Özet:Türkiye’de COVID-19 salgınıyla mücadele kapsamında iki ayı aşkın süredir sokağa çıkma kısıtlamaları uygulanmaktadır. İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılan genelgelerle öngörülen bu kısıtlamaların dayanağı olarak İl İdaresi Kanunu ile Umumi Hıfzısıhha Kanunu...
Salgınla mücadele etmek amacıyla alınan tedbirlerin hemen hemen hepsi Anayasamızın güvencesi altında olan bir temel hak ve hürriyetin sınırlandırılması niteliğindedir.
Temmuz 2021'de ABD'nin Indiana eyaletinde 33 senelik aile hekimliği kariyeri ile Dr. Daniel W. Stock'u, Mt. Vernon isimli okulun yönetim kurulu toplantısındaki ifadesi ile dinleyeceksiniz. Indiana'dan Dr. Dan Stock ben.Az önceki yorumunuza istinaden, 18 ay geçmiş...
Belgenin başlığı, Teknoloji ve uluslarararası kalkınmanın geleceği ile ilgili senaryolar. Belgenin hazırlanış amacı şöyle belirtiliyor. Teknoloji ve kalkınmanın birlikte evrimleşeceği türlü yolları araştırıp ortaya çıkarmak.
İddialarına göre, iklim değişikliği, sağlık, tarım, barınma, ulaşım ve pek çok alandaki engelin ortadan kaldırılmasına yönelik hazırlanmış bu çalışma. Peki, gerçekten öyle mi?
Özet:Türkiye’de COVID-19 salgınıyla mücadele kapsamında iki ayı aşkın süredir sokağa çıkma kısıtlamaları uygulanmaktadır. İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılan genelgelerle öngörülen bu kısıtlamaların dayanağı olarak İl İdaresi Kanunu ile Umumi Hıfzısıhha Kanunu...
Salgınla mücadele etmek amacıyla alınan tedbirlerin hemen hemen hepsi Anayasamızın güvencesi altında olan bir temel hak ve hürriyetin sınırlandırılması niteliğindedir.
Temmuz 2021'de ABD'nin Indiana eyaletinde 33 senelik aile hekimliği kariyeri ile Dr. Daniel W. Stock'u, Mt. Vernon isimli okulun yönetim kurulu toplantısındaki ifadesi ile dinleyeceksiniz. Indiana'dan Dr. Dan Stock ben.Az önceki yorumunuza istinaden, 18 ay geçmiş...
“Bizim davet eden, esinlendiren, cesaret veren, harekete geçen, geçiren topluluklara ihtiyacımız var”
demektedir beyin araştrımacısı-sinirbilimci Prof.Dr. Gerald Hüther, Almanya’da Potansiyel Geliştirme (Akademie für Potentialentfaltung) kurucusu.
“Toplulukların bir arada harekete geçmesi için ortak bir amaç, ortak bir vizyon yeterli olmamaktadır. Ama ortak bir MESELE varsa, herkes işin ucundan tutup tarklı şekillerde aktif olup, katkı sağlayabilir.
İnsanlık ailesinin artık ORTAK BİR MESELEsi var, belki de tarih boyunca ilk defa.
“Würde=Onur” kitabının ve son olarak “Wege aus der Angst= korkudan çıkış yolları” yazarı olan Prof.G.Hüther’e göre, bir toplumda birey, etiketlenerek, aşağılanarak, ölçme ve değerlendirmelere, baskılara, tehditlere, beklentilere maruz kaldığında nesneleştirilmekte, onuru zedelenmektedir.”
“Die Würde des Menschen ist unantastbar= insanlık onuru zedelenemez”Alman Anayasasının birinci maddesidir.
Onuru korumak, ortak MESELELERde biraraya gelmek, birlikte hareket etmek, kişi özne olarak var olduğunda, potansiyelini de ortaya koyduğunda mümkün olmaktadır.
Ortak meselelerde bir araya gelmenin yolu da ANLAMAK dan geçmekte. ANLAMAK için ise her şeyden önce gerçek ve yüzyüze iletişim halinde olabilmek ve gerçek bilgi kaynaklarına ulaşmak gerekli
Ama bu günümüzde gerçekleşiyor mu? Ne kadar yüzyüze biraradayız?
