Portekiz’de görülen bir davada mahkemenin aldığı karar bildirgesinde, PCR testi sonuçlarına çeşitli nedenlerle güvenilemeyeceği ve sırf PCR testi sonucuna dayanılarak insanların karantina gerekçesiyle dolaşım özgürlüklerinin engellenemeyeceği ifade edildi.
Yapılan açıklamada Jaafar ve ark.’nın 2020 yılına ait bilimsel çalışmalarına atıfta bulunularak, testin çıkaracağı sonucun cihazın çalıştırıldığı devir sayısına ve numunedeki viral yüke bağlı olarak değişeceği vurgulanarak, buradan hareketle şunlar söyleniyor:
Mahkeme ayrıca, Portekiz’de yapılmakta olan PCR testlerindeki devir sayısının bilinmediğini de ifade ediyor.
Türkiye’de kullanımda olan PCR testlerinin marka, hazırlanma tarihi, üretildiği ülke, yapılan devir sayısı ve testlerde hangi gen dizilimlerinin kullanıldığı yönünde kamuoyuna yapılmış bir bilgilendirme bulunmamaktadır.
Davaya konu olan karantina uygulaması, ülkeye turist olarak gelen dört kişiden birinde PCR testinin pozitif çıkması üzerinde, bölge sağlık müdürlüğünce kişilerin otelde alıkonulması şeklinde cereyan ediyor.
Mahkemenin, Bölge Sağlık Müdürlüğü’nün aldığı sağlık tedbiri kararını bozma gerekçesi ise şöyle:
Bu noktada PCR’ın icat edilme nedeni ve asıl işlevinin, genetik materyal kopyalamak ve çoğaltmak olduğu unutulmamalıdır. Bu cihaz tıbbi tanı ve tetkik amacıyla kullanıma uygun değildir.
Sayın yetkili, Ben Diş Hekimi Mahmut Demirkan. Covid salgınına inanmıyorum. Dünya Sağlık Örgütünün otoritesine ve onun yönlendirmesi ile ülkemizdeki...
“Sürüntü testleri %100 güvenilmezdir çünkü ortada izole edilmiş bir virüs yok,” diyor Prof.Dr. Stefano Scoglio 12 Eylül 2020 tarihli bir söyleşisinde. Kasım 2020 itibariyle de İtalya’da 30 farklı yerel mahkemede PCR testi sonuçları üzerinden alınan kararlarla uygulamaya konulan pandemi tedbirlerinin hukuksuzluğu savı üzerinden devlete dava açmış bulunuyor.
SARS-CoV2 virüsü izole edilmemiş olduğundan, PCR testi sonuçlarının doğruluk oranını saptamak için kullanılabilecek bir altın standart da yoktur. O yüzden bu testlerle elde edilecek sonuçlar tümüyle geçersizdir.
VİRÜS İZOLASYONU OLDUĞUNU KABUL ETSEK BİLE;
Kullanımda 100’ün üzerinde sürüntü test kiti var ve bunların tekinin bile resmi verifikasyon ve validasyonu yok.
Cihazların %99’unda hangi gen dizilimlerinin bulunduğu bilinmiyor.
Almanya’dan Prof. Drosten’ın araştırma ekibi, kullanımda başı çeken test kitinde Çin laboratuvarlarından kendilerine gönderilmiş ve bilgisayarda bir araya getirilmiş gen dizilimi olduğunu kabul etmiş bulunuyor.
Virüs izole edilmiş varsayılsa bile sistem doğru sonuç almaya değil, pozitif sayısını artırmaya yönelik kurulmuş bir sistem.
2020’nin Nisan ayına kadar PCR testlerinde her 3 gen de(E geni, N geni ve RdRp2 geni) aranmakta, kişiden alınan numunede bu 3 gen de bulunduğu takdirde pozitiftir denmekteydi. Kişide enfeksiyon kabiliyetine sahip, bütünlüğü bozulmamış tam bir virüs var diyebilmek için bu 3 genin birden mevcudiyeti aranmakta, bu da pozitiflerde suni yükselmelerin önüne geçmekteydi.
İtalya’da Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı 2 Nisan tarihli bir genelgeyle getirilen yeni düzenlemeyle, SARS-CoV2’ye ait olduğu ileri sürülen hedef genlerden yalnız birinin mevcudiyeti pozitiflik için yeterli kabul edilmeye başlandı. İlk baştaki yöntemle ilerlenmiş olsa, bugünkü asemptomatik pozitif yığınlarının oluşması söz konusu olamazdı.
