Viroloji ve immünoloji doktoralı, Hint asıllı akademisyen Poorniam Wagh, teknoloji, medya, çokuluslu şirketler ve dünya istihbarat birimlerinin yardımıyla dünya popülasyonunun başına örülmüş gelmiş geçmiş en kapsamlı ve koordinasyonu yüksek komploda kral çıplak diyebilen ve bu yüzden cezalandırılan şerefli akademisyenler arasındaki yerini alıyor.
Sunum yaptığı videonun kısa versiyonunu altyazılı olarak izleyebilirsiniz. Videonun uzun versiyonu yazı sonunda verilmiş olup, sunumun içeriği Wagh’ın yorumları ve bizlerin eklediği genişletilmiş açıklamalar ile birlikte birkaç bölüm halinde sitemizden sunulacaktır.
Ne dersiniz? Daha fazla kanıta ihtiyacımız var mı? Virüs… Var mı yok mu?
Wagh’ın sunum slaytları ve videoda yapmış olduğu yorumlar ile birlikte Türkçeleştirilerek aktarılmıştır.
Wuhan ve ardından dünyanın geri kalanında kurgulanan oyunda neler yaşandı:
2019 Aralık ayında, Wuhan’da deniz ürünleri satan bir pazaryerinden alışveriş yapan 198 kişinin, yarasa-karıncayiyen virüsü olduğu iddia edilen bir virüs nedeniyle hasta düştüğü ve zatürre benzeri belirtiler sergilediği söylendi. Bu 198 kişiden ise inceleme için yalnız 1 kişinin akciğerinden sıvı aspire edildi. NİYE? Hasta grubu içerisinden yalnız 1 kişiden test numunesi alınması gayrı bilimsel olduğu kadar şüphelidir de.
Bu yaptıkları son derece anlamsız, büsbütün tuhaf. Niye 198 kişiyi de test etmiyorsunuz, sadece 1 kişiden numune alıyorsunuz? Bilimsellikle taban taban zıt bir davranış bu. Ortada viral bir salgın olduğunu iddia ediyorsanız, büyükçe bir grup insanda bu virüsü bulup göstermeniz lazım.
Gen Diziliminde Yapılan El Çabukluğu – Tek Dokunuşla 40’tan 40,000’e Bütünleme Bilimi
Wuhan’daki hastanede bu kişinin ciğerinden çekilen sıvıda topu topu 40 baz çiftlik, inanılmaz kısa RNA iplikçik bölümü bulduklarını söylediler ve buradan bilgisayar programı marifeti ile (“in silico) NOVEL (yeni oluşumlu, daha önce hiç karşılaşmamış olduğumuz) virüs için tam 40 binbaz çiftlik bir gen dizilimi yarattılar, bunu da Blast P gibi dünya genelindeki veritabanlarına yüklediler.
Teknolojik Sihirbazlık Numarası ile Frankenstein Genom Yaratma
Hastadan alınan sıvıdan 40 baz çiftlik “virüs” RNA’sı bölümünü alınıp bilgisayara yüklenir, “alignment” (hizalama) denilen bir işleme tabi tutulur -buna De Novo sequencing process (Yeni genom dizileme işlemi) denmekte.
Bilgisayar programından, elimizdeki 40 baz çiftlik bölümü sistemine kayıtlı diğer tüm bakteri, “virüs” gen bilgisi ile kabaca birleştirip, buradan bize “yeni” bir yapboz resmi oluşturmasını, yani ortaya “yeni bir virüs resmi” çıkarmasını isteriz.
Bilgisayar denileni yapar ve ortaya yepyeni, ancak HAYALİ (gerçekte var olmayan) bir SARS-CoV-2 virüsü çıkar. “Çok ölümcül” olduğu söylenir(!).
Bilgisayar marifetiyle oluşturulmuş bu gen dizilimi Blast P’ye yüklenir.
Wagh, tecrübeli ve oldukça fazla sayıda gen dizilimi görmüş bir bilimci olarak dünyaya SARS-CoV-2 genomu diye tanıtılan dizilime ilk baktığında son derece tuhafına gittiğini, şaka mı bu diye düşünmekten kendini alamadığını da ifade ediyor.
2019 Aralığında birden internet, yol ortasında yığılıp kalmış, ağzından kan gelen, epileptik nöbet geçiren Çinli’lerin tuhaf ve daha sonradan sahte olduğu anlaşılan videoları ile doldu. Bunu, İran’dan gelen ve kurgusu birebir aynı videolar izledi; insanlar Tahran’da yol ortasında düşüp ölüyor, ağızlarından burunlarından kan geliyordu. Bu durumun adını Covid koymuşlardı. Batı dünyasının kalbine böylelikle salınan korku ile birlikte, başta ABD olmak üzere ülkeler askeri sıkıyönetimin medikal karşılığı olan ‘tıbbi acil durum’larını ilan etmekte gecikmediler ve bu acil durum halen kaldırılmış değil.
Aralık’ta birden ortaya çıkan bu YouTube videoları Ocak ayına gelindiğinde yine birden yok oluverdi.
Ardından DSÖ doğrudan Victor Corman ve Christian Drosten adlı Alman iki moleküler biyoloji uzmanı ile iletişime geçerek(!) SARS-CoV-2 için PCR “test”i geliştirmelerini istiyor.
Peki ama niye PCR testi?
Yaptıkları yayında Drosten ve ark., geliştirdikleri RT-PCR “testi“ için, herhangi bir kişinin vücudundan alınarak diğer hertürlü materyalden arındırılmış olarak tek başına ortaya konmuş (izolasyon ve pürifikasyonu yapılmış) ve bu şekilde kimyasal ve morfolojik yapısı tanımlanmış fiziki bir “virüs”ten değil, “in silico”, yani bilgisayar bazlı bir genomdan yola çıkarak hazırlamış olduklarını yazıyor!
Yani bu insanların SARS-CoV-2 denilen virüsü ne mikroskop altında görmüşlükleri var ne de laboratuar ortamında bununla çalışmışlıkları. Ellerinde yalnızca Wuhan’ın kendilerine ilettiği novel (yeni oluşumlu) genom bilgisi var ve bununla kalkıp RT-PCR protokolü hazırlayabiliyorlar.
Wagh’ın yorumu: Bilime daha aykırı yürütülemezdi herhalde işler!
Bilimle hiçbir şekilde bağdaşmayan bu icraatlerini yaptıkları yayında açıkça yazıyorlar da:
“Boşluk kalmamış bir hizalama elde etmek için SARS ve SARS ile bağlantılı koronavirüsleri (daha önce kendi çalışmalarımızdan elde ettiğimiz ve ayrıca literatürde geçen diğer yarasa korona virüslerini) kullandık. Teşhis amaçlı kullanılacak aday RT-PCR assay’lerimizin tasarımı, 2019-nCoV genom diziliminin tamamlanıp açıklanmasından önce hazırdı.”
Yani, oluşturmak istedikleri yeni “virüs” için daha bilgisayar bir gen haritası oluşturmamışken, Drosten ve ekibinin teşhis amaçlı(!) kullanılacak testi hazır!
DSÖ’nün kendi elleriyle seçmiş olduğu “bilimadamları”, ortada bir virüs var mı yok mu bilmeden, görmeden, hayali virüsün bilgisayar üretimi genomuna bile sahip değilken, tüm dünyada tam da bu “virüs”ü tespit edeceği iddiası ile cihaz, protokol geliştirebiliyor.
Wagh’ın, doktora sahibi olmanıza gerek yok, okuyan herkesin apaçık hataları görebileceği bir yayın dediği Drosten imzalı belge Avrupa’dan 15 kişilik bağımsız bir ekip tarafından da incelenerek metodolojideki 10 hayati kusur gösteriliyor. Buna rağmen, hiçbir bilimsel geçerliliği olmayan, anormal derecede fazla yanlış pozitif sonuç üreten bu kusurlu model, hastalık teşhisinde kullanılmaya devam ediyor.
Niye bu kadar çok yanlış pozitif var?
Wagh’a göre, insan vücudunda kan dolaşım sistemi ve lenfatik sistem aracılığıyla sürekli dolaşımda olan RNA ve DNA’lar bulunmakta ve Çin’liler akciğerden aldıkları sıvıda buldukları küçücük bir RNA iplikçiğini alıp, işte aradığımız katil “virüs RNA’sı” bu diyorlar.
İnsan genomunun parçası olan bu genetik bilgi, buna sahip başka insanlarda da saptandığında, “virüs”e pozitif ilan ediliyorsunuz. Kurgu bu.
