Yayına girmesi dünyanın en büyük üç tıp dergisi tarafından engellenmeye çalışılan Danimarka çalışması Kasım itibariyle Annals of Internal Medicine dergisinde yerini almış bulunuyor.
Özellikleri:
Tıbbın altın standart olarak belirlediği randomize kontrollü deney olması
Maskenin gerçek yaşam koşullarında COVID-19’a karşı etkinliğini değerlendiren ilk ve şu ana kadar tek çalışma olması
2020 mart ayı itibariyle alelacele literatüre doluşturuluveren kalitesiz, ağır kusurlu, gözleme yahut matematik modellemeye dayalı maske çalışmalarının aksine, COVID-19’a yol açtığı iddia edilen Sars-CoV-2 virüsü özelinde yapılmış ilk, en büyük katılımlı ve prospektif (ileriye dönük) maske deneyi olması
Kanadalı bilimadamı Denis G. Rancourt’un detaylı analiziyle ortaya koyduğu gibi, maskenin viral enfeksiyon riskine etkisini çalışmış diğer tüm randomize deneylerde ortaya çıkan sonucu, yani maskenin enfeksiyon riskini istatistiki olarak manalı bir oranda azaltmadığı sonucu ile birebir örtüşüyor olması
Hayatı kilit alma operasyonalrının simgesi olarak toplumlara dayatılmakta olan ve beraberinde türlü sağlık sorunlarını da getiren maske takma dayatmasının bilimsel temelden yoksun olduğunu göstermesi.
Bu çalışmayı yayımlamayı bilinmeyen nedenlerle reddeden, ancak maske ile ilgili sene başından beri yapılmış her yayını tüm kusurlarına rağmen derhal yayımlamış, Hidroksiklorokin ilacı üzerine düzenlenmiş ancak sahte olduğu daha sonradan alaşılarak geri çekilmek zorunda kalınmış en az 2 klinik deneyin yayımcısı The Lancet, NEJM gibi dergilerin yanısıra, elbette ilaç endüstrisinin ABD’deki kalesi JAMA (Amerikan Tabipler Birliği Dergisi), bugüne kadar COVID-19 ve maske kullanımı üzerine yapılmış en önemli çalışmanın aylarca kamuoyundan saklanmasına aracılık etmiş oluyorlar.
Çalışma metni, bulgular, rakamlar incelendiğinde sonuç gayet net ve ortada olmasına rağmen, “aşı bilimi”nden aşina olduğumuz üzere, çalışmalarını yayımlatabilmek için yazarların sonuç bölümünde bazı kelime oyunlarına başvurmak, matematik ve mantığa aykırı da olsa resmi bilim ulemasının onayını alabilmek için maske kullanımının enfeksiyonu aynı anda hem arttığı hem azalttığı gibi söylemlere başvurmak zorunda kalmaları ise dikkat çekici.
Deneyde, 6000’in üzerinde katılımcı iki gruba ayrılarak, bir gruba toplum içinde maske taktırılıyor, diğer grup (çalışmanın düzenlendiği Nisan ayında Danimarka’da zaten halka maske takmaları yönünde bir tavsiyede bulunulmamış olduğundan) her zamanki gibi maskesiz yaşamlarına devam ediyorlar.
Deneyin başında antikor testi, PCR ve doktor muayenesi yöntemleri ile tüm katılımcıların COVID-19 enfeksiyonu olmadığı teyit ediliyor ve 1 aylık süre sonunda testler yeniden gerçekleştirilerek katılımcıların kaçta kaçının COVID-19 pozitif olduğuna bakılıyor. Maske takmış ve takmamış iki grup arasında belirgin bir fark oluşup oluşmadığı üzerinden de, maskenin bu “virüs”e karşı etkinliği anlaşılmaya çalışılıyor.
Sonuç:
Özetle maske takmak, tıpkı viral enfeksiyonlarda maske takmanın önleyiciliğini araştırmış diğer randomize kontrollü yayınların çıkardığı sonuç gibi, “Sars-CoV-2 virüsü”ne karşı da herhangi bir koruyucu etkiye sahip değil.
Bu deneyle bilinen gerçekler bir kez daha teyit edilmiş, bugüne kadar neden her sene gribal enfeksiyonlara karşı kimsenin maske takmamış olduğunu yeniden hatırlatmış oluyor.