Ama nasıl gerçek bilgi lkaynaklarına ulaşıyoruz? O bilgi kaynaklarına eriişimimiz engelleniyor mu? Ayrıca gerçek bilgileri, somut durumları sunanlar, anlatanlar da mı engelleniyor, onlar da mı sana, bana erişmekte zorlanıyorlar?
Günümüzde yüzyüze gerçek iletişim gerçekleşiyor mu? Ne kadar yüzyüze biraradayız?
Farklı düşünenleri ise bırakın ANLAMAyı, duymak bile istemiyoruz. Yüzümüzü, dikkatimizi tek tarafa yöneltmişiz. Taraf olduğumuz partilerin, liderlerin, ve tabii medyanın bizleri yönlendirmesiyle adeta bir akıl tutulması yaşıyoruz.
“Verstehen” Anlamak.. Stehen “ayakta durmak”. Yani gerçek anladığımızda bu duruşumuza yansımakta.
“erkennen” farkına varmak. “kennen” tanımak, “erkennen” ise gelip geçici olabiliyor, duruşumuza yansımıyor.
İşte özellikle bu son yıllarda “erkennen” ile yetinme öğretildi bize, gerçekten anlamaya çalışmak için, “dinlemek – durup düşünmek- araştırıp derinleri deşmek ve işin ucundan tutmak” dan uzaklaştırıldık. Bu hızlı dijital çağda kopyala- yapıştır, kısa videolar, özlü sözler, etkili sunumlar dönemi bizi bu hale getirdi, sunulan kaynaklarla yetindik.
Bu yazıda gerek “erkennen” gerekse “verstehen” kelimlerine de bazı konuşmalarına vurgu yapan beyin araştırmacısı “nörobiyolog Prof. Gerald Hüther’in ve İsviçreli tarihçi Dr. Daniele Ganser”in çeşitli söyleşilerde anlattıklarını “Corona ve Korku” bağlamında ele alacağım.
Beni tanıyanlar bilir, eğitimde doğru bilinen yanlışları tecrübelerim ve araştırmalarımla anlatırken, mevcudun özenle iyi leştirilmesi için yolları gösteririm. Bu yollardan biri de mevcut Alternatif Eğitim metodlarını tanıtmaktır. Alternatif eğitim diye adlanlandırılan, çıktıkları döneme göre büyük “reform” niteliğinde olan “reform pedagojsi” diye de adı geçen okullardan (Montessori, Waldorf, Freinet, Jena-Plan, Demokratik okullar gibi)mezun olanların 3 önemli özelliğini belirtir Prof. Dr. Gerald Hüther:
1. Kendini tanıyan, ne istediğini bilen;
2. Sürekli merak eden, her zaman öğrenmeyi seven;
3. Çevredeki, dünyadaki sorunları görebilen ve BİRLİKTE çözüm yolu üreten insanlar – bu gibi okullardan yetişmektedir, demektedir.
Montessori pedagojisi İtalya’nın ilk kadın doktoru Dr. Maria Montessori tarafından kurulmuştur.Büyük kızımın Halle an der Saale/Almanya’da 1. ve 2. sınıfı okuduğu Montessori okullarında “Kendi başıma yapmama yardım et” temel prensibinden hareket edilmektedir. “dayanışma ve ifade özgürlüğü” Marksist Fransız öğretmen Celestine Freinet’in kurduğu pedagojide hakim iken, küçük kızımın Almanya’da kısa süreliğine Waldorf’da multidisipliner bir yaklaşım izlemektedir. Birlikte hareket etmenin önemi çok fazladır, ise kimi zaman o birliktelik hali nadiren de olsa cemaatleşmeye, grubun kendi içine kapanmasına dönüşebilmektedir. Ve kimileri tarafından müfredatı da ayrı olan “Waldorf okulları” mezunlarının, maneviyata fazla önem verdiği, teknolojiyi çok geç öğrencilerin yaşamına soktuğu için “dünyaya uzak” olduğu söylenir.
Rudolf Steiner’in kurduğu Waldorf pedagojisinde ruh, zihin (tin), beden bütünlüğü temel alınır. Aynı zamanda biyodinamik tarımın, anthroposofik tıbbın kurucusu Rudolf Steiner’in de bazı sözleri günümüzde eleştirilmektedir.
Rudolf Steiner’in fotoğrafı ve yazılanlar: “Ruhunu her ne pahasına olursa olsun koru”
“Aşılara dair: Karanlığın ruhları, insan taşıyıcılarını bir aşı bulmaya bulmaya özendirip, onların kendi içlerindeki maneviyata eğilimlerinden uzaklaştırmaya çalışacaklardır.”