Sağlık Bakanlığı, virüs dolaşımının en yoğun seyrettiği kırmızı bölgelerde tek gen bulunsa yeter şeklinde mantık yürütüyor. Bilimsel açıdan ise bu tam bir saçmalık, zira virüsün en yoğun görüldüğü yerlerde üç geni birden bulmak çok daha kolay olmalı.
7. Dünyanın önde gelen uzmanları PCR testlerinden anlamlı bir sonuç alabilmek için, cihaza yaptırılan devir sayısının 20 ila 30 arasında kalması gerektiğini söylüyor. Frankfurt il sağlık idaresinde yapılan açıklama, 25 devrin üstünde gerçekleştirilen PCR test sonuçlarının hükümsüz olduğu yönünde. İtalya’da ise laboratuvarlar 32 devir ve üstünde çalıştırıyor cihazı, hatta 50 devre çıkanlar da var. Bu durumda PCR testlerinden çıkan sonuçların hiçbir bilimsel ehemiyeti kalmamaktadır. 30 devrin üstünde, çıkacak sonuç otomatikman negatif sayılmalıdır. Milan’daki San Raffaele Hastanesi’nde Mikrobiyoloji Anabilim Dalı başkanlığını yürütmek olan. Professor Massimo Clementi’nin de katıldığı üzere, şayet sağduyulu bir biçimde devir sayısı 30, bilemediniz 35’i aştığı noktada sonuç negatif kabul edilse, pandemi hemen yarın bitmiş olurdu.
8. Gen bankası GISAID’de bugüne kadar SARS-CoV2 mutasyonu olduğu iddiasıyla 150.000 farklı gen dizilimi girilmiş bulunuyor. Virüs bu denli hızlı mutasyona uğruyorsa, 3 ay önce hazırlanmış PCR testi ile bugün dolaşımdaki virüsü aramak mantık dışıdır. Virüsün her ülkeye ve coğrafyaya göre değişiklik gösterdiği iddia edildiğinden, menşei farklı bir ülke olan test kitlerinin yine herhangi bir geçerliliği olmayacaktır.
“1 devir olmuş 10 olmuş 40 olmuş, hiç mühim değil. PCR testinde devir sayısının da hiçbir anlamı yok, zira ortada virüsün mevcudiyetine dair kanıt yok!” – Prof. Dr. Stefano Scoglio
Sayın yetkili, Ben Diş Hekimi Mahmut Demirkan. Covid salgınına inanmıyorum. Dünya Sağlık Örgütünün otoritesine ve onun yönlendirmesi ile ülkemizdeki...
ABD’li Dr. Andrew Kaufman, Dr. Thomas Cowan, Kanadalı biyolog David Crowe, araştırmacı gazeteci Jon Rappoport, Alman Dr. Wolfgang Wodarg ve şimdi de İtalyanların 2018’de Nobel Tıp Ödülü’ne aday gösterilen doktoru, Prof.Dr. Stefano Scoglio’ya göre, Covid-19 olarak adlandırılan hastalık tablosuna neden olduğu öne sürülen Sars-Cov2 virüsü, bu yönde çıkmış bilimsel yayınların iddiasının aksine, bugüne kadar saflaştırılarak ortaya konulabilmiş, biyokimyasal özellikleri tanımlanmış değil.
Amerikan CDC’sinin 13 Temmuz 2020 tarihli dokümanındaki itirafına göre de, 2019-nCoV [Sars-Cov2] virüsüne ait izolat bulunmamakta.
CDC bu cümleyi, var olmayan virüsün teşhisi için geliştirdiği PCR testinin kullanım kılavuzunda kuruyor. Testle, adı konulmuş ancak kendisi bir türlü gösterilememiş bu virüse ait olduğu varsayılan bir RNA dizilimi aranıyor.
Yukarıda ismi geçen ve Sars-Cov2 virüsü ve mutasyonlarını hastalardan elde edip izolasyonunu gerçekleştirdikleri iddiası ile kaleme alınmış yayınların tümünü inceleyen uzmanlar, virüsün mevcudiyetine dair ortada bilimsel hiçbir kanıt olmadığı ve yapılanın bilimsel aldatma ve dolandırıcılık tanımına girdiğinin altını çizmekte.
Dr. Andrew Kaufman’ın YouTube tarafından yayını yasaklanan sunumundan, virüs saflaştırma işleminin teknik olarak hangi aşamalardan oluştuğunu ve Sars-Cov2 virüsü izolasyonu yapıldığı iddiasıyla kaleme alınmış makalelerdeki kusurları öğrenebilirsiniz.