Gözden kaçmaması gereken bir diğer önemli sonuç da, deney süresince takibi yapılan kişiler arasında %98-99’unun bizzat bağışıklık sisteminin kendilerini “virüs”ten koruyarak, test sonuçlarının negatif çıkmış olması.
Bir önceki yazımda size araştırdığım, etkilendiğim, bilgilendiğim kaynakları paylaşacağımdan bahsetmiştim. Sözlerine, araştırmalarına, çalışmalarına...
Portekiz’de görülen bir davada mahkemenin aldığı karar bildirgesinde, PCR testi sonuçlarına çeşitli nedenlerle güvenilemeyeceği ve sırf PCR testi sonucuna dayanılarak insanların karantina gerekçesiyle dolaşım özgürlüklerinin engellenemeyeceği ifade edildi.
Yapılan açıklamada Jaafar ve ark.’nın 2020 yılına ait bilimsel çalışmalarına atıfta bulunularak, testin çıkaracağı sonucun cihazın çalıştırıldığı devir sayısına ve numunedeki viral yüke bağlı olarak değişeceği vurgulanarak, buradan hareketle şunlar söyleniyor:
Mahkeme ayrıca, Portekiz’de yapılmakta olan PCR testlerindeki devir sayısının bilinmediğini de ifade ediyor.
Türkiye’de kullanımda olan PCR testlerinin marka, hazırlanma tarihi, üretildiği ülke, yapılan devir sayısı ve testlerde hangi gen dizilimlerinin kullanıldığı yönünde kamuoyuna yapılmış bir bilgilendirme bulunmamaktadır.
Davaya konu olan karantina uygulaması, ülkeye turist olarak gelen dört kişiden birinde PCR testinin pozitif çıkması üzerinde, bölge sağlık müdürlüğünce kişilerin otelde alıkonulması şeklinde cereyan ediyor.
Mahkemenin, Bölge Sağlık Müdürlüğü’nün aldığı sağlık tedbiri kararını bozma gerekçesi ise şöyle:
Bu noktada PCR’ın icat edilme nedeni ve asıl işlevinin, genetik materyal kopyalamak ve çoğaltmak olduğu unutulmamalıdır. Bu cihaz tıbbi tanı ve tetkik amacıyla kullanıma uygun değildir.
Bir önceki yazımda size araştırdığım, etkilendiğim, bilgilendiğim kaynakları paylaşacağımdan bahsetmiştim. Sözlerine, araştırmalarına, çalışmalarına...
Kanadanın önde gelen başarılı patologu, aynı zamanda Covid19 test kitlerini de üreten şirketin CEOsu Dr. Roger Hodkinson, bir görüşme sırasında Alberta’daki hükümet yetkililerine, mevcut koronavirüs krizi için “şüphesiz halk üzerinde şimdiye kadar yapılmış en büyük aldatmaca” şeklinde konuştu.
Kendisinin de viroloji uzmanı olduğuna dikkat çeken Hodkinson, COVID testleri üreten bir biyoteknoloji şirketinin CEO’su olarak, duruma oldukça vâkıf olduğunu belirtti. Hodkinson , “Medya ve politikacılar tarafından yönlendirilen tamamen temelsiz bir kamu korkutmacası var; bu çok çirkin ve şüphesiz bir halk üzerinde şimdiye kadar yapılmış en büyük aldatmacadır” dedi.
Doktor, virüsün yayılmasını durdurmak için yaşlı ve savunmasız insanları korumaktan başka hiçbir şey yapılamayacağını, fakat yapılanın ilaçlarla oynanan bir siyaset olup, bunun çok tehlikeli bir oyun olduğunu söyledi.
Sosyal mesafe faydasızdır.
Hodkinson sosyal mesafenin faydasız olduğunubelirterek, kısıtlamaların, kapatmaların neden olduğu hasarı önlemek için bunların derhal iptal edilmesi çağrısında bulundu.
Hodkinson ayrıca zorunlu tutulan maske kullanımının tamamen anlamsız olduğunu söyledi.