Çok uzun süredir takip ettiğim Ken FM in kurucusu, youtubeda 500 bin abonesi olup, fakat önce bazı videoları engellenip ilk Corona ilgili yazımda da bahsettiğim Ken Jebsen gibi Dr. Daniele Ganser de Waldorf okulundan mezun bir tarihçidir.
Kimdir Dr Daniele Ganser?
Dr. Daniele Ganser, son birkaç yıldır birçok söyleşisini ve konferansını internet üzerinden izlediğim Almanca konuşulan ülkelerde çok tanınmış bir tarihçidir. Araştırmaları sonucunda “genel kabul”un dışında tezler ortaya koyup, bunları da insanların nasıl manipule edildiğine dair kanıtlarla destekleyince, maalesef “komplo teorisyeni” ilan edilen bir barış araştırmacısı.
Daniele Ganser’in ekim ayında siyasetbilimci Werner Patzelt’in de katıldığı Dresden’deki Caz günlerindeki söyleşisini Almanca bilenlerin mutlaka izlemelerini tavsiye ederim. Etkinliğin düzenlenmesi ve orada konuşulanlar, seyircilerin soruları o kadar güzel günümüze ışık tutuyor ki. https://www.youtube.com/watch?v=jtj2zdFmkP0
Dr. Daniele Ganser de “jazztage- Dresden” de, “neden aykırı, farklı bir tarihçisiniz?” sorusuna verdiği cevapta Waldorf okulundayken yaşadığı bir örnekle, yanlış bulduğu bir şeye katılmama özgürlüğünün üzerine gittiğini, ama sonunda genel kuralın dışına çıkamadığını kabullendiğini belirtmiştir.
Waldorf okulundayken müfredatta olan “Eurhytmie” dersini saçma bulduğunu, kendisine hiçbirşey kazandırmadığını, hatta utandığını (baledeki gibi hareketler olduğundan) belirtip, bu dersten muhaf olmak istediğini söylemiş. Bunu tek tek farklı öğretmenleri ile görüşmüş, öğretmenleri küçük Daniele’yi anladıklarını, fakat okulun kuralının bu olduğunu ve aksi takdirde okuldan ayrılması gerektiğini belirtmişler. Öğretmenlerinin onu dinleyip, anlamış olmalarını hissetmek önemli olduğunu görmüş. Tek başına da olsa karşı gelebilmiş ama sonunda genele uyuma mecbur bırakılmış.
Daniele Ganser ekim sonunda Viyana’daki konuşmasında ise “corona ve korku” yu ele alırken, korkularımızı tek başına değil, BİRLİKTE azaltırız diyor. Bunun için de Prof. Gerald Hüther’in beyin neyi nasıl algıladığına da atıf yaparak, kendimizi , birbirimizi, korkularımızı anlamamız gerekiyor” diyor.
Ekim ayı sonunda Daniele Ganser’in sunumundan:
– Esasında bu sunumdaki birinci amacım “korkuları azaltmak”. İkincisi ise insanlar arasında “iyi bir iletişimi güçlendirmek, bunun önümüzdeki aylarda çok büyük ihtiyaç olduğunu görüyorum.
Corona ile ortaya çıkan farklı korkulara sahip insanlar görüyoruz.
1. Grup: Hastalıktan, hastalığın öldürücülüğünden, hastanelerde tedavi göremeyeceğinden korkan kişiler
2. Grup: Diktatörlükten korkanlar, hak ve özgürlüklerinin ellerinden alınacağından, totaliter bir dünya devletinin, sağlık ve dijital diktatörlüğünün geleceğinden korkan kişiler
3. Grup: İşini kaybedeceğinden, parasız, evsiz, yoksul, aç kalacağından korkanlar
Bu grupların kesiştiği bir alan olsa da, yine de bugrupların birbirlerini ANLAMAları kendi argümanlarıyla tartıştıklarında pek de mümkün değil. Grupların ortak özelliği ÖLÜM den korkmaları, ölüme sürüklenmelerinden, yakınlarının, sevdiklerinin ölmesinden..
Ama hep bu korku geleceğe dair varsayımlardan, ve şimdiye kadar medyadan, sosyal medyadan edinilen sürekli tekrarlanan medyadaki haberlerden, görüntülerden, ve ekranlara çıkartılan ünlü kişilerin, siyasilerin ve profesör hekimlerin, virologların değerlendirme, bilgilendirmelerden oluşuyor.
