Kelime mânâsı ‘temel hakikat’ olarak anlaşılması îcab eden ‘santral dogma’dan ilk defa 1957’de DNA’nın helezonî yapısını keşfeden Francis Crick bahsetmiş. Gencecik yaşında DNA’nın yapısını çözmek için maruz kaldığı radyasyon sebebi ile kanserden ölen Rosalind Franklin’in çekmiş olduğu meşhur fotoğraf 51’e ulaşmak sureti ile Crick ve James Watson’ın Nobel almış olmalarını ise ancak satır aralarında görebilirsiniz (2).
Santral dogma tabiri ile basitçe, bilgiden (DNA) bir aracı (Messenger=peygamber RNA) vasıtası ile protein elde edilmesi, proteinden geri dönülemeyeceği, ancak RNA’dan tekrar DNA elde edilebileceği ifade edilmekdedir (Şekil 1) (2).
Bugün klinikde her gün kullanabildiğimiz ve fazla maliyetli olmayan genetik teknolojilerin gelişdirilmesi 1984’de başlatılan ve ancak 2003’de bitirilen ‘İnsan Genom Projesi’ ile elde edilmişdir. O dönemde insan DNA’sında 80-140 bin gen olduğu tahmin edilirken, sadece 22 bin gen bulunmuş olması çok şaşırtıcı olmuşdu (3). Bir meyve sineğinde bile 9000 gen vardı yahu. Bulunan ilk monogenik (tek gen) hastalığı ise Türk hastalığı da denilen MEFV geni bozukluğuna bağlı Ailevî Akdeniz Ateşi idi. Bugün keşfedilmiş, sadece immün yetmezlik genleri 480’e ulaşmış durumdadır.
Burada dikkatinizi ‘Gen-ome’ bütün gen kelimesine vermelisiniz, exome bütün ekson, virome bütün virüsler, proteome bütün proteinler, transcriptome bütün santral dogma ürünleri anlamına gelmekdedir (3). Yani kâinattaki canlılık ile alakalı bütün moleküler bilgiler incelenmekde ve veritabanlarına yerleşdirilmekdedir. Bu veritabanlarının ihata etdiği bilgiyi sıradan insanların kavramasına imkan yokdur. Merak edenler kaynağı inceleyebilir, mesela insan birinci kromozomunda 5091 gen, 1416 psödogen ve bunlardan üretilen 11288 protein olduğu bilgisine hemen ulaşabilirsiniz (4).
Şimdi arkanıza yaslanın ve düşünün, eskiden saat tamircileri klasik saatleri tamamen sökerek mekanizmanın nasıl çalışdığını tesbit edip sorunu hallederlerdi, youtube’dan görebilirsiniz.
İşte genlerin ve ilgili parçaların ne işe yaradığını ecnebilerin ‘experiment of nature’ dedikleri primer immün yetmezlik hastalarının bozuk genlerini tesbit ederek büyük oranda anlaşılmaya başlanmışdır. Bu genlerin bozukluğu bilhassa akraba evliliğinin yaygın olduğu toplumlarda sık görülmekdedir. Bu evliliklerin mahsulü olan bebeklere genetik ve immünolojik çorba olan aşıların yapılması bozuk genin fonksiyonunu ve ilgili olduğu moleküler mekanizmaların anlaşılmasının temin etmekdedir, bir çeşit in vivo deney yapılmakdadır yani.
Bu durumda, nihai hedef olan ‘ölümsüzlüğün’ çaresini bulmak için kabaca santral dogmanın son elemanı olan transkriptomu çözmek ve yeniden düzenleyebilmek kalıyor.
Daha 2017’de bir mRNA firması müdürü açıkça ‘We are actually hacking the software of life, yani hayatın yazılımını hackliyoruz’ demişdi (5).
Bir nanobot olarak apoferritin molekülü içine yerleşdirilen bir mRNA ve belki başka bir parça, mesela lusiferaz ile, ve bu nanobotun milyarlarca insana uygulanmasının temin edilmesi ile yapılabilir mi? Bingo!
Optogenetik, magnetogenetik, sıvı kristalleşme ile hücreye uzakdan kumanda edilmesi ise başka bir yazı konusudur….
Gelelim işin dînî ve felsefî cephesine….
İnsanlar bilim putuna değil fıtrat icabı Allah’a inanmaya ve güvenmeye meyyaldir. Şeytan ve tarafdarları ise işte o fıtratı bozarak bezm-i elestte insana secde etmeyecekleri ve onu sapıttıracaklarına dair sözlerini yerine getirmek için çalışmakdadır. Bunu yapmak için de ellerindeki en mühim fıtrat bozucu immün sistemi ve endoteli allak bullak eden, kronik enflamasyona yol açan ‘pig gelatin’ gibi maddeler ihtiva eden aşılardır… Kalp gözü açık olmayanların görememesini de cenabı Allah ayetleri ile bize bildiriyor; onlar görmezler, duymazlar.
Fıtrat demişken aklıma geldi; Diyanetin (!) yayınına göre ‘Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar’. Daha anasının memesini emmemiş bebeye aşı yapmak şeytan ve tarafdarlarından başka kimin aklına gelir?
Aşılar hakkında senelerdir Allah rızası için efkâr-ı umûmîye dilim döndüğünce bilgiler vermeye gayret ediyorum. ‘Aşı Felsefesi’, ‘Genetik Çorba’ ve virüsler hakkında naçizâne yazmak istediğimi belirtmişdim (6). Bu yazı ile beraber ‘Zayıflatılmış mikrob’ yazımı da hasseten okumanızı arzu ederim.
COVID aşılarının yan etkileri konusunda fakirden daha yetkin kişilerin bilgilerine müracaaat edilebilir (7).
Daha evvel ki tesbitlerimizi güncelliğine ve isabetliliğine istinaden hatırlatıp devam edelim; Toplum bağışıklığı (herd immunity), 1933’de otuz yıl boyunca bu konu üzerinde çalışan ve o dönem için tek ve hala en tipik ve hâlâ geçerli örnek olan kızamık için Hedrich tarafından ilk defa tarif edilmişdir, ancak adamcağızın adı bile anılmaz (8).
Buna göre; bir toplumdaki fertlerin %68’i kızamık geçirmiş ise yeni vaka görülmez. Böylece, yeni kızamık salgını 2-5 yılda bir emzirme döneminden çıkmış çocuk nüfusu artdıkça tekrarlar. Kızamık herd immünitenin en tipik örneğidir, tamamı aşılanmış toplumlarda bile salgın yapar, ancak döngü süresi uzar, çünkü aşı hakikaten virüsün toplumdaki dolaşımını kısıtlar. Çılgınca aşı yapılmasını istemelerinin yegâne dayanak noktası da budur.