“Maskeler hiçbir işe yaramaz. Etkinlikleri konusunda hiçbir kanıt yok ”
Kağıt maskeler ve kumaş maskeler sadece semboliktir. Çoğu zaman etkili bir şekilde giyilmezler bile. Bu tamamen saçma. Bu eğitimsiz insanları görmek – bunu aşağılayıcı bir anlamda söylemiyorum – bu insanların yüzlerine maske takmak için herhangi bir bilgisi olmadan sadece söylenene itaat eden lemmingler (kemirici bir hayvan) gibi dolaştığını görmek gibi. “
Doktor ayrıca, “pozitif test sonuçlarının klinik bir enfeksiyon anlamına gelmediğini” ve artık testlerin durdurulması gerektiğini, çünkü yanlış sayıların “kamusal paniğe yol açtığını” belirterek, PCR testlerinin güvenilmezliğini de eleştirdi.
Hodkinson, Alberta eyaletinde 65 yaşın altındaki insanlar için ölüm riskinin “üç yüz binde bir” olduğunu ve bazı doktorların anlamsız söylemleri yüzünden toplumu bu denli kısıtlamanın “çirkin” olduğunu söyledi
Dr. Hodkinson , “Bu durum bu seviyelere ulaştığı için kesinlikle öfkeliyim, bu uygulamalar yarından tezi yok durmalı” dedi.
Bir önceki yazımda size araştırdığım, etkilendiğim, bilgilendiğim kaynakları paylaşacağımdan bahsetmiştim. Sözlerine, araştırmalarına, çalışmalarına...
UMUMİ HIFZIZZULÜM 1-Dik durup hakkı haykıranları tenzih ederim ama memlekette doktor ve hukukçular uyumayı bırakın ayakta horlamaya devam ediyor.Ancak bu makam ve menfaat kaygısıyla sessiz kalıp Corona zulmüne ses çıkart(a)mayanlar unutmasınlar bu zulüm er geç onları...
Prof.Dr.Mehmet Köksal'ın twitter hesabındaki yazı dizisinden alıntıdır: Değerli @MetinGnday Hocamın talebesi olarak, Hocamdan öğrendiklerim çerçevesinde korona salgını dolayısıyla alınan tedbirleri bir kez daha ele alalım (Yanlışım olursa Hocam @MetinGnday beni...
İnsanının yaşama hakkı ve vücut bütünlüğü en temel haklardan olup, bu konuda İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başta olmak üzere birçok uluslararası düzenleme ve iç hukuk düzenlemesi mevcuttur. İç hukukumuzda bu konuda en önemli düzenleme olan Anayasanın 17/2 maddesi...
Kök hücre çalışmalarıyla tanınan ve 2018 yılında Nobel Tıp Ödülü’ne aday gösterilen Prof. Dr. Setfano Scoglio, araştırmaları sonucu COVID-19 olarak bilinen hastalık tablosuna yol açtığı iddia edilen SARS-CoV-2 isimli virüsün ne bugüne kadar izole edilerek tanımının ve ispatının yapılmış olduğunu, dolayısıyla bu virüse atfedilen gen dizilimlerinin kaynağı belli olmadığından doğruluklarının sorgulanması gerektiğini; ne de acil durum için kullanımına hükümetlerce onay verilmiş, ancak esasen sadece laboratuvar araştırmalarında kullanımı onaylı PCR test cihazlarının validasyonu bulunduğu ve teşhis amaçlı kullanılamayacak bu cihazların kalibrasyon ve kullanımı ile ilgili oldukça sorunlu yönler bulunduğu gerekçesiyle, İtalyan mahkemelerinde devlete karşı dava açtıklarını bildirmekte.
Mahkemeye sundukları iddianamenin İngilizceye tercümesinden sizler için aktarıyoruz:
COVID-19 için geliştirilmiş sürüntü testleri hakkında açılan dava konusu:
İmza sahipleri:
1) Enfeksiyon Hastalıkları ve Viroloji uzmanı, Dr. Fabio Franchi, Nanopatolojiler üzerine uzman Dr. Antonietta Gatti, eczacı ve nanopatoloji uzmanı Stefano Montanari ve 2018 Nobel Tıp Ödülü adaylarından bilimadamı Prof. Stefano Scoglio’nun ortak açıklaması:
Sürüntü testlerinin verdiği sonuçlar hiçbir şekilde güvenilir değildir ve buradan elde edilecek verilerin olağanüstü hal uygulamalarının devamı, bireysel ve toplu karantina uygulamaları, bireysel özgürlüklere getirilen kısıtlamalar ve hayatı kilit altına alma kararları, okullardan işyerlerine ve hatta aile içi ilişkilere kadar vardırılan müdahale ve kısıtlamalara gerekçe olarak kullanılmasının kesinlikle hiçbir bilimsel temeli bulunmamaktadır.”