Hastayla sadece 2 dakikalık konsültasyonu olan doktorların ise bu tarz ayrıntılar umurunda olmadığı gibi, bilimdeki son gelişmelere, araştırmalara da hakim olmadıklarından, gözlerinin önündeki kurguyu anlamıyorlar dahi.
Durumun vahametini anlatan bir başka örnek daha veriyor Wagh:
2020 Şubat ayında Hintli akademisyenlerin, Çinliler’in tüm dünyaya SARS-CoV-2 genomudur diye servis ettiği dizilimin “HIV virüsü” ile hiç de “tekin olmayan” benzerlikler taşıdığı, bunun izahı mümkün olan bir durum olmadığı ve bu işte bir “bit yeniği” olduğunu ima ettikleri yayınları sahneye çıkıyor.
Virolog Wagh’ın yorumu, korona virüs ile HIV’nin benzerlik taşımasının mümkün olmadığı, ortada gerçek bir virüs olmayıp Çinliler bilgisayar veritabanlarında kayıtlı karma genetik bilgiden kes-yapıştırla ortaya hayali bir virüse ait uydurma bir genom çıkarmış oldukları için istemeden yakayı ele verecek hataların yaşanmış olduğu yönünde.
Bu açığı yakalayan Hintli akademisyenler, Amerikan Mikrobiyoloji Derneği’nin baskıları neticesinde yayınlarını 1 ay içinde geri çekmek durumunda bırakılıyor. Retraction.org’da sadece özet bölümü bırakılan yayının içeriği internetten silinmiş durumda. Wagh, yasaklı bu güzelim yayının pdf’ine sahip olduğunu belirtiyor.
Şu adresten, “Covid 19” ile ilgili yapılmış ancak geri çek(tir)ilmiş bugüne kadarki yayınları görebilirsiniz:
Wagh’ın “virüs” izolasyon, pürifikasyon ve karakterizasyonu ile ilgili açıklamalarının olduğu bir sonraki yayında görüşmek üzere.
Videonun uzun versiyonu:
SARS-CoV-2 diye bir virüs bulunmadığı, ortada 2019 yılında ortaya çıkmış COrona VIrüsüne ait bir hastalık (yani COVID-19) olmadığı, viral bir salgın yaşanmamış olduğu yönünde sürecin başından beri görüş bildirip en ağır şekilde sansüre tabi tutulan yasaklı bilimci ve doktorların sitemizdeki yazılarına şuradan ulaşabilirsiniz:
“Büyük hata yaptık. Diken proteininden şahane hedef antijen olur diye düşündük ama bunun aslen bir toksin olduğunu, patojenik (hastalık yapıcı) bir protein olduğunu bilmiyorduk. İnsanlara aşıyla toksin veriyoruz, bunların bir kısmı kan dolaşımına giriyor ve başta kalp-damar sistemi olmak üzere bedende hasara yol açıyor.” – Byram Bridle
https://www.canadiancovidcarealliance.org/
Kanadalı immünolog Byram Bridle, işi aşı geliştirmek, özellikle de “virüs aşısı”. Pfizer’ın Japon idari makamlarına teslim ettiği ancak gizlilik ibaresi nedeniyle kimsenin erişim sağlayamadığı ‘aşının ‘biyodağılımı’ ile ilgili çalışma sonuçlarının yer aldığı rapora resmi taleple ulaşıyor. Ve ortaya Cv-19 aşılarıyla ilgili problemler saçılıyor. Bunu bir radyo programında ifade eder etmez de yoğun saldırılar başlıyor. Kariyerine bitti gözüyle bakılıyor.
Aşı üreticisi şirketlerin yola çıkış varsayımı, aşıdaki mRNA’nın çokça vurulduğu yerde (omuz kasları) kalacağı, vücut geneline dağılmayacağı yönünde. Pfizer’ın kendi verileri ise hem mRNA’nın hem de bunun sayesinde üretilen “diken proteini”nin saatler içerisinde vücuda dağılıverdiğini gösteriyor.
“Diken proteini” doku ve organlarda birikmeye başlıyor. Biriktiği organların başında dalak, kemik iliği, karaciğer, adrenal bezler ve “oldukça yüksek konsantrasyonlarda” da yumurtalık geliyor. Doç.Dr. Bridle soruyor: “Bu aşılar çocuklara vurulmaya başlandığı takdirde bir kısmını kısırlaştırmış olacak mıyız?”
“Diken proteini neredeyse tek başına bu hastalıktaki kalp ve damar sistemi hasarından sorumlu kısmı virüsün. Tutar saflaştırılmış diken proteinini deney hayvanlarının kanına enjekte ederseniz kalp-damar sisteminde oluşmadık hasar bırakmadığını görürsünüz. Üstüne, kan-beyin bariyerini geçerek beyinde de hasar bırakır.” – VaksinologByram Bridle
Kanda dolaşıma girdiği andan itibaren diken proteini kan pulcuğu reseptörlerine ve kan damarları çeperindeki hücre reseptörlerine bağlanıyor. Bu olduğunda kan pulcukları öbeklenerek kan pıhtısı oluşumuna gidebilir veya anormal kanamalar görülebilir.
Kanada’dan hakemli dergide yayımlanmış çalışmada, yine bir mRNA aşısı olan Moderna vurulmuş 13 genç sağlık çalışanı takibe alınıyor ve 11’inin kanında diken proteini bulunuyor.
Byram Bridle: “Diken proteininin patojenik bir protein olduğu çoktandır bilinen bir şey. Toksindir bu protein ve vücutta dolaşıma girerse hasar bırakır. Ve şimdi elimizde, omuzdaki kas dokusuna bu proteini yapsın diye zerk edilen aşıların hem kendisinin hem de ürettirdiği diken proteinlerinin kan dolaşımına girdiğine dair kesin kanıt var.”
Aşı gebelere ve emziren kadınlara vurulurken ne güzel, annenin ürettiği hazır antikorlar da bebeğe aktarılmış, bu sayede bebek pasif bağışıklık kazanmış olacak denmişti. Fakat ortaya çıktı ki antikor filan değil, anne sütünden bizzat aşı içeriği bebeğe geçiyormuş! Sütle birlikte aşı vektörünün kendisi bebeğe aktarılmış oluyor. Bu da diken proteininin bebekte dolaşıma girmesi demek. Kanda ne var ne yok tüm proteinler konsantre halde anne sütüne gidiyor çünkü! Ve ABD’deki VAERS (aşı yan etki bildirim sistemi) programına bakıldığında da anne sütü emen bebeklerde mide-bağırsak kanamaları görüldüğüne dair raporları buluyor Byram Bridle.
Byram Bridle’a göre bu durumda sorunlu alanlar şunlar:
a) Kan bağışı. Patojen diken proteinlerinin kan nakli bekleyen, sağlık durumu nazik hastalara aktarılmaması gerekiyor. b) Anne sütü alan bebekler risk altında c) Orijinal “virüs”le enfeskiyonun hiçbir şekilde sağlık için risk oluşturmadığı gruplara (bütün çocuklar!) bu aşı uygulandığı takdirde sadece risk/zarar meydana gelmiş olacağından sakıncalı. d) Kadınlarda yumurtalıkta anormal diken proteini birikimi nedeniyle kısırlık sorunu olabilir.
Covid’den Korkmamıza Gerek Yok; İşte Başlıca Gerekçeler Kanadalı Hekimler Suskunluğunu Bozuyor
Dr. Stephen Malthouse – British Columbia
Giriş
Covid’den neden korkmamamız gerektiği ile ilgili başlıca nedenleri sıralayacağımız”Kanadalı Hekimler Suskunluğunu Bozuyor” başlıklı videomuza hoş geldiniz.
Covid veya koronavirüs kelimesini duyarduymaz elimiz kendiliğinden maskeye giderveya kendimizi & ailemizi nasıl koruruz diye bakınır olduk.
Kaçacağımız güvenli bir yer de yok gibi gelir oldu.
Oysa, Kanadalı tıp doktorları olarak şimdi size, en yüksek kalitede bilim ne diyor, bunu açıklayacağız. Şaşıracak ve sevineceksiniz diye düşünüyoruz.
Son Bilimsel Veriler
TV’den sürekli “vaka vaka vaka” yayınları yapılıyor ki kim duysa korkar. Fakat “vaka” dediklerinde hastalık belirtisi gösteren kişileri kastetmiyorlar herzaman.
Bu kişilerin önemli kısmının ya çok az bir belirtisi var, ya da hiç yok. Bir tek, pozitif çıkmış PCR testleri var. O PCR testinin hiçbir işe yaramadığı da araştırmalarla gösterilmiş durumda.
Testi pozitif olan hastaların ancak %3’ünde hakikaten Covid virüsü bulunuyor.
Ölenler oldu, evet… lâkin “vaka sayısı” verilmesi gerçek durumun yanlış aksettirilmesine neden oluyor.
