Bakterilerin, Diğer Mikropların ve Parazitlerin Hastalık Yaptığı İddiasının Sonu Geldi, Tıp Tarihinin En Büyük Palavrası Olan Mikrop Teorisi ve Ona Yaslanan Şarlatan Düzen Bilimsel Kanıtlarla Yıkılıyor!

Bakterilerin, Diğer Mikropların ve Parazitlerin Hastalık Yaptığı İddiasının Sonu Geldi, Tıp Tarihinin En Büyük Palavrası Olan Mikrop Teorisi ve Ona Yaslanan Şarlatan Düzen Bilimsel Kanıtlarla Yıkılıyor!

Bu konuyu 3 ana bölüme ayırıp anlatacağım:
1-) Bakteriler, Diğer Mikroplar ve Parazitler Bizim Dostlarımızdır; Onlarla Birlikte Yaşarız, Onlarsız Var Olamayız.
2-) Kanıtlar – I ve II
3-) Ivermectin, Antiparaziter İlaçlar ve Antibiyotikler Canlılık Karşıtı Zehirdir.

Hadi başlayalım!

1-) BAKTERİLER, DİĞER MİKROPLAR VE PARAZİTLER BİZİM DOSTLARIMIZDIR; ONLARLA BİRLİKTE YAŞARIZ, ONLARSIZ VAR OLAMAYIZ

İnsan vücudu, insan mikrobiyotası olarak bilinen çok sayıda çeşitli yaşam formuyla doludur. Bunları bakteriler en yoğunlukta olmak üzere, mantar gibi diğer mikroplar izler. Bakterilerin sayısı, insan hücre sayısına oranla 10:1 (insan hücrelerinden 10 kat fazla), 100:1 (insan hücrelerinden 100 kat fazla) ya da 1:1 (insan hücre sayısıyla bire bir aynı sayıda) gibi ifadelerle tartışılsa da insan vücudunun 100 trilyon veya daha fazla sayıda bakteri içerdiğini söyleyebiliriz.
https://journals.plos.org/plosbiology/article?id=10.1371/journal.pbio.1002533

Vücut içinde akla hayale gelebilecek her yerde; kolonda, gastrointestinal sistemde, akciğerlerde, beyinde, meme bezleri, plasenta, seminal sıvı, rahim, yumurtalık folikülleri, tükürük, ağız mukozası, konjonktiva, safra dahil olmak üzere bir dizi insan dokusu ve biyolojik sıvının üzerinde yaşarlar. Vücut dışında ciltte, göbek deliğinde, koltuk altlarında vs. her alandadırlar.
Neredeyse bir iğnenin ucu kadar alan boş değildir ki bakterisiz olsun.
Onlar dış dünyada, tüm organizmaların içinde ve yüzeyindedirler.

İnsan vücudundaki bakterileri esas alıp konuşursak, bakterilerin ne gibi bir görevi vardır?
Canlılığın başlangıcından bu yana bakterilerin ve aslında tüm mikropların esas görevi atıkları parçalamak, kirleticileri süpürmek hatta onları organizmalar için kullanışlı, işlenebilir formlara dönüştürmek ve daima bir ortam temizliği yapmaktır. Midede yer alan birçok bakteri, gıdaları bağırsakların sindirimine hazır hâle getirmek üzere parçalar. -Gıdalar mide asidi ile ilk etapta parçalanır, bakterilerin buradaki rolü mide asidi kadar değildir.- Yine bağırsaklardaki sayısız bakteri, besinlerin kana karışmasından hemen önce bir nevi ayrıştırma yaparak, çöpleri yiyerek ortadan kaldırır. Bu sayede bakteriler, sindirim sisteminin sağlıklı işleyişinde demirbaş görevdedir.
Yanlış beslenmede (yoğun bir şekilde unlu mamuller, aşırı şeker ve rafine şeker, pastörize süt ve pastörize süt ürünleri -pastörize sütte besin değeri neredeyse sıfırdır- asitli içecekler, trans yağlar, endüstriyel antibiyotikli tavuk eti ve yumurtaları, ağır metallerle kirlenmiş yiyecekler, koruyucu kimyasallar ihtiva eden paketli market ürünleri, glüten, MSG, rafine tuz vb. tüketimi) ısrar edilmesi durumunda ise mide ve özellikle bağırsaktaki bakterilerin işi bir hayli zorlaşacaktır. Bu “zehirler” sindirimi güç, işlevsiz bir çöp olarak zamanla bağırsak duvarında birikinti yapmaya başlayacak ve mevcuttaki bakteriler toksik birikim alanına doluşacak ve onlara destek kuvvet olarak kolonda gizlenen birtakım diğer yaşam formları, parazitler imdada yetişecektir. Bakteriler ve parazitler böylece oradaki toksisiteyi gidermek, ortam temizliği yapmak için canla başla çabalayacaklar. Bağırsak parazitleri dışarıdan gelmiyor, zaten oradaydılar!

Şimdi diğer toksisite maruziyetlerinde vücudun savunma sistemine büyük destek olan bakterileri, tüm mikropları konuşalım. Yukarıda saydığım yanlış beslenme ile toksik malzemelerin kana karışarak dolaşıma katılması ve belli organlarda birikmesi; kimyasalların, EMR (elektromanyetik radyasyon) maruziyetine uğramak, kötü gazlara maruz kalmak, ilaç kullanmak, sistemik dolaşıma doğrudan alüminyum, cıva, polisorbat 80, formaldehit, hücre kültüründen gelen filtrelenmemiş ölü hücreler (insan fetüs hücreleri, çeşitli hayvan hücreleri) barındıran aşıları almak vb. zehirlenme durumlarında toksik birikim nerede ise bakteriler ve diğer mikroplar o alanda yoğunlaşacaktır. Toksik birikim, asidik ortamı; aşırı asidik ortam seri hücre ölümlerini beraberinde getirir. Başta toksik malzemeleri ve ölü hücre atıklarını ortamdan temizleyecek olan ise bakterilerin, diğer mikropların ta kendisi olacaktır. Yine bağırsaklardaki bakterilerin durumunda olduğu gibi, toksik birikim ve ölü hücre atıklarının yoğunlaştığı bölgelerde bakteriler de yoğunlaşacak toksik malzemeleri ve ölü hücre atıklarını yiyerek ortam temizliği yapmaya çalışacaktır.
O bakteriler, mikroplar dışarıdan gelmiyor, zaten oradaydılar!

Eğer bakteriler, diğer mikroplar ve parazitler bunu yapmasaydı ya da görevlerinin dışına bir an olsun çıksaydı neler olabileceğini hiç düşündünüz mü?
Vücutta toksisite son hızla artar, ölü hücre atıkları bir çöp dağı gibi birikir, canlı hücreler sağlıklı işleyemez hâle gelir, organlar iflas etmeye ve vücut kısa bir süre sonra çürümeye başlardı. Ve belki de ani ölüm gelirdi.

100 trilyonu aşkın bakteriden biri dahi kötücül amaçlarla insan vücudunda yer almıyor! Onların bir görevi var.
Vücudu hasta etmek için değil, hastalık zamanında vücuda sağlığını geri kazandırmak için oradalar.

Buna karşılık modern tıp tarafından ısrarla “hastalığa sebep olabiliyorlar” suçlamasına uğruyorlar.

SITMA: Suçlanan parazitler ya da kan hücrelerinin kandaki aşırı asitlenmeye karşı geliştirdiği tepki mekanizmasını “parazit” diyerek servis etme aldatmacası…

Tarihten bu yana (özellikle Afrika’da hâlâ görülüyor) sıtma vakalarının (aşı ve ilaç hasarlarının, ya da birtakım başka zehirlenmelerin taklit ettiği semptomlar hariç) neden hep bataklık bölgelerinden çıktığını düşündünüz mü?

Biz Türkçe’de “sıtma” diyoruz. “Malaria” orijinal ismi, Latince kökenli olan…
“Mal” – “kötü”, “aria” – “hava/gaz” demektir. “Malaria” Türkçe anlamıyla “kötü hava/gaz” demek. Bataklık çevresinde yaşayan halkta sıklıkla baş gösteren “ateş, titreme, kusma vs.” gibi hâllerin nedenini aslında o halk çok iyi bilirdi, bu bildiğiniz hidrojen sülfür (bataklık gazı) zehirlenmesiydi.
https://haliccevre.com/hidrojen-sulfur-ve-maruziyeti/

Pek çok zaman sonra, bu gaz zehirlenmesine uğrayan birinin kanına baktılar ve orada “parazit” gördüler. “Kırmızı kan hücrelerinin arasında bana parazit gibi görünen elementler fark ettim. O zamandan beri 44 sıtma hastasının kanını inceledim; 26 vakada aynı elementler mevcuttu. Bu beni bunların parazitik doğasına ikna etti.” Alphonse Laveran, 1880, https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/6750753/

Gerçekten parazit gördüler ise, gaz zehirlenmesinden sebep kandaki toksisitenin aşırı artması sebebiyle ortam temizliğine bazı parazitlerin katıldığını düşünebiliriz. Fakat böyle olsa bile Laveran ve onu izleyenler, altta yatan gerçek nedenle ilgilenmeyip “bu probleme işte bu parazit sebep oluyor” dediler. Parazitlerin orada, o hastalığın/zehirlenmenin nedeni olarak değil, hastalığın/zehirlenmenin sonucu olarak bulunabileceği gerçeğini göz ardı ettiler. Taşıyıcı olarak da aynı parazitleri taşıdığını düşündükleri sivrisinekleri gösterdiler. (Ronald Ross,1897)

Bir parazitin dışardan taşınmış olabileceği düşüncesi, hiçbir şekilde deneylenebilir ve gözlemlenebilir değildi, bir varsayımdı sadece. Oysa sivrisineklerin tek suçu larvalarını durgun su birikintilerine/bataklıklara bırakıyor olmasıydı. Ne sivrisineklerin ilgili paraziti insana taşıdığı, ne de parazit taşınsa bile ilgili parazitin hastalığa sebep olabileceği kanıtlanabilirdi. Sadece sivrisinekler üzerinden hikâye yazmak kolaydı ve öyle de oldu.

Aslında sıtma hastası kişinin kanında gördükleri gerçekten bir parazit dahi olmayabilirdi. Aynı tarihlerde Dr. Thin ve Dr. Bland-Sutton, sivrisineklerin midesinde sözde ilgili parazitin olduğunu söyleyen Ross’a eleştiri getirir ve onların normal “epitel hücreleri” olduğunu, yani Ross’un sivrisineğin kendi hücrelerini “parazit” olarak tanımladığı hatasına düştüğünü söyler.

Önemli not: Kırmızı ve beyaz kan hücrelerinin belli koşullar altında hücre formundan çıkıp kamçılı bir forma bürünebildiği (sıtma parazitini “kamçılı” olarak tanıtmışlardı) ve hareket edebildiği gözlemlenebilir. Misal, bir insandan kırmızı kan hücreleri alınıp daha sonra bunlar çeşitli reaktiflere maruz bırakıldığında, -antikoagülanlar, keratin sitrat, sodyum oksalat, heparin ve ringer solüsyonu gibi şeylere- kamçı geliştirebilir ve hareketli hale gelebilir.

Muhtemel ki beyaz ve kırmızı kan hücreleri bu davranışı vücutta da kanın pH’ını korumak için (hafif alkalide tutmak için) bir tür savunma mekanizması olarak kullanır.

Dr. Edward Lawrie ve Dr. Martyn Jordan’ın aralarında olduğu bir grup araştırmacı; Laveran’ın ve Ross’un “parazit tanımına” tamamen karşı çıkar ve parazit diye gördükleri şeylerin zaten vücuda ait kan hücrelerinin form değişikliğinden başka bir şey olmadığını açıklar. Dr. Edward Lawrie, araştırmalarını kaleme aldığı makalelerinin birinde, bir sıtma hastasının kanında gördükleri “parazitler”in ise tüm gözlem boyunca önce hücre olmaktan bağımsız gibi hareket ettiğini, sonra hücre duvarının belirip tekrar eski formuna döndüğünü, kan hücrelerinin şekil olarak gerçekleştirdiği bu geçişi Laveran’ın “hastalık ajanı” olarak yorumladığını belirtir.
https://online.fliphtml5.com/wompk/bsvd/#p=1

Yine Dr. Edward Lawrie bir diğer makalesinde kırmızı kan hücreleri üzerine yaptığı inceleme üzerine bu kan hücrelerinin şekil değişikliklerine gittiğini açıklar ve şunları ekler: “Plasmodium’cular iddia ettikleri paraziti, sıtmalı kandan başka hiçbir yerde gösteremezler ve bu kesinlikle sıtmalı ateşin her vakasında geçerli değildir, çünkü Laveran’ın iddia ettiği ‘parazit gövdesi’ dalağın çok dejenerasyona uğradığı hastalığın o kökleşmiş formlarında asla bulunmaz. O bahsettikleri ‘paraziti’ insan kanından başka bir ortamda gösterebilene kadar, onun bir parazit olduğu varsayımının tamamen yanlış ve yanıltıcı olduğu görüşünü sürdüreceğim. Tüm kanıtlar, Laveran’ın iddia ettiği ‘parazit gövdelerinin’ lökositle yakın ilişkili olan değişmiş kan hücreleri olduğunu ve onlar gibi kanın ürünleri olduğunu göstermektedir. Laveran’ın iddia ettiği ‘parazit gövdeleri’ parazit olarak kabul edilecekse lökosit de bir parazit olarak kabul
edilmelidir. Bu bizi tüm mevzunun anahtarına getiriyor. Lökositin gerçek fizyolojisi hakkında çok az şey biliniyor veya hiçbir şey bilinmiyor… Büyük Britanya’daki fizyologlar, tehlikeli bir kloroform uygulama yöntemini desteklemek için patentli kalpleri avlamak için harcadıkları zamanın bir kısmını lökositin fizyolojisi üzerine gerçek bir araştırmaya ayırırlarsa, sıtma parazitolojisinin sahte biliminin temeli çok yakında yıkılırdı.”
https://sci-hub.se/10.1016/s0140-6736(01)98250-9

Özetle Edward Lawrie’nin söylediği, Laveran’ın gözlemlediği ve parazit olduğunu iddia ettiği şeylerin aslında sadece normal hücrelerimiz, hastalığa yanıt olarak değiştirilmiş kırmızı ve beyaz kan hücreleri olduğudur. 

Ve sonuç olarak, parazitler ya da kan hücreleri “parazit” sanılıp suçlandı, sivrisineklerin hastalık taşıdığı yalanı ortaya atıldı ve hastalığa sebep olan esas neden/açıklama, perdelenmeye devam etti.  

Çünkü bir gerçekti ki, esas neden, ilaç üreticilerine kazandırabilecek bir neden değildi.

“LYME”: Bir kene ısırığından huylanıp hastaneye gidenlerin, enfeksiyoncuların eline düşenlerin -iki anlamda- hapı yutma durumu…

Denir ki, “Lyme”, bir kene ısırığıyla Borrelia burgdorferi adındaki bir bakterinin enfeksiyona sebep olmasıdır. Gerçek şu ki, insanlar bu bakterileri zaten vücutlarında da taşır. Bu bakteri isimlerinin hiçbir önemi yoktur, bu ismi taşıyan bir bakteri grubu özellikle hastalık yapma amacı olan kötücül bakteriler değildir. Modern tıp sadece, gerçek nedenlerle/toksisite maruziyetiyle ilgilenmeyip, suçu üzerine atacağı bir unsur arama peşindedir. Bir kene sizi ısırdığında yapacağı en büyük kötülük cildinizin bir miktar derinliğine kadar toksin boşaltmak olacaktır. Vücudunuzun her alanının bakterilerle dolu olduğunu tekrar ve tekrar hatırlayın. Toksin boşaltımı ile ne olacak? O bölgedeki hücreler zehirlenecek ve hücre ölümleri yaşanacak. Bakterilerinizden bir kısmı o bölgede yoğunlaşacak, ölü hücre atıklarını yemek ve toksinleri süpürmek üzere faaliyete geçecek. Eğer savunma sisteminize güvenirseniz bir kenenin ısırığı sonrası kayda değer hiçbir zarar almadan kurtulabilirsiniz. Fakat panikle hastane yoluna ve bir enfeksiyoncunun eline düşerseniz, işte problem o zaman baş gösterecektir. Size antikor testi yapacak (Lütfen Stefan Lanka’nın “Antikorların Yanlış Yorumlanması” makalesini okuyunuz: https://viroliegy.com/wp-content/uploads/2022/08/stefan-lanka-the-misinterpretation-of-the-antibodies-english-translation.pdf. Buna göre hiçbir antikor testi “spesifik ve özgül” yani ilgili sözde antijenlere bağlanan antikorları tespit edemez. Antikorlar hücrelerin zehirlenmesi sonucu hücrelerin bizzat geliştirdiği bir “savunma mekanizmasıdır.” İlgili makaleden bir bölüm: “Vücutta antikor artışı vücudun zehirlenmeye tepkisinden başka bir şey değildir. Vücut zehirlendiğinde bu zehirler hücrelerde delikler açar ve hücreleri parçalar. Hücreler parçalandığında vücudun tepkisi, diğer protein ve diğer şeylerle ağ oluşturmak için, asidik koşullarda hemen genişleyen, düz hale gelen ve enerjinin depolandığı sızdırmaz maddeler -globülinler- yani küçük protein gövdeleri oluşturmaktır… Bunlara spesifik antikor dense de bu doğru değildir, bunlar vücuttaki asit – baz durumuna göre konumlanır ve laboratuvar ortamında da istedikleri gibi manipüle edebilirler.”) herhangi bir sebepten dolayı, altta yatan başka bir toksisite maruziyeti varsa bunu, sizi “pozitif” çıkarmak için kullanacak ve sonra 10 ila 14 gün arasında değişen antibiyotik tedavisi(!) ile bakterilerinizin görevini yapmasını engelleyecek dolayısıyla maruziyetlere daha açık hâle getirileceksiniz.

Kimse hastaneye düşüp o testleri yaptırmadan bir kene ısırığı sonrası gerçek bir hastalığa maruz kalmaz!

Buradaki aldatmacayı artık görebiliyor musunuz?

Bu noktada bakteriler ve parazitler hakkında öğrendiklerinizi, ezberlerinizi bir kenara koyup olabildiğince temiz ve şeffaf bir akılla düşünmeye başlayın. İnsan bedeni, benzetme yaparsak bakteri ve diğer tüm mikropların havuzunda yüzüyorken, neredeyse bir iğne ucu kadar alan dahi boş değilken, nasıl olur da, yine bizim gibi tüm bedeni ve beden yüzeyi bakterilerle, mikroplarla dolu olan bir sivrisinek, bir kene bize bakteri/mikrop/parazit taşıyabilir/bulaştırabilir?

İnsan vücudu ASİT-BAZ dengesi ve Tampon Sistemlerle pH ayarlaması üzerine en temel mekanizmasını kurduğu için dışarıdan gelerek doğal bakteri florasını bozacak ve asidik katkı fazlalığı oluşturacak bakteri girişi olsa dahi diyelim, bunu zaten doğru beslenen ve ağırlıklı olarak vücut suyunu alkali tutan insanların uygun pH’ı sayesinde nötrleyecektir ve bakteri florasını vücut gene dengeleyecektir. Size bakteri odaklı hastalık anlatanlara dikkat edin, o “hastanın” yanlış beslenerek vücudunu asitlediğini, asitlenmenin ise hücrelerde uygun çalışma pH’ını bozduğunu söylemeyen kişilerdir yani, bakteriler en zor durumlarda, asitli durumlarda üzerine düşeni yaparken, asıl kendi üzerine düşeni yapmayıp yanlış beslenen o hastanın bu yanlışını anlatmadan olayı sadece olay mahallindeki bakterilerin üstüne yıkarlar. Bu, her yangın yerinde itfaiye eri görüp demek ki yangını itfaiye eri, çıkartıyor sonucuna vardırmak gibidir.