2) Prof. Stefano Scoglio’nun önderliğinde, COVID 19 sürüntü testleri üzerine yapılmış en kapsamlı çalışma: “COVID-19 sürüntü testleri %95 hatalı pozitif vermekte: İtalyan Milli Sağlık Enstitüsü tarafından onaylı bilgi.”
3) Yukarıda bahsi geçen uzmanların özellikle vurguladıkları noktalar:
a) Avrupa Komisyonu ve İtalyan Milli Sağlık Enstitüsü’nden elde edilen belgelere göre, Avrupa’da 16 Mayıs 2020 itibariyle kullanımda olan 78 çeşit sürüntü testi var; hepsi ruhsatsız, herhangi bir değerlendirme veya validasyona da tabi tutulmamışlar.
b) Aynı dokümanlardan elde edilen bilgiye göre, bu sürüntü testlerinin birçoğunda, taşıdıkları gen dizilimleri (sekansları) deklare edilmiş / açıklanmış değil.
c) Amerikan CDC’sinin ve AB Komisyonu Covid Çalışma grubunun bildirimlerine göre ise Covid-19’a yol açtığı öne sürülmekte olan SARS-Cov2 virüsü şu ana kadar izolasyonu gerçekleştirilerek gösterilmiş veya fiziksel ve kimyasal özellikleri tanımlanmış değildir.
d) Gen dizilimi için model olarak kullanılan patojenik sıvılarda ne bir virüs titrasyonu ne de kuantifikasyonu yapılmış olduğundan, buradan, o sıvılar dahilinde milyarlarca virüs benzeri partikülün (insan organizmasında doğal olarak bulunan ve patojenik özellik taşımayan ekstraselüler veziküller dahil) bulunduğu anlaşılabilir.
Bu da şu ana kadar virüs için ortaya konulmuş spesifik bir marker olmadığı, bu yüzden herhangi bir standardın oluşturulamadığı bu sürüntü testlerinin de güvenilirlikten yoksun olduğu anlamına gelir.
e) Şu an kullanımdaki 100’ü aşkın sürüntü testinin hepsi de, Avrupa Birliği’nin tıbbi cihazların kullanımını düzenleyen 1997 tarihli yasasının yükümlülüklerinden muaf tutulmuştur.
f) Buna ilaveten bu testler, 2017’de taslağı düzenlenmiş ve ancak Mayıs 2020’de yürürlüğe girecek yeni Avrupa standardına da tabi değiller.
g) Yasal düzenlemelerdeki bu boşluk nedeniyle üretici firmalar kontrolsüzce ürünlerini piyasaya sürebilmektedir. Bu da, bu testlerin düzgün çalışmasını garantileyecek standartlara göre imal edilip edilmediklerinin bilinmediği anlamına gelmektedir.
h) Virüsün sürekli mahiyette mutasyona uğradığını gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Virüs mutasyon geçirmeye devam ettiği takdirde sürüntü testlerinin işlevini otomatikman yitireceği gerçeği de bizzat sağlık otoritelerince kabul ve ikrar edilmiş durumdadır.
i) GISAID veritabanında SARS-COV-2 virüsü için girilmiş 150.000 farklı dizilim var; Nisan’da bu sayı 70.000’di şu an 150.000 ve gitgide de artıyor bu sayı, zira sürekli yeni mutasyonlar tespit ediliyor, bu da kullanımdaki sürüntü testlerini tamamen geçersiz kılıyor. Ekte, Dr. Scoglio’nun bu elzem konudaki analizi sunulmuştur.