Dr. Daniele Ganser biraz kendi içimize dönmemizi , bizi sevindiren şeyler yapmamızı, örneğin ormanda yürümemizi, televizyon medyasından uzaklaşmamızı (çünkü maalesef kötü senaryolar tekrarlanıyor, ve tekrarlanları de gerçek gibi algılıyoruz), bazı internet medyasındaki “aşılanacağız, cipsleneceğiz, robotlaşacağız, kontrol devleti olacak” ın arttığını, anlatılanların bizleri kötü hissettireceğini, gördüklerimizi sorgulamamız gerektiğini söylüyor. Bağışıklık sistemimizi korumak için de korkuların esiri olmamamız gerekiyor.
Dr. Daniele Ganser’in Viyana’da bu sunumu yaptığı tarihlerde Avusturya Anayasa Mahkemesi, hükümetin almış olduğu önlemlerin gerekçelerinin ORANTISIZ olduğuna karar veriyor. Fakat birkaç gün sonra başbakan Kurz yönetimindeki Avusturya hükümeti ineredeyse her yerin 3 haftalığına kapatıldığı bir tedbir kararı alıyor.,
—–
Eğitimde ben hem T le başlayan kelimelerle anlatırım bir şeyleri, hem de K larla.. T lerle anlatımıma Corona’ya dair bir yazım da vardı hatta.
K larla anlatırken ise M.Montessori gibi “kendi başıma yapmama yardım et”yerine “kendi başıma keşfetmeme yardım et” derim, “ bunun için kaynak göster, esinleneceğim doğru kaynağı, ve benim kendi iç kaynağımı keşfetmeme, ortaya çıkarmama yardımcı ol”
KORKULARIMIZA KARŞI “FACT”ler (fact kelimesinin tam tercümesi yok)
Korkularımızın nedenini anlamak için de gerçek, somut “fact” dediğimiz kaynaklara bakmamız gerekliyor,
Ben de “fact”ların olduğu birçok kaynak gösterebilirim size, birkaç tanesini , kanıtları, kayıtları gösterdiğimde zaten siz birçoğunu bulursunuz, kendiniz keşfedersiniz. Ama gerçekleri, gerçek nedenleri aramaktan, keşftmeketen biliyorum kaçacaksınız çoğunuz, şimdiye kadar bildiğiniz, güvendiğiniz kaynaklara, ve size, bize yavaş yavaş dayatılan “genel kabul” e şöyle bir başka pencereden bakma cesaretini göstermeye cesaret edemeyeceksiniz. Şimdiye kadar olduğu gibi “çok uzun yazmışsın Şule” diyeceksiniz.
Göreceğiniz, keşfedeceğiniz fact lar belki sizlerin virüs ve bulaşıcılığı, ölümcüllüğü konusundaki korkularınızı azaltabilir, ama genel anlamda hastalıkların teşhis ve tedavisi konusundaki endişelerinizi çoğaltabilir. Devlete, taraf olduğunuz partiye, ekranlarda gözüken bilim insanlarına, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlara güveninizi azaltabilir.
Ama tükaka K larımızdan korku, bizi edilgenliğe sürüklemesin. Unutmayın, bizim davet eden, esinlendiren, cesaret eden, cesaret veren kişilere, topluluklara ihtiyacımız var.
Korkuları ANLAMAK yerine, kendi korkumuzun başkasının korkusundan daha önemli olduğunu kanıtlamaya çalışmak, onların korkusunu veya korkusuzluğunu ANLAMAYI REDDETMEK, başkalarının farklı korkularını küçümsemek, onları küçümsemek, hor görmek, etiketlemek şimdiye kadar belirli bir siyasi görüşü temsil ettikleri için, başka korkuları olduğu için onları reddetmek,…
Bugün Almanya’da Corona politikalarını eleştirenler, protestolara katılanlar ana akım medya kuruluşları ve devletin medya kuruşları tarafından uzun zamandır
Corona inkarcısı (Corona-Leugner), komplo teorisyeni, Nazi, Covidiot, aşı karşıtı, radikal sağcılar, radikal solcular olarak etiketlendi. Zaten durumu eleştiren yüzlerce bilim insanına medyada yer verilmiyor, youtube videoları sansürleniyor.