İşte modern tıp böylesine akla zarar bir sonuca varıyor, zira geri planda, parazit ilaçlarıyla, antibiyotiklerle, savunma sisteminin demirbaşı, dost organizmalara zarar vermeyi hedefleyen ilaç şirketlerine hizmet ediliyor!

HAYIR bir sivrisinek sizi hasta etmez.
HAYIR bir kene sizi hasta etmez.
HAYIR bir kum sineği sizi hasta etmez.
HAYIR bir kedi tırmığı sizi hasta etmez.
HAYIR bir köpek salyası sizi hasta etmez.
HAYIR, bakteriler, diğer tüm mikroplar ve parazitler sizi hasta etmez.

Bakteriler, diğer mikroplar ve parazitler bizim dostlarımızdır. Onlarla birlikte yaşar ve onlarla birlikte canlılığımızı idame ettiririz.
Bu, insanın ve tüm canlılığın mükemmel dizaynının göstergesidir.
Görebilenler için, korunma prensibidir.

İlaç şirketleri ve sahipleri, asıl hastalık nedeni olan toksisite maruziyetiyle kasten ilgilenmez.
Çünkü o zaman ne satabilecekleri aşı ne de ilaç kalır.
Özellikle ki enfeksiyoncular doğruyu söylemiyor, doğruyu söyleseler ne enjekte edebilecekleri aşı ne de reçete edebilecekleri ilaç olur.

Anlıyorsunuz değil mi?


2-) KANITLAR – I

Bakterilerin ve Diğer Mikropların Bulaşa/Hastalığa Sebep Olup Olmadığını Anlamak İçin Yapılan Çeşitli Deneyler:

“Mikropların canlı vücudun dokularına başarılı bir şekilde saldırmaktan tamamen aciz olduğunu; hastalığın nedeni değil sonucu olduklarını, vücudun yaşamına veya sağlığına en ufak bir şekilde düşman olmadıklarını tam tersine, canlı organizmayı ister insan ister hayvan olsun, yaklaşan yaralanmadan veya yıkımdan kurtarmaya çalıştıklarını deklare ediyorum. Bunu, hastalığa yatkınlık oluşturan engelleyici maddenin ayrışmasını sağlayarak ve kan yoluyla dışarı atılmasını sağlayarak gerçekleştirirler. İlk olarak insan vücuduna bu mikropları enjekte ederek deney yapmaya karar verdim… Kendime elde edilebilecek en virülan tifo basilini enjekte ettim… Sonra tifo basilini sistemime aldım ve tifo ateşi ortaya çıkmadı, deneyi difteri mikroplarıyla tekrarladım, en ufak bir fark edilebilir etki olmadı… Deneyleri daha da tamamlamak için, difteri ve ruam mikroplarını, canlılıklarından şüphe duyulmayacak kadar büyüttüm ve iki saygın doktorun huzurunda sistemime aldım. Sonuç öncekiyle aynıydı. Sonra en büyük denemeyi yaptım. Yirmi beş hekimin huzurunda, önce, jelatin kapsüller içinde mideye tifo basili verdim ve ikinci olarak hem enjeksiyon yöntemi yoluyla difteri basilini aldım… Tüm bunlar su içme etkisi ne ise onun kadar etki verdi… Sonra hastalarım arasından benzer deneyler için uygun görünen iki kişiyi seçtim ve onları, rızalarını alarak, benim geçirdiğim aynı süreçten geçirdim. Sonuçta, hesaplamalarımın yerinde olduğunu, onların rahatlığının benimki gibi olduğuna emin olarak kanıtladım.”
Dr. Thomas Powell’in 21 Kasım 1897 basımı Los Angeles Herald’da yayınlanan makalesinden…
https://cdnc.ucr.edu/?a=d&d=LAH18971121.2.200&e=——-en–20–1–txt-txIN——–

Dr. Thomas Powell, mikropların hastalığa sebep olmadığını kanıtlamak için hem kendisi hem de gönüllüler üzerinde onlarca sene, sayısız deneyler yapmasıyla tanınır. Binlerce mikrobu hem kendisi içerek hem gönüllülere içirerek, bu mikropları hem doğrudan vücuda enjekte ederek çok çeşitli deneyler yapmış, kendisinde ve gönüllülerde mikroplara atfedilen hastalıklar hiçbir zaman gelişmemiştir.

Dr. E. Klein ve Dr. Heneage Gibbes’in “Asya Kolerasının Etiyolojisi Üzerine Bir Soruşturma” başlıklı raporunu dikkate almak amacıyla Hindistan Devlet Sekreteri tarafından toplanan bir Komite’nin hazırladığı “Dr. Robert Koch’un Kolera ve Virgül Teorisinin Resmi Olarak Çürütülmesi” adlı muhtıradan çok önemli notlar:

“…Bu suyun bir örneği, kolera vakasının meydana geldiği evden yaklaşık yirmi yard uzaklıkta, kıyıya yakın bir yerden, özellikle kirli göründüğü yerden alındı ​​ve mikroskobik inceleme, kolera dışkılarında bulunanlarla her bakımdan aynı olan şüphesiz virgül basilleri (koleraya sebep olduğu iddia edilen ince uzun, virgül formdaki bakteriler) ortaya çıkardı. Bu suda bulunmalarına ve 200 ailenin sürekli olarak onu yoğun bir şekilde kullanmasına rağmen, kolera salgını olmadı. Şimdi, bu durumda doğanın mutlak ve kesin bir deney olarak hizmet edecek kadar büyük bir ölçekte gerçekleştirdiği bir deneyimiz var. Bu su, kolera boşaltımlarıyla ve elbette virgül basilleriyle kirlenmişti ve birçok insan tarafından birkaç hafta boyunca yoğun bir şekilde kullanıldı. Koch’a göre, virgül basilleri koleranın nedeni ve özü ama Aralık ayının ortasına kadar bu kadar çok kişiden BİRİ DAHİ HASTALIĞA YAKALANMADI. Açıkça çünkü sudaki o şey hastalığa sebep olmuyordu ve BUNUN VİRGÜL BASİLİYLE HİÇBİR İLGİSİ YOKTU.”

“Mısır ve Kalküta’dayken Robert Koch, kemirgenler, etobur hayvanlar ve maymunlar üzerinde besleme, deri altı ve damar içi enjeksiyon ve pirinç suyu dışkılarıyla duodenuma enjeksiyon ve virgül basilinin saf kültürleri ile çok sayıda deney yaptı ve hiçbir sonuç elde edemedi ve halk arasında yaptığı soruşturmalar onu, evcil bir hayvanın kolera kaptığına dair bilinen bir vaka olmadığı sonucuna götürdü ve bu nedenle koleranın alt hayvanlara bulaşmadığı sonucuna vardı. Ancak, hayvanların (kemirgenlerin) pirinç suyu dışkılarıyla aşılandıktan sonra kan zehirlenmesi nedeniyle ölebileceği ve virgül basilinin aşılanan hayvanlar içinde çoğalabildiği, ancak KOLERA ÜRETMEDİĞİ GÖZLEMİNİ YAPTI.”

“Bütün bu deneylerden, akut kolera vakalarının ileum’undan alınan mukus pullarıyla, yeni ve eski dışkılarla, ya da virgül basili veya küçük basil kültürleriyle, hayvanlarda (fareler, sıçanlar, kediler, tavşanlar ve maymunlar) beslenme yoluyla, şah damarına deri altı enjeksiyonla veya bağırsak boşluğuna enjeksiyonla sisteme sokularak HERHANGİ BİR HASTALIK ÜRETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR.”
https://journals.biologists.com/jcs/article/s2-26/102/303/62010/The-Official-Refutation-of-Dr-Robert-Koch-s-Theory

“Dr. Robert Koch, insan gözüyle görülemeyen patojenik mikropların etkisi hipotezi üzerine belirli hastalıkların nedenini açıklamaya çalışmıştır. Kolera vakalarının dışkılarının mikroskobik incelemesi üzerine, farklı formlarda ve türlerde mikroplar bulmuş ve bunların arasında, bu hastalığın nedeni olduğunu düşündüğü virgül şeklinde olan bir tanesini suçlamıştır. Alt hayvanlar üzerinde yaptığı ‘kültür’ ve ‘deney’ süreciyle, bu mikrobun bu hastalığın nedeni olduğunu gösterdiğini iddia ediyor.”

“Ancak KOLERA İÇİN VİRGÜL ŞEKLİNDEKİ BASİL TEORİSİNİN BAŞARISIZ OLDUĞU KANITLANDI. Bu görünmez virgül şeklindeki MİKROPLARIN EVRENSEL VE ZARARSIZ OLDUĞU BULUNDU. Dr. Koch, virgül şeklindeki mikropların yaz mevsiminde yaygın olarak görülen ishallerde her yerde bulunduğunu kabul ediyor ve bize şunları söylüyor: ‘Herhangi bir kaynaktan gelen su, çok sıklıkla, hatta her zaman virgül şeklinde organizmalar içerir.’
Bu organizmalar sağlıklı kişilerin ağız ve boğaz salgılarında ve her yerdeki yaz aylarındaki yaygın ishallerde bulunurlar – sağlıklı kişilerin bağırsaklarında uçuşurlar ve sertleşmiş dışkı akıntılarında da görülürler… Bu hastalık konusunda uzman olan Münihli Dr. Pettenkofer ve Berlinli Dr. Emmerich, bu basilleri içeren birer santimetreküp ‘kültür suyu’ içtiler ve KOLERA HASTALIĞINA ÖZGÜ TEK BİR BELİRTİ BİLE YAŞAMADILAR… Hasterlik, herhangi bir görünür sonuç olmaksızın aynı türden altı vakayı daha bildiriyor. Böylece Dr. Koch virgül basilinin, bu hastalığın tanısal kanıtı olarak tamamen değersiz olduğu tam olarak ortaya konmuştur.”
Dr. Henry Raymond Rogers, “Dr. Robert Koch ve Kolera Mikrop Teorisi” ve “Kolera; Doğası ve Tedavisi” başlıklı makaleleri,
https://jamanetwork.com/journals/jama/article-abstract/453342
https://online.fliphtml5.com/wompk/zenn/#p=1
https://jamanetwork.com/journals/jama/article-abstract/443180?resultClick=1

“Tifo hastalığının iddia edilen nedeni olan BASİL TİFOSUS SAĞLIKLI KİŞİLERDE BULUNUR ve Major Horrecks’e göre (British Medical Journal, 6 Mayıs 1911) hiçbir şekilde belirli bir özelliği yoktur.  Kültür yoluyla kolayca başka formlara (B. Coli, B. Alcaligencs, vb.) dönüştürülebilir. Tanınmış Sağlık Memuru Dr. Thresh, “Malvern Hydro” davasında jüriye, virülan tifo basilinin “saf kültürünün” bir şarap kadehi kadarını yuttuğunu ve en ufak bir kötü sonuçla karşılaşmadığını söylemiştir.”
“Benzer sonuca varan deneyler hakkında Dr. JW Hodge şunları söylüyor: ‘Tıbbi literatürde, görünüşte sağlıklı insan vücudunun, tifo ateşinin varsayılan nedeni olan aktif basil tifosusun saf kültürleriyle tekrar tekrar deri altına aşılandığına dair kayıtlı birçok örnek buldum. Bu tamamen virülan kültürler ayrıca insan vücudunun rektumuna enjekte edilmiş ve kütikülün çıkarıldığı geniş aşınmış bölgelere uygulanmıştır, delme veya aşınmadan kaynaklananlardan başka bir etki olmadan.’ Hodge, Anthrax basili hakkında da benzer bir açıklama yapıyor ve bilgisinin yettiği kadarıyla, patojenik olduğu bilinen diğer mikroplarla yapılan TÜM BU DENEYLERİN SONUCUNUN NEGATİF OLDUĞUNU söylüyor.  (American Journal of Neuropathy, Şubat, 1911.)”
Dr. Herbert Snow, “Hastalığın Mikrop Teorisi“ başlıklı makalesinden…

Ayrıca Dr. Herbert Snow bu makalesinde Koch postülatlarının geçersizliğini ortaya koymuş; tifo, tetanoz, tüberküloz, difteri vs. hastalıklar için, hiçbir kanıt gösterilemeden bakterilerin ve mikropların suçlandığını, bakterilerin ve mikropların hastalığa sebep olmadığı gerçeğine dair dönemin bilim adamları tarafından getirilen kanıtların ısrarla göz ardı edildiğini açıklamıştır. Dönemin tıp camiasına mikrop teorisinin kabul ettiirilmesinin gerisinde büyük bir lobicilik faaliyetlerine girişildiğini ve tüm bu çabaların motivasyonunun tedavi adı altında ölümcül ilaçlara ve aşılara insanları mahkum etmek olduğunu anlatmıştır.
https://www.atsu.edu/museum-of-osteopathic-medicine/wp-content/uploads/2019/04/JO-1913/TheJournalofOsteopathyApril1913.pdf
https://chroniclingamerica.loc.gov/lccn/sn88084272/1913-05-03/ed-1/seq-25/

İlk test, Klebs-Loffler basilinin difteriye neden olup olmayacağını anlamak için yaklaşık 50.000 basil herhangi bir sorun olmadan yutuldu, sonra 100.000, 500.000 ve bir milyon ve daha fazlası yutuldu ve hiçbir durumda herhangi bir kötü etkiye neden olmadı.

İkinci test serisi, Eberth basilinin tifoya neden olup olmayacağına karar vermekti, ancak her test negatifti; milyonlarca mikrop yutulduğunda bile. Üçüncü seri testler, zatürreye veya herhangi bir rahatsızlığa kapılmadan bir milyon (ve daha fazla) pnömokok bakterisinin yutulabileceğini gösterdi.

Araştırmalar yaklaşık iki yılı kapsıyordu ve her biri ortalama 15 test olmak üzere 45 farklı test yapıldı… Deneylere katılan HİÇ KİMSEDE HERHANGİ BİR HASTALIK BELİRTİSİ ORTAYA ÇIKMADI… Testler son derece dikkatli bir şekilde yapıldığından, bakteriyologların iddia ettiği gibi mikrop tehlikesinin bulunmadığını kanıtlıyor.”
Dr. John Bell Fraser, 1916, The Canada Lancet, Cilt 49, No 10
https://www.canadiana.ca/view/oocihm.8_05199_550/15

 
Dr. John Bell Fraser, tıpkı Dr. Thomas Powell gibi yıllarca mikropların hastalık yapmadığını sayısız deneylerle göstermiş, deneylere katılan gönüllülerin yıllarca takibini yaparak gerçek tıbba belki de en titiz ve bilimsel proseslere yaraşır çalışmalarla katkı sağlamıştır. MİLYONLARCA, MİLYARLARCA MİKROP ÜZERİNDE YAPTIĞI DENEYLERİN SONUNDA HİÇ KİMSE HİÇBİR ZAMAN MİKROPLARA ATFEDİLEN HASTALIKLARI ALMAMIŞTIR.

Fraser, 3 Ağustos 1919 tarihli The Sunday Times’da yayınlanan makalesinde “mikrop teorisi”nin terk edilmesinin 12 faydasını sunmuştur. En önemlisi toplumlar korkutulmayacak, hastalıkların gerçek kimyasal nedenleri incelenebilecek ve doğru beslenmeye, sanitasyonun önemine vb. dikkatler verilebilecektir. Yani buna göre hastalıkların gerçek nedenleri araştırılacak ve doğru çözümler getirilecektir.
https://ibb.co/j8YvN4p

Not: İlginçtir ki yıllar sonra “mikrop teorisi”ne yaslanan mevcut sistem içinden bazı yazarların “bulaşıcı hastalık” demeye eli mahkûm bir şekilde olsa da gerçek çözümlerin neler olduğunu/olması gerektiğini itiraf ettiği görülür: “Bulaşıcı hastalıkların neden olduğu morbidite ve mortalitedeki en büyük tarihsel düşüş, modern antibiyotik ve aşı çağında değil, temiz su, doğru beslenme ve sanitasyon programının kullanılmasından sonra yaşanır.” The Journal of Pediatrics, Aralık 1999 https://www.jpeds.com/action/showPdf?pii=S0022-3476%2899%2970080-6



“Toronto Biyokimya Derneği, birkaç yıl önce mikroplarla ilgili çok ilginç deneyler yaptı ve mikrop teorisini test etme fikri ortaya çıktı. Ontario’daki herhangi bir mikrop teorisyenine, mikropların hastalığa neden olduğuna dair inancı test etmesi için bir meydan okuma yapıldı. Ancak hepsi de aynı şeyi söyledi. Bu testler tifo, difteri, zatürre, tüberküloz, menenjit ve ‘karışık mikroplar’ ile yapıldı. Milyonlarca sözde hastalık mikrobu, akla gelebilecek her şekilde yiyeceklerde kullanıldı; boğazda, burunda, mukoza zarlarında, bademciklerde vb. ANCAK GÖNÜLLÜLERİN HİÇBİRİ, HASTALIĞA SEBEP OLDUĞU SÖYLENEN MİKROPLARDAN ALMALARI GEREKEN HASTALIĞI ALMADILAR.”

“Pasteur zamanından bu yana teorinin bir bilim haline geldiği asla doğru değil. Muhabiriniz daha fazla araştırırsa, kesinlikle bunun bilimsel olmadığını görecektir!”
The Victoria Daily Times, 25 Kasım 1922, sayfa 4
https://www.newspapers.com/image/505111475/?match=1&terms=germ&clipping_id=141055728
https://ibb.co/yRJdLnf


San Francisco’daki Boston Harbor ve Angel Island’daki karantina istasyonlarında Halk Sağlığı Servisi ve ABD Donanması tarafından yürütülen deneyler:

– Grip geçmişi olmayan Donanmadan 100 gönüllü
– Gönüllülerin bir kısmına önce bir suş, ardından birkaç suş Pfeiffer basil atomizer (Basil: Bakterilerin ince uzun formuna verilen isim) ve swab ile burunlarına ve boğazlarına ve sonra gözlerine püskürtüldü.
– Yakın zamanda gripten ölenlerin akciğerlerinden ekstraksiyonlar elde edildi. Daha sonra grip ekstraksiyonlarının süspansiyonlarını 19 gönüllünün burunlarına ve gözlerine ve tekrar boğazlarına püskürtmek için bir atomizer kullandılar. 
– Diğerleri grip hastalarının ağız, burun, boğaz ve bronşlarından alınan mukus salgılarından yapılan karışımlarla aşılandı.
– Daha sonra, bazı gönüllülere grip hastalarından kan enjeksiyonları yapıldı.
– Gönüllülerden 13’ü bir grip servisine alındı ve her biri 10’ar grip hastasına maruz bırakıldı. Her gönüllü, her hastayla el sıkışarak mümkün olduğunca yakınlaşacak, hastayla 5 dakika yakın mesafeden konuşacak ve hastanın nefes almasına ve doğrudan yüzüne öksürmesine izin verecekti.
– Karşı taraf öksürürken, öbür taraf nefes alıp içine çekti. Bu işlem 10 hastanın her biri ile 5 kez tekrarlandı.