COVID için hiç bir ön immünolojik değerlendirme yapılmaksızın, üstelik hastalığı geçiren kişileri de aşılayarak ve insanları belki de bilerek kobay yaparak çok büyük bir yanlış yapılmakdadır. Buradaki en mühim ahlâkî sorun ise insanların büyük kısmının kobay olduklarının farkında bile olmamalarıdır.
Aşı olan kişilerin önümüzdeki senelerde aynı virüs ve mutantlarına ve yeni ÜRETİLECEK koronavirüslere karşı en korumasız grubu teşkil edeceğini zannediyorum. Bu sebeple tekrar hatırlatıyorum;
AŞI İLE HİÇ BİR ZAMAN NATURAL VE ÇAPRAZ (HETEROSUBTİPİK) TOPLUM BAĞIŞIKLIĞI TEMİN EDİLEMEZ.
Bir solunum yolu virüsünden maske ve mesafe ile korunmak imkansızdır.Toplumun büyük kısmı bir yıl içinde bu virüsle şu veya bu şekilde karşılaşmış ve tabii bağışıklık gelişdirmiş olmalıdır. Bu sebeple, Dr. Yıldız’ın tesbitinin doğru olduğu kanaatindeyim (9). Bu durum, İsveç’in BAŞARI ile sürdürdüğü herd immünite politikasında açıkça ve HÂLÂ görülmekdedir (10).
BİR SOLUNUM YOLU VİRÜSÜNE KARŞI YAPILACAK YEGÂNE MÜDAFAA, ONUNLA KARŞILAŞMAK VE ONU MAĞLUB ETMEKDİR.
Aşılayarak hasta olunmayacağını, bulaşmanın önleneceğini iddia eden otorite, bu iddialarından mecburen (!) vazgeçmiş ve artık sadece hastalığın ağır geçirilmesinin önleneceğini söylemekdedir. Ancak, bu iddia da yanlışdır. Aynı adî gripde olduğu gibi, aşılanan kişilerde yeni mutasyonlar ilerdeki mevsimsel sirkülasyonlarda daha ağır geçirmeye sebeb olacakdır. Yeni ve iyi bir araştırma bu iddiamızı teyid etmekdedir (11).
Bu bakımdan Diyanet’in içindeki kime muhtemelen ‘mabedci’ bir klik ‘orucu bozmaz’, ‘Aşı yapdırmamak kul hakkıdır’ diyerek siyasi otoriteyi de hatalarına ortak etmişdir.
Yukarda ifade etdiğim mücadeleyi kazanamayanların yükünü gayr-i kabil-i kıyas, kan, su ve diğer yollarla bulaşan veba gibi hastalıklarla bir tutarak diğer bîgünah insanlara yüklemek caiz olamaz.
Gazâlî’nin islam düşmanlarının, satanistlerin en sevmediği kişilerin başında gelmesinin, kötülenmesinin sebebi de ilmi metodolojiyi, akıl ve mantığın ehemmiyetini bize akdarmasıdır. Dolayısı ile, Akıl ve mantığa, hayatın akışına uymayan bilimsel araşdırmalar ÇÖPDÜR.
Kâinatdaki her şey binary (ikili) sistemle yani, 1 (arabcası vahid) ve 0 (=var ve yok) yani matematik ile ifade edilebildiğine ve bütün bilgisayarlar da bu sistemle çalışdığına, 1 ve/veya 0 sistemi ile çalışan kuantum bilgisayarları ile de sanal gerçekliğin gerçekden ayırt edilemez hale getireceği (in silico) de göz önüne alındığında yüce kitaptaki şu ayetleri hatırlatmak lazımdır;
Allah şeytanı lânetlemiştir, o da “Kullarından belli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara kaptıracağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler” demiştir (Nisa 118-119).
Her canlı ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz (Ankebut, 57).
Temmuz 2021’de ABD’nin Indiana eyaletinde 33 senelik aile hekimliği kariyeri ile Dr. Daniel W. Stock’u, Mt. Vernon isimli okulun yönetim kurulu toplantısındaki ifadesi ile dinleyeceksiniz.
Indiana’dan Dr. Dan Stock ben.
Az önceki yorumunuza istinaden, 18 ay geçmiş halen sorunu çözemedik dediniz ya, işe yarayacak bir şey yapmıyoruz ki sorun çözülsün?
Karar almadan önce bilim ne diyor, buna bile bakmayan Eyalet Tabip Odası ve CDC’yi dinleyince böyle oluyor.
Kendim Fonksiyonel Aile Hekimiyim, immünoloji ve enflamasyon regülasyonu alanlarında eğitimim var. CDC ve eyalet Tabip Odasınca verilen tavsiyelerin HEPSİ bilmin HER TÜRLÜ KURAL VE KAİDESİNE AYKIRIDIR.
Koronavirüs ve diğer tüm respiratuar virüslerle ilgili bilmeniz gereken şey şu: Aerosol partiküllerle yayılır bunlar ve gözeneklerinden geçmediği maske de yoktur.
Sekreterliğinize bıraktığımız flash drive’daki dosyadan konuyla ilgili tıbbi/bilimsel tüm verileri görebilirsiniz.
Hatta orada, bizzat NIH’in yaptırdığı ve maskenin işe yaramadı GERÇEĞİNİ gösteren en aşağı 3 yayın göreceksiniz, lâkin CDC de NHS de parasını KENDİ ödedikleri bu BİLİMSEL çalışmaları görmezden geliyor.
O yüzden hâlâ uğraşıp duruyorsunuz işte, çünkü VİRÜSLERİ ortadan kaldırmanız İMKANSIZDIR. Solunum yollarını tutan TÜM virüslerin tarihçesini inceleyin, YIL BOYUNCA dolaşımdadır bunlar, kış olsun da immün sisteminiz zayıflasın diye bakarlar veya şimdi BU AŞILARLA olduğu gibi immün sisteminiz RAYINDAN ÇIKTIĞINDA onlara fırsat doğar, bir bakmışsınız semptom verecek şekilde hasta düşmüşsünüz.
Maske filan tutmadığı, üstüne bir de hayvanlarda barınabildikleri için de —bu nokta çok önemlidir bakın— kimsenin bu virüsü ortadan filan kaldırması mümkün değildir!
CDC herkesi biz bu işi “çiçek”teki gibi hallederize inandırdı; “çiçek”teki gibi kökünü kazırız nasıl olsa dendi. Çiçek virüsü hayvanda barınan bir virüs değildi, enfekte etmeyi bildiği tek canlı insandı. O yüzden ortadan kaldırabildik o virüsü.
Fakat BU virüsle yapamazsınız bunu; tıpkı grip, nezle, Respiratuar Sinsisyal Virüs (RSV), adenoviral respiratuar sendrom ve hayvanda barınabilen diğerleriyle de YAPAMADIĞINIZ gibi.
