. Birkaç saniyede sonuçlar ekrandaydı, ekran görüntüsünü aldık (1 no’lu resim) ve kimliği %100 bilinen mikropların gen dizilimlerinden oluşan ve girdiğimiz hedef dizilim ile %77 ila %100 oranında örtüşen 100 adet mikroba -bilhassa bakteri ve arkeye- ait gen dizilimi çıktı karşımıza.  

Buradan tekrar ana sayfaya geçip, bu defa da İnsan (Human) seçeneğini işaretleyip aynı dizilimi insan genomunda arattık ve birkaç saniyede ekrana gelen sonuçların yine ekran görüntüsünü (2 no’lu resim) aldık. Meğer bu gen diziliminin %66 ila %100 oranları arasında eşleştiği ve bilinirliği %100 olan tam 74 dizilim varmış insan genomunda. 

SARS-CoV-2’ye özeldir denilen bu PCR başlangıç primeri, insan genlerindeki 74 kısımla örtüştüğü yetmiyormuş gibi, mikrop genlerine ait fragmanların da 100’üyle çakışıyor!

Bir de testen yazıldığındaki (bitiş) primeri (CTCCCTTTGTGTGTGT) için aynı işlemi tekrarladığımızda sonuçlar benzer çıktı.

Bunlar oldukça kısa dizilimler (sekans) olduğundan (topu topu yirmi kadar genetik harf yahut nükleotidden oluşuyorlar), bir kez daha arama yapalım ama bu sefer bu iki primerle başlayıp biten hedef sekansa (yani SARS-CoV-2’ye ait olduğu iddia edilen genomun, başta ve sonda bulunan bu iki primer arasında kalan bölümüne) bakalım istedik. Bunu yapabilmek için de haliyle, resmi makamlarca “SARS-CoV-2 genomu” ilan edilmiş dizilime ihtiyacımız var. Biz bu virüsü izole ettik ve sekansladık diye ortaya çıkan binlerce laboratuvar var (ki önceki raporlarda açıkladığımız gibi asılsız iddialardır bunlar), ancak biz Milli Biyoteknoloji Bilişim Merkezi’nin internet sitesini (https://www.ncbi.nlm.nih.gov/nuccore/NC_045512.2? report=genbank&to=29903) tercih ettik. Siteye girdiğimizde “hedef dizilim”i bulduk; “genom”un 12,690 ve 12,797 konumları arasında kalan 108 nükleotidlik bir fragmandı bu: ATGAGCTTAGTCCTGTTGCACTACGACAGATGTTGTGCCGGTACACAAACTGCTTGCACTGATGACAATGCGTTAGCTTACAACAACAAAGGGAG

Bu defa da bu dizilimle yukarıda anlattığımız işlem basamaklarını aynen tekrar ettiğimizde sonuç yine şaşırtıcıydı, zira mikrop genlerinden %100 eşleşme gösteren yüz adet dizilim de burada çıktı, yanında da insan genomundan %83 ila %95’lik benzeşme oranı ile dört dizilim bulduk. Bundaki eşleşme sayısı daha az evet, fakat burada önemli olan, SARS-CoV-2 diye servis edilen “hedef dizilim”e ait bölümleri istikrarlı şekilde hem mikroplarda hem de kendi genomumuzda buluyor olmamız.

Hayretler içerisinde, bari bir de bu virüsün en belirgin ve kati genidir denilen ve zarf proteinlerinin üretiminden sorumlu olduğu öne sürülen, yeri 26,245 ve 26,472 konumları arasındaki bölüm olan E genini girip aratalım diye düşündük. Bahsi geçen E geni şu: ATGTACTCATTCGTTTCGGAAGAGACAGGTACTACGTTAATAGTTAATAGCGTACTTCTCTTGCTTTCGTGGTATTCTTGCTAGTTACACTAGCCATCCTGCTTCGATTGTGCGTACTGCTGCAATATTGTTAACGTGAGTCTTGTAAAACCTTTACGTTTACTCGTGTTAAAATCTGAATTCTTCTAGAGTTCG ATTCTGGTCTAA.

Aynı işlemler üzerinden bu geni arattığımızda sonuç daha da şaşırtıcı oldu. Bunca uzun bir dizilim olmasına rağmen kimliği %100 tanımlanabilen 100 adet mikrop sekansı da bununla eşleşti, üstüne de %80 ila %100’lük eşleşme oranıyla insan genomuna ait 10 dizilim bulundu. Rastgele aldığımız bir gen bölümünden yine benzer sonuç aldık, ayrıca bir de SARS-CoV-2 nükleokapsidinin proteinlerine karşılık geliyor dedikleri N genine baktığımızda da yine benzer eşleşmeler gördük.