BU DENEYLERDEKİ GÖNÜLLÜLERİN HİÇBİRİ AMA HİÇBİRİ GRİP GELİŞTİRMEDİ, HASTA OLMADI.

“Salgına, hastalığın nedenini bildiğimiz ve insandan insana nasıl bulaştığını bildiğimizden oldukça emin olduğumuz düşüncesiyle girdik. Belki bir şey öğrendiysek, o da hastalık hakkında ne bildiğimizden tam olarak emin olmadığımızdır.” Milton Rosenau

https://zenodo.org/record/1505669/files/article.pdf?download=l
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2862332/#!po=60.7527

Aralık 1919’da McCoy ve diğerleri tarafından 8 deneyden oluşan bir set yapıldı. 50 kişide bulaşmayı denemek ve kanıtlamak istendi.
Bir kez daha, 8 deneyin tümü, gripli kişilerin veya vücut sıvılarının hastalığa neden olduğunu kanıtlayamadı. 50 kişiden HİÇBİRİ HASTALANMADI.

1919’da Wahl ve arkadaşları, 6 sağlıklı kişiyi hasta insanlardan mukus salgılarına ve akciğer dokusuna maruz bırakarak bu kişilere grip bulaştırmayı denemek için 3 ayrı deney yaptı.

3 çalışmanın herhangi birinde 6 kişiden HİÇBİRİ GRİBE YAKALANMADI.
https://www.jstor.org/stable/30082102?seq=1#metadata_info_tab_contents

1921’de Williams ve arkadaşları 45 sağlıklı erkeği, hasta insanlardan mukus salgılarına maruz bırakarak, soğuk algınlığı ve grip ile deneysel olarak enfekte etmeye çalıştı. 45 kişiden KİMSE HASTALANMADI.
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/19869857/
Tüm pdf: https://vk.com/doc211304170_645022319?hash=lLYwz54pRpgdoEWfLRqtgEMxbEWvUkLcnK4SrxUwcED

1924’te Robert Robertson & Robert Groves, 100 sağlıklı kişiyi grip olan 16 farklı kişinin vücut salgılarına maruz birakti. Deney sonucu: 100 KİŞİDEN HİÇBİRİ hasta kişilerin vücut salgılarına maruz kalma sonucu HASTALANMADI.
https://academic.oup.com/jid/article-abstract/34/4/400/832936?redirectedFrom=fulltext&login=false

1937’de F. M. Burnet ve Dora Lush, 200 sağlıklı insanı grip olan insanların vücut salgılarına maruz bırakan bir deney yaptı: 200 kişiden HİÇBİRİ HASTALANMADI.
https://ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2065253/

1940’ta Burnet ve Foley, deneysel olarak 15 üniversite öğrencisine grip bulaştırmaya çalıştı. Yazarlar deneylerinin başarısız olduğu sonucuna vardı.
https://onlinelibrary.wiley.com/doi/abs/10.5694/j.1326-5377.1940.tb79929.x

2003’te Carolyn Buxton Bridges ve arkadaşları grip bulaşmasını tekrar gözden geçirdi.
“Literatürde insandan insana grip bulaşmasını doğrulayan hiçbir insan deneysel çalışması bulamadık.”
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/14523774/

Her nasılsa, bakteriler ve diğer mikroplar, insan ve hayvan vücudunu, içini ve dışını, neredeyse zerre boşluk bırakmayacak denli ağ gibi kaplamışken, sözüm ona bunlardan birkaçının hastalık çıkaracağı tutuyor ama hasta insanlardan alınan mikrop örneklerini sağlıklı insanlara çeşitli şekillerde maruz bırakmalarına rağmen o mikroplar bu defa hastalık yapmayı reddediyor!
Buradaki her deney, mikropların hastalık yapmadığının en kesin ispatıdır.

Ve daha bu yönde gerçekleştirilmiş birçok deney sayılabilir….
Temiz akıl sahipleri için, fiyasko ile sonuçlanmış bu deneylerin biri dahi tüm mikrop teorisini çökertmeye muktedirdir.

Mikrop teorisi insan aklına, her şeyden önce onuruna büyük hakarettir!

Geçmişte, mikropların hastalık nedeni olabileceğine dair hatta bu ihtimale yaklaşan tek bir kanıt getirilemedi, bugün ve yarın da bu yönde hiçbir kanıt getirilemeyecek.

Mikrop teorisi ölü doğdu, ortaya atıldığı an çürümüştü esasta.
Çünkü gerçek bilim bu şarlatanlığı asla desteklemedi.
Destekleyenler belliydi.
Ve onlar, mikrop teorisinin bir sahtekârlıktan ötesi olmadığını da aslında herkesten daha iyi biliyordu.

Hiçbir Mikrobun Hastalık Nedeni Olmadığını Bilakis Hepsinin Canlılığın Sağlığı ve Sürekliliği İçin Son Derece Gerekli Görevlerinin Olduğunu Belirten Bilim Adamlarının Beyanları:


“Eğer hayatımı yeniden yaşayabilseydim, mikropların kendi yaşam alanlarını aradıklarını en başında kanıtlamak isterdim, yani onların hastalıklı ve ölü dokuları aradığını… Mikropların o hastalıklı ya da ölü dokuların sebebinin olmadığı gerçeğini anlatırdım. Tıpkı sivrisineklerin bataklığı/pis suyu araması gibi… Sivrisinekler de asla o pis suyun sebebi değildir.”
Dr. Rudolph Virchow, (1821–1902), Modern Patolojinin Babası


“Mikrop teorisi doğru olsaydı, buna inanacak kimse hayatta olmazdı.”
Bartlett Joshua Palmer (14 Eylül 1882-27 Mayıs 1961) Kiropraktiğin kurucusu Daniel David Palmer’ın oğlu ve kiropraktiğin geliştiricisi


“Hastalıkların mikrop teorisinin tüm yapısı, yalnızca kanıtlanmamış olmakla kalmayıp, kanıtlanması da mümkün olmayan varsayımlara dayanmaktadır ve bunların birçoğunun gerçeğin tam tersi olduğu kanıtlanabilir. Tamamen Pasteur’e ait olan bu kanıtlanmamış varsayımların temeli sözde bulaşıcı ve bulaşıcı rahatsızlıkların hepsinin mikroplar tarafından meydana getirildiği hipotezidir.”
Dr. Montague L. Leverson, İngiliz avukat ve homeopatik hekim
https://www.life-enthusiast.com/articles/dream-and-lie-of-louis-pasteur-part-6/?v=ebe021079e5a


1887’de British Medical Journal’da yayınlanan bu makalede Birmingham ve Midlands Hastanesi Baş Cerrahı Dr. Lawson Tait, bakterileri hastalık etkeni değil, ayrıştırıcılar olarak tarif etmiştir. BAKTERİLER ASLA CANLI DOKUYA SALDIRMAZ, onlar sadece atık maddeleri temizlemektedir. Dr. Tait, mikropların bir hastalık nedeni olduğu iddialarının “yanlışlığına dair en iyi kanıtın” “mikrop olgularını bir hastalık mikrop teorisine yükseltmeye yönelik her girişimin acınacak bir şekilde başarısız olması” olduğunu belirtir. Yine Tait, ne zamanki tüberküloz hastalarının bakterilerine zarar verme girişiminde bulunmayıp, bakterilerin, hasta vücudundaki atık maddelerden arındırmalarına destek olan tedavi uygulamaları sağlandığında iyileştiklerini söyler. “Mikrop teorisi gerçekleşlerle bağdaşmıyor. Mikrop teorisi eğer doğru olsaydı ‘tüberküloz basili’ne her yerde rastlanacağı için emin olun kimse güvende olmazdı.”
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2534970/


“Mesleğin, tüberküloza hiçbir mikrobun neden olmadığını savunan üyelerine katılıyoruz. MİKROPLAR HİÇBİR HASTALIĞA NEDEN OLMAZ. Dahası, mikroplardan korkmanın mikropların kendisinden daha fazla zarar verdiğini kabul ediyoruz. Mikrop olmadığını iddia etmiyoruz, ancak mikrobun hastalığın nedeni olarak görülmesinin büyük bir saçmalık olduğunu savunuyoruz. Günümüzde mikropların yıkıcılığı hakkındaki düşünceler doğru olsaydı, insan ırkı bir saat bile var olamazdı. Mikroplar her
yerdedir… Ve tüm insanlar hastalığa yatkın olsaydı, gün batımından önce hepimiz ölüm döşeğinde olurduk… Mikropların bu veya başka herhangi bir hastalığın tek veya başlıca nedeni olduğu yönündeki iyi niyetli birçok hekimin görüşüne katılmıyoruz.”
Dr. Simon Louis Katzoff, İnsan Sağlığı Üzerine Zamanında Gerçekler adlı kitabı, 111. Sayfa.
https://archive.org/details/timelytruthsonh00katzgoog/page/n135/mode/1up


“Bazı tıp doktorları hastalıkların mikrop teorisi üzerinde çalışıyorlar… Ancak mikrop teorisi zaten zayıflıyor ve bir kenara atılma zamanı geldi. Kanada’dan Dr. Fraser ve Kaliforniya’dan Dr. Powell her çeşitten milyarlarca mikrop üzerinde deneyler yaptılar, ancak mikropları insanlara enjekte etmelerine rağmen tek bir hastalık bile üretemediler. Dr. Waite yıllarca mikrop teorisini kanıtlamaya çalıştı, ancak başaramadı. Dünya Savaşı sırasında Massachusetts’teki Gallop Adası’nda milyonlarca ‘grip mikrobu’ hükümet hastanesinde yüzlerce adama enjekte edildi ve hiç kimse gribe yakalanmadı. MİKROPLAR HASTALIĞA SEBEP OLMAZ. MİKROPLAR LEŞ YİYİCİLERDİR.”
Tıp doktoru Ernest W. Cordingley, 1925, Naturopati İlkeleri ve Uygulamaları kitabı
https://www.scribd.com/document/626957695/EW-Cordingley-Principles-and-Practice-of-Naturopathy


“Mikroplar hastalığın sonucudur ve hastalıklı bir durum ortaya çıktıktan sonra hastalıklı maddeyi yok etmek ve vücudu sağlığa kavuşturmak amacıyla aktif hale gelirler. MİKROPLAR İNSANLIĞIN SAHİP OLDUĞU EN İYİ DOSTLARDIR. Şimdiye kadar hiç kimse bir mikrobunun hastalığa sebep olabileceğini kanıtlayamadı.” 
Dr. Walter Robert Hadwen, İngiliz pratisyen hekim, farmasötik kimyager ve yazar.

Kendisi ayrıca, Pasteur’ün uygulamalarıyla bilinen ve neredeyse geneli Rockefeller Enstitüsünde gerçekleştirilen gaddar hayvan deneyleri, (kedi ve köpeklerin bağlanıp midelerine kaynar su dökülmesi, hayvan henüz canlıyken bazı uzuvlarının yakılması, hayati organlarının ezilmesi vb.) canice uygulamalar bütünü olan “vivisection”a tamamen karşıydı ve “Vivisection”ın Kaldırılması İçin İngiliz Birliği’nin başkanıydı.

Dr. Walter Robert Hadwen’in 7 Ekim 1922 tarihli The Victoria Daily Times’da ve 29 Ocak 1938 tarihli The VOICE’da yayınlanan makalelerinde, Hadwen, mikrop teorisinin baştan sona yanlışlığına dair birçok kanıt getirir. Koch postülatlarının yapılan birçok deneyle çürütüldüğünü, mikropların hastalığa sebep olabileceğine bilimsel kanıt getirilemeden ısrarla uygulanan aşı ve serumların işe yaraması şöyle dursun, kan dolaşımını zehirleyerek hastalıkları ve ölümleri artırdığını detaylarıyla anlatır. Hadwen zorunlu anti-tifo aşısının Fransız ordusuna yapıldıktan sonra bunun 113.498 vaka, 12.000 ölümle sonuçlandığını da bildirir.
Dr. Walter Robert Hadwen’in bu makalelerinden Pasteur’ün kuduz aşısının yol açtığı felaketleri de öğrenmek mümkündür. Hadwen, sadece Pasteur Enstitüsü’nün kayıtlarında Pasteur aşısını aldıktan sonra ölen 3.000 ila 4.000 kişinin isim listesinin olduğunu söyler.
“Pasteur’ün, korkunç bir işkence süreci altında çıldırttığı köpeklerin omuriliklerinin emülsiyonlarını insanlara enjekte etme uygulamasının ciddi ölüm oranlarına yol açtığına şüphe yoktur.”
Bu bilgi, bizzat o dönemi yaşayan bir doktorun, “şahitli” kaleminden günümüze kadar gelebildiği için, çok kıymetlidir. Bizlere ulaşabilen, henüz karartılmamış bilgilerdir bunlar…

“Aşılama; aptal bir teoriyi tatmin etmek için yapılan, bilimle uzaktan yakından alakası olmayan, aynı zamanda sağduyuya da hitap etmeyen bir vahşiliktir.”
https://ibb.co/1J6rDbN
https://ibb.co/k0pfZny


“Mikroplar dışkılarla beslenir. Onlar leş yiyicilerdir. Hiçbir zaman başka bir şey olmadılar ve hiçbir zaman başka bir şey olmayacaklar. Dokulardan gelen akıntıyı parçalayıp tüketirler. Bu, vücudun dışında doğada her yerdeki mikroplara atfedilen işlevdir ve hastalıktaki gerçek ve tek işlevleridir. ONLAR ARINDIRICI VE FAYDALI ETKENLERDİR. Tıp mesleği mikrop teorisi konusunda histeriye kapılmış durumda ve bunu çok saf bir halkı sömürmek için kullanıyor.  Mikroplar her yerdedir. Soluduğumuz havada, yediğimiz yiyeceklerde, içtiğimiz suda bulunurlar. Onlardan kaçamayız.  Onları yalnızca sınırlı bir ölçüde yok edebiliriz. Mikropları yok etmeye veya onlardan kaçmaya çalışarak hastalıktan kaçmaya çalışmak aptallıktır.”
Dr. Herbert Shelton, Naturopat ve günümüzün Doğal Hijyen Hareketinin kurucusu, İnsan Hayatı: Felsefesi ve Yasaları kitabı, sayfa 189-190.
https://books.google.com.tr/books?id=dcssshFW7REC&pg=PA189&lpg=PA189&dq=%22Warmth,+moisture,+food-these+are+the+causes+that+%0D%0Aactivate+latent+germs+and+arouse+them+to+activity.&source=bl&ots=I49WnqK0r3&sig=ACfU3U28MGqDWuQPQvGIjikRvl7z354_jw&hl=en&sa=X&redir_esc=y#v=onepage&q=%22Warmth%2C%20moisture%2C%20food-these%20are%20the%20causes%20that%20%20%20activate%20latent%20germs%20and%20arouse%20them%20to%20activity.&f=false



“Tıp mesleği mikrop teorisi konusunda histeriye kapılmış durumda ve bunu çok saf bir halkı sömürmek için kullanıyor” diyor Dr. Herbert Shelton. Bu teorinin (sadece bir iddia aslında) ardında bilimin değil, insanlığa ve tüm canlılığa bir kasıt olduğunu görebilenler için üzerine pek de bir şey söylemeye lüzum yoktur. Bu iddia, bilimle alakası olmayan, finans ve lobicilik yönünden güçlü bir grup canlılık düşmanı öjenist tarafından ortaya atılıp desteklendi. İlaç şirketlerini bu iddia üzerine kurdular ve yine bu iddia üzerine yüzyıllardır insanları ve hayvanları ilaç ve aşılarla zehirliyorlar. Bu iddia hem sağlık, hem de bir ekonomik sömürü sisteminin temelidir. Onu ayakta tutan sadece “o saf halkın” kör inancıdır. Halk, kendi bedenine ait organizmalarıyla aslında bakterileriyle, mikroplarıyla, parazitleriyle, eksozomlarıyla (virüs diye servis edilen veziküller) bir bütün olan bedeniyle barışmayı bilse, gerçek düşmanlarını görecek ve bu sömürü sistemi temelinden çürüyerek, yıkılıp gidecektir.


“Hastalıkların mikrop teorisi, bu yarı-medeni çağda bilimin karşılaştığı en büyük rezalettir; insan kitlesinin rol aldığı en korkunç tıbbi saçmalıktır; tıp mesleğinin tereddüt etmeden ve çiğnemeden kabul ettiği en büyük aldatmacadır!”
Dr. Royal E. S. Hayes, Tıbbi Yaramazlık Diyeceksiniz: Mikropların Çimlendirilmesi Teorisi, sayfa 35.
https://books.google.com.tr/books?id=C06b0ZgrA4MC&pg=PA35&lpg=PA35&dq=The+germ+theory+of+disease+is+the+greatest+travesty+on+science+that+was+ever+stumbled+over+during+this+semicivilized+age&source=bl&ots=Qku6AG87xi&sig=ACfU3U0AOmI-qG-DhdJhZJuUwYlrGL2Pxw&hl=en&sa=X&redir_esc=y#v=onepage&q=The%20germ%20theory%20of%20disease%20is%20the%20greatest%20travesty%20on%20science%20that%20was%20ever%20stumbled%20over%20during%20this%20semicivilized%20age&f=false


“Doktorların hastalıkları bakterilere, mikroplara ve var olmayan virüslere bağlaması yeterince kötüyken, maruz kaldıklarında ‘hastalık kapmayan’ sağlıklı insanları seçip , ‘taşıyıcı’ olduklarını ve başkalarını enfekte edebileceklerini iddia etmeleri gülünçlüğün zirvesidir.”
Dr. Eleanora McBean


“Mikroorganizmaların hastalıklarla nedensel ilişkisine dair bilimsel bir kanıta yaklaşan hiçbir şey olmamıştır ve böyle bir ilişkinin iddia edildiği çoğu durumda, bu görüşü kesin bir şekilde çürüten bol miktarda kanıt vardır.  Ancak ne yazık ki BU SAKAT VE EKSİK TEORİ, milyonlarca sermayenin yatırıldığı ve kamuoyunu Tıp Fakültesi’nin daha saf üyeleriyle kandırmak için hiçbir masraftan kaçınılmayan çok kapsamlı BİR ŞARLATANLIK SİSTEMİNİN TEMELİ HALİNE GELMİŞTİR.”
Dr. Herbert Snow


“Mikroplar her yerde, her zaman mevcuttur, hem sağlıklı hem de hasta insanlarda birçok farklı formda… Bu mikroplar, ortam toksik olduğunda ve temizliğe elverişli olduğunda, modern bilim insanlarının ‘patojenler’ dediği şeye dönüşür. Bir iyileşme krizine girdiğinizde ve vücudunuz toksinleri attığında, bu mikroplar sizin özünüzden çıkarak bu toksinleri ortadan kaldırmaya, işlemeye ve parçalamaya yardımcı olur. Mikropların hastalıkla kesinlikle hiçbir nedensel ilişkisi yoktur. Ancak mikroplar temizlenmenize yardımcı oluyor gibi görünüyor, çünkü oldukça basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, hastalığınız sizin tedavinizdir!”

“Ancak suçlu mikrop değildir. Kendi kan dolaşımınızdaki toksisite seviyesidir.”
Dr. William P. Trebing, Güle Güle Mikrop Teorisi, sayfa 154

“Bakteriler sağlıklı canlı hücrelere saldırmazlar. Bunun yerine, hasta, hasarlı ve ölü hücrelerin parçalanmasına yardımcı olurlar . »
Dr. Thomas Cowan


Ve daha sayısız gerçek bilim adamlarının beyanlarını buraya aktarmaya kalksam sanırım yazı bir hayli uzayacak. Burada bırakmanın doğru olduğunu, tüm bunların yeterli kanıtlar olduğunu düşünüyorum.