Kanada’da Covid için haftalık vaka bildirimlerini gösteren grafiği görüyorsunuz. Ben bile korkarım valla buna bakınca! Fakat bir de haftalık ÖLÜMLERİ girelim bakalım bu grafiğe.
“Vaka” eğrisini takip etmesini beklediğimiz bütün o ölümler nerede?
Bu işte sağlam bir bityeniği var!
Kanada’da 2001’den bu yana kaydedilmiş senelik ölümlere bakalım.
Ortada “pandemi” var demeye bin şahit ister!
2020’de görülen hafif artış da muhtemelen yaşlanan nüfus nedeniyleydi.
İyi de hastane yoğun bakımları Covid hastaları ile dolup taşmıyor mu ki?
Ontario eyaleti yoğun bakım üniteleri verilerine bakacak olursak,
2020’de yoğun bakıma yatan hasta sayısı, önceki 3 seneden de az!
CDC’nin kendi yayımladığı veriler bile Covid’in mevsimsel grip düzeyinde seyrettiğini gösteriyor.
Çocuklarda öylesine hafif geçen bir şey ki Covid, ölüm oranı istatistiki olarak SIFIR.
50 yaşın altında, enfeksiyondan sağ kalım oranı %99.98‘in üstünde.
70 yaşın üstündekiler için bu oran, %94.6.
Bu da, tedaviye yönelik D ve C vitamini gibi HİÇBİR erken müdahalede bulunulmadığındaki sağ kalım oranları.
Yani, gençseniz, hiçbir şeyden endişelenmenize gerek bile yok.
Yaşı olanlar, kendinizi nasıl koruyabileceğinizle ilgili müthiş önerilerimiz olacak sizlere, ki bunlar arasında aşı yok.
Dr. Patrick Phillips – Ontario
ASEMPTOMATİK BULAŞ
Nisan’da Covid hakkında pek bir şey bilinmiyordu. Öyle olunca da bol keseden ekstra tedbire baş vurulmak durumunda kalındı.
O arada sağlıklı insanların etrafına hastalık bulaştırabileceği fikri de benimsendi. Asemptomatik hastalık bulaşması denilen şeydi bu ki düşüncesi bile korkutucu hakikaten.
Ve fakat artık 10 milyondan fazla çalışılmış vaka var elimizde ve hem Wuhan’dan gelen hem de Florida Üniversitesi’nin ortaya koyduğu deliller, a-semptomatik ve pre-semptomatik hastalık bulaşının yok denecek kadar az olduğunu gösteriyor.
Oyunun kaderini değiştirecek bulgudur bu.
Hayatımızı geri alabiliriz demektir bu ve viral enfeksiyonu olan hastalarıma hep verdiğim tıbbi tavsiyeye,
“hastaysan evde yat-dinlen” düsturuna geri dönebiliriz demektir.
Hasta olan evde kalır, geri kalanlar hayatını yaşamaya devam eder.
Dr. Caroline Turek – Ontario
T-HÜCRESİ İMMÜNİTESİ
Size harika haberlerimiz var! Birçoğumuzun T hücrelerimizdeki çapraz reaksiyon sayesinde SARS-CoV-2’ye zaten bağışık olduğumuzu biliyor muydunuz?
T hücresi bedenin enfeksiyonla savaşta kullandığı bağışıklık sistemi hücrelerinden. Pandemi başında, SARS-CoV-2’ye yeni oluşumlu bir koronavirüs dendi, bu da hiçbirimizin buna bağışıklığı olmadığı, hepimizin de enfeksiyon riski altında olduğumuz anlamına geliyordu.
Oysa dünya genelinden immünolog ve virologların ortaya koyduğuna göre, popülasyonun %30 ila %50’sinin, T hücreleri sayesinde halihazırda bu virüse karşı bağışıklığı bulunuyormuş.
Bağışıklık nereden ileri geliyor derseniz, koronavirüslerle önceki temaslarımıza bağlı olarak geçirdiğimiz sıradan nezlelerden.
Covid’e bağışık mıyız diye anlamak için yapılan testlerle ilgili sorun şu: bunların çoğu serumdan bakılan antikor testleri, ancak bundan T hücrelerdeki yanıt durumunu göremiyoruz.
Antikor seviyeleri zamanla düşüş gösterse de, T hücrelerimizce korunmaya devam ederiz.
Birçoğumuzun, Covid’e karşı zannettiğimizden çok daha güçlü koruması var esasında, bunu da T hücrelerimize borçluyuz.
Harika haber bu, çünkü “toplum bağışıklığı”na zannettiğimizden çok daha yakınız demektir.
Dr. Neda Amani, MD – Ontario
ÇOCUKLAR ve COVID-19
Çocukların nasıl da “süper virüs yayıcısı” olduğu anlatıldı duruldu bize. Korkudan ödümüz kopmuş şekilde bu yüzden okulları kapadık, çocuklarımızın güzelim yüzlerini maskeyle örttük ve birbirleriyle görüşüp oynamasına izin vermedik.
Çoğu öğretmen sınıfa adım atmaya dahi korkuyor. Oysa bilim bunların HİÇBİRİNE gerek olmadığını gösteriyor.
Çocuklar Covid-19 oldu diyelim, hiç semptom dahi vermeyebiliyorlar, hadi verdiler diyelim, çoğu kez hafif oluyor bunlar.
Pandemiyi yayan ve taşıyan da çocuklar değil.
Epidemiyolojik veriler hastalığın çocuklarda, erişkinlere göre çok daha hafif geçtiğini gösteriyor.
Tüm Kanada’da, pandemi başından beri 19 yaş altında yalnız 4 kişi var COVID tanısı ile ölen.
8 m i l y o n çocuk ve ergenden 4’ü sadece.
2018-2019 grip sezonunda bile 10 çocuğun gripten ölmüş olduğu unutulmamalı. Gribin yarattığı senelik ölümler COVID-19’dan fazladır.
Hakem kontrolünden geçerek yayımlanmış birçok araştırma gösteriyor ki, çocukların, bilhassa 10 yaş altındakilerin COVID bulaşında önemli bir rolü yok
İngiltere, Avustralya, İsviçre, Fransa ve Norveç’te yapılmış araştırmalar, okullarda çocuktan çoğuğa ve çocuktan erişkine hastalık bulaşının minimum düzeyde olduğunu göstermekte.
Lancet’ten bir yayın, okulların kapatılmasının tıbben geçerli HİÇBİR nedeninin bulunmadığını gösterdi.
Alman ebeveynler ve çocukları ile yürütülen bir diğer araştırma çocukların büyükleri değil, tam tersine, daha ziyade büyüklerin çocukları enfekte ettiğini ortaya koydu.
Giderek artmakta olan bilimsel kanıtlar ışığında korkuyu yenip çocuklarımızın yeniden çocuk gibi yaşamalarına izin vermemiz gerekir.
Okula da gidebilirler, arkadaşlarıyla biraraya gelip oyun da oynayabilir, sevdikleri şeyleri de yapabilirler.
Çocuklarımıza hayatlarını, çocukluklarını geri vermenin zamanıdır.
Dr. Dorle Kneifel – British Columbia
HASTALIĞI ÖNLEME
Bu koranavirüsten korkmuyorum, sizin de korkmanıza gerek yok.
Binlerce, onbinlerce yıldır bu tür respiratuar virüslerle evrilerek geldik bugünlere.Bu sayede de muazzam akıllı ve sofistike bir bağışıklık sistemine kavuşmuş olduk.
Fiziksel aktivitede bulunduğumuzda, doğada vakit geçirip yaşamın bizi desteklediğini hissettiğimizde bağışıklık dirayetimiz de artar.
D vitamini bağışıklık sistemimiz için KRİTİK önemde bir besin öğesidir.
C vitamini, çinko, magnezyum desteği yaptığımızda bağışıklık sistemimizi tam teçhizat donatmış, harekete geçmeye hazır hale getirmiş oluruz.
Popülasyonun besleyici değeri olmayan yeme alışkanlıkları ve yaygın D vit eksikliğine rağmen koronavirüsle karşılaşan çoğu kimse için hastane yatışı gerekmemekte, hastalığı evde kendi kendilerine atlatmaktadırlar.
Ben kendim 11 ay önce geçirdim COVID-19’u ve viral belirtiler başlar başlamaz da HERZAMANKİ çarelere başvurdum.
Semptomlar gidene kadar hergün 60 bin IU’luk D vitaminimi aldım. 2 günde geçti.
Şu anda burada, sizinle konuşalabiliyor olmam gösteriyor ki BEDENLERİMİZ NE YAPMASI GEREKTİĞİNİ GAYET İYİ BİLİYOR.