Son olarak bir de şu hücre içine girmede kilit roldeki yapısal “spike” proteinlerini yapıyor, o bakımdan da SARS-CoV-2’nin en spesifik genidir dedikleri S genini test edelim dedik. Bu, 21,563. ve 25,384. konumlar arasındaki 3821 nükleotidden oluşan çok daha uzun bir dizilim olduğundan iki yerden rastgele seçtiğimi bölümlerini alıp arattık ve arattığımız ilk bölüm (TTGGCAAAATTCAAGACTCACTTTC) bir diğer 100 mikrop geni sekansı ile 93 de insan gen sekansına karşılık geldi, ikinci bölüm (CTTGCTGCTACTAAATGCAGAGTGT) de mikrobiyel gen sekanslarından 100’ü ile isan gen sekanslarının 90’ıyla eşleşti. 

S genini hedef dizilim olarak kullanan tek ülke olduğundan Japon Protokolü’nün inisiyatörleriyle araştırmamızı sonlandıralım istedik ve okuyucunun çoktan tahmin etmiş olacağı üzere bunda da oldukça yakın sonuçlar elde ettik: mikroplara ait gen dizilimlerinden 100’ü ile, aidiyet oranı %94.12 ila %100 arasında değişen, insana ait 93 gen dizilimi ile örtüşme!

SONUÇ 

Tüm bu anlattıklarımızdan çıkarımlanacak sonuç gayet açık: SARS-CoV-2 TESPİTİ YAPMADA KULLANILACAK GEÇERLİ TEST YOK DÜNYADA; ne antikor veya antijen testi ne de RT-PCR. S1 diye geçen spike proteinini kodladığı iddia edilen gen üzerinden çalışanları da dahil ettik. Yani bu tam olarak şu demek: TÜM BU “VAKA”, “ENFEKTE İNSAN”, “HASTA”, “ASEMPTOMATİK” YAHUT “COVID-19 ÖLÜMÜ” SAYI VE İSTATİSTİKLERİNİN HİÇBİR BİLİMSEL TEMELİ YOK VE TÜM “POZİTİFLER” DE HATALI POZİTİF. Bu bilginin insanlara bir an evvel verilmesi, sorumluların da kanun önünde hesap vermesi lazım. 

Bu bölümü kapatırken, WHO’nun bile bu testlere itimadının olmadığını eklemek istiyoruz. Bunun için 11 Eylül’de SARS-CoV-2 laboratuvar kılavuzu olarak yayımladıkları belgeye bakmak kafi (Diagnostic tests for SARS-CoV-2https://apps.who.int/iris/rest/bitstreams/1302661/ retrieve). Sayfa 5’te aynen şu söyleniyor: “Şüpheli aktif enfeksiyon vakaları mümkün mertebe RT-PCR gibi bir nükleik asit amplifikasyon testi (NAAT) ile test edilmelidir. NAAT testlerindeki hedef gen SARS-CoV-2 genomundan olmalıdır, lakin şu anda dünyada SARS-CoV-1 dolaşımı sözkonusu olmadığından, hedef olarak bir Sarbekovirüs dizilimi de (aralarında SARS-CoV-1 ve SARS-CoV-2 de olmak üzere insan ve hayvan koronavirüslerinden en az beşini ihtiva ettiği düşünülen virüs dizilimi) kullanılabilir.” Yani WHO, SARS-CoV-2 tetkiki için non-spesifik dizilim kullanımını onaylıyor. 

Sırf bu da değil, kılavuzda daha sonra deniyor ki, “Optimal teşhis, SARS-CoV-2 için genomdan bağımsız en az iki hedefin tanımlı olduğu bir NAAT testi ile yapılmalı, ancak hastalık bulaşının yaygın olduğu yerlerde teşhis için basit bir ‘tek hedefli’ algoritma da kullanılabilir.”

WHO kılavuzunda göre , “Bir veya iki negatif sonuç alınmış olması SARS-CoV-2 enfeksiyonu olmadığı anlamına gelmez. Enfekte bir bireyde sonucun negatif çıkmasına neden olabilecek çok sayıda faktör vardır, bunlar arasında örneğin alınan numunenin düşük kalitede olması, geç aşamada alınmış olması, düzgün muhafaza edilmemesi yahut testle ilgili virüsün mutasyona uğraması veya PCR inhibasyonu gibi teknik nedenler sayılabilir.”

Soruyoruz. Bu ülkenin hakimleri savcıları harekete geçmek için ne bekliyor?

Jesus Garcia Blanca 

Not: Yazar, bilimsel makale taraması ve BLAST programı ile girişilen ziyadesiyle ayrıntılı ve emek isteyen çalışmalardaki sabrı ve yardımları için Juan Pedro Aparicio Alcaraz’a teşekkür eder.

Raporun yayımlandığı adres: https://www.dsalud.com/revistas/numero-242-noviembre-2020/

Okumaya Devam Et

Sansürlenmeye Çalışılan Maske Deneyi

Sansürlenmeye Çalışılan Maske Deneyi

Yayına girmesi dünyanın en büyük üç tıp dergisi tarafından engellenmeye çalışılan Danimarka çalışması Kasım itibariyle Annals of Internal Medicine dergisinde yerini almış bulunuyor.  