KANITLAR – II

Yakın zamanda Dr. Thomas Cowan, yazar ve doğal tıp öğretim görevlisi olan Daniel Roytas’ı parazitler hakkındaki bulgularını tartışmaya davet ettiği bir web semineri düzenledi. Bu web seminerinde Roytas parazitlere atfedilen hastalıkların altında bir toksisite maruziyetinin yattığını; parazitlerin esas amaçlarının ağır metaller gibi toksik maddeleri biriktirip tüketmek böylece dokuların hasar almasının önüne geçmek, ortam temizliği yapmak olduğunu ve parazitlerin sağlığa sayısız harika katkıda bulunduğunu kanıtlarıyla anlatmıştır.
Konuşmanın tamamı: https://x.com/drtomcowan/status/1833976686485913730

Şimdi Roytas’ın parazitler üzerine inançları sorgulatan, ezberleri bozan her biri çok değerli slaytlarından buradaki anlatıma uygun olduklarını düşündüğümü seçip, destekleyici kaynaklarla birlikte paylaşacağım.

Tıpkı bakteriler, mikroplar gibi parazitlerin de 3 ana görevinden bahsedebiliriz:
– Biyotransformasyon (Toksik maddeleri toksik olmayan maddelere dönüştürme)
Biyoremediasyon (Biyolojik iyileştirme/kirliliği temizleme)
Biyosekestrasyon (Biyolojik karbon döngüsü)

Ağır Metal İyileştirmesi/Koruma Mekanizması

– Parazitler ağır metalleri biyolojik olarak biriktirir/topaklar ve onları biyolojik olarak parçalayıp çözerek/tüketerek dokuların ağır metalleri absorbe etmesini engeller.
– Nöbetçi olarak anılırlar. (Nöbet tutan bir asker veya gözetleyici/Parazitler özellikle bağırsak sınırında bir nöbetçi gibi davranmak için gelir ve toksik maddelerin içeri girmesini engeller, onu yer ve onu toksik olmayan bir maddeye dönüştürür.)
– Çevre kirliliği ve toksisitenin dikkate alınan biyo-göstergeleridir. (Toksisite bölgesinde, toksik maddeleri yemek için toplanırlar)
– Balıklarda ağır metallere karşı biyo-iyileştiricidirler.
– Sıçanlardaki tenyalar, “konakçı” dokuya kıyasla ağır metalleri 3:1 – 10:1 oranında biriktirir.
– Kuşlardaki yuvarlak kurtlar ağır metalleri biriktirir.
– Tilkilerdeki tenyalar ağır metallerin organ konsantrasyonlarını azaltır.

Parazitlerin ancak toksik bir ortamda bulunduğu, hatta toksik bir ortamın biyo-göstergesi sayılmalarına neden olacak denli bu durumun şaşmadığı artık kabul edilmektedir. O toksik ortama hiçbir olumsuz etkilerinin olmadığı da, toksik ortamı meydana getiren ağır metaller gibi kirleticileri biriktirip, parçalama görevinde bulunmaları üzerine bellidir. O ortamda belli bir görevle bulunurlar ve bu görevin dışına çıkmazlar.
https://parasitesandvectors.biomedcentral.com/articles/10.1186/s13071-017-2001-3


“Balıkların bağırsak helmintleri, sucul ortamlarda ağır metal kontaminasyonu için potansiyel biyoindikatörler olarak giderek daha fazla ilgi görmektedir. Bu parazitler arasında özellikle sestodlar ve akantosefaller, yerleşik serbest yaşayan nöbetçilerin kapasitesini aşan muazzam bir ağır metal biriktirme kapasitesine sahiptir. Saha ve laboratuvar çalışmalarında, akantosefallerde konak dokularına göre birkaç bin kat daha yüksek metal konsantrasyonları tanımlanmıştır.”
https://typeset.io/papers/accumulation-of-heavy-metals-by-intestinal-helminths-in-fish-2tx9zrppju


Parazitler ağır metalleri biriktirip, parçalayıp tüketmektedir böylece dokuları ağır metal zehirlenmesinden korumaktadır. Her ne kadar bu tarz çalışmalarda parazitler vücuda “dışarıdan gelen” gibi lanse edilse de, parazitler üzerine burada verilen bilgiler son derece önemlidir. Bu bilgiler eşliğinde anlaşılmalı ki, parazitler üzerine kendi literatürlerinde yer alan “parazitler konakçıyı sömürür ve ona zarar verir/hastalığa sebep olur” gibi kanıtsız iddialar kendiliğinden çürütülmektedir zira parazitlerin vücut içinde son derece faydalı faaliyetlerde bulunduğu görülmektedir. “Bulaşan/enfekte eden unsur” bu faaliyetlerde bulunmaz. Parazitler dışarıdan gelmiyor, zaten oradaydılar ve vücudu toksisite maruziyetinden korumak için çalışıyorlar.

“Balıkların kaslarındaki ilgili metal konsantrasyonları, balıkların taşıdığı iki tür tenyanın dokusunun metal konsantrasyonları ile karşılaştırıldığında, tenyalar konak dokularına kıyasla 12,5-18,9 kat daha fazla kurşun, 2,3-3 kat daha fazla kadmiyum ve 4,4-14,1 kat daha fazla krom biriktirmiştir.”
https://actavet.vfu.cz/media/pdf/avb_2012081030313.pdf


“Helmintlerde konak dokularına kıyasla daha yüksek bir ağır metal konsantrasyonu ortaya çıkarıldı. Hem kadmiyum hem de krom emilimi için biyokonsantrasyon faktörü ‘moniliformis moniliformis’ isimli parazitte, karşılaştırılan üç konak dokusuna kıyasla 10 kattan daha fazlaydı.”
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/25988090/

Yani bu parazitler, ağır metalleri biriktirip ortamdan temizlemeye çalışarak, dokuların ağır metal emiliminin önüne geçmektedir. Parazitler dokuları ağır metal zehirlenmesinden koruyorlar.

“Sonuçlar, Hymenolepis spp.’nin (bir çeşit tenya) son konakçılarına kıyasla ağır metalleri biyolojik olarak biriktirme konusunda çok daha büyük bir yeteneğe sahip olduğunu ortaya koydu.”
https://www.researchgate.net/publication/349367758_Heavy_metals_accumulation_in_the_system_Rattus_norvegicus_-Hymenolepis_diminuta_from_industrial_area_in_Bulgaria

“4 parazit – konakçı sisteminin hepsinde, yetişkin tenyaların kurşun ve kadmiyum biriktirme yeteneği, konakçı dokularındakinden daha fazlaydı. Parazitlerdeki kurşun konsantrasyonunun konak kaslarındaki kurşun konsantrasyonuna oranı 2,38 ile 5,95’e 1 arasında; karaciğer dokusunda ise bu oran 1,19 ile 10,07’ye 1 arasında değişmiştir.”
https://www.cabidigitallibrary.org/doi/full/10.5555/20003008494

“Bu çalışmanın amacı tilkilerde birikmiş ağır metal seviyelerini parazitli ve parazitlerden arındırılmış bağırsaklar kıyası üzerinden karşılaştırmaktı. Ayrıca araştırmamız tilki bağırsaklarındaki ağır metal içeriği ile bağırsak parazitleri arasındaki ilişkiyi anlamaktı. 34 tilkinin bağırsakları, parazit varlığını tespit etmek için parçalara ayrıldı. 15 bağırsak örneğinde parazitik bağırsak helmintleri bulundu. Ağır metal içeriği ince bağırsak dokusunda ve parazitlerde atomik absorpsiyon spektrometresi (AAS) kullanılarak belirlendi. Parazitli bağırsaktaki ağır metal konsantrasyonu, parazitsiz bağırsaktaki ağır metal konsantrasyonundan anlamlı ölçüde çok daha düşüktü.”
https://pdfs.semanticscholar.org/0991/b9049d233178ed29fc7d29fb5c61b41d1be3.pdf


Ağır metalleri, toksik materyalleri, çeşitli kirleticileri vs. parçalayan, çözen, onları toksik olmayan formlara dönüştüren bakteriler ve diğer mikroplar:

“Atıklarla başa çıkmanın umut vadeden stratejisi onu parçalayabilen mikroplar bulmaktır. Araştırmacılar, deve cırcır böceklerinde bir dizi mikrobiyal organizmayı tanımladı ve test etti ve özellikle ilgi çekici olan Cedecea lapagei adlı bir bakteri türüne odaklandı… Bu mikroorganizmanın, odunu sert yapan bitki hücrelerindeki polimerler olan lignini parçalayabildiğini buldular… Bu çalışmalar, bu bakterilerin lignin üzerinde büyüme ve onu parçalama konusundaki benzersiz yeteneklerinden sorumlu olabilecek bazı genlerini ve enzimlerini tanımlamayı içeriyordu… Potansiyel olarak kağıt hamuru atıklarını enerjiye dönüştürebilen ve dolayısıyla bir kirleticiden kurtarabilen bakterileri tanımlamanın yanı sıra, diğer atık türlerini parçalayabilecek organizmalar üzerine tekrarlanabilir bir yaklaşım belirledik… Bu, büyük kirlilik sorunlarına yol açan plastik veya diğer ürünler için de geçerlidir.”
https://physicsworld.com/a/cricket-bacteria-break-down-recalcitrant-waste/

“Mikroorganizmalar, kirleticileri parçalamak için biyokimyasal reaksiyonun ilerlemesini kolaylaştırmaya yardımcı olacak biyokatalizörler olarak hareket ederek orijinal doğal çevreyi geri yüklemek ve daha fazla kirliliği önlemek için kullanılır. Sadece kirleticiyi toplayıp depolamakla kalmaz, aynı zamanda kirleticileri parçalar ve onları daha az veya toksik olmayan formlara dönüştürerek harika organize edilmiş bir mikrobiyolojik prosedürü takip ederler. Mikroorganizmalar, çevre dostu ve değerli genetik materyalleriyle bilinir. Mikroorganizmalar beslenme açısından çok yönlülüğe, uyarlanabilirliğe sahiptir ve ayrıca çok seyreltik çözeltilerde bulunan kirleticiler üzerinde de etki edebilirler; bu nedenle herhangi bir çevre koşulunda yaşayabilirler ve kirleticilerin biyoremediasyonu olarak kullanılır… Biyoremediasyon süreci yalnızca hidrokarbonlar, yağlar, ağır metaller, pestisitler, boyalar vb. gibi organik bileşikleri metabolize ederek enzimatik bir şekilde parçalayabilir. Yaygın olarak kullanılan bakteriler Staphylococcus, Bacillus, Pseudomonas, Citrobacter, Klebsiella ve Rhodococcus’tur. Birçok mantar ve alg ailesi de kullanılır… İmmobilizasyon işlemi toprak bakterileri tarafından kontrol edilir…  Biyosorpsiyon, algler, bakteriler ve mantarlar gibi mikroorganizmaların metal iyonlarını emdiği bir fiziko-kimyasal işlemdir. Bu işlem enerjiye bağlı değildir ve emilen metal iyonu konsantrasyonu bu organizmalar tarafından azaltılır.”
https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0045653522035925


“Mikroorganizmalar toksik elementleri suya, karbondioksite ve daha az toksik bileşiklere dönüştürebilir ve bunlar mineralizasyon olarak adlandırılan bir süreçte diğer mikroplar tarafından daha da parçalanır. Biyoremediasyon bakteri, mantar, alg vb. kullanılarak gerçekleştirilebilir. (Arsenikten tutun da cıvaya kadar çeşitli ağır metalleri ve toksik elementleri çözen bakterilerin listesine buradan ulaşabilirsiniz: https://www.frontiersin.org/files/Articles/1183691/fagro-05-1183691-HTML/image_m/fagro-05-1183691-t002.jpg)

Mikroorganizmalar, biyolojik çoğaltma olarak adlandırılan bir işlemde toksik kirleticilerle beslenmeleri için kirli alanlara özel olarak eklenir. Bu, çok etkili, hızlı ve uygun maliyetli bir biyoremediasyon yöntemidir. Kirli alanlara, yerleşik mikropları çoğaltmak için harici mikroplar eklenir… Kirlenmiş bir bölgeye eklenen Burkholderia sp. FDS-1’in, pestisitlerle kirlenmiş toprakta bulunan nitrofenolik bileşiği, hafif asidik pH’ta ve yaklaşık 30° C sıcaklıkta daha az toksik bir forma dönüştürdüğü bildirilmiştir. (Bu tabloya göz atın: https://www.frontiersin.org/files/Articles/1183691/fagro-05-1183691-HTML/image_m/fagro-05-1183691-t003.jpg)” 
https://www.frontiersin.org/journals/agronomy/articles/10.3389/fagro.2023.1183691/full


İşte bakteriler, mikroplar ve parazitler insan vücudunda da, ölü hücre atıklarını, ağır metaller gibi toksik malzemeleri parçalayıp tüketerek onları hem ortamdan süpürmek hem de vücut için faydalı ya da zararsız maddelere dönüştürmek için böyle mücadele verir.

Onların görevi budur.

Aşı enjeksiyonları sonucu kan – beyin bariyerini aşan aşı içeriklerindeki ağır metaller yüzünden “otizm” hasarı almış çocukların beyinlerinde ve daha başka ağır metal birikiminin olduğu organlarda görülen parazitler, o sorunun kaynağı değiller; o sorunu iyileştirmek için oradalar.

Artık bu gerçeğin anlaşılması gerekiyor.

Bu arada birçok insan geçmişte ya da şu aralar, “doğal antiparaziter” diye adlandırılan bazı otları, bitkileri yediğinde ya da çay olarak içtiğinde kendisini iyi hissettiğini hatırlıyor olabilir. Pelin otu, sarımsak, kişniş, çörek otu ve daha birçok bitki sayılabilir.
Örneğin pelin otu gibi bitkiler ilginçtir ki özellikle ağır metallerle kirlenmiş toprakları büyümek için seçiyor, bir parazit gibi… Ardından hızla toprağı biyolojik olarak temizlemeye, topraktan ağır metalleri emip toksik olmayan metillenmiş bir maddeye dönüştürüyor. Bu açıdan mükemmel bir ortam temizleyici ve çevre temizleyicisidir diyebiliriz. Pelin otu, sarımsak, kişniş gibi “antiparaziter” olarak adlandırılmış bitkileri tükettiğinizde, bunlar, ağır metal şelatlama ve detoksifikasyon özellikleri sayesinde sizleri ağır metallerin, plastiklerin, kimyasalların ve diğer türlü toksik maddelerin maruziyetinden koruyorlar. Böylece parazitlerin iş yükü hafifliyor ve hatta üzerinden alınıyor ve böylece orada bulunmalarına gerek kalmadan geri çekiliyorlar.
Bu açıdan bu bitkilerin “doğal antiparaziter” ya da “doğal antibiyotik” diye adlandırılması yanlıştır. Bu bitkiler bakterilerinize, mikroplarınıza ve parazitlerinize zarar vermeden ortam temizliği yapıyor ve toksisite bölgesine bakterilerin, diğer mikropların ve parazitlerin yoğunlaşlaşmasına gerek kalmıyor.
Bu bitkileri kullandıktan sonra bu sebeple iyi hissediyorsunuz.


Artık toparlarsam;

Bulaş diye bir şey yoktur.
Enfeksiyon diye bir şey yoktur.
Bakteriyel ya da paraziter hastalıklar diye bir şey yoktur.
Mikrop teorisi ortaya atıldığından bu yana tek bir bakterinin, mikrobun ya da parazitin dahi canlı dokuya saldırdığına, hastalık yaptığına dair tek bir bilimsel kanıt yoktur.

Hastalıkların tek sebebi sadece çeşitli şekillerde gerçekleşen toksisite maruziyeti yani zehirlenmedir.
Vücudu neler zehirler?
– Kötü beslenme
– Güneşten yeterince faydalanmama
– Rafine tuz
– Yetersiz kaya tuzu tüketimi
– Yetersiz su tüketimi
– Mineral eksikliği
– Rafine şeker
– Trans yağlar
– İşlenmiş gıdalar
– Pastörize sütler ve pastörize süt ürünleri
– Rafine tahıllar, “hamur işi” ağırlıklı beslenme
– Zirai ilaçlar
– Stres, korku, kaygı gibi psikolojik olumsuzluklar
– EMF’ye maruziyet
– EMR’ye (elektromanyetik radyasyon) maruziyet
– Klorlu, florürlü vs. şebeke suyu
– Ağır metaller
– Toksik tüm cilt bakım ürünleri
– Kimyasallar
– Toksik temizlik ürünleri
– Egzersiz eksikliği
– Kötü uyku
– Sigara
– Alkol
vs.

ve elbette ki
– Aşılar
– İlaçlar
– Antibiyotikler

Alüminyum, cıva, polisorbat 80, formaldehit, kürtajdan gelen filtrelenmemiş insan fetüs hücreleri, hayvan hücreleri gibi toksik ya da kan dolaşımında toksik etki gösterecek malzemelerin doğrudan sistemik dolaşıma verildiği aşı uygulamaları, tek başına şiddetli toksisite maruziyetini oluşturmaya yeterlidir. Aşı zehirlenmeleri, hasarların ya kısa vadede ya uzun vadede ama mutlaka kendini göstereceği en kötü zehirle(n)me biçimidir.

İlaçlar sadece semptom baskılar (semptom, vücudun toksisite maruziyetinden kurtulma çabasının, toksinlerden arınarak ve asit – baz dengesini sağlayarak kendini tekrar sağlıklı çizgiye çekmek istediğinin göstergesidir) ve alttaki gerçek nedeni iyileştirmediği için, sorunu büyütüp ileri vadede daha çok şiddetlendirir. Ağrıları dindirebilir, vücudun toksisite itiliminde çektiği sancının üzerini kapatıp o anı kurtarabilirler ama bu, iyileştirme değil sadece sorunu ötelemektir. İlaçlar sorunu biriktirerek öteler, bu sebeple sorun ileri vadede daha çok şiddetlenip ortaya çıkacaktır.

Özellikle antibiyotiklerin “hepatotoksisite”ye, yani karaciğer için toksik etkilere yol açtığı bilinir, hepatotoksisitenin de karaciğer hastalığı ve akut karaciğer yetmezliğinin nedeni olduğu… (https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/7491842/, https://academic.oup.com/jac/article/66/7/1431/783484?login=false, https://link.springer.com/article/10.1007/s15010-009-9179-z) Çünkü antibiyotikler, antiparaziter ilaçlar; bakterilere, diğer mikroplara ve parazitlere zarar verir, onların görevlerine sekte vurur. Bağırsak florası ve diğer flora bu durumdan ciddi şekilde zarar görür. Bir örnekle; oral yolla, gıda ile gelen ağır metal partikülleri bağırsaklara indiğinde, antibiyotiklerin etkisiyle bakteriler ve parazitler de hasar almış ve flora bozulmuşsa, bu partiküller yeterince iyi parçalanıp ortamdan temizlenemez. Bu durumda yine antibiyotik kullanımı sonrası sıklıkla görülen “kronik ishal” baş gösterebilir ve vücut ağır metallerin içinde olduğu bu toksin yükünden ishal yoluyla kurtulmak isteyebilir. Fakat en kötü olasılıkta ağır metaller kana karışır ve bu, hâlâ “ağır metal maruziyeti”nden kaçınmadan, antibiyotik kullanımının istikrarıyla da kayda değer oranda artarsa karaciğer, bu kanı filtrelemekte bir hayli zorlanacaktır. Antibiyotik kullanımı sonrası kısa ya da uzun vade sonunda neden mi karaciğer sorunları meydana gelir? İşte böyle.