Prof Scoglio da, 6 Kasım 2020’de konuk olduğu ve Oval Media avukatlarının sorularını yanıtladığı Corona Ausschuss’un 26. oturumunda, virüs izolasyonu konusunda şu açıklamaları yapıyor:
Bu noktada iş yine Koch Postülaları’na geliyor. Bu postülaların mantığı çok basit ve gayet de sağduyulu. Hastalık yapan bir mikroorganizma var deniyorsa hasta kişiden o mikroorganizma alınır, diğer her şeyden ayrıştırılarak tek başına ortaya konur [izolasyon], kültüre konup çoğaltılır, oradan alınıp kobay hayvana enjekte edilir ki aynı hastalık tablosunu oluşturup oluşturmadığı görülebilsin. Baktınız orijinal hastalığı bu şekilde oluşturabiliyorsunuz, o zaman evet, bu mikroorganizma ile bu hastalık arasında bir korelasyon var diyebilirsiniz. Peki koronavirüs için bu yapılmış mı? Hayır, kimse yapmamış. Yaptıklarını söylüyorlar, fakat o yayınları açıp okuduğunuzda, yapılmamış olduğunu görüyorsunuz.
Çin CDC’sinin (CCDC) Wuhan ekibinin ilk çıkardığı yayın ve daha sonra Na Zhu ve ark.’nın yayını ve bunu takip eden tüm yayınlar… Hepsi aynı metodolojiyle virüsü izole ettiklerini iddia ediyorlar. Yayınladığım makalelerde de izah ettiğim gibi, burada yaptıkları şu:
Hastanın boğazından veya ciğerinden bir miktar sıvı alıyorlar. 150 mikrolitre kadar bir şey bu. Sonra bunu bir cihazdan [filtre aracı] geçirip sözümona virüs RNA’sını sıvıdaki diğer partiküllerden ayırıyorlar. Oysa kullandıklarını söyledikleri cihazın teknik kullanım kılavuzuna bakıyorsunuz orada yazan şey şu; filtre, sıvıda ne kadar ‘nükleik asit’ varsa, DNA’sını da RNA’sını da, hepsini alıyor ve sıvıdaki diğer partiküllerden ayrıştırıyor.
DNA → Deoksiribonükleik asit RNA → Ribonükleik Asit
Bu işlemden ve buna da “izole edilmiş virüs” dedikten sonra PCR’a geçiyorlar. Burada virüsün RNA’sını ortaya çıkaracaklar artık. Fakat bir problem var, o da, virolojiye paralel bir alan olan ”Ekstraselüler Veziküller ve Eksozomlar” alanından araştırmacıların yayınlarında gayet net ve açık dile getirdiği gibi, bilmediğiniz-tanımadığınız, yeni bir mikroorganizmayı gidip bu 30 milyar nükleik asitlik matrikste aramaya çalışmak, samanlıkta iğne aramaya benziyor! Yayımlanmış bir makalede aynen bu sözleri sarfediyor uzmanlar. Virüs yeni diyorsun, nedir ne değildir bilmiyorsun. O zaman tahmin edeceksin! Değil mi? Belki biraz Sars-Cov1’e benzeyen bir şeyler uydurup onu bu sıvıya atıp, bakalım eşleşeceği bir şeyler çıkacak mı diye bakıyorsun. Attığın şey o sıvıdaki bir şeylerle illa ki eşleşecek! Ama o eşleştiğinin aradığın virüs olduğunu, başka bir şey olmadığını nereden biliyorsun?! Bu sürüntü testleriyle toplanan numuneden çıkan nükleik asitlerin %99’unun insan DNA’sı olduğunu ispatlamış yayınlar var. İnsana ait bunlar! İnsana ait ekstraselüler vezikül, eksozom veya başka bir şey… Ama insana ait! Velhasıl, hiçbir şekilde virüs izole etmiş filan değiller.
Fakat bu meselenin bir de sonraki adımı var; virüs filan izole edilmiş değil ve tabii bu hem çıkarmak istedikleri aşı için problem teşkil ediyor–neye karşı aşı hazırladığınızı zannediyorsunuz ki aşıyı daha virüs neye benziyor bilmezken?– ve de tabii PCR testleri için… Ellerinde virüs olmayınca, kullandıkları PCR testinin de altın standardı olamıyor tabii; testin çıkardığı sonucun doğruluğunu sınayabileceğiniz, sağlamasını/kontrolünü yapabileceğiniz bir “marker” yok demektir bu. Ne olduğunu bile bilmediğiniz bir şeyi arıyorsunuz yani PCR testleriyle.
Bunu demişken, olayın hayli enteresan bir diğer yönünden da bahsetmemiz lazım: Patojenisite.