Türkiye’deki durumu ise tanıdığım meraklı, araştırmayı seven bir gencin mesajı çok iyi anlatıyor. “açıkçası herkesin ana akım medyadan ezbere konuştuğu ve kendine alternatif diyen birçok kanalın dahi kaynağınıaslında aynı yerden aldığı şu çelişkili kurallarla dolu absürt zamanda, temelin dışında olup sansüre bile maruz kalan kaynakları takip eder oldum”
Şimdiye kadar nesneleştirildi sistem bizi, buna boyun eğdik, farkında olmadan. Ayrıştırıldık, ayrıştırılmaya devam ediyoruz.
İnsanlık bir dönüm noktasında, ve fiziksel olmasa bile zihnen, ruhen elele verme, gerçeklerin keşfine yardımcı olma zamanı.
Her kültürden, her siyasi eğilimden, her ekonomik sınıftan insanların BİRARADA ortak MESELE için hareket etme zamanı.
Şimdiye kadar taraf olduğunuz siyasi görüşten, siyasi partiden, bulunduğunuz çevreden bağımsız esasında her gün daha çok şeffaf hale gelen factları keşfetmeye, eşimizi, dostumuzu, komşumuzu, sosyal medyadan arkadaşımızı değil, herkesi davet etme zamanı.
Bu bağlamda kaynak olarak her ne kadar süreç içinde yeni öğrendiklerimi (özellikle Corona-Ausschuss oturumlarından) eklememiş olsam da eski blog yazılarıma bakabilirsiniz. Sesli dinleyeyim derseniz, Coronoloji.com deki sevgili Asena Devlet ile PCR testlerini ele aldığımız bir söyleşiden başlayabilirsiniz.
Not: Bu yazıda gösterdiğim kaynakları, kişileri övmek veya yermek değil amacım. Fakat belki sizler de bu kaynaklardan da yararlanarak o uçsuz bucaksız keşif yolculuğuna çıkarsınız.
COVID-19, toplumun bir bölümü için gerçekten de korkunç bir hastalık olabilir; fakat, eğer haber başlıkları sizin tek bilgi kaynağınız ise toplumun çoğunun virüsten korkacak pek bir şeyi olmadığını öğrenmek sizi şaşırtabilir. Korkutucu haberlere rağmen epidemiyoloji, mikrobiyoloji ve viroloji alanlarındaki uzmanların bu önemli gerçeklerle ilgili sunacağı yeterli kanıtları var.
1 Virüs, vakaların en az %80’inde ya hiçbir semptom göstermiyor ya da hafif soğuk algınlığı benzeri tablo oluşturuyor. COVID-19 için enfeksiyondan ölüm oranı %0.15 – %0.2 aralığında. Bu oran onu ölüm oranı %0.1 – %0.2 aralığındaki mevsimsel gribe yaklaştırıyor.
Çocukların üzerine yıldırım düşme ihtimali, COVID-19’dan ölme ihtimalinden daha yüksektir. Yetişkinlerin bir araba kazasında ölme ihtimali de daha yüksektir. Toplumun çoğunun COVID-19’dan ölme riski yoktur. Çalışmalar nüfusun %99.94’ünün COVID-19’dan hayatta kaldığını ve uzun bir süre için ona dirençli olacağını gösteriyor.
2 COVID-19’dan risk altında bulunan bireyler açık bir şekilde belirlidir ve hedeflenen önlemlerle korunmalıdır. Çocuklar bu hastalığa yatkın olmadıkları gibi virüsü de yaymazlar.
Fakat, COVID-19 yaşlı ve hassas bireyler için ölümcül olabileceğinden onları korumak önemlidir. Bu, hastanelerde oluşan aşırı yoğunluğun giderilmesine de yardımcı olacaktır.
3 Sokağa çıkma yasakları, toplum bağışıklığını engelleyecek ve sorunu uzatacaktır. Hassas bireyleri izole etmek ve toplumun geri kalanının güvenli mesafelere uygun olarak hayatlarını devam ettirmesi, grip benzeri virüslerle baş etmede tarihsel olarak kanıtlanmış bir metoddur.
4 Medyanın panik ve histeri yoluyla korku aşılaması daha çok insanın ölmesine neden oluyor. Çoğu, evlerinden çıkmaya korktuğu için tıbbi yardım almayı reddediyor. Diğerleri ise yürürlüğe konan yeni prosedürler yüzünden uygun tıbbi bakıma ulaşamadılar.