Yukarıda saydığım vücudu zehirleyen etkenler hiçbir şekilde hesaba katılmadan, spesifik antikorları belirlemeyen, “özgül ve yüksek duyarlılıklı” olduğu asla söylenemeyen antikor testlerinin hilesi ile, basit bir kene ısırığına, bir kedi tırmığına, bakteri ya da parazit bulaş riski olduğu söylenen başka tür vakalara karşılık vs. enfeksiyonu önleme palavrasıyla reçete edilen antibiyotikler ve antiparaziter ilaçlar, “hastalığın etiyolojik ajanı” sandıkları trilyonlarca bakteriden bir tipi hedef alma iddiasıyla topyekun bir mikrobiyotayı bozmanın aracıdır.
Antibiyotikler ve antiparaziter ilaçlar, topyekun mikrobiyotayı bozmanın ve beraberinde nice sağlık sorunlarını peyda etmenin en basit yoludur.

Burada bir parantez açıp antibiyotiklerin de tıpkı ilaçlar gibi altta yatan gerçek sorunu iyileştirmeyip, bazı durumlarda sadece anı kurtardığına vurgu yapmak gerekir. Toksik birikimin ve haliyle asitlenmenin arttığı, dolayısıyla bakterilerin toksik maddeleri çözmek için yoğunlaşacağı bölgelerde antibiyotikler, bakterileri engelleyerek çözülmenin önüne geçebilir ve çözülme sürecinin ürünü olan iltihaplanma da engelleneceğinden bu durum o an için bir “iyileşme görünümü” verebilir. Oysa gerçek bir iyileşme söz konusu değildir, zira o bölgedeki toksik birikim ve asitlenme giderilmemiştir. İleri vadede sorun büyüdüğünde o bölgeye daha dirençli yani aslında daha güçlü çözücü bakteriler gelmek isteyecektir. Antibiyotiğe dirençli bakteriler? İşte onlar, sorun büyüdükçe ona göre ortam temizliğe yapmaya, iyileştirmeye gelen daha güçlü bakterilerdir.
Antibiyotikler, bakterileri hep engellemek isteyerek altta yatan sorunun gerçekten iyileşmesinin önüne geçer.

Aşıların, ilaçların, antibiyotiklerin geçmişten günümüze, gerçekte tek bir hayat kurtardığına dair tek bir kanıt yoktur. Bilakis aşılar, ilaçlar ve antibiyotikler; “mikrop teorisi” beraberinde genel halk üzerinde kullanılmaya başlandıktan sonra ve günümüze dek, sebebini mikroplara bağladıkları hastalıklardan açık ara daha fazla sağlık problemlerine ve ölümlere yol açmıştır. Mikrop teorisinin getirisi olan bu uygulamaların, belki de en doğru kıyaslama ile ifade edecek olursak, öldürdüğü insan sayısı hiç kuşkusuz dünya savaşlarında ölen insan sayısından daha fazladır.

Özellikle aşılama programları, nüfus kontrolünün topla, tüfekle, tankla vs. değil, “tıp” eliyle aksiyona geçirilmesidir.

En klasik yalanlarından biridir: “Salgınlar, aşılar sayesinde eradike edilmiştir.”
Bunu söyleyenler, en başında mikropların hastalığa ve salgınlara sebep olduğu yalanını da söylemiş, salgınların esas nedenini (toksik ortama, zehirli gazlara, kimyasallara, ağır metallere vs toplu maruz kalınması, sanitasyon yetersizliği ya da eksikliği, kötü beslenme/besinsizlik, radyo frekanslarının yayına geçişi, 1800’lerden itibaren toplu aşılamalar, ilaçlar gibi faktörler) gösteren doğru verileri, incelemeleri, istatistikleri vs neredeyse ortadan kaldırarak literatürü baştan aşağı manipüle etmiştir.

“Bu aşıların ve ilaçların her birinin görünürdeki amacını başaramaması gizlendi; sık görülen tehlikeli etkileri gizlendi ve hastalık istatistikleri istenen sonuca doğru manipüle edildi veya sıklıkla çok geniş bir ölçekte kasıtlı olarak tahrif edildi.” Dr. Herbert Snow

Sadece aşı yaralanmaları ve ölümleri apayrı bir yazı konusu olacağından, bu konuyu ayrıca başka bir yazı dizisinde anlatmak gerekir. Fakat şu bilinmeli ki, aşıların tek bir hayat kurtardığına dair tek bir kanıt yokken, sayısız hayatı mahvettiğine ve sonlandırdığına dair pek çok kanıt vardır.
Aşılar
İlaçlar
Antiparaziter ilaçlar
Antibiyotikler
Dezenfektanlar
vs. hepsi sadece birer zehirdir!


3-) IVERMECTIN, ANTİPARAZİTER İLAÇLAR, ANTİBİYOTİKLER CANLILIK KARŞITI ZEHİRDİR

Ivermectin zehri, hiç şüphe yok ki, en çok Covid sahtekârlığı sürecinde sükse yapmıştı.
Merck gibi Ivermectin üreticileriyle çıkar anlaşmaları muhtemel olan sosyal medya etki ajanları Covid’in bir parazit enfeksiyonu olabileceğini öne sürmüştü ve yine Merck gibi ilaç şirketlerinin “büyük fonlayıcıları” tarafından fonlanan birkaç manipülatif çalışmayı Ivermectin’in Covid’i tedavi ettiği yönünde propagandalar yürütmek için kullanmışlardı.

Bir salgın yoktu ama antiparaziter ilaç tavsiyeleri havada uçuşuyordu.

Sonuç itibariyle kimileri aşı zehirlerini aldı, kimileri “parazit enfeksiyonu” palavrasına kapılıp Ivermectin zehrini… İlaç şirketleri aşıya karşı duranları bir şekilde antiparaziter ilaçlarıyla yakalamayı başardı.

Aşıyla birçok toksik malzemeyi nice insanın sistemik dolaşımına verirken, Ivermectin ile insanların mikrobiyotasını bozdular. Vücutta atıkları, zararlı maddeleri parçalayıp çözen ve o maddeleri biyoyararlanıma kazandıran bakteri, parazit gibi yapılara şiddetle zarar vererek, insanları toksisite maruziyetine karşı olabildiğince hassaslaştırdılar.

Parazitlerin ağır metalleri, plastikleri de dahil toksik maddeleri parçalayıp tükettiğini ve böylece dokuların bu toksik maddeleri absorbe etmesinin büyük oranda önüne geçmek için çabaladığını bildiğinizde, Ivermectin gibi antiparaziter ilaçların tehlikelerini daha iyi anlayabiliyorsunuz.
Ivermectin için bugünlerde de sık sık “kansere çare” diye pazarlama çalışmaları yürütülüyor. “Kanserin sebebi parazitlerdir” gibi bir palavra ortaya atarak, öyle görünüyor ki, kemoterapi almak istemeyen kanser hastalarını bu defa antiparaziter ilaçlarıyla yakalamanın yolunu yapıyorlar.


Bakıyorsunuz ki birçok ünlü doktor Ivermectin reklamı yapıyor, röportajlar veriyorlar. Vücutta şiddetli toksisite baş gösterdiğinde bu problemle mücadele veren, savunma sisteminin askerlerine/parazitlere Ivermectin ile zarar vermek, onları düşürmek kutsanıyor. Antiparaziter bir ilacın, parazitlere zarar vermesi bir başarıymış gibi anlatılıyor. Parazitlerin hastalığa neden olduğuna dair mevcutta tek bir bilimsel kanıt olmadan…


Kathleen Ruddy isimli bir doktor, Ivermectin ile ilgili verdiği röportajda şunu söylüyor: “Ivermectin şeker haplarından bile daha güvenli.” Bu röportaj tüm dünyada milyonlarca insan tarafından izleniyor.
Tüm sosyal medya platformlarında hâlâ daha paylaşılıyor da paylaşılıyor…

Bu kişiyi biraz araştırdığınızda uzun zamandır meme kanserine bir “virüs”ün sebep olduğu gibi akla hayale sığmaz bir iddiada bulunduğuna şahit oluyor ve bunun üzerine tüm eylemlerini “Clinton Küresel Girişimi” için “Eylem Taahhüdü” olarak sunduğunu öğreniyorsunuz. https://www.salon.com/2017/10/15/could-we-be-doing-more-to-fight-breast-cancer/

Kathleen Ruddy, Clinton Vakfı bünyesindeki “Clinton Küresel Girişimi” üyesidir.
https://www.ellevatenetwork.com/member-spotlights/192

Kendisinin “pinkvirusfilm” adında bir internet sitesi var ve bu site üzerinden sözde meme kanseri virüsü araştırmalarına (Clinton Vakfı’na adadığı araştırmalara) bağış toplanıyor.
https://pinkvirusfilm.com


ABD’de Aralık 2018’de bir Temsilciler Meclisi Gözetim Alt Komitesi, Clinton Vakfı’nın ve “Clinton Küresel Girişimi”nin “yardım dolandırıcılığı” üzerine bir duruşma düzenlemişti. Alt Komite, Clinton’lar tarafından fonların özel kullanım için açılması ile ilgili tanıklık dinlemişti. Tanık John Moynihan’ın şu ifadeleri çok önemlidir: “Vakıf, fonları esasen bir kumbara olarak kullanıyor. Bu fonun kıdemli işletmecileri bunu vakıf işi, kişisel bir iş, seyahat ve kişisel harcamalar olarak görüyorlar.”
https://www.c-span.org/video/?c4767670/user-clip-clinton-foundation-charity-fraud

Yani buna göre, Clinton Vakfı bağışlanan paraları iç ediyor.

Kathleen Ruddy’nin bir Clinton Vakfı üyesi olarak, “pinkvirusfilm” internet sitesi üzerinden ve vakfın desteklediği kampanyalarla, “meme kanseri virüsü çalışmaları” diyerek topladığı bağışlar, sormak lazım, gerçekten nerede kullanılıyor? Bu bağışlar insan sağlığı ve hayatı için mi harcanıyor?

Şimdi bu kişi, “Ivermectin şeker hapından bile daha güvenli” diyor, bu sözün gerisinde bilimsel hiçbir dayanağın mevcut olmadığını kendi de bildiği hâlde… Böylece nice insanın özellikle kanser hastasının gidip bu ilaçları almasına sebep oluyor.
Söz konusu insanları ilaç şirketlerinin ağına düşürmek ise, en çok doktorların ilaç şirketleriyle çıkar anlaşmasına girebileceği ve bu kişilerin yalan söyleyebilme konusunda belki de birçok yetkili ağızdan daha yetkin olabileceği gerçeğini göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Yine söz konusu bir ilacın “x hastalığına çare” olarak tanıtımını yapan herhangi bir çalışmanın bağımsız olmadığını düşünmek, ilgili çalışmayı yapan yazarların ilaç şirketleriyle çıkar anlaşmasına girebileceği gerçeğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Ve söz konusu Ivermectin ise, pazarda büyük oranda pay sahibi olan Merck’in ve Merck’in en büyük finans destekçisi Bill & Melinda Gates Vakfı’nın, Ivermectin üzerine yapılan çalışmalar üzerinde manipülatif güç kullanmayacağını düşünmek en hafif tabirle saflık olur.

Bir örnek verelim;

Ivermectin’in kansere çare olabileceği yönünde yapılan propaganda için en çok kullanılan çalışmalardan biri: “Eprinomektin’in (Ivermectin’in bir türü) metastatik PC3 prostat kanseri hücreleri üzerindeki antikanser etkilerinin değerlendirilmesi.”
https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0041008X20301952#:~:text=Eprinomectin%20(EP)%20suppressed%20the%20malignant,%2C%20Oct3%2F4%20and%20CD44.

Bu çalışmanın baş yazarı Angela Lincy Prem Antony Samy isimli doktor, çalışmayı yayınladığı sene, “dünya çapında ciddi hastalıklarla yaşayan insanlar için sağlam bir ilaç hattı geliştirmek amacıyla CRISPR gen düzenlemesinin gücünden yararlandığını” iddia eden “Editas Medicine” isimli bir tıbbi kuruluşta çalışıyor.
https://www.linkedin.com/in/angela-lincy-prem-antony-samy-277068128

Editas Medicine’ın en önemli finansörleri arasında Bill & Melinda Gates Vakfı’nın olduğunu biliyor muydunuz?
https://www.benzinga.com/general/biotech/16/01/6113476/editas-medicine-backed-by-google-and-bill-gates-files-100-million-ipo

Finans sağlayıcılar aynı zamanda çıkar gruplarıdır ve o şirketin çalışma politikası, misyonunu, eylem planını ve eylemlerini dolaylı olarak etkiler veya çoğu durumda doğrudan belirler. Bu şirketin bir çalışanının ortaya koyduğu çalışma da öyleyse, malum çıkar gruplarıyla ters düşemez. Hâliyle böyle bir çalışma bağımsız değildir. Böyle bir çalışma bilimsel değildir.

Ben bir örnek verdim ama sadece bir örnek dahi diğer “Ivermectin uyuzdan kansere her hastalığa çare” minvalinde mesajlar veren çalışmaların bağımsız olmadığını anlamanıza yetecektir. O tip çalışmaların yazarlarının geri planda ilaç şirketleriyle ya da diğer çıkar gruplarıyla anlaşmasının, birlikteliğinin olup olmadığı araştırılmalıdır. Fon her zaman internet ortamında herkesin görebileceği şekilde sağlanmaz, gizli bir şekilde de sağlanır. Burada önemli olan o sözde bilimsel çalışmanın insanları ilaçlara ve aşılara yönlendirip yönlendirmediğinin kıstas alınmasıdır.
Hatta bir doktor bir ilacı ya da aşıyı öneriyorsa, o doktorun bağımsız olduğunu düşünemezsiniz. En iyi ihtimalle sadece aklı bağımsız değildir…

Hayır, Ivermectin ve diğer tüm antiparaziter ilaçlar, antibiyotikler hiçbir hastalığa çare olamaz!
Benzetme yaparsak, bu ilaçların kullanımı, yangın mahalline yetişip yangını söndürmek için çabalayacak olan itfaiye erlerinin (bakteriler) ve yangının şiddetine göre yangın mahalline takviye kuvvet olarak yetişmek isteyecek ekibin (parazitler) önünü kesip yangının söndürülmesine engel olmaya çalışmak gibidir. Yangın büyür, büyür ve büyür… Ve artık söndürülmesi hiç mümkün olmayacak bir raddeye gelir, kısa veya uzun vadede…

Bakterilerin, mikropların ve parazitlerin hastalığa neden olduğuna dair tek bir bilimsel kanıt yoktur.
Fakat bu organizmaların ağır metal dahil toksik malzemeleri çözüp tükettiğine, ortam temizliği yaptığına ve zararlı maddeleri zararsız maddelere dönüştürüp biyoyararlanıma soktuğuna yani onların sağlığımıza, canlılığımızı idame ettirmemize muazzam katkıları olduğuna ise sayısız bilimsel kanıt mevcuttur.

Bilimsel kanıtları olmayan ve zaten bilimle uzaktan yakından alakası olmayan bir iddianın/mikrop teorisinin peşine takılıp da aşıları ve/veya antibiyotik, antiparaziter ilaçları almanın sağlığa olumlu etkilerinin olduğuna dair tek bir bilimsel kanıt yoktur.
Fakat aşıları ve/veya antibiyotik, antiparaziter ilaçları almanın sağlığa yıkıcı etkilerin olduğuna dair sayısız bilimsel kanıt mevcuttur.

Ivermectin sonrası (muhtemel ki sadece kısa vadede ortaya çıkanlar) görülen gastrointestinal sıkıntılardan, nörolojik sorunlara kadar bir dizi hasar:
https://www.drugs.com/sfx/ivermectin-side-effects.html

Söz konusu bir ilaç sağlık için büyük önemi ve görevi olan bakterileri, mikropları ve parazitleri işinden men etmeyi taahhüt ediyorsa, orada “yan etki”den bahsedemeyiz zira amaçlanan sadece hasar bırakmaktır.


Üstelik Ivermectin üzerine yapılan çalışmalara göz attığımızda bu ilacın erkeklerde ve kadınlarda kısırlık hasarı bırakma amacında olduğunu net bir şekilde anlıyoruz.


Ivermectin En Şiddetli Kısırlık Toksinlerinden Biridir!

“Sonuçlar, Ivermectin (IVM) ile tedavi edilen grubun testislerinde IGFBP-3 ve HSPA1 ekspresyon düzeylerinin kontrol grubuna göre anlamlı şekilde arttığını ortaya koymuştur. Ayrıca, Ivermectin enjeksiyonu serum testosteron düzeyinde, sperm sayısında, hareketlilik yüzdesinde, canlı sperm yüzdesinde ve üreme organlarının indeks ağırlığında anlamlı bir azalma ve sperm anormalliklerinde anlamlı bir artış göstermiştir.”
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/28880400/

Erkek albino sıçanları üzerinde Ivermectinin toksikolojik ve patolojik çalışmayla, Ivermectin verilen beyaz albino sıçanlarının sperm sayısı ve anormal spermi incelendi:
“Sperm anormalliğinde önemli bir artışla birlikte toplam sperm sayısında önemli bir azalma olduğu gösterilmiştir.”
https://www.semanticscholar.org/paper/Toxicological-and-pathological-studies-of-on-male-Rabab-Elzoghby/6204addbc08f0caa04679185ab285ac67e468671


“Sonuçlar, Ivermectin’in haftada bir kez 8 hafta boyunca uygulanmasının hafif doğurganlık bozukluklarına neden olduğunu ortaya koymuştur.“
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/21783912/


“Sonuçlar Ivermectin verilen dişi tavşanların doğurganlığında kayda değer oranda azalma olduğunu göstermiştir.”
https://www.worldwidejournals.com/indian-journal-of-applied-research-(IJAR)/recent_issues_pdf/2015/September/September_2015_1492522744__22.pdf

“Ivermectin’in, hafif dejeneratif değişikliklerden spermatogenik hücrelerin tam nekrozuna ve spermlerin tamamen yokluğuna kadar değişen terapötik veya çift terapötik dozlar alan erkek tavşanlar üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olduğu sonucuna vardık. Bu arada, dişi genital sistemi ciddi şekilde etkilenmişti ve uterusta ciddi dejenerasyon ve kanama ile yumurtalıklarda atritik foliküller ve dejenerasyona uğramış yumurtalar gösteriyordu.”