Patojenisite: Patojen olma niteliği; bakteri, virüs vb.bir etkenin hastalık yapma yeteneği.
Çünkü, bir diğer Çinli ekip virüsü sözümona izole etmiş ekipten, Zhu ve arkadaşlarından bunu alıp, aynı semptomları oluşturacak mı diye farede deniyor. Peng Zou ve ark.’nın Nature’da yayımlanan ve virüsün hastalık yaptığına kanıt olarak dünyaya sunulan bu çalışmada, izole filan edilmemiş virüs farelerde deneniyor. İzolasyon filan yok ama hasta kişiden aldıkları sıvı var. Eh, bu kişi hasta olduğuna ve balgam filan oluşturduğuna göre, kendisinden alınan sıvı örneğinde virüsün (nükleik asitlerin) daha da konsantre halde (fazla sayıda) olmasını ve başka canlıya verildi mi de hasta etmesini bekliyoruz, değil mi? Alın size kanıt: Virüs dolu sıvıyı başkasına verdin ve hasta oldu. Kendi içinde ilginç bir deney esasen bu patojenisite deneyi.
Pekala, hastadan sıvıyı alıyorlar ve iki farklı fare grubuna enjekte ediyorlar, doğal fareler ve transgenik fareler (yani, genleriyle oynanarak özel olarak, virüsün hücreye girişini kolaylaştırıyor dedikleri o ACE-2 enzimlerini daha bol üretmesi sağlanmış fare türü). “Virüs izolatı” diye kabul ettikleri (fakat virüs izolatı filan olmayan) bu patojenik sıvıyı farelere zerk ettiklerinde, doğal farelerde-normal sağlıklı insanın yerine kullandıkları fareler yani-yarattığı etki ne oluyor? Sıfır! Hiçbir etki gözlemlenmiyor. Genetiği özel olarak geliştirilmiş farelerde ise çok hafif bir etki görülüyor; hayvanların tüylerinde biraz değişim oluyor ve ilk hafta içinde %8’lik kilo kaybı yaşıyorlar, fakat sonradan o verdikleri kiloyu da geri alıyorlar zaten. Yani sonuç itibariyle onlarda da herhangi bir hastalık yapıcı etkisi olmuyor. İzolasyonu filan bir tarafa bırakıp kullandıkları yöntemin geçerliliğini kabul etseniz bile, görüldüğü üzere patojenisite filan yok ortada, kanıtlanmış değil.
Tarihde ilk defa osmanlıların keşfedip, başarı ile uyguladığı devşirme sistemi ülkemizin müslüman – türk vatanı haline gelmesinde mühim bir yer işgal eder (1). Sistemin başarısının en bilinen numunesi Sokullu Mehmet Paşa’dır.
Bu sistemi daha sonra bizatihi bizden alıp bize karşı başarı ile başka odaklar kullanmışlar ve 1908’de bile beş milyon kilometrekare olan topraklarımız mendil kadar bile bırakılmamışdır. Bunun zihnî açıdan son örneğini 2016’da yaşadığımızı da hatırlatmak isterim.
Tıp ilminin gelişmesinde şüphe yok ki en mühim araç aşılar olmuşdur, bunu temin için kullanılan en mühim malzeme ise immünolojik ve genetik sonuçlar alınmasını sağlayan deney hayvanları (2) yani kobaylar gine domuzu, sıçan, fare, maymun ve bizatihi insandır (3). Yüzmilyonlarcasının telef edilmesi bahs-i diğer…
Bildiğiniz gibi 2020 senesi; tarihde hiç görülmemiş, bir cihan harbi mesabesinde, bütün devletleri ve toplumları ilgilendiren, etkileyen, belki de ‘great reset’ denilmesini hak edecek iktisadi bir dönüşümü temin edecek sun’î bir salgın ile sona ermek üzere…
Ne hikmetse ABD seçimlerinden bir kaç gün sonra bu salgının aşısının bulunduğu ve aşı olan kişiyi %90 ihtimalle bir yıl koruyacağını vaad eden türk asıllı alman bilim adamı tarafından bulunduğu açıklandı. Ne tesadüf tam da başkan Trump’ın öngördüğü, tam da iki gün evvel Ergün Diler’in Washington-Berlin çizgisi dediği gibi!….