O yüzden bu tedbirlerle defedemezsiniz işte bu virüsü; çünkü daha önce DENENMİŞ, BECERİLEMEMİŞ ve becerilemeyecek olan bir şey yapmaya çalışıyorsunuz.
Bir bu kadar önemli diğer mesele de, AŞIYLA, hele hele BU aşıyla bu dediğim gerçeklerin HİÇBİRİNİ değiştiremeyecek olmanız.
Umarım kurulunuz CDC, NIH ve Tabi Odası’nın tavsiye kararlarına uyup uymamaya karar vermeden önce şunu sorar kendine: Ne grip, ne nezle ne de RSV için yapmadığımız bütün bu uygulamaları bu virüs için niye yapmak durumundayız?
Sonra şunu sorun kendinize: Bu sözümona çok etkili aşı, viral respiratuar sendromların HİÇ huyu olmadığı halde tutup YAZIN ORTASINDA SALGIN patlak vermesine NASIL izin verdi?
Anlamanıza yardımcı olsun diye söylüyorum, bu duruma tıpta “ANTİKOR MEDİASYONLU VİRÜS GÜÇLENMESİ” deniyor.
Aşı yanlış iş gördüğünde ortaya çıkan bir durum bu ve SARS pandemisi sonrasında koronavirüsler için düzenlenen BÜTÜN hayvan deneylerinde yaptığı şey de bu olmuştur aşının.
Respiratuar sinsiyal virüs (RSV) için geliştirilmiş aşıda da aynısı yaşanmıştır: Patojenisitesi zaten çok düşük, doğal yoldan kapsanız hafif bir enfeksiyonla atlatacağınız respiratuar virüsü alıyorsunuz, aşıyla insanlara vurup immün sistemlerinin virüse sapkın yanıt vermesini, böylelikle aşırı güçlenmesini sağlıyorsunuz.
Şu an yaşanan salgının NEDENİ DE BUDUR, zaten flash drive’daki ve emaillerinize de gönderilecek yayınlarda da göreceksiniz, Massachusetts’te patlak veren salgındaki semptomatik Covid teşhisli vakalarının %75’i önerilen aşı dozlarının HEPSİNİ olmuş olanlardır.
O yüzden, aşı olmuş birine aşı olmamıştan farklı davranmanın hiçbir gerekçesi yok. Ayrıca —arkasında olduğum, kendim olacağım ve çocuklarıma da vuracağım aşılar da DAHİL olmak üzere— HİÇBİR aşının ENFEKSİYONU ÖNLEMEDİĞİNİ de BİLİN isterim.
2014’te ulusal hokey liginde KABAKULAK salgını yaşandı. Semptom gösterenler aşısız olanlar veya aşılılık durumu bilinmeyenler olmuştu. Aşının işe yaradığını mı gösteriyor peki bu? Semptom gösterecek şekilde hasta düşenlerin YARISI ne aşısız bireylerle ne de aşılılık durumu ilinmeyen kimseyle TEMAS dahi etmemişken, sizce hastalığı NEREDEN kapmış olabilirler?
Yanıt: AŞILI KİMSELERDEN!
Enfekte olmanızı ÖNLEYECEK AŞI DİYE BİR ŞEY YOKTUR. Enfekte de olursunuz, patojeni de [vücut sıvılarınızdan] etrafa saçarsınız [SHEDDING]. Özellikle de SOLUNUM sistemi VİRÜSLERİ için geçerlidir bu, fakat “semptom göstermez”siniz. Patojenin kişiden kişiye bulaşmasını önLEMİYOR yani!
Şu an yaptığınız HİÇBİR şey buraya yazdığınız bu istatistikleri düzeltecek bir işe yaramıyor ki! Solunum sistemini tutan viral patojenlerin doğası gereği bu tedbirlerin tümü geçersiz. Aşıyla da önleYEMEZsiniz, çünkü yapsın istediğiniz şeyi YAPMIYOR! Hayatınızın geri kalanı boyunca kovalayıp duracaksınız bu meseleyi ve sonunda anlayacaksınız ki CDC ve Tabipler Birliği’nden aldığınız “bilimsel” yönlendirme 5 para etmezmiş.
Onun yerine size ilettiğimiz dosyaları, emaillerinize gönderilen yayınları okuyun ve CDC ile NIH’ten aldıkları bilgilendirmenin GERÇEKLERLE ÖRTÜŞMEDİĞİNİ anlamış buradaki bu insanları dinleyin lütfen.
O yüzden hâlâ bu hastalıkla uğraşıyorsunuz, aşı da sizi virüsten koruyacaktı ama işe bakın ki YAZIN ORTASINDA, D vitamini seviyeleri tepedeyken CV-19 salgını patlatabildi?!
Bu arada, aşılamayla ilgili herhangi bir hak kısıtlayıcı uygulamanın gündeme gelebilmesi için ortada sözkonusu hastalık için TEDAVİ olmaması gerekir.
15’ten fazla CV-19 hastası tedavi etmiş biri olarak, aktif D vitamini yüklemesi, Ivermectin ve çinko verilen kişilerin TEKİ bile hastanenin yakınından bile geçmek durumunda kalmadı, 25 Hidroksi-D vit seviyelerini 55’in üstüne çıkarttığınız anda nüfus genelinin CV-19’dan hayatını kaybetme olasılığının 4’te 1’ine indiğini gösteren tıbbi yayınlar da mevcut.
D vitamini ile yürütülmüş CV tedavi denemelerine dair yayınları da ilettiğimiz dosyada bulabilirsiniz.
O yüzden, aşı olmuş mu olmamış diye bakıp buna göre insan ayıracaksanız aynı ayrımcılığı 25-hidroksi D vitamini seviyelerine, çinkoya bağlı tat alma duyusu yerindeliğine ve hatta geçmiş enfeksiyon öyküsüne göre de yapmanız lazım, keza ilettiğimiz dosyada aşının, CV-19 GEÇİRMİŞ insanlara kesinlikle HİÇBİR FAYDA SAĞLAMADIĞI, ne semptom azalttığı ne hastane bakım oranlarını azalttığı, bilakis, hastalığı geçirdikten sonra aşılandıkları takdirde 2 ila 4 kat FAZLA YAN ETKİ yaşadıklarını belgeleyen yayınlar mevcut.
Dolayısıyla, yönetim olarak aldığınız kararlar gerçeklerle hiçbir şekilde uyuşmayan bilgilere dayanmakta. Sizin hatanız değil tabii, bilim icra eden insanlar değilsiniz ve CDC, NIH ya da Tabipler Birliği’nin dediğini yapmak da makul gözüktü gözünüze.