“Şekil 13: Günlük 0.4 mg/kg vücut ağırlığı S.C dozunda Ivermectin almış ve bodur büyüme hamileliğin 28. gününde kesildiği gösteriliyor. Şekil 14: Günlük 0.4 mg/kg vücut ağırlığı S.C dozunda Ivermectin alan ve gebeliğin 28. gününde kesilen gebenin yumurtalığı, yumurtalık stromasına dağılmış çok sayıda dejenere ve atritik folikülleri gösteriliyor. (H&Ex100) ”
https://www.semanticscholar.org/paper/Pathological-studies-on-effects-of-ivermectin-on-GabAllh-El-Mashad/ae8ed3606f95ee747ad87632f371c2c31a85fca5

“Test edilen hastaların sperm sayısında ve sperm motilitesinde önemli bir azalma gözlemledik. Morfolojide anormal sperm hücrelerinin sayısında önemli bir artış vardı. Bu, iki kafa, çift kuyruk, beyaz (albino) spermler ve olağanüstü büyük başlı formlarını aldı. Hastaların sperm hücrelerinin önceden belirlenmiş parametrelerinde yukarıdaki değişikliklerin sadece Ivermektin ile tedavilerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.”
https://www.scholarsresearchlibrary.com/articles/effects-of-ivermectin-therapy-on-the-sperm-functions-of-nigerian-onchocerciasis-patients.pdf


Dr. Mike Yeadon’ın Ivermectin hakkındaki konuşmasını dinleyin:
“Ivermectin görebileceğiniz en kötü kısırlaştırıcı ilaçtır.”
“İlginç bir şekilde Covid aşılarına karşı çıkan bazı doktorlar bu ilacı övüyor… Burada büyük bir organizasyon var gibi görünüyor.”
https://rumble.com/v5bfmgd-dr-mike-yeadon-ivermectin-anti-fertility-bombshell-one-of-the-most-violent-.html?utm_source=substack&utm_medium=email


Ivermectin’in insan kullanımı için piyasaya sürülme hikayesi, Afrika’da görülen, yine parazitlerin suçlandığı, kara sineklerin de parazitleri taşıdığı iftirasına uğradığı, “nehir körlüğü” sorununa umut olabileceği söylemleriyle Merck tarafından Ivermectin’in “Mectizan” adı altında üretilmesiyle başlıyor. DSÖ, GAVI, Bill & Melinda Gates Vakfı vs. Merck’in Mectizan’ına büyük destek veriyor.
https://mectizan.org/mec/

“1991’den beri UNICEF ortağı olan ilaç şirketi Merck & Co., nehir körlüğü ile mücadele etmek için Mectizan’ı (başlangıçta Ivermektin olarak bilinir) bağışlıyor. Merck, ilacı ihtiyacı olan herkese ücretsiz dağıtmak için UNICEF ve diğer kuruluşlarla birlikte çalışır.”
https://www.forbes.com/sites/unicefusa/2022/01/30/progress-on-the-fight-against-neglected-tropical-diseases/


“Merck; nehir körlüğünün tedavisi için, ihtiyaç duyan herkese, gerektiği kadar uzun süre, ücretsiz olarak Mectizan/Ivermectin tedarik edeceğini söyledi… Bu, küresel sağlık tarihinde, Berlin Duvarı’nın yıkılmasının demokrasi için önemli olması nedeniyle önemlidir… Ve hatta Dünya Bankası bile Mectizan dağıtımı için bir fon geliştirmeye dahil oldu.”
https://www.gatesnotes.com/Story-of-A-Hero-Bill-Foege?WT.mc_id=10_06_2015_Foege_BG-FB_&WT.tsrc=BGFB&linkId=17742477

Bill Gates, notlarında Mectizan için bunları söylüyor. Aslında Gates Ivermectin’in insan kullanımına açılmasınını Berlin Duvarı’nın yıkılması kadar önemli görüyor. Neden acaba? Gates’in bu söylemini, daha doğrusu bu büyük kutlamasını, Ivermectin’in kısırlık meydana getirdiği bilgisi ile düşünmeli artık.

Dünya Bankası’nın Ivermectin reklamından, bazı kareler görebilenler için Ivermectin ile gerçekte neyi amaçladıklarını, üzerine hiçbir yoruma yer bırakmadan kendi başına açıklıyor

“Kişi başına yılda sadece bir veya iki hap.”


“İSTİSNA YOK”

“İŞİ BİTİR”

https://mectizan.org/news_resources/world-bank-river-blindness-video/
Geride Ivermectin ile sözde “nehir körlüğü” mücadelesine destek olan kuruluşların sıralandığını
görüyorsunuz.


DSÖ 2030 hedefleri için, Mectizan’ın/Ivermectin’in 10 ülkede doğrulanmasını yani 10 ülkenin bu ilaç için denek sahası olmasının ve hatta nüfusun %100’ünün bu ilaçları kullanmasını talep ediyor.
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC6820451/

DSÖ’nün 2030 hedefleri içerisine Ivermectin’i alması neden önemli/tehlikeli? Buradan, “nehir körlüğü” gibi parazit kaynaklı olduğunu iddia ettikleri hastalıklar için harika yeteneklerinin olduğunu söyledikleri KISIRLAŞTIRICI ZEHİR IVERMECTİN’in (başta Merck olmak üzere diğer ilaç şirketlerinin çeşitlik toksik maddelerle formülasyonuyla ve farklı isimlerle) tüm dünyada insanlara dayatılacağını anlıyorsunuz. Yani istisnasız herkes bu ilacı kullanmalı, “GERİDE KİMSE KALMAMALI.”
Son dönemler zaten tüm Ivermectin reklamları apaçık bir şekilde bu amaca hizmet ediyor.
Bu, şüphe götürmez.


Bill & Melinda Gates Vakfı “Ivermectin ile parazit mücadelesi” stratejisine “görünürde” 24 milyon dolar ayırıyor.
https://philanthropynewsdigest.org/news/gates-foundation-commits-24-million-for-tropical-disease-research
Ivermectin’e neden bu kadar önem veriyorlar, artık anlaşılıyor mu?
PARAZİT OLARAK NEYİ/KİMİ GÖRÜYORLAR?

Neden sivrisinek hikayelerine ihtiyaçları var?
Neden “kedi, köpek, kene, pire, kum sineği, kara sinek vs. hastalık bulaştırır” diye sürekli ve sürekli yalan söylüyorlar?
Neden muhtemel ki geri planda Merck gibi ilaç şirketleriyle çıkar anlaşmalarına girmiş ve onlar tarafından fonlanmış doktorların Ivermectin övgülerini toplamaları gerekiyor?
Çünkü “nehir körlüğü” ile başladıkları bu sürecin sonunda bakteri, parazit kaynaklı gördükleri her probleme karşı, hatta parazit kaynaklı olduğu yalanını söyledikleri her hastalık için KISIRLAŞTIRICI ZEHİR IVERMECTİN’i kurtarıcı gibi sunabilecekler. “Ivermectin sıtmadan kansere dek her hastalığa çare olabilecek harika bir ilaçtır” diyerek insanları avlamak isteyecekler ve çoktandır bunu yapıyorlar da…


Onlar durmayacak, hayali bir virüs uyduracak, bakterileri, parazitleri suçlayacak ama aşıları ve ilaçları servis edebilecekleri ortamı hazırlamak isteyecek ve bir salgın tiyatrosu çevirecekler.

Onlar durmayacak, “mikrop teorisi” gibi sahte bilimsel varsayımlara yaslanıp bebekleri doğar doğmaz, kordon bağı kesilir kesilmez alüminyum, cıva, formaldehit, polisorbat 80 gibi zehirlerle aşılayacak, onlarda SMA, otizm gibi nörodejeneratif hasarlara yol açacak ve bunları “genetik hastalık” diye pazarlayacaklar.

Onlar durmayacak, sayısız bebeği ve çocuğu sakat bırakacak, hayatından edecek ama işin sonunda mikropları yine ve yeniden suçlayarak “bizler çocuklarımızı mikroplardan koruyoruz” diyecek ve aşıları hep savunacaklar.

Onlar durmayacak, basit bir kene ısırığı sonrası ya da çok daha basit saçma sapan nedenlerden dolayı nice insanın mikrobiyotasını bozacak, kısa ya da uzun vadede böbrek ve karaciğer hasarları çıkaracak, gastrointestinal problemlerden, nörolojik problemlere dek birçoğunun müsebbibi olan antibiyotikleri övecek, önerecek ve reçete edecekler.

Onlar durmayacak, ana akımda daha baskın seslerle “x hastalığının sebebi bir virüstür” diyerek öncelikle çare olarak aşı sunacak, aşıdan kaçanları da o çevrenin arasına yerleştirdikleri etki ajanlarının aracılığıyla “parazitler de bu hastalıkta etken/parazitler bu hastalığın nedeni” diye diye aldatarak KISIRLAŞTIRICI ZEHİR IVERMECTİN ile avlayacaklar.

Onlar durmayacak, ta ki insanlar mikrop teorisini gerçekten sorgulayıncaya kadar!
İnsanlar; “MİKROPLAR HASTALIK YAPMAZ, ONLAR BİZİM DOSTLARIMIZDIR” diyebildiğinde, bulaş diye bir şeyin olmadığını bildiğinde, hastalıkların dışarıdan gelmediğini anladığında gücü eline alacak ve özgürleşecek!
Mikroplara yönlendirilen her suçlamanın insanları sakatlamanın, hasta etmenin, yavaş ve sinsice azaltmanın en vahşi araçları olan ilaçların ve aşıların kullanımına yol açtığı anlaşıldığında, insanlar gerçek düşmanlarının kimler olduğunu da ayan beyan görebilecek!

Ve o vakit onlar sonsuza dek durdurulacaklar!



BU ÖNEMLİ YAZIYI SOMUT 3 TESPİTLE BİTİRMEK İSTİYORUM:

TESPİT 1: Artık anlıyoruz ki, bugün ilaç ve aşı kartellerine karşı verdiğimiz bu mücadeleyi meğer yıllar önce gerçek bilim adamları, gerçek doktorlar da vermiş ve bugün gerçeği ararken vardığımız doğru sonuçların aynısına ve hatta katbekat fazla çalışmalarla, deneylerle varmışlar, sayısız makalelerle de bu gerçekleri anlamışlar. Üstelik, onlar da bizler gibi benzer sansürlere, dışlanmalara, yok sayılmalara maruz kalmışlar. Ve onlar da bu dayatılan “mikrop teorisi” şarlatanlığının bir avuç şeytanlaşmış sermaye denetimindeki sahte bilimcilerin sahtekârlık dolu, bilim dışı sözde çalışmalarının gene o sermaye tarafından öne çıkarılıp gerçek bilimsel sonuçların yok sayılmasıyla sahte bir tıbbın toplumları kandırarak sunulduğu gerçeğini tespit etmişler.

“Mikrop teorisi” aldatmacası üzerinde bu araştırma yazısını hazırlarken yeterince kaynağa ulaşabilecek miyim, diye düşünürken zannettiğimin çok ötesinde kaynağa ulaştım ve bu arada o dönem gerçek bilim adamlarının bu safsataya karşı mücadele ederken duydukları üzüntüyü, isyanı, insanlığa çektirilen işkenceler karşısında çırpınışlarını somut olarak hissettim.

Şükürler olsun ki her şeye rağmen bizlere çok esaslı çalışmaları bırakmışlar, şeytanlaşmış sermayenin onca sansürüne, onca perdelemesine ve gerçeğin üstünü örtüp derinlere gizleme çabalarına rağmen bu çalışmalar bir şekilde günümüze hazine değerinde miras gibi bırakılmış.

Hepsine insanlık adına şükranlarımızı iletiyoruz, gerçek tıp ve gerçek bilim adına.

Ve artık gerek bugün bizlerin gerekse geçmişteki bilim adamların araştırmaları ve çalışmaları ile şu somut gerçeği haykırma imkânı tüm kanıtlarla ortaya çıkmıştır: “MİKROP TEORİSİ ŞARLATANLARIN, SAHTEKÂRLARIN, MAFYALAŞMIŞ SERMAYENİN İNSANLIĞI İÇİNE ATTIĞI ÇOK BÜYÜK BİR TUZAKTI AMA ARTIK SONA GELDİ. MİKROP TEORİSİ YIKILDI VE ONUN YERİ EN KÖTÜLERİN YER ALDIĞI TARİHİN ÇÖPLÜĞÜDÜR. Bizlere ise bu gerçeği haykırmak düşmektedir sadece, aksi takdirde mücadele söz konusu bile olamaz. Artık elimizde somut kanıtlarla netleşen güçlü bir doğrumuz var ve sarsılmaz bir gerçek olarak “mikrop teorisi”nin sonunun geldiğini gösterdi. Bu doğru bilgiye sahip olan herkes bu mücadelede yenilmez ve yanılmaz bir yetenekle tüm yalanları püskürtebilir bundan sonra!

TESPİT 2: 2020 sahte Covid salgını saldırısı ile hepimiz şu gerçeği pratikte defalarca yaşadık: Covid diye başladıkları korkutmalara, “mutasyon” diye devam ettiler, ardından “varyant” diye yeni söylemlerine geçtiler, ardından “HIV” dediler, ardından “Batı Nil virüsü” dediler o da bitmedi “Maymun Çiçeği” dediler, “kızamık” dediler, “Bill Gates’in Sivrisinek Tesisleri” dediler, o da bitmedi “Ukrayna Laboratuvarı” dediler, “Kuşlarla virüs” dediler, “Köpeklerden kuduz” dediler, “keneden bulaşıyor” dediler… Sonu gelmeyen, hep aynı yöntemle her seferinde yeni bir “bulaş” aktörü ile ara vermeden bazen de haftada, ayda bir sosyal medya tekrarlarıyla korku propagandası, “bakteri, virüs, parazit” söylemleriyle insanların beyinlerini esir aldılar. Hepsinin ortak noktası toplumun beynine bir dış etkenin insanlara güya bulaşarak hasta edeceği temasını işlemek oldu. Bu söylemleri ise önce sahte bir test, ardından ya aşı ya da bir ilacın önerilmesi şeklinde modern tıbbın yeni tuzağı olarak devam etti.

Her test, aşı ya da ilaç dayatması öncesi mutlaka “mikrop teorisi” yalanına uygun “bulaşma” reklamı ve korkutması stratejisi takip edildi, ardından da çözüm gibi sundukları kendi tuzakları geldi. Her seferinde yaslandıkları en temel yalan, toplum içinde “BULAŞMA TEORİSİ / MİKROP TEORİSİ”nin canlı tutulması için hiç ara vermeden televizyonlarda, internette, sosyal medyada olmayan virüslerin tekrarlanması, suçlu olmayan bakterilere, parazitlere kabahat yüklenerek, olumsuz imaj çizilerek tekrar tekrar dillendirilmesiydi.

Gerek DSÖ, gerek WEF’çiler, gerek işbirlikçi politikacı ve akademisyenler biliyorlardı ki eğer toplum “Virüs izole edilmedi, virüs diye bir şey yok, ‘mikrop teorisi’ baştan aşağı yanlış” derse, “BÜYÜK SIFIRLAMA” süreci de dahil olmak üzere tüm planları çökecek ve yıllardır tekrarladıkları “bulaşma teorisi”ni, “mikrop teorisi”ni kullanamaz hale geleceklerdi. Bu nedenle sosyal medyaya, “Covid aşılarına karşıyız ama eski aşılara hele ki çocukluk aşılarına karşı değiliz” diyen, “Maskeye karşıyız ama virüs var” diyen, “Aşı olmadım ama Ivermectin ile çözüm olur” diyen, “Virüs izole edilmedi ama lab’da üretildi” diyen pek çok kontrollü muhalif yapıyı yerleştirdiler ve organize ettiler. Bunları takip eden iyi niyetli pek çok insan da enerjilerini buralara harcayarak yanlış bir mantığa hapsoldu. Bir noktadan sonra da adeta sistem adına olmayan “virüs”leri anlatan, parazit gerçeğinden habersiz sivrisinekler üzerinden korku yayan, yani kısacası sistemin korku yayma, propaganda aracına dönüşen bir noktaya düştüler. Toplum çok daha önce gerçeği çözecekken bu kontrollü muhalefet yapıları tarafından sürekli oyalandı, olduğu yerde patinaj attırıldı. İşte bu yazıda “mikrop teorisi”nin nasıl bir aldatmaca olduğunu somut şekilde ortaya koymakla, aslında mücadelede de bir somutlaşmaya gidiyoruz ve aramıza sızmış kontrollü muhalefeti de anlayıp sırtımızdaki bu yükten kurtulma imkanı yakalıyoruz.

Bazı insanlar bugüne kadar iyi niyetle inanmış olabilir ancak bu kanıtlardan sonra hala eski söylemlere devam ediliyorsa bu açıkça ve bilerek ihanet içinde olmayı seçmektir, insanların hayatıyla oynayan DSÖ gibi, WEF gibi yapılara ortak olmaktır, küreselci hedeflere verilen sinsi bir destektir.
Bu DSÖ kumpaslarında da zarar gören her insanın hayatına kastetmektir. Ve bunlar mücadeleyi de bozan, her seferinde baltalayan noktadadırlar “mikrop teorisi” yalanlarını savundukça!

Gerçeği görüp buna rağmen yalanı tekrarlayan en büyük suçludur, en büyük sorumludur.

Bu devasa saldırı hepimize ne kadar insan olup olmadığımızı da gösterme imkanı sunuyor.
Ve bu mücadele insan kalabilenlerin, dürüst davranabilenlerin omuzlarında yükselecek, gerçeğe sırtını dönenlerin değil!


TESPİT 3: Bir söz vardır; “Emperyalizm saldırıya geçtiğinde, kendi mezarının kazmasını ve küreğini de beraberinde getirir.” Sizin da rahatça göreceğiniz üzere bu söz, eğer doğru hareket edilirse saldıran düşmana yenilgi yaşatılacağını ve bu fırsatın iyi değerlendirilmesi gerektiğini anlatır. Bir saldırı varsa eğer, yapılması gereken en önemli tespit düşmanın kim olduğunu, tehdidinin karakterini, elindeki araçları, yaslandığı kuvvetleri ve saldırma stratejisini doğru belirlemektir. 2020 öncesi modern tıp çocuklara aşı dayatarak, kemoterapileri de hastaya seçme hakkı vererek, onam formaları imzalatarak, grip aşılarını önerip ama zorunlu tutmayarak kısmen “seçim sizin” modunda götürüyordu stratejisini. Toplumda ufak tefek modern tıp eleştirisi olsa da “efendim işte bu ilaç sektörü de dünyanın en çok para kazanan sektörü” eleştirisinin önüne geçmiyordu. 2020 sahte salgınından bir süre önce toplumda alternatif sağlık arayışları artmaya başlamıştı, su, kaya tuzu, sebzeler, doğal gıdalarla çözüm arayışları amatör düzeyde ifade ediliyordu ama sonuçta toplum modern tıptan bıkmaya başlamıştı, yavaş yavaş sistemi sorguluyordu. İşte, 2020 sahte salgını “BÜYÜK SIFIRLAMA” hedefiyle ilan edilip politik kimlik de kazanıp topluma aşı, maske, kapanma planıyla dayatılınca ve artık emperyalist modern tıbbın bundan sonra ZORLA dayatma aşamasına geçeceği hissedilince, toplumun uyanan kesimlerinde de kararlı bir direniş başladı.

Bir yanda tıp adı altında küreselci zengin ve kontrolündeki akademisyenlerin dayatmaları, yalanları, diğer tarafta da halkın çelişkileri gören ve kendi doğrularını anlatan mücadelesi başladı. Ve en önemlisi, bu süreci derin araştırmalarla geçiren ve doğru mücadele eden öncülerin de bilimsel kanıtları halkın elini güçlendirdi, sistemi korkuttu; sosyal medyada sansürler geldi, “aşı karşıtlarını susturun, virüs yok diyenleri susturun” cümleleri sık duyulur oldu. Küreselcilerin elinde yalanlar birikirken halkın elinde doğrular birikmeye başladı. Aslında onların yalanları deşifre olduğuna ve kimse de yıllardır bunlardan sağlık bulamadığına göre o halde onların dediğini yapmayan bizler hangi tıp anlayışına yöneldik ve sağlığımıza kavuştuk bir de bunu tespit edelim yani onların “salgın/bulaş” modeline karşı bizim önerdiğimiz nedir? İşte bu süreçte bu da netleşti ve İNSANLAR SAĞLIĞIN BESLENMEYLE İLGİLİ OLDUĞUNU, SU İLE, KAYA TUZU İLE İLGİLİ OLDUĞUNU YANİ VÜCUDUMUZUN “İMMÜN SİSTEM” İLE DEĞİL “TAMPON SİSTEMLER”DEKİ ASİT – BAZ MEKANİZMASININ pH AYARLAMASIYLA ÇALIŞTIĞINI ÖĞRENDİ. Zaten bir kez bunu öğrenen bir insan modern tıbbın tüm yalanlarını daha rahat görebilir duruma kendiliğinden geçiyor çünkü suyun, kaya tuzunun verdiği sağlığı dünya üzerinde hiçbir BigPharma sözde araştırması, makalesi veremiyor, hiçbir enfeksiyoncu, onkolog veremiyor. Bu da bizlere bir doğru ile bin yalana karşı koyma yeteneği kazandırıyor.