Evvela bu türk asıllı alman bilim adamını ‘webofknowledge’a soralım (Şekil 1);
175 makale 15 derleme, 6000 küsur atıf, h-indeksi 34, müthiş!!! Ama o da ne, ilk makalesi daha sadece 2006’da çıkıyor, 2011’e kadar sadece 19 makalesi var. aşıyı bulduğu, kurucu idarecisi olduğu Biontech (hayat için yeni teknoloji diyebiliriz) şirketi 2008’de Bill Gates’in de desteği ile kuruluyor. Allah (tövbe mi demeli bilemedim) yürü ya kulum demiş…
Şimdi hayat için yeni teknoloji üreten şirket Biontech’i ele alalım (4); heyecan verici şirketin sitesinde çağımızın en mühim hastalığı kanseri immün sistemi manipüle ederek tedavi etmeye çalışan fixvac dedikleri bir çeşit aşı görülüyor. Bu da müjdesini verdikleri Sars-Cov2 aşısı gibi mRNA teknolojisi ile çalışıyor. Belirli bir antijeni (duruma göre kanser, veya virüs) tesbit edip bu antijeni hastanın dendritik hücreleri içine bir çeşit lipid nanopartikül vasıtası ile sokup, bol mikdarda istenilen antijenin üretilmesi ile; hastanın mevcut immün sisteminin bu antijene innate ve adaptif cevaplar husule getirilerek tehdidin ortadan kaldırılması hedeflenmekdedir (4). Henüz başarılı oldukları tek bir kanser türü olmasa da ne gam!…
Daha evvel fakirin basitçe anlatmaya çalışdığı (5, 6) askerî bir sistem olan immün sistemi hatırlayınız. Zihninizde canlanması için linkdeki videoyu da takdim ediyorum (7).
Devşirme sistemi, hücrenin kontrolünü ele alan ve daha evvel olmayan bir proteini ürettiren bu yeni tekniğin ilk örneklerinden biri yine Almanya’da melanomda denenmiş fakat başarılı olmamış (8).
Bu tekniği anlatan güzel bir derlemeden öğrendiğime göre, daha evvel denenen DNA aşıları insertional mutagenesise yani sonuçda kansere sebeb olduğu için terk edilmiş ve bu sisteme geçilmiş (9). Seçilen antijenin sentezlenmesini temin edecek olan mRNA kalıbı in vitro transcription bioreactor denilen bir protein amplifikasyonu ile üretiliyor. Üretilen bu mRNA de bir protein olduğu için normalde vücuda girer girmez immün sistem tarafından yok edileceği için bu mRNA proteinini husule getiren bloklar psödoüridin denilen bir madde ile immün sistem tarafından tanınamaz hale getiriliyor. Hedeflenen antijen sadece bir kaç gün ürettiriliyor ve hem mRNA, hem de hem de hedef antijen bir kaç gün içinde ortadan kalkacağı için (mantıksız!) yan etki görülmeyeceği vaad ediliyor. Üstelik nerede ise her derde deva olabilecek bir teknik imiş (9).
Yeni yayınlanan başka bir derlemede ise konunun zaman çizelgesi çıkarılmış (10).
Bu derlemede (10) mRNA teknolojisi pek çok hastalığın tedavisi için güçlü bir platform olduğu söyleniyor, satır arasında ise bilhassa otoimmüniteye yol açabileceği belirtilmiş, herhangi bir yerde bahsedildiği görmedim ama abd-i acizin kanaati lenfoid dokuda germinal merkez mimarisinin bozarak lenfomaya, glomerül bazal membranına çökerek nefritik/nefrotik sendroma yol açması beklenmelidir.
Gelelim Biontech’in mRNA tekniği ile SARS-Cov2 diken proteinini antijen olarak üretilmesi esasına dayanan meşhur aşısına. Şirketin CEO’u türk asıllı alman vatandaşının ilk isim olduğu, meşhur aşı firması Pfizer’ın maddi ve manevi desteği ile 23 Nisan-22 mayıs 2020 arasında sadece 72 (yazı ile yetmiş iki) gönüllüde yapılan çalışmanın verileri (11) 23 Haziranda toplanmış, salgın ne zaman başlamışdı? Hazırlanan aşı 1, 10, 30 ve 50 mcg olarak iki doz 60 kişiye, 60 mcg olarak tek doz 12 kişiye uygulanmış. Denekler yan etki açısından sadece yedi gün takip edilmiş (aynı geleneksel eski aşılarda uygulanan hile), ciddi yan etki görülmemiş. Yorgunluk, kırgınlık, ateş gibi bulgulara CRP de artış ve lenfopeni de eşlik etmiş, ama bunu aşının etki mekanizmasına bağlamışlar.
Aradan geçen yaklaşık altı ayda bu 72 deneğin başına neler geldiğini öğrenme ihtimalimiz maalesef yok tabii…
Ortada mukayese edilebilecek daha fare deneyleri yeni yayınlanmış sadece bir aşı var (12). Salgın şartlarında, insanî maksatlarla insanlarda da bazı denemeler yapılabilir tabii, ama Avrupa Birliği’nin üç gün evvel biontech aşısı siparişi vermesi (13) biraz acele edilmiş olduğunu telkin etmekdedir.