Piyasadaki testlerin mevzuata uygun olduğu ve doğru ölçüm yapabildiği kabul edilse dahi, güncel mutasyonları içermediklerinden, çıkardıkları sonucun hiçbir anlamı kalmamaktadır.
j) RT-PCR sürüntü testlerinin metodolojisi ile ilgili de büyük problem bulunmakta. PCR testi konusunda alanın önde gelen uzmanlarınca vurgulandığı üzere, bu metodolojinin düzgün işlemesi, yapılan devir sayısının 20 ila 30 arasında kalmasına bağlı olup, cihazın 35 devri asla aşmaması gerekmektedir. 35 devirlik bu eşik değerin üzerinde, PCR cihazı rastgele sekanslar (gen dizilimleri) yaratmaya başlamaktadır. Ekte sunduğumuz dokümanlardan anlaşılacağı gibi, yürürlükteki testlerin hemen hepsi 35-40 devirlik ortalamanın üstünde çalıştırılmakta olup verdikleri sonuçlar tamamen geçersizdir, hatalı pozitif üretmektedirler.
k) İtalyan Milli Sağlık Enstitüsü’ne ait bir dokümanda yazdığı üzere, sürüntü testlerinin etkinliği 3 faktöre dayanmakta:
Hassasiyet: jenerik RNA varlığını tespit edebilme yeteneği
Spesifite: Hangi virüs sözkonusu ise bir tek onun RNA’sını ayırt etme, saptama yeteneği
Prevalans: Popülasyonda viral hastalığın varlığı, gösterdiği yayılım.
Prevalans ne kadar yüksekse, dolaşımda o kadar çok virüs var demektir, testle bulması da o kadar olası olacaktır. Bugüne değin İtalya’da gözlemlenen prevalans, bu rakam gerçek pandemilerde nüfusun %30’larını bulabilecekken, şu ana kadar bu virüs için %0.1 olarak gerçekleşmiştir. Bu oran 10 kat artsa dahi, hala testin ölçebilirliği bakımından olması gereken alt eşik değerin altında kalmaktadır. Bu konudaki uluslararası otorite olan FIND’ın ISS’den alınan tablosuna göre, İtalya’daki sürüntü testleri ortalama olarak şu an %85 – %90 arası hatalı pozitif vermektedir.
Esas itibariyle, farinjiyal veya nazal COVID-19 sürüntü testlerinin HİÇBİR DİYAGNOSTİK DEĞERİ BULUNMAMAKTADIR.
DEĞERLENDİRMEYE ALINMASI GEREKEN NOKTALAR
A) Son birkaç aydır sözkonusu sürüntü testleri baz alınarak medyadan aşağıdaki konularda ALARM VERİCİ BİRTAKIM VERİLER kamuoyuna servis edilmektedir:
B) Bu testlerin sonuçları baz alınarak BİRTAKIM TEDBİR KARARLARI alınmaktadır:
1) Karantina tedabirleri uygulanmak suretiyle kişisel özgürlükler kısıtlanmakta; 2) Ülkenin milli sınırları dahilinde ve bölgeler arasında seyahat ve dolaşım özgürlüğü kısıtlanmakta; 3) Ülke sınırlarından içeri giriş veya bölgeler arası geçişler kısıtlanmakta; 4) Tüm bu tedbirler ülke ekonomisine ağır kayıplar yaşatırken ve halkın sırtına da büyük yük binmektedir.
C) Bu testlere dayanılarak alınan kararlarla yine aşağıdaki alanlarda olumsuzluklar ve hak ihlalleri yaşanmaktadır:
1) eğitim-öğrenim hakkı; 2) halk sağlığı hizmetlerine erişim ve faydalanma hakkı; 3) kreş anaokullarına erişim hakkı; 4) işe gitme ve çalışma hakkı; 5) özel finansal inisiyatifte bulunma özgürlüğü. Tüm bu sayılanların İtalyan ekonomisine ağır etkileri olmuş, başta küçük ve orta ölçek işletmeler olmak üzere ülkede üretim faaliyetleri düzeltilemez biçimde yara almıştır. İş sahipleri kadar çalışanlar da doğrudan veya dolaylı olarak olağanüstü maddi ve manevi kayıplara uğramış, ayrıca biyolojik olarak da olumsuz etkilenmiş, tüm popülasyonda özellikle anksiyete ve korku inanılmaz üst seviyelere çıkmıştır.
Yukarıda belirtilen faktörler ve gerçekler ışığında, aşağıda ismi geçen tarafların talepleri şunlardır: Mahkeme, sunulan kanıtlar incelenmek suretiyle gerekli soruşturmayı yürüterek, kriminal ve kanuna aykırı yapılmış işleri uygulayanlar hakkında işlem yapılması için harekete geçmelidir.
Dünya genelinde onbinlerce, hatta belki yüzbinlerce doktor, hemşire ve diğer pek çok sağlık profesyoneli, kontrollerindeki basın aracılığıyla COVID hakkında asılsız ve yanlış bilgiyi yayma azmindeki ülke yönetimlerinin propagandasıyla mücadele için adım atmış durumda.