2020 ile başlayıp tamamen politikleşen modern tıbbın da Covid yalanıyla gelen dayatmaları aslında bize bu sistemin teorilerini toptan sorgulama imkânı verdi ve biz de süreci kendi lehimize çeviriyoruz. Kendi doğrularımızı gerçek bilim düzleminde ilan etme imkânı buluyoruz.

Doğruları savunarak doğrunun düşmanlarıyla mücadele veriyoruz.

HASTALIKLAR DIŞARIDAN GELMEZ.
BULAŞ YOKTUR.
VİRÜSLER YOKTUR.
BAKTERİLER GİBİ TÜM MİKROPLAR VE PARAZİTLER HASTALIK YAPMAZ VE CANLILIĞA DOSTTUR.

VÜCUDUN ÇALIŞMA MEKANİZMASI “İMMÜN SİSTEM” DEĞİL “TAMPON SİSTEMLERDİR.”
HASTALIKLAR VÜCUDUN ASİT – BAZ DENGESİNİN BOZULMASIYLA ORTAYA ÇIKAR.
KAYA TUZU SAĞLIKTIR.
DOĞRU BESLENMEK ÇÖZÜMDÜR.


Çözüm insanın elindedir, insanlık düşmanlarının değil.

Vücudunuzun mükemmel dizaynına güvenin.
Vücudunuzdaki her bir organizmanın barışçıl ve korumacı bir görevi olduğunu bilin.
Ona doğru yakıtı sağlayın, yeter.

Bunları bilirseniz önce özgürlük gelecek, ilaç şirketlerinin üzerinizdeki hakimiyeti sona erecek!
Ve ardından mutlaka sağlık…

Zamanı gelmiş bir doğrunun önünde hiçbir güç duramaz!
KORKMAYIN!
GÜVENİN!

Gül TEMEL
8.10.2024

MS, ALS ve ÇEŞİTLİ NÖROLOJİK HASARLAR ALMAK, KANSER OLMAK, KISIR KALMAK VE HATTA ÖLMEK İSTİYOR MUSUNUZ? BUYRUN HPV AŞI PROGRAMLARI BEDAVA!

MS, ALS ve ÇEŞİTLİ NÖROLOJİK HASARLAR ALMAK, KANSER OLMAK, KISIR KALMAK VE HATTA ÖLMEK İSTİYOR MUSUNUZ? BUYRUN HPV AŞI PROGRAMLARI BEDAVA!

Bildiğiniz gibi İBB, 2024 Mayıs ayından itibaren 9-26 yaş aralığındaki insanlara “ücretsiz” bir şekilde uygulanacak HPV aşılama programını başlattı. Öncelikle şunu bilelim ki, “ücretsiz” diye tanıtılsa da aşılama programları ücretsiz değildir. İlaç şirketlerinden satın alınan her bir flakonun bir ücreti vardır. Sağlık Bakanlığı tarafından buna özel bir bütçe ayrılır. Yani vergilerinizden ayrılır, gizli el gibi kesenizden eksiltir. Çok daha kötüsü, kısa veya uzun vadede sağlığınızdan eksiltir.

Aşılar ücretsiz/bedava değildir; vergi, sağlık ve hatta can kaybıyla ödeme yapılır.
Ve insanları her anlamda soymak için önce bir “salgın” martavalına ihtiyaçları vardır.

Önce HPV yayılıyor diye propaganda yaptılar. Genital bölgesinde bir – iki siğil gören SMEAR testi (sürüntü alınan çubukta “etilen oksit” gibi son derece kanserojen bir madde yer alır) olmaya koştu ve alınan sürüntü ile siğillerin altında yatan esas neden/toksisite maruziyeti göz ardı edilerek HPV pozitifler artırıldı. Bir salgın propagandası, böylece gerçek bir test salgınına dönüştü, en azından böyle lanse ettiler. Bu pozitiflerin “tedavi” bazında bir anlamının olmadığını da belirtelim zira cilt lezyonlarını yakma, lazere tutma vb. işlemler dışında esas nedeni tedavi etmediklerini “HPV’nin kesin ve özel bir tedavisi yoktur” diyerek belirtmiş olurlar. Zira uzun zamandır SMEAR testine davetteki amaç da tedavi değil, “HPV hızla yayılıyor” propagandasının elini güçlendirmek ve nihayetinde “HPV’den ve onun sebep olacağı rahim ağzı kanserinden korunma” palavrasıyla aşı programını başlatmaktı.

“Fenomen” diye servis edilen boş beleş tipler, “HPV aşımı olmaya gidiyorum” diye özellikle genç kızları aşılanmaya davet etti. “Viral reklam” taktikleriyle, “sevgilim HPV aşısı hediye etti” başlıklarıyla atılan, apaçık aşı pazarlayan gönderiler Twitter ortamında milyonlarca görüntülenme aldı.

Siyasiler, doktorlar, ünlüler, sosyal medya trolleri MERCK’in sirkinde rol alan çeşitli şaklabanlar, sihirbazlar, cambazlar vb. takımıydı sanki. Özellikle kız çocuklarına ve genç kızlara yönelikti bu gösteriler. Ve hâlâ devam ediyor.

MERCK’in Gardasil zehirleri, kısa ya da uzun vade ortaya çıkması çok muhtemel olan nörodejeneratif rahatsızlıklar, otoimmün hastalıklar, kanser, kısırlık gibi çok ağır aşı sakatlanma riskleri anlatılmadan insanlara basılıyor.

Ben şimdi İBB’ye aşağıda sıralayacağım senetler için “siz bunları bilmiyor muydunuz? Hiç mi bu aşıların tehlikelerini sorgulamadınız, araştırmadınız?” diye sormayacağım. Zira bu soru, benzetme yaparsam bence, mermi dolu bir tabancayla adam öldürmeye teşebbüs eden birine, “sen bu silahın o insanı sakat bırakacağı ya da öldüreceği tehlikesini bilmiyor muydun?” gibi bir soruyla denk düşer ve dolayısıyla tamamen abesle iştigal olur. Bu sebeple muhatabım aşı olmayı düşünen ama henüz aşı almamış insanlar olacak.

Bakın bey – hanım arkadaşlarım, 9 yaş üstü evladı olan anne – babalar, bakın MERCK kendi dokümanlarında bu aşıların alımı sonrası sayısız insanda görülen raporlanan hasarları (ölüm de dahil) duyurmak zorunda kaldı:
– Kan ve lenfatik sistem bozuklukları: Otoimmün hemolitik anemi, idiyopatik trombositopenik purpura, lenfadenopati.
– Solunum, göğüs bozuklukları ve mediastinal bozukluklar: Pulmoner emboli. – Gastrointestinal bozukluklar: Bulantı, pankreatit, kusma.
– Genel bozukluklar ve uygulama bölgesine ilişkin hastalıklar: Asteni, titreme, ÖLÜM, yorgunluk, halsizlik. – Bağışıklık sistemi bozuklukları: Otoimmün hastalıklar, aşırı duyarlılık reaksiyonları anafilaktik/anafilaktoid reaksiyonlar, bronkospazm ve ürtiker.
– Kas-iskelet sistemi ve bağ dokusu bozuklukları: Artralji, miyalji.
– Sinir sistemi bozuklukları: Akut dissemine ensefalomiyelit, baş dönmesi, Guillain-Barré sendromu, baş ağrısı, motor nöron hastalığı, felç, nöbetler, senkop (tonik-klonik hareketler ve diğer nöbet benzeri aktivitelerle ilişkili senkop dahil) bazen yaralanmayla birlikte düşmeyle sonuçlanan enine miyelit.
– İstilalar: Selülit.
– Vasküler bozukluklar: Derin ven trombozu.
Kaynak: https://www.merck.com/product/usa/pi_circulars/g/gardasil/gardasil_pi.pdf

MERCK bunları duyurmak zorunda kaldı çünkü 2006 – 2007 ile piyasaya sürdüğü Gardasil ile yürütülen HPV aşı programlarından sonra yaşanan yaralanmalar, sakatlanmalar ve ölümler aşılama sonrası yaşandığı için “tipik”ti ve dolayısıyla “aşılamaya bağlı” olarak görülmesi işten değildi. Elbette yine de bu ürünün satışlarının devam edebilmesi ve ticari bir kayıp almamak için MERCK, Gardasil’in genel olarak sözde HPV’nin sebep olduğu birçok sağlık riskini önlediği ısrarında bulunarak, son derece aldatıcı, manipülatif söylemlere sarıldı.

Klinik güvenlilik çalışmalarından elde edilen veriler, Gardasil aşısının sebep olduğu sağlık hasarı ve ölüm oranlarının, “koruduğunu” iddia ettikleri hastalıkların ölüm oranlarından yüksek çıktığını kanıtlıyor.

JAMA’da yayınlanan bir makalede Slade ve ark. (2009), 1 Haziran 2006’dan itibaren 31 Aralık 2008’e dek ABD Aşı Olumsuz Olay Raporlama Sistemine (VAERS) bildirilen “12.424” raporu üzerinde incelemede bulunuyor. Gardasil alımını takiben advers reaksiyon, bunların arasında 772’si (%6,2) çok ciddiydi ve 32’si ölümle sonuçlandı. Dağıtılan 100.000 aşı dozu başına 53,9 raporluk genel raporlama oranı göz önüne alındığında, tahmini oran Gardasil’den bildirilen ciddi advers olayların oranı dağıtılan 100.000 dozda %3,34’tür.
Kaynak: https://jamanetwork.com/journals/jama/fullarticle/184421

Bu oran ABD’de rahim ağzı kanserinden ölüm oranı olarak gösterilen 100.000 kadında %2,2’e kıyasla çok daha yüksektir.
Kaynak: https://seer.cancer.gov/statfacts/html/cervix.html

Avustralya’da 2007 yılında (Gardasil piyasaya çıktıktan hemen sonra) 100.000 kişide %7,3 oranında yıllık olumsuz ilaç reaksiyonu oranı bildirildi. Bu oran 2003 yılından bu yana en yüksek oran olup, 2006 yılına göre artışı temsil etmektedir. Avustralya Sağlık ve Yaşlanma Bakanlığı’nın İlaç Yan Etkileri Sistemi veri tabanının analizine göre, bu artışın “tamamen” Nisan 2007’de genç kadınlara yönelik üç dozluk HPV aşılama programının ülke çapında uygulanmasının ardından gelen raporlara bağlı olduğu; o yıl bildirilen 1.538 ilaç yan etkisinin 705’inin Gardasil aşısından kaynaklandığı belirtiliyor.
Kaynak: https://www1.health.gov.au/internet/main/publishing.nsf/Content/cda-cdi3204a.htm

HPV aşıların tüm bunlara nasıl neden olduğunu bilmek ister misiniz?

1- Alüminyum Toksisitesi

CERVARIX – 0.5ml doz başına 500mcg
GARDASIL Quadrivalent – 0.5ml doz başına 225mcg
GARDASIL 9 – 0.5ml doz başına 500mcg
GARDASIL 2 – 0.5ml doz başına 500mcg alüminyum içerir.

Ayrıca Polisorbat 80 ve Sodyum Borat içeriklerinin miktarını da görebilirsiniz: https://www.ema.europa.eu/en/documents/assessment-report/gardasil-9-epar-public-assessment-report_en.pdf

İnsanlara söylemedikleri bir gerçek vardır ki oral yolla alınan alüminyum ile kas içinden doğrudan sistemik dolaşıma giren alüminyumun toksisite tehlikesinin tamamen farklı olacağıdır. Aşıların alüminyum içeriğini masumane göstermek için genellikle “yediğimiz içtiğimiz gıdalarda da eser miktarda yer alabilirler” gibi bir savunmaya girişirler. Oysa sindirim yoluyla emilen alüminyum çözünmüş iyonik formdadır ve bu da böbrekler aracılığıyla hızla vücuttan uzaklaştırılabilir. Aşılardaki alüminyum adjuvan iyonik maddelerde çözünmeyen nanopartiküller formundadır ve vücuttan atılması neredeyse imkansızdır.

Aşı savunucuları aşının güvenli olduğunu iddia etmek için neden bu tip ağır metallerin oral alımıyla pek de büyük bir sıkıntı yaşanmayacağını söylüyor ve sadece oral yolla alımı araştırmalarına başvuruyor? Çünkü alüminyumun doğrudan kan dolaşımına enjekte etmenin güvenli olduğunu gösteren hiçbir çalışmaları yok!
Kaynak: https://vaccinepapers.org/debunking-aluminum-adjuvant-part-1/

Alüminyum aşılarla birlikte enjekte edildiği takdirde kan – beyin bariyerini aşar ve sayısız nörolojik hasara sebebiyet verir. Bu çalışmayı başucu edinmelisiniz. Bakın ne deniyor: “Farklı beyinlere translokasyonlarının ardından nanomateryaller (alüminyum vb.) beyinde birikmeye başlar. Bu aşırı ve uzun süreli birikim nedeniyle nöronal dokularla etkileşim ile nanomateryaller orta ila ciddi nörotoksisitenin gelişmesine yol açabilecek nörodejeneratif bozukluklar meydana getirir. (örn. Alzheimer hastalıkları, Parkinson hastalığı, motor nöron hastalığı, spinal müsküler atrofi yani SMA vb.)
Kaynak: https://drive.google.com/file/d/1u20R8fOGLMtXuARpZofONpYDBWO6Mulr/view

Alüminyum adjuvanlar ‘zararsız tuzlar’ değil! Aşıların ‘iyi niyetli’ bileşenleri olmaktan kesinlikle çok uzaklar.”
Kaynak: https://aacijournal.biomedcentral.com/articles/10.1186/1710-1492-10-4

“Çok sayıda bağımsız araştırma ve çalışma aşı ile gelen alüminyumun biyolojik fonksiyonları önemli derece etkilediğine ve nörodejeneratif ve otoimmün hastalıklara sebebiyet vereceğine dair güvenilir kanıtlar sunmaktadır.”
Kaynak:
https://www.researchgate.net/publication/311824598_Aluminum_in_Childhood_Vaccines_is_Unsafe

“Hem hayvanlarda hem de insanlarda alüminyum zehirlenmesinin yaygın semptomları şunları içerir: ilerleyici demans, öğrenme görevlerinde performansta azalma, konuşma bozuklukları, psiko-motor kontrol kaybı, seğirmeler, titremeler, nöbetler, davranış değişiklikleri (paranoya, kafa karışıklığı, psikoz), ektrem sağlık sorunları ve ölüm.”
Kaynak: https://www.researchgate.net/publication/49682395_Aluminum_and_Alzheimer’s_Disease_After_a_Century_of_Controversy_Is_there_a_Plausible_Link

“Dikkat çekici bir şekilde, son araştırmalar alüminyumun benzer seviyelerde olduğunu göstermektedir. Aşılarda rutin olarak bulunan alüminyumlar motor nöronların ölümüne neden olabilir ve beyinde bozulmalara neden olabilir. Yapılan deneylerde farelerde motor fonksiyon ve uzaysal hafıza kapasitesinde ciddi azalmalar tespit edildi.”
Kaynak: https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/19740540/

Yukarıdaki deneysel verilerle tutarlı olarak, bir dizi nörodejeneratif komplikasyon ve hastalık, Alzheimer, Parkinson hastalığı, Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS), Multipl skleroz (MS), Körfez Savaşı Sendromu (GWS), SMA, otizm ve epilepsi alüminyuma maruz kalmayla ilişkilendirilmiştir.

Ayrıca Gardasil HPV aşısı ile aşılama sonrasında motor nöron hastalığı ve multipl skleroz (MS) vakaları rapor edilmiştir.
Kaynak: https://www.medscape.com/viewarticle/711461?form=fpf

“Patolojik özellikler klinik tablo ile aşılama arasındaki zamansal ilişkiyi desteklemektedir… …Hastamız 2 ay sonra semptomları başlayan 3 doz Gardasil aldı. Agresif immünsüpresyon tedavisine rağmen zayıflığı aralıksız ilerledi ve zayıflığının başlamasından 21 ay sonra solunum yetmezliğinden öldü.”

2- Sodyum Borat Toksisitesi

Gardasil aşıları, sodyum borat (70 ug/mL) içerir. Ulusal Sağlık Enstitüleri Tıp Kütüphanesi 2005 tarihli listesine göre artık yüksek toksisitesi nedeniyle tıbbi ürünlerde yaygın olarak kullanılmamaktadır.

Sodyum borat zehirlenmesinin belirtileri şunlardır: Çöküş, nöbetler, koma, ölüm, kas spazmları, donukluk, uyuşukluk, dolaşım depresyonu, merkezi sinir sistemi depresyonu, böbrek hasarı, bulantı, kusma, ishal, ateş, düşük kan basıncı…
Kaynak: https://medlineplus.gov/ency/article/002485.htm

Ayrıca, 2010’da Avrupa Diagnostik Üretim Birliği (EDMA) toplantısında, Yüksek Önem Arz Eden Madde (SVHC) aday listesine birkaç yeni ekleme yapıldı. Kimyasallar Yönetmeliği 2007’nin (REACH) Kaydı, Değerlendirilmesi, Yetkilendirilmesi ve Kısıtlanması tartışıldı REACH’in bir parçası olarak tamamlanan kayıt ve incelemeye sodyum tetraborat aşırı toksik madde olarak eklendi.
Kaynak: https://www.echa.europa.eu/documents/%2010162/d5b8d2be-a60d-4415-a0d1-2eced202c926

Ama sodyum borat, MERCK’in Gardasil aşısında, 70 mcg gibi bir ölçüde, doğrudan kan dolaşımına enjekte edilmek üzere yer alıyor. Neden?

Gardasil aşılarının pazarlaması sonrası gözetim verileri, Gardasil aşılaması sonrası aşağıdaki olumsuz olayların yaygın bir modelinin olduğunu göstermektedir:
Gardasil aldıktan sonra reaksiyonlar: ani bayılma, bayılma, nöbetler, pulmoner emboli, nefes almada zorluk, felç, kas spazmları, hafıza kaybı, kafa karışıklığı, konuşma bozuklukları, davranış değişiklikleri, yorgunluk, göğüs ağrısı, aritmiler, kusma ve ishal, baş dönmesi, baş ağrıları, mide bulantısı, üst solunum yolu hastalıklarının görülme sıklığının artması, görme sorunları, ışığa aşırı duyarlılık sinirlilik, depresyon ve adet döngüsündeki değişiklikler.

3- Polisorbat 80 Toksisitesi

Gardasil aşıları, ani hasarlara neden olduğundan şüphelenilen iyonik olmayan bir deterjan olan polisorbat 80 (100 ug/mL) içerir. Bilinç kaybı, aritmiler, göğüs ağrısı, bulantı, baş ağrıları, kusma ve ishal, baş dönmesi, kafa karışıklığı, solunum düzensizlikleri gibi pek çok sağlık sorunundan sorumludurlar.