ABD’nin her türlü ahlaki kaygıyı bir tarafa bırakmış Operation Warp Speed’i (hızlı çözüm manasında) bile bu kadar aceleyi karşılayamamış durumda (14).
Genetik materyalde olduğu gibi -80 derecede muhafaza edilmesi gereken bu aşının (15) dünyanın en iyi aşı tevzi, tatbik ve muhafaza sistemine sahip ülkemizde (neden acaba) bile saklanması ve uygulanmasının fevkalade zor olduğu teslim edilmelidir.
mRNA teknolojinin muhtemel yan etkileri arasında Ahmed Rasim hocanın da isabetle işaret etdiği antibody dependent enhancement (basitçe antikor iltihabı diyebiliriz) gelmekdedir. Daha evvel rsv ve deng humması aşılarında ortaya çıkan ağır yan etkilerin bu aşılarda ortaya çıkması beklenmelidir (16).
mRNA teknolojisinin hedef antijen için kullandığı mRNA’yin imha edilmesini önlemek için kullandığı psödouridin ise daha evvel patolojik durumlarda (HIV, mitokondriyal miyopati, sideoblastik anemi, diskeratozis konjenita) (17) tesbit edilmiş olup, mezkur aşının uzun vadeli yan etkilerinden sorumlu olacağı düşünülebilir.
Kısa bir süre evvel son derece iyi korunan ve geç de olsa maske kullanmaya başladığı halde Covid-19’a yakalanan Başkan Trump’a uygulanan, bir iki gün sonra ayağa kaldıran tedaviyi de anlatmadan olmaz. Daha evvel prematüre bebeklere palivizumab, rh uyuşmazlığında gebelere rhogam uygulamasında yapıldığı gibi bu hastalıkda (bütün enfeksiyon hastalıklarında kullanılabilecek daha güvenilir bir teknik olduğu kanaatindeyim) da kullanılmaya başlanan rekombinant monoklonal antikorlar gelişdirilmiş durumda (18).
Hoca Ahmed Rasim’in dediği gibi gelelim neticeye;
Bir: Bütün bu işlerde bir yanık kokusu var!
İki: Bu aşıyı bırakınız evvela ABD, Avrupa Birliği denesin (Kobay mevzuu).
Üç: mRNA teknolojisi heyecan verici ama, Truva atı olarak kullanılmak için de fevkalade uygun (Malthusian felsefe)…
Dört: Ülkemiz her iki teknolojiyi de gelişdirebilecek alt yapıya sahip.
Beş: Enfeksiyon/fatalite oranı gripden bile düşük (19) bir virüs için risk alınmalı mıdır? Cevabımın ASLA olduğunu belirtmeliyim.
Altı: Derhal Millî İstihbarat Teşkilatı bünyesinde bir ‘Tıbbî İstihbarat Birimi’ teşkil edilmelidir.
Sayın yetkili, Ben Diş Hekimi Mahmut Demirkan. Covid salgınına inanmıyorum. Dünya Sağlık Örgütünün otoritesine ve onun yönlendirmesi ile ülkemizdeki...
Kök hücre çalışmalarıyla tanınan ve 2018 yılında Nobel Tıp Ödülü’ne aday gösterilen Prof. Dr. Setfano Scoglio, araştırmaları sonucu COVID-19 olarak bilinen hastalık tablosuna yol açtığı iddia edilen SARS-CoV-2 isimli virüsün ne bugüne kadar izole edilerek tanımının ve ispatının yapılmış olduğunu, dolayısıyla bu virüse atfedilen gen dizilimlerinin kaynağı belli olmadığından doğruluklarının sorgulanması gerektiğini; ne de acil durum için kullanımına hükümetlerce onay verilmiş, ancak esasen sadece laboratuvar araştırmalarında kullanımı onaylı PCR test cihazlarının validasyonu bulunduğu ve teşhis amaçlı kullanılamayacak bu cihazların kalibrasyon ve kullanımı ile ilgili oldukça sorunlu yönler bulunduğu gerekçesiyle, İtalyan mahkemelerinde devlete karşı dava açtıklarını bildirmekte.