5 Yüz maskelerinin, COVID-19 dahil solunum yolu virüslerinin neden olduğu enfeksiyonları engellediği yönünde güçlü bir tıbbi kanıt yoktur. Bu, devletin işletmelere yönelik kılavuzlarında bile belirtilmiştir.
COVID-19 tipi sosyal mesafe, tarih boyunca ispatlanmış hasta insanları izole etme uygulamasından çok uzaktır. Bu tedbirlerin hastalığın yayılımını engellediğine dair hiçbir bilimsel kanıt yoktur.
Çin’in Wuhan kentinde yapılan kitle testlerinin analizi, corona virüsünün asemptomatik taşıyıcılarının patojeni yaymadığını gösterdi. Bu, asemptomatik taşıyıcıların düşük viral yükü ile ilgili olabilir.
Bir çalışmada Çin’de yapılan büyük bir COVID-19 testinin sonuçları analiz edildi. Neredeyse Wuhan şehrinin tüm sakinlerinin dahil edildiği çalışmada, coronanın asemptomatik pozitif vakalarının hastalık yaydığına dair hiçbir kanıt bulunamadı.
Wuhan’da 6 yaş ve üzeri yaklaşık on milyon kişi test edildi, -bu sayı tüm şehir sakinlerinin yüzde 92’sine tekabül ediyor-. Testte yeni semptomatik vaka kaydedilmedi , 300 tane de asemptomatik vaka tanımlandı. Bulunan asemptomatik vakaların 1,174 yakın temasının ardından yapılan testlerde herhangi bir yeni pozitif sonuca rastlanmadı.
Araştırma sonucu “Belirlenen asemptomatik pozitif vakaların bulaşıcı olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmadığı” şeklinde duyuruldu. İlgililer, geniş çaplı bu testin sonuçlarının, sağlık yetkililerinin karantina ve kısıtlamalar sonrası dönemde hastalık önleme ve kontrol stratejilerini ayarlamasına yardımcı olabileceğini de sözlerine ekledi.
Analiz, test sırasında yayınlanan ön sonuçları da doğruluyor. Wuhan Huazhong Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nden Profesör Lu Zuxun da, Haziran ayında yaptığı açıklamada, asemptomatik kişilerin virüsü başkalarına geçirdiğine dair hiçbir kanıt olmadığını öne sürmüştü.
Raporu hazırlayanlar, önceki çalışmaların asemptomatik bireylerin bulaşıcı olduğu ve daha sonra semptomatik hale gelebilecekleri yönünde olduğunu, ancak araştırmanın devamında, şehir kesin bir karantina altına alındıktan sonra testleri pozitif çıkan Wuhan sakinlerinin “düşük seviyelerde viral yüklere” sahip olduklarını ve bu nedenle hastalığı diğer insanlara yayamadıklarını bildirdiler.
Wuhan, 70 günden fazla bir süre sıkı bir şekilde karantina altına alınmıştı. Her haneden yalnızca bir kişinin en fazla iki saat süreyle konutlarını terk etmesine izin verilmişti.
Makale, COVID-19 kısıtlamalarının etkinliği hakkında büyüyen tartışmalara bomba gibi düşüyor. Öyle ki, şehir ve hatta ülke çapında kısıtlanmalar ve maske zorunlulukları; asemptomatik insanların bile hastalığı yayabileceği ve böylece sağlık hizmetlerinin aşırı yüklenmesine sebep olabileceği argümanıyla haklı gösterildi.
Önlemleri eleştirenler, kısıtlamaların sosyal ve ekonomik maliyetlerinin, varlığı şüpheli faydalardan çok daha ağır bastığını ve asemptomatik insanların bulaşıcı olmadığını gösteren çalışmalara işaret ediyor.
Bu çalışmadaki araştırmacılar, kendilerini bu tartışmaların dışında tutmayı tercih ediyor ve her şeyi açıklığa kavuşturmak için henüz çok erken olduğunu belirtiyorlar. Wuhan’da maske takma ve sosyal mesafeyi koruma gibi önlemlerin uygulanmaya devam etmesi gerektiğini ve özellikle zayıflamış bağışıklık sistemine sahip olanlar gibi nüfusun savunmasız kesiminin tehlikelerden korunmaya devam etmesi gerektiğini savunuyorlar.
Haziran ayında, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) önceki açıklamalarını revize etti ve virüsün asemptomatik taşıyıcılarının patojeni yayabileceğini kanıtlamak için yeterli kanıt olmadığını söyledi.