Dr Bill Code – British Columbia
TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Kanada’da 40 yılın üzerinde hekimlik yapmış biriyim. Bunun da en az 30 yılı anestezi uzmanlığı ile geçti.
Anestezistler hekimler arasında klinik farmakologlar olarak kabul görür, bunun da nedeni, ilaçların risk/fayda oranından anlamamızdır.
Eskiden beri güvenle kullanılagelmiş ilaçlar, Covid gibi yeni bir problemde fazlasıyla işe yarayabilir.
Bu bilgiden hareketle, literatürü de gözden geçirmiş biri olarak ben hastalarımı Covid-19’un hemen başındaQuercetin, çinko, C vitamini, D vitamini ile tedavi ediyorum.
Reçete ettirebilenlere de hidroksiklorokin (5 gün boyunca 400 mg/gün) ve azitromisin(5 gün boyunca 500 mg/gün) öneriyorum.
Ayrıca, Covid sonrası ortaya çıkan belirtilerde Ivermectin‘in (1. gün ve 3. günde alınmak üzere kilogram başına 0.2 mg; yani 60 kg’lık biri için ,12 mg) işe yaradığını gördüm.
Gerekli durumlarda hastaya burundan oksijen veriyoruz, buna da, edinmenizi tavsiye ettiğim oksimetrenizdeki değere göre karar veriyoruz.
Baktığım tüm hastalarda bu rejimen gayet işe yaradı, hastaneye yatması gereken kimse de olmadı.
Kendim geçtiğimiz kasımda {2020] Covid-19 geçirdim. Listesini verdiğim bu ajanları (bu dozlarda) bizzat kendim kullandım ve 7 ila 10 günde ayağa kalkmamı sağladılar.
Özetle diyeceğim o ki, şu korkuyu bir geride bırakın.
İyi değil bu.
İyileşmek için yapabileceğimiz ÇOK şey var, yedekte de hastane seçeneği var zaten.
Dr. Stephen Malthouse – British Columbia
“VARYANLAR”
Korkudan ödünüz patlasın diye icat edilmiş şu şeyi duymuşsunuzdur: Her Allahın günü saat başı TV’lerden pompalanıp duran şey hani…. Tehlikeli virüs varyantlarından bahsediyoruz, evet.
Alın size şaşıracağınız bir şey: Dünyanın emeği verilerek [zar-zor] hafif değişime uğramış bir varyant yaratılabilmiş durumda. Nerede? Fare deneyinde!
Bu “varyant”ların TEKİ bile insanda bulunmuş değil bugüne kadar.
Bu fare deneyini takiben birtakım matematik modellemeler ve kod yazılımları ile yapılmış yayınlar çıktı, hiçbiri gerçek yaşamda gözlemlenmiş bir duruma dair değildi.
Varyantın yayılımı ve ne şiddette bir hastalık yaratacağı ile ilgili TAHMİNDEN öte bir şey değildi bu yayınlar.
İnsanda yapılmış gerçek manada bir araştırma yok ortada.
Televizyondan duyduğunuz her şeyin temeli işte bu!
Virüsler zamanla kendiliğinden değişime gider ve yeni suşlar gelişir.
Virüs dediğimiz şey insan hücresi olmadan yaşayamayacağına göre yaşam ortamını ortadan kaldırmanın saçmalığından hareketle, bunun giderek daha az zararlı hale geleceğini anlayabiliriz.
Bir virüs çok daha çabuk yayılabiliyor hale gelip de doğru dürüst hasta dahi edemeyecek hale dönüşüyorsa, işler “toplumsal bağışıklığa” doğru gayet güzel ve olağan seyrinde ilerliyor demektir.
Durum Covid virüsü için de farklı değil.
Bunca zamandır virüsler üzerine yapılmış tüm çalışmalar da AYNEN böyle olacağını gösteriyor zaten: virüsler DAİMA insana, insanlar da DAİMA virüslere adapte olur!
Artık hepimiz bir sakinleşebiliriz. Çünkü VİRÜS denilen şeyler zaman içinde İLLE daha az tehlikeli hale gelir.
HEPİMİZ İÇİN BU İŞTEN ÇIKIŞ YOLU
Duruma bütün olarak baktığınızda, COVID’den korkMAMAK için pekçok neden var elimizde.
COVID ile ilgili mevcut kanıtlara samimiyetle bakıp, korkudan da sıyrıldığımızda hayatı yeniden TAM manasıyla yaşamaya, ailemizin ve toplumun keyfi yerinde bir üyesi olmaya başlayabiliriz.
Eve kapanıp saklanmaya, diğer insanlardan kaçınmaya filan gerek yok.
İnsan sosyal bir varlıktır, tecrit halinde sonu pek iyi olmaz.
Hücre hapsi de, korku da bağışıklık sisteminize zarar verir.
Günde 4 kucaklaşma, minimumda yapılması gereken hakikaten de budur.
O yüzden, beslenmenize dikkat edin ve kışın bağışıklık sisteminizi optimize etmek için D vitamini almayı ihmal etmeyin.
Kanadalı erişkinlerde günde 4 bin IU D-vitamini karardır.
Aylık kan tahlili de yaptırararak doğru dozda mısınız değil misiniz anlayabilirsiniz.
D vitamini güvenlidir, ucuzdur; COVID de dahil olmak züere, virüs kaynaklı solunum yolları rahatsızlıklarına karşı direnci artırdığı bilimsel olarak gösterilmiştir.
Unutmayın: ASIL VİRÜS KORKUDUR.
İnsanın doğru düşünemez hale getirir.
Artık TV’yi kapatıp, aklınızı kullanmayı öğrenmenin vaktidir.
Ne doktorun söylemesine gerek var bunu ne de üstün bir bilimadamı filan olmanız lazım anlamak için.
Çıkın evinizin önüne bir bakın etrafa, gerçekte ne olup bittiğini gözünüzle görün.
İki tıp sisteminin karşılaştırmasını sunuyoruz; biri Pastör’ün mikrop teorisine [monomorfizm/tek biçimci ekol] dayanıyor, diğeri Béchamp’ın hücre teorisine [pleomorfizim/çokbiçimci ekol].
Mikrop teorisine göre dışarıda hazır bekleyen mikroplar var ve bunlar insan bedenine girerek nedensiz yere hasta ediyor.
Hücre teorisine göre ise bedenimizdeki ölümsüz organizmaların kirlenen iç ortamın gerektirdiği şekilde temizleme – yıkımlama – dönüştürme görevlerini ifa için girdiği değişik biçim ve çalışmalarının sonucu olarak açığa çıkan metabolik atıkların oluşturduğu yük yüzünden rahatsızlık yaşıyoruz.
“Organizma değil hasta eden, o organizmaların metabolik faaliyet sonucu ortaya çıkardığı atık ürünler. İnsan bedeninde metabolizma tamamen dengedeyse hiçbir hastalığın oluşması mümkün değildir”
– 1944, The Smithsonian Enstitüsü yıllık raporu, Rife Mikroskobu).
Hastalık Paradigması
“Bir düşünce akımı (modern tıp ve monomorfik perspektif) diyor ki, hasta düşmemizin sebebi ekseriya statik, hastalık yapıcı bir tür mikroptur (mikrop teorisi). İyileşmek için mikrobu ÖLDÜRMEK gerekir. Seni hasta eden şey neyse onu ÖLDÜRMELİSİN. İlaçtır, antibiyotiktir, kemoterapidir, radyasyondur, ameliyattır; ÖLDÜR AT.
Diğer bir düşünce akımı (hakim tıp dışında kalan diğer çoğu iyileştirme sanatı bu kategoriye giriyor) da diyor ki, hastalıkların çoğu bedendeki dengenin bir şekilde bozulması yüzünden oluşuyor. Ya beslenmede, ya elektrik sistemimizde, yapısal, toksikolojik veya biyolojik denklemimizde, bir yerde denge şaşmış oluyor. Iyileşmek için ise vücudumuzu yapmaya çalıştığı şeyin tersine zorlamak yerine onunla işbirliği yapıp, işine yardımcı olmak suretiyle dengeyi yeniden sağlamamız gerekiyor.”
Görülebileceği gibi, Béchamp’ın hücre teorisi Batı tıbbının bugünkü uygulanış şekliyle taban tabana zıt.