Mahkemeye sundukları iddianamenin İngilizceye tercümesinden sizler için aktarıyoruz:
COVID-19 için geliştirilmiş sürüntü testleri hakkında açılan dava konusu:
İmza sahipleri:
1) Enfeksiyon Hastalıkları ve Viroloji uzmanı, Dr. Fabio Franchi, Nanopatolojiler üzerine uzman Dr. Antonietta Gatti, eczacı ve nanopatoloji uzmanı Stefano Montanari ve 2018 Nobel Tıp Ödülü adaylarından bilimadamı Prof. Stefano Scoglio’nun ortak açıklaması:
Sürüntü testlerinin verdiği sonuçlar hiçbir şekilde güvenilir değildir ve buradan elde edilecek verilerin olağanüstü hal uygulamalarının devamı, bireysel ve toplu karantina uygulamaları, bireysel özgürlüklere getirilen kısıtlamalar ve hayatı kilit altına alma kararları, okullardan işyerlerine ve hatta aile içi ilişkilere kadar vardırılan müdahale ve kısıtlamalara gerekçe olarak kullanılmasının kesinlikle hiçbir bilimsel temeli bulunmamaktadır.”
2) Prof. Stefano Scoglio’nun önderliğinde, COVID 19 sürüntü testleri üzerine yapılmış en kapsamlı çalışma: “COVID-19 sürüntü testleri %95 hatalı pozitif vermekte: İtalyan Milli Sağlık Enstitüsü tarafından onaylı bilgi.”
3) Yukarıda bahsi geçen uzmanların özellikle vurguladıkları noktalar:
a) Avrupa Komisyonu ve İtalyan Milli Sağlık Enstitüsü’nden elde edilen belgelere göre, Avrupa’da 16 Mayıs 2020 itibariyle kullanımda olan 78 çeşit sürüntü testi var; hepsi ruhsatsız, herhangi bir değerlendirme veya validasyona da tabi tutulmamışlar.
b) Aynı dokümanlardan elde edilen bilgiye göre, bu sürüntü testlerinin birçoğunda, taşıdıkları gen dizilimleri (sekansları) deklare edilmiş / açıklanmış değil.
c) Amerikan CDC’sinin ve AB Komisyonu Covid Çalışma grubunun bildirimlerine göre ise Covid-19’a yol açtığı öne sürülmekte olan SARS-Cov2 virüsü şu ana kadar izolasyonu gerçekleştirilerek gösterilmiş veya fiziksel ve kimyasal özellikleri tanımlanmış değildir.
d) Gen dizilimi için model olarak kullanılan patojenik sıvılarda ne bir virüs titrasyonu ne de kuantifikasyonu yapılmış olduğundan, buradan, o sıvılar dahilinde milyarlarca virüs benzeri partikülün (insan organizmasında doğal olarak bulunan ve patojenik özellik taşımayan ekstraselüler veziküller dahil) bulunduğu anlaşılabilir.
Bu da şu ana kadar virüs için ortaya konulmuş spesifik bir marker olmadığı, bu yüzden herhangi bir standardın oluşturulamadığı bu sürüntü testlerinin de güvenilirlikten yoksun olduğu anlamına gelir.
e) Şu an kullanımdaki 100’ü aşkın sürüntü testinin hepsi de, Avrupa Birliği’nin tıbbi cihazların kullanımını düzenleyen 1997 tarihli yasasının yükümlülüklerinden muaf tutulmuştur.
f) Buna ilaveten bu testler, 2017’de taslağı düzenlenmiş ve ancak Mayıs 2020’de yürürlüğe girecek yeni Avrupa standardına da tabi değiller.
g) Yasal düzenlemelerdeki bu boşluk nedeniyle üretici firmalar kontrolsüzce ürünlerini piyasaya sürebilmektedir. Bu da, bu testlerin düzgün çalışmasını garantileyecek standartlara göre imal edilip edilmediklerinin bilinmediği anlamına gelmektedir.
h) Virüsün sürekli mahiyette mutasyona uğradığını gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Virüs mutasyon geçirmeye devam ettiği takdirde sürüntü testlerinin işlevini otomatikman yitireceği gerçeği de bizzat sağlık otoritelerince kabul ve ikrar edilmiş durumdadır.
i) GISAID veritabanında SARS-COV-2 virüsü için girilmiş 150.000 farklı dizilim var; Nisan’da bu sayı 70.000’di şu an 150.000 ve gitgide de artıyor bu sayı, zira sürekli yeni mutasyonlar tespit ediliyor, bu da kullanımdaki sürüntü testlerini tamamen geçersiz kılıyor. Ekte, Dr. Scoglio’nun bu elzem konudaki analizi sunulmuştur.