Onun yerine burada toplanan insanların dediklerini dikkate alın ve tarafınıza teslim edilen dosyayı okuyun derim. Dosyada yazanlarla ilgili herhangi bir sorunuz olursa da seve seve gelir ve gerekirse tek tek sorularınızı yanıtlayıp işin bilimsel kısmını açıklarım.
CDC veya NIH yönergelerini takip etmezsek hakkımızda dava açılabilir diye bir endişeniz varsa, mahkemede savunmanızı yapmak üzere ücretsiz uzman tanıklık yapacağımı da burada belirtmek isterim.
Mahkeme yeri, zamanı fark etmez; resmi yönergelerin bilimsel gerçeklerle örtüşmediğine dair tanıklık sözüm bakidir.
“Büyük hata yaptık. Diken proteininden şahane hedef antijen olur diye düşündük ama bunun aslen bir toksin olduğunu, patojenik (hastalık yapıcı) bir protein olduğunu bilmiyorduk. İnsanlara aşıyla toksin veriyoruz, bunların bir kısmı kan dolaşımına giriyor ve başta kalp-damar sistemi olmak üzere bedende hasara yol açıyor.” – Byram Bridle
https://www.canadiancovidcarealliance.org/
Kanadalı immünolog Byram Bridle, işi aşı geliştirmek, özellikle de “virüs aşısı”. Pfizer’ın Japon idari makamlarına teslim ettiği ancak gizlilik ibaresi nedeniyle kimsenin erişim sağlayamadığı ‘aşının ‘biyodağılımı’ ile ilgili çalışma sonuçlarının yer aldığı rapora resmi taleple ulaşıyor. Ve ortaya Cv-19 aşılarıyla ilgili problemler saçılıyor. Bunu bir radyo programında ifade eder etmez de yoğun saldırılar başlıyor. Kariyerine bitti gözüyle bakılıyor.
Aşı üreticisi şirketlerin yola çıkış varsayımı, aşıdaki mRNA’nın çokça vurulduğu yerde (omuz kasları) kalacağı, vücut geneline dağılmayacağı yönünde. Pfizer’ın kendi verileri ise hem mRNA’nın hem de bunun sayesinde üretilen “diken proteini”nin saatler içerisinde vücuda dağılıverdiğini gösteriyor.
“Diken proteini” doku ve organlarda birikmeye başlıyor. Biriktiği organların başında dalak, kemik iliği, karaciğer, adrenal bezler ve “oldukça yüksek konsantrasyonlarda” da yumurtalık geliyor. Doç.Dr. Bridle soruyor: “Bu aşılar çocuklara vurulmaya başlandığı takdirde bir kısmını kısırlaştırmış olacak mıyız?”
“Diken proteini neredeyse tek başına bu hastalıktaki kalp ve damar sistemi hasarından sorumlu kısmı virüsün. Tutar saflaştırılmış diken proteinini deney hayvanlarının kanına enjekte ederseniz kalp-damar sisteminde oluşmadık hasar bırakmadığını görürsünüz. Üstüne, kan-beyin bariyerini geçerek beyinde de hasar bırakır.” – VaksinologByram Bridle
Kanda dolaşıma girdiği andan itibaren diken proteini kan pulcuğu reseptörlerine ve kan damarları çeperindeki hücre reseptörlerine bağlanıyor. Bu olduğunda kan pulcukları öbeklenerek kan pıhtısı oluşumuna gidebilir veya anormal kanamalar görülebilir.
Kanada’dan hakemli dergide yayımlanmış çalışmada, yine bir mRNA aşısı olan Moderna vurulmuş 13 genç sağlık çalışanı takibe alınıyor ve 11’inin kanında diken proteini bulunuyor.
Byram Bridle: “Diken proteininin patojenik bir protein olduğu çoktandır bilinen bir şey. Toksindir bu protein ve vücutta dolaşıma girerse hasar bırakır. Ve şimdi elimizde, omuzdaki kas dokusuna bu proteini yapsın diye zerk edilen aşıların hem kendisinin hem de ürettirdiği diken proteinlerinin kan dolaşımına girdiğine dair kesin kanıt var.”
Aşı gebelere ve emziren kadınlara vurulurken ne güzel, annenin ürettiği hazır antikorlar da bebeğe aktarılmış, bu sayede bebek pasif bağışıklık kazanmış olacak denmişti. Fakat ortaya çıktı ki antikor filan değil, anne sütünden bizzat aşı içeriği bebeğe geçiyormuş! Sütle birlikte aşı vektörünün kendisi bebeğe aktarılmış oluyor. Bu da diken proteininin bebekte dolaşıma girmesi demek. Kanda ne var ne yok tüm proteinler konsantre halde anne sütüne gidiyor çünkü! Ve ABD’deki VAERS (aşı yan etki bildirim sistemi) programına bakıldığında da anne sütü emen bebeklerde mide-bağırsak kanamaları görüldüğüne dair raporları buluyor Byram Bridle.
Byram Bridle’a göre bu durumda sorunlu alanlar şunlar:
a) Kan bağışı. Patojen diken proteinlerinin kan nakli bekleyen, sağlık durumu nazik hastalara aktarılmaması gerekiyor. b) Anne sütü alan bebekler risk altında c) Orijinal “virüs”le enfeskiyonun hiçbir şekilde sağlık için risk oluşturmadığı gruplara (bütün çocuklar!) bu aşı uygulandığı takdirde sadece risk/zarar meydana gelmiş olacağından sakıncalı. d) Kadınlarda yumurtalıkta anormal diken proteini birikimi nedeniyle kısırlık sorunu olabilir.
Covid’den Korkmamıza Gerek Yok; İşte Başlıca Gerekçeler Kanadalı Hekimler Suskunluğunu Bozuyor
Dr. Stephen Malthouse – British Columbia
Giriş
Covid’den neden korkmamamız gerektiği ile ilgili başlıca nedenleri sıralayacağımız”Kanadalı Hekimler Suskunluğunu Bozuyor” başlıklı videomuza hoş geldiniz.
Covid veya koronavirüs kelimesini duyarduymaz elimiz kendiliğinden maskeye giderveya kendimizi & ailemizi nasıl koruruz diye bakınır olduk.
Kaçacağımız güvenli bir yer de yok gibi gelir oldu.
Oysa, Kanadalı tıp doktorları olarak şimdi size, en yüksek kalitede bilim ne diyor, bunu açıklayacağız. Şaşıracak ve sevineceksiniz diye düşünüyoruz.
Son Bilimsel Veriler
TV’den sürekli “vaka vaka vaka” yayınları yapılıyor ki kim duysa korkar. Fakat “vaka” dediklerinde hastalık belirtisi gösteren kişileri kastetmiyorlar herzaman.