Tıp camiasının ağırlık kısmı belli ki COVID “pandemisi” ve devletlerin COVID tedbiri olarak sürdürdüğü uygulamaların COVID’in kendisinden daha fazla zarar verici olduğu konusunda hemfikir.
Bu doktorların hemen hepsi şu an, COVID’in her sene kış döneminde görülen sıradan gripten daha ağır olmadığı ve COVID tespiti için kullanımı öngörülen PCR testinin güvenilirlikten yoksun olduğu konusunda yine hemfikir.
Geriye, belki de insanlığın dünya yüzündeki akıbetini belirleyecek şu sorunun cevabını bulmak kalıyor: Acaba insanların çoğunluğu devlet eliyle seçilmiş ve kurumsal medya tarafından ekranlara mıhlanmış ünvan sahibi ancak hekimlikle alakası bulunmayan bürokratların yalanları yerine, hasta gören ve COVID’in ne olduğunu ne olmadığını çoktan çözmüş gerçek hekimlerin sözlerine kulak verecek mi?
Bu doktorlar ve tıp profesyonelleri devletlerin idari kademeleri ve ellerindeki kurumsal basın ve bunların da işbirlikçisi Büyük Sosyal Medya Tekeli tarafından sansürlenmekte, itibarları ve sonunda da kariyerleri yok edilmekte.
COVID’in her şeyden önce bir BİLGİ SAVAŞI olduğu unutulmamalı. Bu yüzden insanların, ilaç sanayisinin milyarlarca dolarla besleyerek yayın politikalarını ve program içeriklerini tamamen ele geçirmiş olduğu televizyon, gazete ve radyo kanallarını kapatıp, internet ortamındaki gerçek bilgiyi temizleme operasyonu finish çizgisine ulaşmadan önce konuyu mutlaka bizzat araştırmaları gerekmekte.
‘Hakikati Savunan Doktorlar’ Grubu Hollanda Devletini Dava Ediyor
Hollanda’nın ‘Hakikati Savunan Doktorlar’ grubunun kurucusu Dr. Elke De Klerk, bundan kısa süre önce bir araya geldiği meslekdaşları ile birlikte yaptıkları basın açıklamasında, Hollanda devletini yarattığı olağanüstü zararlardan ötürü, almış oldukları COVID tedbir kararları dolayısıyla dava ettiklerini bildirdi.
Dr. De Klerk şunları söyledi:
Ortada tıbben bir pandemi veya epidemi durumu bulunmadığını ifade etmek isterim. Ayrıca kanaatimizce COVID-19 A listesinden indirilmelidir, zira bunun sıradan bir grip virüsü olduğunu artık biliyoruz.
Değinmek istediğim bir diğer nokta da, Hollanda devletine karşı çok geniş bir grup doktor ve daha da geniş bir grup hemşire ile birlikte (şu an 87 bin hemşire ile irtibatımız bulunmakta), bizler için hazırlanmakta olan aşıyı istemeyen sağlıkçılar olarak dava hazırlığında olduğumuzdur.
Ortadaki paniğin müsebbibi hatalı pozitif veren PCR testleridir. Bu testlerin %84 ila %94’ü hatalı pozitif vermektedir. Kişide COVID-19 var mı yok mu, bunu gösteren testler değil bunlar.
Hekimlerin bu teste bakmayı bırakması lazım. Gelin hep birlikte kliniğe ve hakikatlere dönelim.
Dr. Elke De Klerk
Şimdi gelin Dr. De Klerk ve meslektaşlarının açıklamalarını Türkçe altyazılı olarak izleyelim.
Dünya Doktorlar Birliği’nin 10 Ekim 2020 tarihinde Berlin’de düzenlenen 2. toplantısında söz alan konuklar:
Oturum Başkanı, Dr. Heiko Schöning
Dr. Elke De Klerk, Hollandalı Aile Hekimi, “Gerçeği Savunan Doktorlar” Derneği Kurucusu
Dr. Mikael Nordfors, İsveçli Tıp Doktoru, Yazar ve Siyasi Reformcu
Prof.Dr. Dolores Cahill, Moleküler Biyoloji ve İmmünoloji Profesörü, İrlanda