Bu çalışma polisorbat 80’in klinik olarak anlamlı konsantrasyonlarda (10-30 ug/mL) -Düşünün ki Gardasil’deki miktardan 10-3X daha az olmasına rağmen- in vitro koşullar altında hidrojen peroksitin sitotoksisitesini artırdığını göstermektedir. Sonuçlar polisorbat 80’in hücrelerin oksidatif strese duyarlılığını artırabileceğini göstermektedir.
Kaynak: https://sci-hub.se/10.1016/j.tox.2004.07.020

Polisorbat 80, yapılan birçok çalışmada belirtildiği gibi doğurganlığı da etkileyebilir.

“Neonatal dişi sıçanlar doğumdan sonraki 4 ila 7. günlerde polisorbat 80’e (ticari adı Tween 80) maruz bırakıldı. Polisorbat 80 bu sıçanlarda olgunlaşmayı hızlandırdı, östrus döngüsünü uzattı ve kalıcı vajinal östrus görüldü. Rahim ve yumurtalıkların bağıl ağırlığı azaldı. Uterusun epitelyal astarının skuamöz hücre metaplazisi ve rahimdeki sitolojik değişiklikler kronik östrojenik uyarının göstergesiydi. Yumurtalıklar yoktu, corpora lutea ve dejeneratif foliküllere sahipti.
Kaynak: https://sci-hub.se/10.1016/0278-6915(93)90092-d

(2007’den sonra -Gardasil aşılarının piyasaya çıkış tarihi- ABD’de kadınlarda doğurganlığın kayda değer ölçüde azaldığını gösteren grafik)

Polisorbat 80 gibi iyonik olmayan yüzey aktif maddelerin biyolojik sistemlerde kullanılması ilaç dağıtımına yardımcı olur (ilaçlar daha biyolojik olarak kullanılabilir) çünkü hücre zarlarına nüfuz etme etkisine sahiptir. Ancak, Polisorbat 80, bir ilacı biyolojik olarak daha kullanışlı hale getirmenin yanı sıra, potansiyel olarak toksik hale de getirebilir ve getiriyor da. Sodyum borat ve alüminyum gibi bileşenler de biyolojik olarak daha kolay kullanılabilir, dolayısıyla etkili bir şekilde tek doz uygulanmasıyla bile bunlarla ilişkili olan toksisite eşik seviyelerini düşürebilir. Daha basit ifadesiyle polisorbat 80, kendisi de bir toksisiteye sebep olmakla birlikte diğer toksik malzemelerin hücreye nüfuz etmesini kolaylaştırır ve toksisite yükünü artırır.

Üç potansiyel toksik bileşiğin (alüminyum, sodyum borat ve polisorbat 80) hayvanlara veya insanlara enjeksiyon yoluyla birlikte uygulanmasının sistemik etkilerini, güvenilirliğini değerlendirmeye yönelik çalışmalar şimdiye dek hiçbir zaman yapılmadı!

Bağımsız kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmiş tek bir çalışma yoktur ki MERCK’in bu aşılarının güvenli olduğunu belirtebilsin!

MERCK ürünlerinin testini yine kendisi yapıyor ve FDA önüne konulan test sonuçlarını onaylıyor.

Bugün dünya çapında 9-26 yaş arası özellikle kızlar Gardasil aşılama yoluyla bir deneye tabi tutuluyor. Sayısız insan aşılanma akabinde aşı yaralanmalarıyle boğuşuyor ve can veriyor.

Gardasil, tüm zamanların en büyük tıbbi skandalı haline gelecektir, çünkü bir noktada, kanıtlar, bu aşının rahim ağzı kanserine kesinlikle hiçbir etkisi olmadığını ve hayatları mahveden, hatta öldüren çok sayıdaki olumsuz etkisinin, üreticilerine kar sağlamaktan başka bir amaca hizmet etmediğini kanıtlayacak şekilde bir araya gelecektir.” – Dr Bernard Dalbergue

Bernard Dalbergue bunu Gardasil aşıları piyasaya çıktıktan kısa bir zaman sonra söylemişti.

Tüm kanıtlar, kendisini artık doğruluyor.

Tüm bu kanıtlar, sadece HPV aşılarının değil, bebeklik ve çocukluk aşıları da dahil tüm aşıların tehlikelerini de ortaya koymaktadır.

Şimdi size soruyorum, tüm bu kanıtlara rağmen hâlâ o zehirleri kan dolaşımınıza almak istiyor musunuz? Anne ve babalar, bebeğinizin ve çocuğunuzun sağlığını ve hayatını, ilaç şirketlerinin menfaatine değişmek istiyor musunuz?

Onlar kazanırken, siz her anlamda kaybetmek istiyor musunuz?

Tüm bu kanıtlara rağmen…

Tercih sizin.


Gül TEMEL
22 Eyl 2024

Aşılarda Kullanılan Maddeler / Aşı Etken Maddeleri

Aşılarda Kullanılan Maddeler / Aşı Etken Maddeleri

Not: ‘Ebeveyn Aşı Kılavuzu’ yazısından alınmıştır.

Vücudun doğal savunma sistemlerini, en büyük organımız olan cildi, mukozaları, solunum ve sindirim sistemlerini atlayarak doğrudan kas içine zerk edilerek buradan dokulara ve kana geçmesi sağlanan aşı içeriğinde antijenler, koruyucular, adjuvanlar, stabilizatörler, antibiyotikler, tamponlar, seyrelticiler, emülgatörler ve inaktive edici kimyasallar kullanılmakta ve bunun yanısıra aşı geliştirilirken virüs veya bakteri için besiyeri ya da medyum olarak kullanılan insan ve hayvan doku ve hücrelerinden aşılarda kalıntılar bulunmaktadır.

Aşı üreticileri fikri mülkiyet kanunları uyarınca aşıların tam formülünü açıklamak zorunda değiller ve içerikte istedikleri an değişiklik yapma hakkında sahipler; yani ebeveynler çocuklarının vücuduna tam olarak ne verildiğini aslında hiçbir şekilde bilmiyorlar.


Amerikan hükümeti ve aşı politikalarını belirleyen merci olan CDC aşılarla ilgili problemler, yaralanmalar, hastalık ve ölüm bildirimi için tamamen aşı üreticilerinin deney/test ve bildirimlerini baz almakta, bu durum tıpkı adam öldürme suçundan yargılanan sanığa aynı zamanda hakim rolünün verilerek kendi kaderini belirlemesine imkan sağlamaya benzemektedir. Bugün aynı zamanda ekonomik ve politik ajandalara da sahip aşılara onay veren kuruluş, Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi (FDA), aşılara kitlelere vurulmak üzere onay vermeden önce kendi bünyesinde aşılar üzerinde hiçbir test uygulamamakta, yalnızca üreticinin deney ve test sonuçlarını incelemektedir.

Bugünün aşıları yakalanmak istemediğimiz hastalıkların “canlı” (tıbbi paradigma “vücutta üreme kabiliyetine sahip” organizma olarak kabul ediyor) versiyonlarını içermelerinin yanısıra GDO; enfekte inek, domuz, tavuk ve maymun hormonları; H1N1 gibi test edilmemiş virüs kombinasyonları; alüminyum; cıva; emülgatörler; çeşitli hayvanlardan, sivrisineklerden ve hastalıklı insanlardan hibrid bakteriler kullanılmaktadır.

Aşağıda aşı içeriğinde yer alan maddeler kısaca tanıtılacaktır:

ANTİJENLER: İmmün yanıt indüklemek için aşılarda kullanılan ana bileşen olup mikropların zayıflatılmış hali ya da hastalık yapıcı organizmanın fragmanı olarak aşıda bulunurlar: virüsler (polio-çocuk felci), bakteriler (Bordetella pertussis-boğmaca) ve toksoid (Clostridium tetani-tetanoz) bunlara örnek olarak verilebilir.

BESİYERİ/MEDYUM (Büyüme Ortamı): Virüslerin üretilebilmesi için bir medyuma/besiyerine ihtiyaç vardır. En sık kullanılan besiyerleri civciv embriyosu fibroblastları; civciv böbrek hücreleri; fare beyni; Afrika yeşil maymununun böbrek (Vero) hücreleri; ve insan diploid (fötal doku) hücreleri (MRC-5, RA 27/3, WI 38).

KORUYUCULAR: Aşilarda Mikrobiyal kontaminasyonu önlemek için kullanılıyor. Thimerosal (cıva), gelişimsel toksin olarak kabul edilmiştir; yani doğuştan gelen özürlere, düşük doğum ağırlığına, biyolojik bozukluklara, çocuk büyüdükçe ortaya çıkacak psikolojik veya davranışsal bozukluklara yol açtığı bilinmektedir. Hamilelikte maruz kalınması durumunda fötüsün gelişiminde aksaklıklar oluşabilir ve hatta ölümle sonuçlanabilir.

KAYNAK: 

  • 2008 Neuroendocrinology Letters: “Thimerosal has been recognized by the California Environmental Protection Agency, Office of Environmental Health Hazard Assessment as a developmental toxin. This implies that Thimerosal may produce birth defects, low birth weight, biological dysfunctions, or psychological or behavior deficits that become manifest as the child grows. Maternal exposure during pregnancy may disrupt the development or even cause the death of the fetus. … It is clear from these data that additional ND research should be undertaken in the context of evaluating mercury-associated exposures, especially from Thimerosal containing Rho(D)-immune globulins administered during pregnancy.
  • The Material Safety Data Sheet (MSDS) on Thimerosal, “Exposure to mercury in-utero and in children may cause mild to severe mental retardation and mild to severe motor coordination impairment.” 

    (“Anne karnında veya çocuklukta maruziyet durumunda hafif ve/veya ağır zihinsel özürlülük ile hafif ve/veya motor koordinasyonu bozukluklarına yol açabilir.”)

Thimerosal’in toksikolojik incelemesine bakıldığında ise insanlarda kronik etkisinin somatik hücrelerde gen mutasyonuna sebebiyet verici olduğu ve böbrekler, karaciğer, dalak, kemik iliği, merkezi sinir sistemine zarar verebileceği yönündedir. Hayvanlarda yapılan deneylerde kanser yapıcı etkisi saptanmış, ancak insanlar üzerinde karsinojenite çalışmaları yapılmamıştır.

KAYNAK: The Material Safety Data Sheet (MSDS) on Thimerosal, “Toxicological Information – Chronic Effects on Humans: Mutagenic for mammalian somatic cells. May cause damage to the following organs: kidneys, liver, spleen, bone marrow, central nervous system (CNS). Special Remarks on Chronic Effects on Humans: May cause cancer based on animal data. No human data found.”


Benzetoniyum klorür‘ün endokrin, cilt ve duyu organı toksini olduğu şüphesi bulunmaktadır.

2-phenoxyethanol‘un, embriyonik ve fötal gelişim ile canlıların üreme sistemlerinde toksik etkisi olduğundan şüphelenilmektedir; kimyasal yapı olarak antifrizle benzeşmektedir.

Fenol; kan, gelişim, karaciğer, böbrek, sinir sistemi, üreme sistemi, solunum sistemi, cilt ve duyu organı toksinidir.

ADJUVANLAR: “Bağışıklığı” kuvvetlendirmek (antikor üretimini arttırmak) için kullanılırlar. En yaygın olarak kullanılanı alüminyum tuzlarıdır. Skualen (squalene) antrax aşısında kullanılmıştır ve “Gulf War Syndrome” ile ilgisi olabileceği düşünülmektedir.

*Aşılarda alüminyum kullanımı ile ilgili bilimsel bulgular için buraya bakınız.

STABİLİZATÖRLER: Kimyasal reaksiyon oluşumunu engeller, aşı içeriğinin birbirinden ayrışmasını veya flakon yüzeyine yapışmasını önler. Stabilizatör olarak genellikle fötal sığır (buzağı) serumu kullanılır. Monosodyum glutamat (MSG), ısı, ışık, asidite veya nem maruziyetinde aşının değişmeden kalmasını sağlar. İnsan serumu albumini canlı virüslerin stabilizasyonunda kullanılır. Aşıları donarak kurumaya veya ısıya karşı koruyan domuz jelatini ağır alerjik reaksiyonlara yol açabilmektedir.

ANTİBİYOTİKLER: Aşıların üretim ve saklanma süreçlerinde bakteri oluşumu engeller. Neomycin bir gelişimsel toksin olup aynı zamanda nörotoksik özelliğinden de şüphelenilmektedir. Streptomycin‘in kan, cilt ve duyu organı toksini olduğundan şüphelenilmektedir. Polymyxin B‘nin, karaciğer ve böbreğe toksik etkisinden şüphelenilmektedir.

KATKI MADDELERİ (Tamponlar, seyrelticiler, emülgatörler, eksipiyanlar, kalıntılar, solventler, vb): Aralarından sodyum klorür gibi bazıları muhtemelen zararsız olup, yumurta proteini ve maya ağırreaksiyonlara yol açabilmektedir. Ammonyum sülfat’ın karaciğer, sinir ve solunum yolları toksini olduğu şüphesi bulunmaktadır. Gliserin’in, kan, karaciğer ve sinir sistemine toksik etkisinden şüphelenilmektedir. Sodyum Borat; kan, endokrin, karaciğer ve sinir sistemi üzerinde, Polisorbat 80 (Tween 80) ise deri ve duyu organları üzerinde toksik etkiye neden olabilir. Hidroklorik asit, şüpheli bir karaciğer, immün, locomotor, solunum, cilt ve duyu organı toksinidir. Sodyum hidroksit, solunum, cilt ve duyu organı toksini olma özelliği taşımaktadır. Potasyum klorür şüpheli bir kan, karaciğer ve solunum yolları toksinidir.

İNAKTİVASYON KİMYASALLARI: Aşıları kontamine edebilecek istenmeyen virüs ve bakterileri öldürür. Formaldehid (veya formalin)’in, kansere yol açtığı bilinmekte ve aynı zamanda karaciğer, immün, sinir, üreme, solunum sistemleri ile cilt ve duyu organları toksini olma şüphesi taşımaktadır; mumyalama sıvılarında kullanılmaktadır. Glutaraldehid, gelişim, immün, üreme, solunum sistemleri ile cilt ve duyu organı toksini olma şüphesi taşımaktadır. Polioksitilen ‘inise bir endokrin toksini olduğundan şüphelenilmektedir.

KİRLETİCİLER/KONTAMİNASYON: 

Bilimsel literatür incelendiğinde insanlar, ev hayvanları ve tarım hayvanlarına yönelik aşılarda ciddi miktarlarda virüs, bakteri, bunların komponentleri, toksinler, ayrıca yabancı hayvansal proteinler ile kanserojen protein ve DNA’larının bulunduğu görülmekte ve aşılardaki kontaminasyon sorunu halkın ya da medyanın idrak ettiğinden çok daha önemli bir sorun olarak bilimadamlarının karşısında durmaktadır.

Yapılan çalışmalar, değişik üreticilerden alınmış aşı numunelerinin %60’ında bir veya daha fazla kirletici organizma göstermiştir. Bu organizmalar arasında (AIDS’in öncülü HIV’yi andıran) maymun bağışıklık yetmezliği virüsü (simian immunodeficiency virus-SIV), mikoplazmapestivirüsSV-40 ve sitomegalovirüs bulunmaktadır. Bunun yanısıra aşıların bir kısmında mikroglial aktivitasyonu tetikleme ve hatta başka virüslerin içine yerleşerek tehlikeli hibridler oluşturma kapasitesine sahip viral fragmanlar bulunmuştur. Sitomegalovirüsün mevcudiyeti, felç/inme ile bağlantısından ötürü özellikle önemlidir. İnme geçirmiş bir grup üzerinde yapılan bir incelemede grubun %70’inin karotid arterlerinde bu virüs bulunmuştur.

 Aşı deneylerinde ve geliştirme süreçlerinde kullanılan Hint şebeği (Rhesus maymunu)

SV-40 virüsü de milyonlarca doz öldürülmüş ve canlı poliovirüsü aşısını kontamine etmiş olması bakımından yine oldukça endişe vericidir. Michele Carbone ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmalar hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde aşılardan alınan SV-40 virüsünün insanlarda beyin tümörü, mezotelyoma [akciğer ve karın zarı kanserleri] ve osteosarkomaya [kemik kanseri] yol açtığını göstermiştir. Bu virüsün yine aynı biilimadamı tarafından bir dizi beyin tümörü (medulloblastom, epandimom ve koryoit pleksus papillomu) ile bağlantısı ortaya konmuştur. Bu bilgilerin üzerini kapatmak için muazzam bir çaba gösteriliyor olsa da, bu virüsün aşılar vasıtasıyla dünya çapında binlerce kanser vakasına yol açtığına ve halen de açmaya devam ettiğine dair kesin bilimsel kanıtlar mevcuttur.

Piyasaya çıkan ilk polio aşılarından SV-40 virüsünü kapmış (1963’e kadar) kişilerin bu virüsü çocuklarına geçirmiş olduğu (dikey geçiş ya da transpasental transmisyon) gösterilmiştir. Aşı taraftarları işte tam da bu yüzden bu büyük felaketi bugün bile örtbas etmeye çalışmaktadır; şimdiye kadar polio aşısıyla onmilyonlarca günahsız kişinin bilmeden bu kanser virüsünü kapmış olduğu ve hatta gelecek nesillerin de bu kontaminasyondan payını aldığı bilindiği takdirde halkın devletin halk sağlığı yetkililerine ve yürüttükleri kutsal aşılama programlarına güveni tamamen sarsılacaktır.

Virologlar bugün aşılara çoğu kanserojen olabilecek çok sayıda virüs ve mikoplazmanın karışmış olabileceğini kabul etmektedir. Bazen iki zayıf karsinojenik virüs birleştiğinde, genetik rekombinasyon sonucu karsinojenitelerinin çok daha güçlü hale gelebileceği bilinmektedir. Bugün bilinen bir başka bilimsel gerçek de, karsinojenitesi zayıf virüslerin kimyasal karsinojenlerin varlığında kanser yapıcı etkilerinin çok daha artmakta olduğudur.


Aşılarda beklenilmedik virüslerin çıkması artık alışılagelmiş bir durumdur:

  • Aşıyla ilgili ve diğer hücre kültürlerinde Porcine circovirus type 1 (PCV1) [domuz sirkovirüsü tip 1] muayenesi. “Porcine circovirus type 1 (PCV1) domuzlarda oldukça yaygın görülmektedir ve yakın zamanda bazı rotavirüsü aşılarında olduğu rapor edilmiştir.

KAYNAK:  011 Oct 26;29(46):8429-37. Epub 2011 Aug . 
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/21835219?dopt=Abstract

  • ‘Zenotropik fare lösemisi virüsü’ ile bağlantılı virüs (XMRV), hem kronik yorgunluk sendromu hem de prostat kanseri hastalarında rastlanılan yeni keşfedilmiş bir insan retrovirüsüdür. XMRV’nin aşılardaki hücre substratlarında kullanılmasıyla ilgili potansiyel güvenlik sorunu bulunmaktadır…”

 KAYNAK: http://www.fda.gov/biologicsbloodvaccines/scienceresearch/biologicsresearchareas/ucm127327.htm

Daha fazla bilgi için Ebeveyn Aşı Kılavuzu ve Aşıların Karanlık Yüzü: Kontaminasyon başlıklı inceleme yazılarına bakınız.