Batı tıbbı olarak adlandırılan hakim sistem mikrop teorisinin ve elbette ABD’de 1910’da hazırlanan Flexner Raporu’nun ürünü. Finansmanını ülkede petrol kaynakları ve demiryolu kurulum ve işletim ağlarının sahibi işadamlarının sağladığı bu raporla, ülkede tıp eğitiminin kalitesinin mikrop teorisi eksenli olarak artırılması gerektiği sonucu üzerinden, o zamanki hâkim tıp sistemleri olan naturapati ve homeopati eğitim kurumları ve hastaneleri hızla kapatılarak, yer yer iş 4 katlı doğal bilimler kütüphanelerinin yakılmasına kadar vardırılarak, mikropla mütemadi savaş mantığı üzerinden petrokimya ürünü ilaçların dispanseri konumuna gelen allopatik tıp modeli “modern”, “gelişmiş” ve “bilimsel” etiketleri ile yaygınlaştırılıp, neredeyse zorla yerleştiriliyor.
İntihal ve bilimsel aldatma suçları işlediğine dair kanıtların yayımlandığı kitapları Princeton Üniversitesi yayınları arasında bulabileceğiniz Lui Pastör’ün iddiası, belli birtakım mikropların belli birtakım hastalıkları oluşturduğu yönünde. O halde mikrobu öldürdük mü hastalığı da kontrol altına aldık demektir diye düşünüyoruz. Ve fakat bu düz mantığın bizi bugün getirdiği nokta pek de beklenildiği gibi değil. Bu tıp ekolünün kalesi olan ABD’de sağlık sistemi yarattığı hastalık yükü nedeniyle kendi üzerine çökmek üzere, insan ömrü ortalaması düşüşte, tıbbın elinde hayatını kaybedenlerin sayısı eskiden savaşlarda yitirenleri çoktan geçmiş durumda.
Pastör’ün teorisi monomorfizm temeline dayanıyor. Değişmez, sabit mikroplar var ve bunların herbiri kendine özgü, ayrı bir hastalık yaratıyor inancı bu. Oysa Béchamp ve Profesör Claude Bernard gibi kendi çağdaşlarının savı pleomorfizme dayanıyor; buna göre hücreler, bilhassa tek hücreli mikroorganizmalar belli koşullar altında biçim değiştirerek farklı hücre tiplerine dönüşüyor. Bu bilimadamlarının dediğine göre, mikrop nereden çıkmış olursa olsun, ancak ve ancak bedenin “iç ekolojisi” birtakım nedenlerle yıpranmış ve denge bozulmuş haldeyse tehlike oluşturabilir.
Kendini bilime adamış, kendi halindeki bu ahlâklı bilimadamlarının değil, gün, saraydan kendine maaş bağlatmayı başaran Pastör’ün oluyor ve tüm dünya mikrop teorisini doğru kabul ediyor.
Yanlış işte burada başlıyor ve 19. yüzyıl sona ererken bir yanda Béchamp, Enderlein ve İsveç’ten Ernst Almquist (1852-1946)’in pleomorfizmi, diğer yanda da Pastör ve Robert Koch’un (1843-1910) monomorfizmi şeklinde iki ayrı düşünce kampı beliriyor.
Pastörcü Mikrop Teorisi ile Béchamp’ın Hücre Teorisinin Karşılaştırması
MİKROP TEORİSİ (Pastör)
HÜCRE TEORİSİ (Beschamp)
1. Vücut dışından aldığımız mikroorganizmalar yüzünden hasta oluruz.
1. Hastalığı yapan vücut içindeki mikroorganizmalardır.
2. Mikroorganizmalardan mümkün mertebe kaçınmak gerekir.
2. Hücre içindeki bu mikroorganizmalar normalde bedenin metabolik faaliyetlerini yürütmesine yardımcı olur, bu işe yarar.
3. Mikroorganizmaların işi sabittir, değişmez; hep aynı işi görür.
3. Organizma öldüğünde yahut yaralandığında, bu mikroorganizmalar şekil değiştirerek bu defa da bedenin katabolik (yıkımlayıcı, parçalayıp ortadan kaldırıcı) proseslerine yardımcı olmaya girişirler ki bahsi geçen yıkımlama prosesi kimyasal da olabilir mekanik de.
4. Mikroorganizmaların rengi, şekli de bellidir; sabit kalır, değişmez.
4. Mikroorganizmalar, içinde bulunduğu “ortam”ı [vasat; besiyeri] yansıtacak şekilde renk ve şekil değiştirirler.
5. Her hastalığın altında bir mikroorganizma yatar.
5. Hastalıkların her biri belli durum ve koşullarda ortaya çıkar.
6. Hastalık oluşumunun baş aktörü, birinci dereceden fail mikroorganizmalardır. Konakçı organizma güçten düştükçe, mikrororganizmalar da “patojenik” (hastalık yapıcı) hale geçer.
6. O yüzden de, hastalığın birinci derecede müsebbibi konakçı organizmanın hâl ve durumudur [kondüsyon].
7. Hastalık herkesi “vurabilir”. İş, mikropla karşılaşmana bakar.
7. Hastalık, sağlıksız koşullar varsa ortaya çıkar.
8. Hasta olmamak için kişi gardını kuvvetlendirmeli,etrafına “defansif duvarlar” örmelidir.
8. Hasta olmamak için sağlık yaratmak, kendine bakmak gerekir.
Son yüzyıla baktığımızda da hakim bilim ve tıbbın monomorfizm teorisinin yanlışlığını ortaya koyan bilimadamı doktorları görüyoruz; Enderlein, Rife, Reich, Livingston-Wheeler, Naessens ve daha genç kuşaktan ABD’den Dr. Robert O. Young (San Diego) ve Dr. David Jubb (New York) bu isimler arasında sayılabilir.
Monomorfizm ve pleomorfizm teorileri arasındaki farklar, kullanılan mikroskopi teknikleri ve numunelerin hazırlanış şeklinden ileri geliyor. İşin can alıcı noktası da bu, diyebiliriz. Pastör zamanında ve tabii 20. yüzyıla girilme aşamasında kullanılan mikroskoplar 1000 katlık büyütme gücüne sahip ve incelenmek üzere alınan kan örnekleri de kimyasalla boyama işlemine tabi tutuluyor. Bu boyaların ise kanda canlı ne organizma varsa öldürdüğü unutulmamalı.
Öte yandan, Rife, Livingstone, Naessens gibi bilimadamlarının kullandığı mikroskoplar 20.000 ila 30.000 katlık büyütme gücüne sahip ve bu teknikte numuneler boyanmıyor. Düşük güçteki mikroskoplar “virüs” (eksozom) boyutundaki partiküllerden daha küçük bir şey varsa seçemiyor ve elbette renk ayırt edemiyor. Oysa Rife, Livingstone ve Naessens’ın kendi tasarladıkları özel yapım mikroskoplarda kanda yaşayan ne organizma varsa en küçüğüne kadar görebiliyor, hareketlerini dahi gözlemleyebiliyorsunuz. [Bu üç bilimadamının da resmi makamlarca [Amerikan Tabipler Birliği (AMA), Gıda ve İlaç İdaresi FDA ve Kanada’daki muadili kuruluş] çalışmalarının engellendiğini ve hapse atılmaya çalışıldıklarını biliyoruz.]
Pleomorfizm: Béchamp kendi zamanında, tüm hayvan ve bitki hücrelerinde bulunan ve canlı öldükten sonra dahi yaşamanı sürdüren, hatta kendisinden birtakım mikroorganizmalar da türeyebilen mini minnacık parçacıkların varlığını kanıtlıyor. Mycrozymas (Mikrozimler) isimli kitabında Béchamp’ın pleomorfizm konseptinin temellerini attığını görüyoruz.
Doğa gözlemlerimizden biliyoruzdur, ne zaman bir canlı yaşamının sonuna gelse çürümeye başlar, bir şeyler bedeni yavaş yavaş yer, yok eder. Aynının hücrenizde gerçekleştiğini düşünün şimdi. Hücre içi ortam sağlığını kaybedip değişmeye başladığında mikrozimler (Naessens’in ‘somatid’i, Enderlein’ın ‘protit’i) sinyali alarak mikrobik yapılara dönüşmeye başlar ve kendi doku hücrelerinizden çıkarak bedende nerede bir toksin (zehirleyici madde) veya çürümeye yüz tutmuş yer varsa burayı yıkımlayıp çeri çöpü temizlemeye girişir [INfection vs OUTfection!].Mikrop dediğimiz yapıların işi, görevi budur.
Béchamp der ki, mikrobik yapılar hastalık durumunun ortaya çıkardığı SONUÇTUR, sorunun/hastalığın kaynağı değil!
Enderlein’ın ‘protit’ dediği bu inanılmaz derecede küçük organizmalar (somatid/mikrozim) havada, suda içtiğiniz şarapta vs hep var ve görevleri de yine kendisine göre şeker yemek. Bitki veya hayvan, yaşayan her canlıda olduğu gibi bu protitler dediğimiz gibi, her yerdeler. Şarap örneğinden gidecek olursak, form değiştirip maya hücrelerine gönüşüyorlar ve görevlerini, yani üzümün şekerini yiyip fermante etme işini ifa ediyorlar.