Bu kişilerin önemli kısmının ya çok az bir belirtisi var, ya da hiç yok. Bir tek, pozitif çıkmış PCR testleri var. O PCR testinin hiçbir işe yaramadığı da araştırmalarla gösterilmiş durumda.
Testi pozitif olan hastaların ancak %3’ünde hakikaten Covid virüsü bulunuyor.
Ölenler oldu, evet… lâkin “vaka sayısı” verilmesi gerçek durumun yanlış aksettirilmesine neden oluyor.
Kanada’da Covid için haftalık vaka bildirimlerini gösteren grafiği görüyorsunuz. Ben bile korkarım valla buna bakınca! Fakat bir de haftalık ÖLÜMLERİ girelim bakalım bu grafiğe.
“Vaka” eğrisini takip etmesini beklediğimiz bütün o ölümler nerede?
Bu işte sağlam bir bityeniği var!
Kanada’da 2001’den bu yana kaydedilmiş senelik ölümlere bakalım.
Ortada “pandemi” var demeye bin şahit ister!
2020’de görülen hafif artış da muhtemelen yaşlanan nüfus nedeniyleydi.
İyi de hastane yoğun bakımları Covid hastaları ile dolup taşmıyor mu ki?
Ontario eyaleti yoğun bakım üniteleri verilerine bakacak olursak,
2020’de yoğun bakıma yatan hasta sayısı, önceki 3 seneden de az!
CDC’nin kendi yayımladığı veriler bile Covid’in mevsimsel grip düzeyinde seyrettiğini gösteriyor.
Çocuklarda öylesine hafif geçen bir şey ki Covid, ölüm oranı istatistiki olarak SIFIR.
50 yaşın altında, enfeksiyondan sağ kalım oranı %99.98‘in üstünde.
70 yaşın üstündekiler için bu oran, %94.6.
Bu da, tedaviye yönelik D ve C vitamini gibi HİÇBİR erken müdahalede bulunulmadığındaki sağ kalım oranları.
Yani, gençseniz, hiçbir şeyden endişelenmenize gerek bile yok.
Yaşı olanlar, kendinizi nasıl koruyabileceğinizle ilgili müthiş önerilerimiz olacak sizlere, ki bunlar arasında aşı yok.
Dr. Patrick Phillips – Ontario
ASEMPTOMATİK BULAŞ
Nisan’da Covid hakkında pek bir şey bilinmiyordu. Öyle olunca da bol keseden ekstra tedbire baş vurulmak durumunda kalındı.
O arada sağlıklı insanların etrafına hastalık bulaştırabileceği fikri de benimsendi. Asemptomatik hastalık bulaşması denilen şeydi bu ki düşüncesi bile korkutucu hakikaten.
Ve fakat artık 10 milyondan fazla çalışılmış vaka var elimizde ve hem Wuhan’dan gelen hem de Florida Üniversitesi’nin ortaya koyduğu deliller, a-semptomatik ve pre-semptomatik hastalık bulaşının yok denecek kadar az olduğunu gösteriyor.
Oyunun kaderini değiştirecek bulgudur bu.
Hayatımızı geri alabiliriz demektir bu ve viral enfeksiyonu olan hastalarıma hep verdiğim tıbbi tavsiyeye,
“hastaysan evde yat-dinlen” düsturuna geri dönebiliriz demektir.
Hasta olan evde kalır, geri kalanlar hayatını yaşamaya devam eder.
Dr. Caroline Turek – Ontario
T-HÜCRESİ İMMÜNİTESİ
Size harika haberlerimiz var! Birçoğumuzun T hücrelerimizdeki çapraz reaksiyon sayesinde SARS-CoV-2’ye zaten bağışık olduğumuzu biliyor muydunuz?
T hücresi bedenin enfeksiyonla savaşta kullandığı bağışıklık sistemi hücrelerinden. Pandemi başında, SARS-CoV-2’ye yeni oluşumlu bir koronavirüs dendi, bu da hiçbirimizin buna bağışıklığı olmadığı, hepimizin de enfeksiyon riski altında olduğumuz anlamına geliyordu.
Oysa dünya genelinden immünolog ve virologların ortaya koyduğuna göre, popülasyonun %30 ila %50’sinin, T hücreleri sayesinde halihazırda bu virüse karşı bağışıklığı bulunuyormuş.
Bağışıklık nereden ileri geliyor derseniz, koronavirüslerle önceki temaslarımıza bağlı olarak geçirdiğimiz sıradan nezlelerden.
Covid’e bağışık mıyız diye anlamak için yapılan testlerle ilgili sorun şu: bunların çoğu serumdan bakılan antikor testleri, ancak bundan T hücrelerdeki yanıt durumunu göremiyoruz.
Antikor seviyeleri zamanla düşüş gösterse de, T hücrelerimizce korunmaya devam ederiz.
Birçoğumuzun, Covid’e karşı zannettiğimizden çok daha güçlü koruması var esasında, bunu da T hücrelerimize borçluyuz.
Harika haber bu, çünkü “toplum bağışıklığı”na zannettiğimizden çok daha yakınız demektir.
Dr. Neda Amani, MD – Ontario
ÇOCUKLAR ve COVID-19
Çocukların nasıl da “süper virüs yayıcısı” olduğu anlatıldı duruldu bize. Korkudan ödümüz kopmuş şekilde bu yüzden okulları kapadık, çocuklarımızın güzelim yüzlerini maskeyle örttük ve birbirleriyle görüşüp oynamasına izin vermedik.
Çoğu öğretmen sınıfa adım atmaya dahi korkuyor. Oysa bilim bunların HİÇBİRİNE gerek olmadığını gösteriyor.
Çocuklar Covid-19 oldu diyelim, hiç semptom dahi vermeyebiliyorlar, hadi verdiler diyelim, çoğu kez hafif oluyor bunlar.
Pandemiyi yayan ve taşıyan da çocuklar değil.
Epidemiyolojik veriler hastalığın çocuklarda, erişkinlere göre çok daha hafif geçtiğini gösteriyor.
Tüm Kanada’da, pandemi başından beri 19 yaş altında yalnız 4 kişi var COVID tanısı ile ölen.
8 m i l y o n çocuk ve ergenden 4’ü sadece.
2018-2019 grip sezonunda bile 10 çocuğun gripten ölmüş olduğu unutulmamalı. Gribin yarattığı senelik ölümler COVID-19’dan fazladır.
Hakem kontrolünden geçerek yayımlanmış birçok araştırma gösteriyor ki, çocukların, bilhassa 10 yaş altındakilerin COVID bulaşında önemli bir rolü yok
İngiltere, Avustralya, İsviçre, Fransa ve Norveç’te yapılmış araştırmalar, okullarda çocuktan çoğuğa ve çocuktan erişkine hastalık bulaşının minimum düzeyde olduğunu göstermekte.