Özellikleri:

  • Tıbbın altın standart olarak belirlediği randomize kontrollü deney olması
  • Maskenin gerçek yaşam koşullarında COVID-19’a karşı etkinliğini değerlendiren ilk ve şu ana kadar tek çalışma olması
  • 2020 mart ayı itibariyle alelacele literatüre doluşturuluveren kalitesiz, ağır kusurlu, gözleme yahut matematik modellemeye dayalı maske çalışmalarının aksine, COVID-19’a yol açtığı iddia edilen Sars-CoV-2 virüsü özelinde yapılmış ilk, en büyük katılımlı ve prospektif (ileriye dönük) maske deneyi olması
  • Kanadalı bilimadamı Denis G. Rancourt’un detaylı analiziyle ortaya koyduğu gibi, maskenin viral enfeksiyon riskine etkisini çalışmış diğer tüm randomize deneylerde ortaya çıkan sonucu, yani maskenin enfeksiyon riskini istatistiki olarak manalı bir oranda azaltmadığı sonucu ile birebir örtüşüyor olması
  • Hayatı kilit alma operasyonalrının simgesi olarak toplumlara dayatılmakta olan ve beraberinde türlü sağlık sorunlarını da getiren maske takma dayatmasının bilimsel temelden yoksun olduğunu göstermesi.

Bu çalışmayı yayımlamayı bilinmeyen nedenlerle reddeden, ancak maske ile ilgili sene başından beri yapılmış her yayını tüm kusurlarına rağmen derhal yayımlamış, Hidroksiklorokin ilacı üzerine düzenlenmiş ancak sahte olduğu daha sonradan alaşılarak geri çekilmek zorunda kalınmış en az 2 klinik deneyin yayımcısı The Lancet, NEJM gibi dergilerin yanısıra, elbette ilaç endüstrisinin ABD’deki kalesi JAMA (Amerikan Tabipler Birliği Dergisi), bugüne kadar COVID-19 ve maske kullanımı üzerine yapılmış en önemli çalışmanın aylarca kamuoyundan saklanmasına aracılık etmiş oluyorlar.

Çalışma metni, bulgular, rakamlar incelendiğinde sonuç gayet net ve ortada olmasına rağmen, “aşı bilimi”nden aşina olduğumuz üzere, çalışmalarını yayımlatabilmek için yazarların sonuç bölümünde bazı kelime oyunlarına başvurmak, matematik ve mantığa aykırı da olsa resmi bilim ulemasının onayını alabilmek için maske kullanımının enfeksiyonu aynı anda hem arttığı hem azalttığı gibi söylemlere başvurmak zorunda kalmaları ise dikkat çekici. 

Deneyde, 6000’in üzerinde katılımcı iki gruba ayrılarak, bir gruba toplum içinde maske taktırılıyor, diğer grup (çalışmanın düzenlendiği Nisan ayında Danimarka’da zaten halka maske takmaları yönünde bir tavsiyede bulunulmamış olduğundan) her zamanki gibi maskesiz yaşamlarına devam ediyorlar.

Deneyin başında antikor testi, PCR ve doktor muayenesi yöntemleri ile tüm katılımcıların COVID-19 enfeksiyonu olmadığı teyit ediliyor ve 1 aylık süre sonunda testler yeniden gerçekleştirilerek katılımcıların kaçta kaçının COVID-19 pozitif olduğuna bakılıyor. Maske takmış ve takmamış iki grup arasında belirgin bir fark oluşup oluşmadığı üzerinden de, maskenin bu “virüs”e karşı etkinliği anlaşılmaya çalışılıyor.

Sonuç:

“Maske takmanın COVID-19 ile ilgili alınan resmi halk sağlığı tedbirleri arasında olmadığı ve maske takmanın toplumda yaygın bir pratik de olmadığı bir ortamda halk arasında yürüttüğümüz ve rastgele atanmış kontrol grubu ile kıyaslamanın yapılmakta olduğu bu deney, ev haricinde toplum arasına karışıldığı zamanlarda cerrahi maske takmanın, maske takmamaya göre SARS-CoV-2 enfeksiyonu insidansında istatistiksel öneme sahip bir azalma yaratmadığını göstermiştir.”

Özetle maske takmak, tıpkı viral enfeksiyonlarda maske takmanın önleyiciliğini araştırmış diğer randomize kontrollü yayınların çıkardığı sonuç gibi, “Sars-CoV-2 virüsü”ne karşı da herhangi bir koruyucu etkiye sahip değil.

Bu deneyle bilinen gerçekler bir kez daha teyit edilmiş, bugüne kadar neden her sene gribal enfeksiyonlara karşı kimsenin maske takmamış olduğunu yeniden hatırlatmış oluyor.

Gözden kaçmaması gereken bir diğer önemli sonuç da, deney süresince takibi yapılan kişiler arasında %98-99’unun bizzat bağışıklık sisteminin kendilerini “virüs”ten koruyarak, test sonuçlarının negatif çıkmış olması.

Sansürlenmek istenen gerçekler, özetle bunlar.

https://www.acpjournals.org/doi/10.7326/M20-6817

 

 

 

 

Okumaya Devam Et