Somatit / Protit / Mikrozim Nedir?
Naessens’in mikroskobuyla alınmış görüntü. Okla işaret edilen minik parlak noktalar, somatid/protitler. İçi boş büyük daireler şeklinde görülenler de alyuvarlar.
Bu minik parlak tanecikler tüm fiziksel yaşamın başlangıcı ve sonu aynı zamanda. Bechamp’a göre tüm hücreler, organlar ve yaşam formları bu “minik taneler” sayesinde vücut buluyor. Protitler, içinde bulunduğu organizma ölse dahi yaşamaya devam ediyor ve kendisinden birtakım mikroorganizmalar ürüyor.
Naessens işte Béchamp’ın bu dediğini mikroskobu ile canlı olarak izliyor ve kaydediyor. Bu görüntülere ve Naessens’in açıklamalarına dair yazıyı burada bulabilirsiniz.
Naessens’in bahsettiği somatit/protid/mikrozim yaşam döngüsü şuna benziyor:
(Bu videolar bakteri oluşum görüntülerinin tüm aşamalarını değil sadece 13 aşamasını göstermiştir.)
Sormamız gereken önemli bir soru var: Modern tıp neden bu büyük çalışma sahasını ve bedendeki bu temel hücrelerin tüm serisini görmezden geliyor?
ÇALIŞMANIN ÖZETİ:
Naessens, 30bin çapta büyütmeye imkan sağlayan yüksek çözünürlüklü (150 angstrom), Somatoskop olarak adlandırdığı kendi tasarımı olan bir ışık mikroskobu geliştirmiştir.
Bu sayede bakteri ve diğer mikroorganizmaların; daha yüksek seviye organizmalara ait dejenere olmuş/bozulmuş hücre altı düzeydeki parçalarından kaynaklandığını gösteren Bechamp, Rife ve Enderlein’ı takip edebilmiştir. Bizim daha önceden “mikrozim” ya da “protit” olarak adlandırdıklarımıza Naessens “somatid” diyor. Bu yapı; canlının ölümünden bile sağ çıkabilen, yaşamın ölümsüz bir parçacığıdır.
Kişi sağlıklı değilse; Somatid, her aşaması bağımsız bir canlılık ve üreme kabiliyetinde olan, dejenerasyon (bozulma) ve rejenerasyondan (yenilenme) oluşan çok basamaklı bir döngüden geçer. Somatidlerin bozulmuş basamakları, asitte ve asid tabanlı (ya da asit baz?) durumlarda bakterileri ve diğer mikroorganizmaları meydana getirir.
“…Somatidler yok edilemezler. Isı ya da herhangi bir kimyasal ürün tarafından öldürülemezler. İkinci olarak, Somatid her türlü hücre bölünmesinde mevcut olmak zorundadır. Somatid; büyüme hormonuna, o da hücrenin doğru bir şekilde bölünmesine olanak verir. Büyüme hormonunu salgılayan Somatid değildir. Somatid’in değişimi sırasında büyüme hormonu açığa çıkar, fakat bu Somatid’in bir salgısı değildir. Somatid, kırmızı kan hücresi içindeki bir sıvı yapı içerisinde meydana gelir. Somatid’in her değişimi, yeni büyüme hormonlarının salgılanmasına sebep olur. Aynı zamanda Somatidlerin elektrik yüklü parçacıklar olduğunu vurgulamıştır. Zarı negatif yüklüyken çekirdeği pozitif yüklüdür. Bu durum, preparatların yakınına bir mıknatısın pozitif kutbunu yaklaştırarak ispatlanabilir. Tüm Somatidler mıknatısın pozitif kutbuna çekilir.”
Somatidlere zarar veren zehirli ilaç ve aşıları bize satmak amacıyla R.ckefeller temelli modern tıbbın isteyerek bilmezden geldiği bu anlayışla görebiliriz ki yanlış bir enfeksiyon fikriyle hareket ediyorlar.
Hastalıklar içten köken alır. Bakteriyel kontaminasyonla bulaşma ancak yatkın (toksik/zehir yüklü) kişilerde vuku bulur. Ve diğer bulaşmalar da, çinlilerin çok iyi bildiği gibi, hava koşullarından, duygusal şok ve harmonik rezonans gibi diğer titreşimsel konulardan kaynaklanır.
Tüm kör virologların çalıştığı şey; boncuklu görünümüyle, iki sporlu evredir. Virusler ortada bile yokken bulaşma yalanları uydururlar. Şekil değiştiren ve hareketlilik oluşturan Somatidlerdir. Modern tıp gerçekler ya da bilim üzerine kurulmamıştır ancak bunu değiştirmenin vakti geldi!
Somatoskop, günümüzün faz kontrast mikroskobunun öncüsüydü. Canlı kanı ve sıvıları kimyasal boyama kullanmadan gözlemlemeye olanak sağlıyordu. Mikroskopiye olan bu yaklaşım; vücut sıvılarının sadece kimyasal profili üzerine değil, kanın ve hücrelerin fonksiyonelliği üzerine çalışmaya da imkan sağlıyordu.
Kronik hastalıkların çoğu konjenital ya da çevresel değildir. Yani anneden fetüse geçen bir doğum kusuru ya da çevreden vücudunuza giren bir patojen(mikrop) nedenli değildir.
Somatoskop canlı kan ve doku üzerine kimyasallarla boyamadan çalışılmasına olanak sağlayan ilk mikroskoptur. Yani çalışılan yapı, hala canlı olan dokudur. Sıradan mikroskoplar ve elektron mikroskopları ile bunu yapmak mümkün değildi.
Somatid, yeryüzündeki tüm organik hayatta faaliyet göstermektedir.
Genellikle canlı kan hücreleri örneklerini incelemek için kullanılan faz kontrast mikroskobu, Naessens’in somatoskopu oluşturma çabasından sonra meydana çıkmıştır. Bu mikroskoplar; bir tıp doktorunun, serum kan tahlillerinin bile ortaya çıkaramayacağı meseleleri anlamasını sağlamıştır.
Somatoskop, uygulayıcı ya da inceleyici tarafından incelenen örneği kimyasal boyamaya maruz bırakmadan çalışır. Bunun yerine kanı gözlemlemeyi mümkün kılacak şekilde renklendiren iki formda ışık kullanılır.
Somatid, yeryüzündeki tüm canlılarda mevcuttur. Kuru toprakta, suyla aktive olmayı beklerler. Küçükken çürümenin basınç, sıcaklık ve hava ile alakalı olduğu öğretilmişti bize. Ne kadar da yanlış öğretilmiş. Tüm çürüme işleminin ardında somatidler vardır.
Somatid, 16 evreli bir döngüde, 16 değişken forma sahiptir. İlk üç form yalnızca biyolojik ortam sağlıklıysa vuku bulur. Fakat, biyolojik ortam, ideal verimlilikten daha kötü durumda işlev sergiliyorsa döngü diğer 13 evreye ilerler.
1.video metni
1. TANIM
– Gaston Naessens, somatid nedir?
– Somatid, yaşayan temel parçacıktır. Hayat için olmazsa olmazdır. Onu, hem hayvanlar hem de bitkiler aleminde görüyoruz. O olmadan hücresel bölünme gerçekleşemez.
Polimorfiktir(Birden fazla biçime dönüşebilen). Bir hücre kültüründe gelişmesini sağlayabildik ve bu şekilde iki döngüde polimorfik oluşunu gözlemledik. Önce küçük döngü gerçekleşiyor. Burada hücresel bölünmeye olanak sağlayan üreme hormonu oluşuyor. Bu döngü, kandaki inhibitörler(durdurucular) tarafından ve dejeneratifhastalıkların da dahil olduğu belli hastalıklar sırasında sonlandırılır. 3 aşamada gerçekleşen bu küçük döngü, devam ederek 16 aşamalı bir döngüye dönüşüyor. Tüm bunları size birazdan göstereceğiz.
Fakat sorunuzu cevaplayacak olursam; somatid, hayatın olmazsa olmaz bir unsurudur.
– Gözlemleriniz ne kadar geriye gidiyor?
– 1949’da hematolojide çalışırken kanda görülebilecek her şeyi görmediğim hissine kapılıyordum. Bir şeyin hareket ettiğini görüyor fakat ne olduğunu bilmiyordum. Ulaşabildiğim optik(görsel/ışıksal) yöntemler ihtiyacımı karşılamıyordu. Görebileceklerimi daha derinden araştırmak için daha iyisini yapmaya çalıştım.