Lancet’ten bir yayın, okulların kapatılmasının tıbben geçerli HİÇBİR nedeninin bulunmadığını gösterdi.
Alman ebeveynler ve çocukları ile yürütülen bir diğer araştırma çocukların büyükleri değil, tam tersine, daha ziyade büyüklerin çocukları enfekte ettiğini ortaya koydu.
Giderek artmakta olan bilimsel kanıtlar ışığında korkuyu yenip çocuklarımızın yeniden çocuk gibi yaşamalarına izin vermemiz gerekir.
Okula da gidebilirler, arkadaşlarıyla biraraya gelip oyun da oynayabilir, sevdikleri şeyleri de yapabilirler.
Çocuklarımıza hayatlarını, çocukluklarını geri vermenin zamanıdır.
Dr. Dorle Kneifel – British Columbia
HASTALIĞI ÖNLEME
Bu koranavirüsten korkmuyorum, sizin de korkmanıza gerek yok.
Binlerce, onbinlerce yıldır bu tür respiratuar virüslerle evrilerek geldik bugünlere.Bu sayede de muazzam akıllı ve sofistike bir bağışıklık sistemine kavuşmuş olduk.
Fiziksel aktivitede bulunduğumuzda, doğada vakit geçirip yaşamın bizi desteklediğini hissettiğimizde bağışıklık dirayetimiz de artar.
D vitamini bağışıklık sistemimiz için KRİTİK önemde bir besin öğesidir.
C vitamini, çinko, magnezyum desteği yaptığımızda bağışıklık sistemimizi tam teçhizat donatmış, harekete geçmeye hazır hale getirmiş oluruz.
Popülasyonun besleyici değeri olmayan yeme alışkanlıkları ve yaygın D vit eksikliğine rağmen koronavirüsle karşılaşan çoğu kimse için hastane yatışı gerekmemekte, hastalığı evde kendi kendilerine atlatmaktadırlar.
Ben kendim 11 ay önce geçirdim COVID-19’u ve viral belirtiler başlar başlamaz da HERZAMANKİ çarelere başvurdum.
Semptomlar gidene kadar hergün 60 bin IU’luk D vitaminimi aldım. 2 günde geçti.
Şu anda burada, sizinle konuşalabiliyor olmam gösteriyor ki BEDENLERİMİZ NE YAPMASI GEREKTİĞİNİ GAYET İYİ BİLİYOR.
Dr Bill Code – British Columbia
TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Kanada’da 40 yılın üzerinde hekimlik yapmış biriyim. Bunun da en az 30 yılı anestezi uzmanlığı ile geçti.
Anestezistler hekimler arasında klinik farmakologlar olarak kabul görür, bunun da nedeni, ilaçların risk/fayda oranından anlamamızdır.
Eskiden beri güvenle kullanılagelmiş ilaçlar, Covid gibi yeni bir problemde fazlasıyla işe yarayabilir.
Bu bilgiden hareketle, literatürü de gözden geçirmiş biri olarak ben hastalarımı Covid-19’un hemen başındaQuercetin, çinko, C vitamini, D vitamini ile tedavi ediyorum.
Reçete ettirebilenlere de hidroksiklorokin (5 gün boyunca 400 mg/gün) ve azitromisin(5 gün boyunca 500 mg/gün) öneriyorum.
Ayrıca, Covid sonrası ortaya çıkan belirtilerde Ivermectin‘in (1. gün ve 3. günde alınmak üzere kilogram başına 0.2 mg; yani 60 kg’lık biri için ,12 mg) işe yaradığını gördüm.
Gerekli durumlarda hastaya burundan oksijen veriyoruz, buna da, edinmenizi tavsiye ettiğim oksimetrenizdeki değere göre karar veriyoruz.
Baktığım tüm hastalarda bu rejimen gayet işe yaradı, hastaneye yatması gereken kimse de olmadı.
Kendim geçtiğimiz kasımda {2020] Covid-19 geçirdim. Listesini verdiğim bu ajanları (bu dozlarda) bizzat kendim kullandım ve 7 ila 10 günde ayağa kalkmamı sağladılar.
Özetle diyeceğim o ki, şu korkuyu bir geride bırakın.
İyi değil bu.
İyileşmek için yapabileceğimiz ÇOK şey var, yedekte de hastane seçeneği var zaten.
Dr. Stephen Malthouse – British Columbia
“VARYANLAR”
Korkudan ödünüz patlasın diye icat edilmiş şu şeyi duymuşsunuzdur: Her Allahın günü saat başı TV’lerden pompalanıp duran şey hani…. Tehlikeli virüs varyantlarından bahsediyoruz, evet.
Alın size şaşıracağınız bir şey: Dünyanın emeği verilerek [zar-zor] hafif değişime uğramış bir varyant yaratılabilmiş durumda. Nerede? Fare deneyinde!
Bu “varyant”ların TEKİ bile insanda bulunmuş değil bugüne kadar.
Bu fare deneyini takiben birtakım matematik modellemeler ve kod yazılımları ile yapılmış yayınlar çıktı, hiçbiri gerçek yaşamda gözlemlenmiş bir duruma dair değildi.
Varyantın yayılımı ve ne şiddette bir hastalık yaratacağı ile ilgili TAHMİNDEN öte bir şey değildi bu yayınlar.
İnsanda yapılmış gerçek manada bir araştırma yok ortada.
Televizyondan duyduğunuz her şeyin temeli işte bu!
Virüsler zamanla kendiliğinden değişime gider ve yeni suşlar gelişir.
Virüs dediğimiz şey insan hücresi olmadan yaşayamayacağına göre yaşam ortamını ortadan kaldırmanın saçmalığından hareketle, bunun giderek daha az zararlı hale geleceğini anlayabiliriz.
Bir virüs çok daha çabuk yayılabiliyor hale gelip de doğru dürüst hasta dahi edemeyecek hale dönüşüyorsa, işler “toplumsal bağışıklığa” doğru gayet güzel ve olağan seyrinde ilerliyor demektir.
Durum Covid virüsü için de farklı değil.
Bunca zamandır virüsler üzerine yapılmış tüm çalışmalar da AYNEN böyle olacağını gösteriyor zaten: virüsler DAİMA insana, insanlar da DAİMA virüslere adapte olur!
Artık hepimiz bir sakinleşebiliriz. Çünkü VİRÜS denilen şeyler zaman içinde İLLE daha az tehlikeli hale gelir.
HEPİMİZ İÇİN BU İŞTEN ÇIKIŞ YOLU
Duruma bütün olarak baktığınızda, COVID’den korkMAMAK için pekçok neden var elimizde.
COVID ile ilgili mevcut kanıtlara samimiyetle bakıp, korkudan da sıyrıldığımızda hayatı yeniden TAM manasıyla yaşamaya, ailemizin ve toplumun keyfi yerinde bir üyesi olmaya başlayabiliriz.