Piyasadaki testlerin mevzuata uygun olduğu ve doğru ölçüm yapabildiği kabul edilse dahi, güncel mutasyonları içermediklerinden, çıkardıkları sonucun hiçbir anlamı kalmamaktadır.
j) RT-PCR sürüntü testlerinin metodolojisi ile ilgili de büyük problem bulunmakta. PCR testi konusunda alanın önde gelen uzmanlarınca vurgulandığı üzere, bu metodolojinin düzgün işlemesi, yapılan devir sayısının 20 ila 30 arasında kalmasına bağlı olup, cihazın 35 devri asla aşmaması gerekmektedir. 35 devirlik bu eşik değerin üzerinde, PCR cihazı rastgele sekanslar (gen dizilimleri) yaratmaya başlamaktadır. Ekte sunduğumuz dokümanlardan anlaşılacağı gibi, yürürlükteki testlerin hemen hepsi 35-40 devirlik ortalamanın üstünde çalıştırılmakta olup verdikleri sonuçlar tamamen geçersizdir, hatalı pozitif üretmektedirler.
k) İtalyan Milli Sağlık Enstitüsü’ne ait bir dokümanda yazdığı üzere, sürüntü testlerinin etkinliği 3 faktöre dayanmakta:
Hassasiyet: jenerik RNA varlığını tespit edebilme yeteneği
Spesifite: Hangi virüs sözkonusu ise bir tek onun RNA’sını ayırt etme, saptama yeteneği
Prevalans: Popülasyonda viral hastalığın varlığı, gösterdiği yayılım.
Prevalans ne kadar yüksekse, dolaşımda o kadar çok virüs var demektir, testle bulması da o kadar olası olacaktır. Bugüne değin İtalya’da gözlemlenen prevalans, bu rakam gerçek pandemilerde nüfusun %30’larını bulabilecekken, şu ana kadar bu virüs için %0.1 olarak gerçekleşmiştir. Bu oran 10 kat artsa dahi, hala testin ölçebilirliği bakımından olması gereken alt eşik değerin altında kalmaktadır. Bu konudaki uluslararası otorite olan FIND’ın ISS’den alınan tablosuna göre, İtalya’daki sürüntü testleri ortalama olarak şu an %85 – %90 arası hatalı pozitif vermektedir.
Esas itibariyle, farinjiyal veya nazal COVID-19 sürüntü testlerinin HİÇBİR DİYAGNOSTİK DEĞERİ BULUNMAMAKTADIR.
DEĞERLENDİRMEYE ALINMASI GEREKEN NOKTALAR
A) Son birkaç aydır sözkonusu sürüntü testleri baz alınarak medyadan aşağıdaki konularda ALARM VERİCİ BİRTAKIM VERİLER kamuoyuna servis edilmektedir:
B) Bu testlerin sonuçları baz alınarak BİRTAKIM TEDBİR KARARLARI alınmaktadır:
1) Karantina tedabirleri uygulanmak suretiyle kişisel özgürlükler kısıtlanmakta; 2) Ülkenin milli sınırları dahilinde ve bölgeler arasında seyahat ve dolaşım özgürlüğü kısıtlanmakta; 3) Ülke sınırlarından içeri giriş veya bölgeler arası geçişler kısıtlanmakta; 4) Tüm bu tedbirler ülke ekonomisine ağır kayıplar yaşatırken ve halkın sırtına da büyük yük binmektedir.
C) Bu testlere dayanılarak alınan kararlarla yine aşağıdaki alanlarda olumsuzluklar ve hak ihlalleri yaşanmaktadır:
1) eğitim-öğrenim hakkı; 2) halk sağlığı hizmetlerine erişim ve faydalanma hakkı; 3) kreş anaokullarına erişim hakkı; 4) işe gitme ve çalışma hakkı; 5) özel finansal inisiyatifte bulunma özgürlüğü. Tüm bu sayılanların İtalyan ekonomisine ağır etkileri olmuş, başta küçük ve orta ölçek işletmeler olmak üzere ülkede üretim faaliyetleri düzeltilemez biçimde yara almıştır. İş sahipleri kadar çalışanlar da doğrudan veya dolaylı olarak olağanüstü maddi ve manevi kayıplara uğramış, ayrıca biyolojik olarak da olumsuz etkilenmiş, tüm popülasyonda özellikle anksiyete ve korku inanılmaz üst seviyelere çıkmıştır.
Yukarıda belirtilen faktörler ve gerçekler ışığında, aşağıda ismi geçen tarafların talepleri şunlardır: Mahkeme, sunulan kanıtlar incelenmek suretiyle gerekli soruşturmayı yürüterek, kriminal ve kanuna aykırı yapılmış işleri uygulayanlar hakkında işlem yapılması için harekete geçmelidir.