İlk olarak optik meselesi üzerine yoğunlaştım. Almanya’ya gidip bana son derece yardımcı olan Alman zanaatkarlar ile çalıştım. Sonrasında bir ikileme düştük. Ya merceğin diyafram açıklığı ya da ışığın dalga boyu üzerine çalışabilirdik. Dünyanın tüm büyük optik firmaları sayısal açıklık konusunda çalışıyordu. Yani çok fazla seçeneğim yoktu. Işığın dalga boyu meselesine yoğunlaştım.
Bu şekilde gerçekten zahmete değer sonuçlar veren bir sistemi mükemmelleştirdim. Ve bu sistem sayesinde o meşhur parçacığı görmemizi sağlayan mikroskobu geliştirebildim. Yavaş yavaş onu gözlemleyebiliyordum ve kandan da ayrıştırdım. Onu izole edip bir kültürde geliştirebildim, bu şekilde polimorfik oluşunu saptadım.
– “Somatid ortobiyoloji” ile demek istediğiniz nedir?
– Ortobiyoloji kelimesinin bizzat etimolojisinin(köken bilgisi) işaret ettiği üzere; ortobiyoloji, somatid teorisine uyarlanmış ve uygun hale getirilmiş bir biyolojidir. Somatid teorisini anlamazsanız ortobiyolojiyi anlamanız imkansızdır. Fakat somatid teorisini anlamak için gözlemlerinizi yapacak uygun araçlarınız olmalı. Ve özellikle de somatoskopun temel prensibini anlamalısınız.
2. SOMATOSKOP
Herkes elektron mikroskobuna aşinadır. Herkes elektron mikroskobunun imkanlarını bilir. Elektron mikroskobu, 50 angstrom çözünürlükle 400bin kezden daha fazla büyütür. Elektron mikroskobuyla ölü doku, fikse/tesbit edilmiş doku üzerinde çalışabilirsiniz.
Somatoskop ileyse canlı hücreleri görebilir; gelişimlerini, polimorfik dönüşümlerini takip edebilirim. Somatoskobu, sıradan bir optik mikroskopla elektron mikroskobu arasında bir bağ olarak görüyorum. Bana göre, somatoskop bir boşluğu dolduruyor. O olmadan somatid teorisini anlamak çok zor olurdu.
Benden önce pek çok kişi de bu yönde çalıştı fakat bir şeyleri farklı yollardan farklı şekillerde gördüler. Ağırlıklı olarak kimyaya yoğunlaştılar. Bazıları optik üzerine de çalıştı, fakat inanılmaz karakterler de vardı. Birine “öğle vakti delisi” adını takmışlardı. Emile Doyen’di sanırım, 1911’lerdeydi. Plazmada canlı parçacıklar görebildiğini fakat onları sadece mayıs, haziran ve temmuzda öğle vakti 12’de gördüğünü söylüyordu. “Hareketi” gördü dolayısıyla kendisine deliymiş gibi muamele edildi. Fakat tam o vakitte güneş ışınlarının zirveye ulaştığını ve yoğun ultraviyole(morötesi) ışın içerdiğini hatırlarsak, bu durum tamamen farklı bir yöne gidiyor. Ultraviyole ışınları ve ışınlarının dalga boyları çok daha kısa olduğundan başka vakitlerde görülemeyen şeyleri görebiliyordu.
Mantığımız çok benziyor bana göre, fakat sadece güneş ışığı kullanmak ve mayısta ya da haziranda öğle vaktini beklemek yerine, aynı koşulları ultraviyole ışınlar ve çeşitli mekanizmalar ile elektronik olarak oluşturabilirim. Işığın dalga boyunu azaltarak çözünürlüğü arttırabilir bu sayede de aksi durumlarda görünmeyen parçacıkları görebilirim.
Bu cihazın temel mantığı ışığın frekansındaki artıştır. 3.300 angstrom dalga boyuyla bir akkor ve 1.850 angstrom dalga boyuyla bir ultraviyole olmak üzere iki ışık kaynağı, üçüncü bir dalga boyu oluşturacak şekilde ışın verirler. Bu dalga, bir tek-renkli filtreden geçerek bir ışına dönüşür. Bu ışın, manyetik bir alana maruz kalarak Zeeman etkisi ile paralel çizgilere ayrılır. Bu paralel çizgilerden biri, frekansını yükselten Kerr hücresine girer. Çıplak gözle görülemeyen bu ışık kaynağı, çalışılacak olan örneği analiz eder.
Geleneksel kan inceleme yöntemi, yüz yıldan fazla bir süredir, kanın içerdiği elemanların boyar maddeye afinitesini(kimyasal ilgi) saptamak için kanı bir lam üzerine sürmek, fikse etmek ve boyamaktan ibarettir.
Solda, bu geleneksel yönteme göre hazırlanmış bir kan preparatı görüyoruz. Kırmızı kan hücrelerini, beyaz kan hücrelerini ve kan pulcuklarını belirleyebiliyoruz. Bu ölü bir kan. Sağda ise somatoskop ile kana bakıyoruz. Bu, vücuttan alındıktan sonra 10 dk içinde incelenen canlı bir kan. Kırmızı kan hücrelerini, beyaz kan hücrelerini, kan pulcuklarını ve fikse edilmiş preparatta göremediğimiz somatidleri görebiliriz.
Bir lenfosit mevcut. Kenarı ve çok sayıdaki somatidlerigörebilirsiniz. Kırmızı kan hücreleri tamamen normal. Burada bir monosit var. Monositin sitoplazmasında mevcut olan aktiviteyi ve çok sayıdaki somatidleri açık bir şekilde görebiliriz. Aşağı sol tarafta bir kan pulcuğu görüyoruz. Çok aktif bir monosit var burada. Bu büyütmede, sitoplazması ve sitoplazması içindeki hareketlilik çok açık bir şekilde görülebilir. Aynı zamanda çok sayıda somatid görüyoruz. Bu tarafta ise fagositik davranış gösteren çok-çekirdekli bir nötrofil var. Mevcut bulundukları zamanlarda hücre içi inklüzyonları veya somatid döngüsünün gelişmiş formlarını da görebiliriz.
_________________________
2. video metni;
Bu küçük döngü esnasında, hücre bölünmesi için zaruri olan bir büyüme hormonu oluşur. Bu durum, in vitro kültürlerde tekrar tekrar gözlemlendi. Eğer stres ya da herhangi bir biyolojik dengesizlik etkisi altında kandaki inhibitörler önemli oranda azalırsa; küçük somatid döngüsü, çok farklı ve polimorfik bir döngüye geçiş yapar. Böylece; toplamda 13 evre eklenecek şekilde, çeşitli aşamaların yer aldığı büyük döngünün oluşumunu görmeye başlarız.
Evre 4 – Bakteriyel Form
İlk olarak, inhibitörler azaldığında küçük döngünün normal bir ürünü olan bir bakteriyel formu görüyoruz. Bu endojen(iç kaynaklı) bakteriyel form, pek çok araştırmacı tarafından gözlemlendi. Almanya’dan Van Bramer(?) da ilk araştırmacılardan biridir.
Evre 5 – İkili Bakteriyel Form
Bir önceki bakteri formundan gelişen ikili bakteri formu, kan yaymasında genellikle gözlemlenir. Bu formun özelliği; kendisini, çubuklar oluşturacak şekilde, hücre bölünmesine benzer biçimde bölebilmesidir.
Evre 6 – Çubuk Formu
Çubuk formu, daha uzun olması ve sitoplazmasının boş gibi görünmesi dışında bakteriyel forma benzer.
Evre 7 – İki Sporlu Bakteriyel Form
Bu bakteriyel formun iki ucunda spor bulunduğuna dikkat edilmeli.
Evre 8 – Granüllü İki Sporlu Bakteriyel Form
Granüllü(tanecikli) iki sporlu bakteriyel form, hareket etmeye başlayan granülasyonlarla dolu bir sitoplazmaya sahiptir.
Evre 9 – Mikobakteriyel Form
Granüllü iki sporlu bakteriyel formun olgunlaşmış hali, mikrobiyologlar tarafından iyi bilinen mikobakteridir. Ayrıca, sitoplazması kendi kendine gelişmektedir.
Evre 10 – Kabarcıklı Mikobakteriyel Form
Az önce gördüğümüz mikobakteri, daha da gelişti ve kabarcıklı mikobakteri ismini almasına sebep olan kabarcık benzeri bölgeler oluşturdu.
Kabarcıklı mikobakterinin patlamasının sonucu olan maya benzeri formlar, 4-5 mikron çapındadır. Bu aşamada dahi sentrozoma yönelik bulgular gösterirler.