Eve kapanıp saklanmaya, diğer insanlardan kaçınmaya filan gerek yok.
İnsan sosyal bir varlıktır, tecrit halinde sonu pek iyi olmaz.
Hücre hapsi de, korku da bağışıklık sisteminize zarar verir.
Günde 4 kucaklaşma, minimumda yapılması gereken hakikaten de budur.
O yüzden, beslenmenize dikkat edin ve kışın bağışıklık sisteminizi optimize etmek için D vitamini almayı ihmal etmeyin.
Kanadalı erişkinlerde günde 4 bin IU D-vitamini karardır.
Aylık kan tahlili de yaptırararak doğru dozda mısınız değil misiniz anlayabilirsiniz.
D vitamini güvenlidir, ucuzdur; COVID de dahil olmak züere, virüs kaynaklı solunum yolları rahatsızlıklarına karşı direnci artırdığı bilimsel olarak gösterilmiştir.
Unutmayın: ASIL VİRÜS KORKUDUR.
İnsanın doğru düşünemez hale getirir.
Artık TV’yi kapatıp, aklınızı kullanmayı öğrenmenin vaktidir.
Ne doktorun söylemesine gerek var bunu ne de üstün bir bilimadamı filan olmanız lazım anlamak için.
Çıkın evinizin önüne bir bakın etrafa, gerçekte ne olup bittiğini gözünüzle görün.
Daha evvel söylediğimiz gibi bir makaleyi bihakkın mütalaa etmek saatlerce sürebilir, hatta tamamına vâkıf olamayabiliriz de.
O yazıda bir magazin haberi olarak verilen çalışma ile mRNA aşısının ikinci dozunu 3 hafta değil de 3 ay sonra yapıldığında elde edilen aşıya özgü antikor cevabının buna değeceğini ‘preprint’ makalenin ortak yazarı olarak söyleyen kişi, boğmaca aşısı çalışmaları olan bir halk sağlığı uzmanı olan Gayatri Amirthalingam (2).
Daha evvel okuduğumda ‘preprint’ kelimesi dikkatimden kaçmış, yani bahsedilen çalışma dün verdiğim (3) çalışmanın muhtemelen devamı olan başka bir çalışma olmalı!. Hemen ‘preprint’ makale sitesi ‘MedRxive’e ‘second dose amirthalingam’ ile soralım; cevap oniki adet makale var. Aradığımız çalışmaya benzeyen yalnızca ikisi, bunların da birisi derleme olduğu için geriye kalan tek çalışmanın başlığı şu “Antibody Responses After a Single Dose of ChAdOx1 nCoV-19 Vaccine in Healthcare Workers Previously Infected with SARS-CoV-2” (4). Eee, nereye gitdi bizim mRNA aşısının ikinci dozu?!…. Muhtemelen bu fakir bulamamış olmalı, her ne hâl ise.
O halde, elimizdeki antikor çalışmasından biraz daha istifade edelim, çünkü dikkate değer ve söylenmesi gereken bulguları var (3).
Makalenin başlığı ‘Ocak-Şubat 2021’de İngiltere’de, 70-80 yaş arası kişilerin Pfizer/BioNTech COVID-19 aşısına verilen güçlü antikor cevabı’.
Özeti ise şöyle; COVID-19 aşılarına verilen immün cevabı değerlendirmek için Londra’da 70 yaş üstü 185 erişkinin serumları toplanmış. Tek doz Pfizer/BioNtech aşısı, Roche Spike antikor ölçümü kullanılarak daha evvel etkenle karşılaşmamış kişilerde aşıdan üç hafta sonra %94’ünde seropozitiflik (anti-spike antikor varlığı) belirlenirken, iki doz ile çok yüksek antikor seviyeleri elde edilmiş ki bunlar, PCR ile doğrulanmış hafif-orta hastalık geçirenlerin nekahat safhasındaki serumlarındaki antikor seviyesine göre anlamlı şekilde daha yüksek imiş. Bu bulgular İngiltere’nin ilk doza ağırlık verip, ikinci dozu gecikdirme yaklaşımını desteklemekde imiş.
Anlaşılması için hemen ilave edelim, çalışma sadece bir ay içinde, küçük bir grupda sadece antikorlara çeşitli şekillerde bakılarak yapılıyor, aşılananlara PCR ve aşıdan evvel antikor testi yapılmıyor. Aşının etkinliği anti-spike antikoru ile, hastalığın geçirilip geçirilmediği ise virüsün çekirdeğine (nükleokapsid) karşı antikorların seviyesi ile ölçülüyor. Bildiğimiz kadarı ile mRNA aşısı insan hücresine anti-spike antikor üretme emri vermek üzere kodlanan bir aşı idi, o halde hastalığı geçirmediği ve başka bir aşı yapılmadığı bilinen kişilerde virüsün çekirdek antikorlarına bakarak daha evvel vahşi virüs ile karşılaşanların dışlanması hedeflenmiş, aferin!
Tek doz aşı yapılan 99 kişinin serumları 0, 18 ve 33. Günlerde, iki doz olan 86 kişide ise 21 ve 25. Günlerde toplanmış, böylece virüs çekirdek antikoru pozitif bulunan on kişinin verileri değerlendirmeden çıkarılmış, haberde verilen 175 kişiyi bulduk yani. Demek ki, Nature’deki magazin haberi RF tıbbının üstâdı olduğu algı yönetiminin tipik bir numunesi imiş (2, 5).
Gelelim bulgulara (şekil);
Şekilde Roche N virüs çekirdek antikoru negatif ve pozitif olan bir ve iki doz aşı yapılan kişiler, convalescent (nekahat) ise aşısız hastalık geçiren kişilerin serum antikor seviyelerini gösteriyor. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var o da geometrik ortalamaların kullanılmış olması, ancak nekahat için de aynı metod kullanılmış, cihazın kullandığı birim verilmemiş. Şimdi nekahatdeki 100 kişide ortalama 31 iken, hastalık geçirmemiş, bir doz aşılılarda 27 ve 20, iki doz aşılılarda 740 ve 640 bulunmuş. Yani ikinci dozda 20 kat daha yüksek serum seviyesine çıkılmış. Zurnanın zırt dediği yer ise her ne kadar 10 kişi ile sınırlı olsa da birinci doz aşıda 23bin ve 5bin; ikinci doz aşıda 18bin ve 150 (?).
Makalenin geri kalanını bırakalım ve bu serum seviyesinin ne olduğunu izah edelim. İnsan kanını santrifüje etdiğiniz zaman geride kalan hücresiz kısmına serum denilir ve hayatî proteinleri taşır, bunlardan birisi de antikorlardır (immünglobulinler). Bunların mikdarı yaşa göre belli seviyeleri tutturmalıdır, aksi halde hastalığa işaret edebilirler. Serumda bir antikorun böyle yüzlerce kat yükseldiği duruma ise HİPERGAMAGLOBULİNEMİ denilir. Multipl myelom bunun tipik örneğidir, bu seviyenin onda birini pek geçmez. Aşıların etki ve yan etki mekanizmalarını arz etmişdim (6-8). mRNA aşısının myelom yani hipergamaglobulinemi yapabileceğini yazmışdım. Buraya hemen bir tesbit daha yapalım, bu kadar yüksek serum immünglobulin seviyesi kılcal damarlar mesela koronerler için bilhassa yaşlılarda akut inme ve kalp krizi sebebi olabilir! Bu durum kırk katır ise, kırk satır yani Çinli’nin ne marifeti olabilir? Daha evvel bir röportajımızda verdiğimiz bilgiyi yazıya dökelim (9).
Bundan sadece 30 sene evvel, aşı kâşiflerinin en meşhuru, 40 kadar aşı gelişdiren ve ömrünü en büyük aşı firması olan Merck’e vakfetmiş Dr. Maurice Hilleman’ın itiraf mahiyetinde olan makalesinde günümüzdeki Çin aşısı gibi hücre kültüründe üretilen aşıların yabancı genetik materyal ve üretildiği hücre kültürüne ait yabancı virüslerle kaynadığını ve bu durumun KANSEROJEN olduğunu yazmış. Hilleman bir felaket olan, Enders ve ark kızamık aşısı gelişdirdiği primer (ilkel) kültürlerden sonraki gelişmiş hücre kültürlerinin de bir genetik çorba olduğunu, bir ‘tek hücre fenomeni’ olan kanserinçevresel tetikleyicisinin bu aşılar olduğunu söylemiş (10). Bugün bu durumun hâlâ devam etdiğinin en mühim delili ise mRNA aşıları değil midir?
*Merak edenler için sual; neden tekrarlayan mRNA dozu artan protein üretimine sebeb oluyor? Muhtemelen her dozun enfekte edip ele geçirdiği hücre mikdarı, yani kimerik popülasyon artdığı için olmalı!
Aralarında immünoloji, nöroloji ve mikrobiyoloji profesörlerinin de yer aldığı tüm dünyadan katılımcı doktor ve bilimadamlarının desteği ile kurulmuş “Covid Etiği Savunucusu Doktorlar” birliği Avrupa İlaç İdaresi’ne (EMA), yol açma potansiyellerini ilmi olarak ortaya koymuş oldukları hayati risklerden ötürü, şu anda Avrupa’da pasaportu dayatılmaya çalışılan “deneysel gen bazlı ajanlar”ın toplumlara uygulanmasına derhal son verilmesi gerektiği yönündeki 2 çağrısı da dikkate alınmayınca, kurum üyelerinin şahsen hukuki mesuliyet taşımakta olduklarını ve doğacak zarardan ötürü dava edilebilecekleri yönündeki ihtarnameyi üyelere göndermiş bulunuyor.
Doktor ve bilimadamları EMA’yı, kamuoyunu aşıların taşıdığı gerçek risk/fayda profili konusunda yanıltmakla itham ediyor.
“23 Mart tarihli yanıtınız ikna edici değil ve kabul de edilemez,” diyen doktor birliği, aşılama sonrası kaydedilen ve ölümcül olabilen serebral venöz tromboz (beyin damarlarından herhangi birinde pıhtı oluşması) vakalarının “buzdağının sadece görünen kısmı olması” kuvvetle muhtemeldir diyor. Aşıların yaygın yan etkileri arasındaki başağrısı, mide bulantısı, bulanık görme ve istifranın serebral venöz tromboz belirtileri olduğunu ve bu vakaların tıbben de derhal bu gerekçeyle müşahade altına alınmaları gerektiğini belirtiyorlar.
Aşılama sonrası pıhtı oluşumu ve kanamaların ayrıca “müteakip her yeni aşılama ve dahi coronavirüslerle her karşılaşmada daha da artmasının beklenebileceği” yönünde de uyarıyor doktorlar. Zaman ilerledikçe bu durum, “normalde — “aşı” olmadığı takdirde — COVID-19’un hiçbir şekilde önemli bir risk teşkil etmeyeceği yaşı genç ve sağlıklı popülasyon grupları için aşı tekrarını da dolaşımdaki sıradan koronavirüsleri de tehlikeli hale getirecektir,” deniyor.
“COVID-19 “aşıları”nın gerçek risk/fayda analizi bu şekildedir. Ya EMA bünyesindeki uzmanlar ortadaki bu hakikatin moleküler bilmini anlamalarını sağlayacak alan bilgisinden yoksun, ya da bu bilginin gereğini yapmalarını sağlayacak tıp etiği prensiplerinden.”
Covid Etiği Savunucusu Doktorlar birliği, aşılar ile ilgili ifade etmiş oldukları çekincelere EMA’nın vermiş olduğu yanıtları “gayr-i bilimsel”, “muğlak” ve “güvenilirlikten yoksun” şeklinde nitelendiriyor. Bu aşılamalarla ilgili riskleri aza indirgeyecek, etik ihlâli problemlerini de aşmalarını sağlayacak düzenlemeleri yapabilmeleri için EMA’ya yardım teklifinde de bulunmuş grup, aşılama sonrası ortaya çıkmış trombozu işaret eden baş ağrıları, mide bulantısı gibi tüm emare ve semptomlarda, trombotik olaylara “hızla teşhis konulabilmesi” mutlaka D-dimer testleri ile bakılması gerektiğinin altını çiziyor.
Güvenliği yeterince sınanmadığı gibi yan etki izlemi de yetersiz olan gen bazlı COVID-19 aşılarının vurulmaya devam etmesini tehlikeli bir tıbbi deney olarak nitelendiren grup, bu aşıların “gerçek risklerinin teorideki her tür faydasını fazlasıyla aştığı”nı, bu haliyle “tıp etiğinin ve vatandaşın tıbbi haklarının ciddi biçimde ihlâl edilmekte” olduğuna dair uyarısını tekrarlıyor.
Son ihtarları ise, “halk kitlelerini COVID-19 “aşı”ları gibi deneysel ajanları olması için yanlış yönlendirilmek ve dahi “aşı pasaportu” tahsisi yoluyla dayatmak, Nuremberg İlkesi’ne kesinlikle aykırıdır,” şeklinde oluyor.
Covid Etiği Savunucusu Doktorlar(Doctors for Covid Ethics), 25 ülkeden 100’ü aşkın doktor ve bilimadamının katılımıyla oluşmuş bir grup.
İnternet sitesi: https://doctors4covidethics.medium.com