Evre 13 – Askospor Formu
Maya benzeri formlar(yapılar), tomurcuklanarak/çoğalarak miselyal yapıların öncüleri olan askospor formları haline gelir.
Evre 14 – Erken Miselyal Form
Askospor/spor-kesesi formundan tallus(ana gövde) oluşumunu gözlemleyebiliriz. Bu durumda sitoplazma, erken miselyalformu meydana getirmek için yavaş yavaş şekil alır.
Evre 15 – Miselyal Form
Belli durumlar ve peristaltik hareketlerden sonra erken miselyal form, tallus benzeri bir sitoplazma geliştirir ve sonunda olgun miselyal form oluşur.
Evre 16 – Döngünün Sonu
Miselyal yapı tam olgunluğa eriştiğinde, sitoplazması son derece aktiftir. Ve patladığı zaman muazzam miktarda yeni parçacığı ortama salar. Her parçacık, tüm döngüyü baştan tekrarlayabilecek niteliktedir.
Fibröz Tallus (Atık)
Sitoplazmasını boşaltmış bir tallus, fibröz doku görünümündedir. Kan yaymalarında, somatid döngüsünden geriye kalan bu fibröz tallus rastlantısal olarak sıkça gözlemlenir ve boyama hatası olduğu düşünülerek önemsenmez. Şunu vurgulamak gerekir ki; miselyalözellikteki bu formlar, mantar gelişimi kriterlerinin hiçbirini karşılamıyor. Hatta çok yüksek dozlarda amfoterisinB, fungizone ya da herhangi başka bir antifungal maddeden etkilenmezler.
Edindiğimiz gözlemler sayesinde bir grup postulatta karar kıldık.
1. Somatid, polimorfik karakterdedir. Polimorfizm, kan inhibitörleri tarafından kontrol edilir.
2. Büyüme hormonları, somatid döngüsü sırasında üretilir.
3. Hem hayvanlar hem bitkiler aleminde, hücresel bölünme için somatid varlığı gereklidir.
4. Kan inhibitörleri yeterli olmadığında, büyüme hormonlarının hücresel metabolizmayı tehdit edecek seviyeye kadar artmasına izin verilir.
5. Tüm dejeneratif hastalıklar, bu bozuklukların bir sonucudur.
Üzgünüz, Zimbabwe’de var doktor, Türkiye’de yok. İmkanı olanlar için listeyi sunuyoruz.
Directory of Doctors Prescribing
Effective Outpatient COVID-19 Therapy
Updated: 9 April 2021
Scroll down for Directory below
INFORMATION ONLY – NOT GUARANTEED ACCURATE
NOT MEDICAL ADVICE – CONSULT A MEDICAL PROFESSIONAL
(See TERMS below)
Only your inherent immune system can eliminate the coronavirus that causes COVID-19. Medications and supplements are used to slow down viral replication as well as provide immune enhancement and regulation until your body can get ahead of and survive long enough to clear the viral load. Earlier treatment is better. Outside of the body, soap and other sanitizers destroy the virus.
The general population will not have access to COVID-19 vaccines for several months. Even when available, the vaccines will not be 100% effective; people will continue to contract COVID-19 and require effective treatment of the disease. Currently available treatments (provided by the medical professionals listed in the directory below), therefore, will remain important to limit physical, emotional and economic suffering resulting from COVID-19.
Early aggressive treatment of viral replication, bacterial infections, immune system over-reaction (dysregulation) and blood clotting (thrombosis) for COVID-19 outpatients is essential to limit the disease symptoms severity and duration … and its longer term damage to the patient. Viral inhibitors, antibiotics, anti-inflammatories, vitamins and supplements are included in the treatments.
Three important summaries of the COVID-19 disease situation, process and its treatment are provided in these videos by
Dr. Paul Marik, Chief of Pulmonary and Critical Care Medicine, Eastern Virginia Medical School
Dr. Pierre Kory and Juan Chamie: Effective Use of Ivermectin in South America
Dr. Darrel DeMello, a family practitioner who has treated more than 3000 COVID-19 patients
Ivermectin (IVM) … and possibly Hydroxychloroquine (HCQ) plus Zinc, if HCQ is provided very soon after beginning of diagnosis … have proven effective for COVID-19 therapy. In addition, no adverse reactions (contraindications) are typical from simultaneous use of IVM and HCQ and other substances in the treatment protocols. Some doctors include both IVM and HCQ+Zinc in their treatments.
Based on clinical evidence, Ivermectin is the more effective treatment medication… for all phases of COVID-19.
IVM appears to inhibit viral replication, control immune system over-reaction, and minimize excessive blood clotting.
“A systematic review and meta-analysis was conducted by a team of experts. Twenty-one RCTs involving 2741 participants met review inclusion, according to strict criteria. Ivermectin demonstrates a strong therapeutic efficacy. Moreover, ivermectin is the sole therapeutic so far to have demonstrated efficacy at all stages of the very complex clinical course of the covid-19 disease, from prophylaxis through to critical care. ‘Real world’ whole-country case studies show striking reductions of covid-related deaths and infections as soon as ivermectin distribution is implemented on a wide scale. 25 countries are now using ivermectin against COVID-19, 15 of them country-wide with official endorsement. “
British Ivermectin Recommendation Development (BIRD) panel March 25, 2021
1.6 million of the total 2.6 million COVID-19 deaths could have been avoided based on early outpatient treatments known to be effective from 45 controlled studies of ivermectin for COVID-19 showing a 82% improvement and 218 controlled studies of HCQ for COVID-19 showing a 65% improvement (HCQ is not effective when used too late). Other early treatments are effective as well. Using multiple existing treatments, with their different mechanisms of action, will reduce on-going suffering and deaths. https://c19legacy.com
Several areas in the Americas and India have experienced excellent results treating COVID-19 with Ivermectin (see: “EVIDENCE” page)
“Ivermectin for COVID-19 is effective and has been given to us on a silver platter. It can completely change the history of this disease. Ivermectin is one of the safest medicines you can give a human being. It has been in use for 40 years and is on WHO’s list of essential medications. We are facing a crisis. It is unethical to wait for more clinical trials, giving placebo to some patients who are dying. With patient’s consent, it is a doctor’s absolute ethical duty to treat with Ivermectin.”
Paul Marik, MD, Chief of Pulmonary and Critical Care Medicine, Eastern Virginia Medical School
“The bottom line is that ivermectin works. I’ve seen that in my patients as well as treating my own family. We must find a way to administer it on a large scale to a lot of people. When you have long-haul patients that can’t breathe for five, six, eight, nine months and they tried multiple drugs and supplements with no success, and you give them ivermectin and you see that they start immediately feeling better, this is real. Ivermectin can really be the game-changer against COVID-19. It’s safe, it’s cheap and it works.” Dr. Alessandro Santin Yale School of Medicine
“Ivermectin really is a transformational treatment for COVID-19”
Dr. Andrew Hill, University of Liverpool, UK, World Health Organization (WHO) affiliated researcher
The United States National Institutes of Health (NIH) on January 14, 2021 withdrew its previous recommendation not to use Ivermectin in the treatment of COVID-19. The US government no longer is distributing Eli Lilly’s Bamlanivimab (LY-CoV555) into California, Arizona and Nevada because of the prevalence of a viral variant that is not susceptible to the monoclonal antibody according to FDA acting commissioner Janet Woodcock (March 17, 2021).
Resources for the millions of chronic (“long hauler”) COVID-19 patients worldwide can be found at the www.covidlonghaulers.comand at https://www.facebook.com/groups/416179869477953 Ivermectin appears to have significant efficacy for many long haulers. Dr. Fred Wagshul, a pulmonologist in Dayton, Ohio, tried ivermectin for five to seven days in what he called “true long-haulers.” Most reported significant improvement in days. Similarly, Peruvian researcher, Dr. Gustavo Aguirre-Chang, reported on 33 long-haul patients who were given ivermectin one to three months after resolution; 88 percent got better with two daily doses.
A global status of IVM adoption for COVID-19 treatment by country is provided at: https://ivmstatus.com
If you are a medical professional prescribing IVM and/or HCQ for COVID-19 and would like to be listed in the Directory below, please click HERE to provide your information.
The primary drug used by each medical professional is noted in parentheses.
The information is not guaranteed to be accurate.
A particular medical professional currently may not be accepting new patients.
DIRECTORY
See “Listing of early home-based treatment kits provided for COVID-19 illness by various countries” on TREATMENT page.
This information is provided as a not-for-profit public service by people who are not medical professionals.
In no event shall we or our affiliates be liable for any special, incidental or consequential damages arising out of or in connection with this information or website, including negligence.
BY USING THIS WEBSITE OR INFORMATION, YOU AGREE TO THESE TERMS.