Peki Ama Bu İnsanlar Neden Ölüyor?

Peki Ama Bu İnsanlar Neden Ölüyor?

COVID-19 Resmi Mortalite Verileri Yaşanan Ölümlerin Viral Hastalık Kaynaklı Olamayacağını, Ana Etmenin Tedavi için Kullanılan İlaçlar Olduğunu Gösteriyor


COVID-19’un virüs kaynaklı bir salgın olduğu hipotezi giderek güç ve dayanak kaybederken, aralarında ölüm de olmak üzere ağır yan etki listesine sahip ilaçların kullanımının bu süreçteki payı gitgide daha iyi anlaşılmaya başlıyor. Tıbbi tedavi için önerilen ilaçların zarar potansiyelinin halihazırda zirveyi zorladığı, hatta çoktan zirveye yerleştiği düşünülecek olursa, yapılacak herhangi bir değerlendirmede bu kalemin neden atlanmaması gerektiği daha net anlaşılacaktır.

TO ERR IS HUMAN: BUILDING A SAFER HEALTH SYSTEM, Institute of Medicine, 1999https://www.nap.edu/resource/9728/To-Err-is-Human-1999–report-brief.pdf


“Reçeteli ilaçlar, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da kalp hastalığı ve kanserden sonra en çok öldürenler listesinde üçüncü sıradadır.” –  Peter C.Gøtzsche

Gøtzsche, Peter C., Our prescription drugs kill us in large numbers, Polskie ArchiwumMedycyny Wewnetrznej, Epub October 30, 2014

“İstastiki bulgular arasında en çarpıcı olanı ise konvansiyonel tıbbın yol açtığı ölümlerin toplamının yılda 783,936 gibi astronomik bir sayıya ulaşmış olması. Şu anda Birleşik Devletler’de en fazla ölüm ve incinmeye yol açanlar listesinde Amerikan tıp sisteminin başı çektiği aşikardır. (Değerlendirmenin yapıldığı aynı yıl (2001)  kalp hastalığına bağlı ölümler 699.697, kanser ölümleri ise 553.251,5’de kalmıştır.)” 

Death By Medicine; Gary Null, PhD; Carolyn Dean MD, ND; Martin Feldman, MD; Debora Rasio, MD; and Dorothy Smith, PhD, pg 1. http://www.webdc.com/pdfs/deathbymedicine.pdf

 


AYNI VİRÜS – AYNI SÜREÇTE COĞRAFİ SINIRLARA GÖRE NASIL BUNCA FARKLI DAVRANABİLİYOR?


Gözlemsel veriler 2020’nin ilk 6 ayı içerisinde Avrupa ülkelerinin birçoğunda ‘olağanın üstünde ölüm’ (excess mortality) gerçekleşmemiş olduğunu göstermekte. O yüzden, tüm dünyayı tuttuğu söylenen bir viral salgında, aynı kıtada 6 ay boyunca sadece bazı ülkelerde ölüm sayısı artıyorsa, burada suçlu virüs değil, belli ki başka şeylerdir.

Avrupa’da İspanya, Fransa, İngiltere; okyanusun diğer tarafında ise ABD’de görülen orantısız ve hastaların zamanından önce bu dünyadan göçmesi ile ortaya çıkan can kaybı istatistiklerinin Hidroksiklorokin, Kaletra ve Azitromisin gibi preparatların kitlelere deneysel biçimde uygulanması yüzünden oluştuğunu gösteren yığınla kanıt bulunmakta.

2020’nin ilk altı ayı boyunca Avustralya’da intihar ölümleri CV-19 ölümlerinden yüksek seyrederken, tıpkı Almanya ve Portekiz gibi bu kıtada da olağanın dışında, fazladan ölüm kaydedilmemiş olması, hatta Almanya ve Portekiz’de önceki yıllara göre ölüm oranlarının daha da düşük seyretmiş olması ortada ölümcül bir viral salgın olduğu hipotezini çürütüyor.

Bu ülkelerde ölümlerin düşük seyretmiş olması hükümetlerin aldığı korona tedbirlerine de bağlanamaz, zira ölümlerin esaslı bölümü yaşlılar evinde ağır sağlık sorunları nedeniyle zaten ölümün eşiğinde olan kesimden çıkmış olup, her ne tedbir alırsanız alın bunlar zaten önlenemeyecek olan ölüm vakalarıdır.

İtalya, İspanya, Fransa, İngiltere, Belçika, Hollanda ve ABD, 2020’nin ilk yarısında önceki senelere göre ölümlerde belirgin artışların görüldüğü ülkeler oluyor. Bunlar aynı zamanda, Hollanda haricinde, en sıkı karantina önlemlerinin uygulandığı ülkelerdir. Oysa aynı süreçte hemen hiçbir karantina önlemi alınmamış İsveç’te aynı virüsün benzer ivme göstermemiş olması yine, hem karantina önlemlerinin “viral salgın”da etkinliğini sorgulatmakta hem de bunun gerçekte bir viral salgın olup olmadığını. 


SINIR TANIYAN VİRAL SALGIN


Belçika, komşusu Almanya’dan (100 bin kişi başına) 8 kat fazla ölüm çıkarıyor; İspanya Polonya’dan 22 kat; İspanya’nın kapı komşusu Portekiz ise olağanın üstünde hiç ölüm kaydetmiyor.

Popülasyon geçişliliğinin bunca yüksek olduğu günümüz dünyasında virüsün her siyasi sınır aşımında karakter değiştiğini mi ileri süreceğiz?

Yoksa akla yatkın olan çıkarımı yapıp, Avrupa’da ülkeler arası ölüm istatistiklerindeki derin ayrılıkların, ülkelerin uygulamayı seçtiği agresif tedavi yöntemlerine göre şekillenmiş olduğunu mu düşünmeliyiz?

İlginç olan, bu bahsi geçen ülkelerde olağanın üstünde kaydedilmiş “fazladan ölümler”in en büyük bölümünün çok çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşmiş olması; Nisan başından ortasına kadarki 2-3 hafta içinde vuku buluyor ölümler. Euromomo’da kayıtlı ölüm istatistiklerine göre İspanya ve İngiltere’de çizelgeler Mart sonuna kadar gayet monoton bir tablo sergilerken birden fırlıyor ve daha sonra Nisan ortası gibi başladığı gibi düşüveriyor, böylelikle “pik” oluşturmuş oluyor. Ölenler ise demografik bakımdan ağırlıklı olarak ileri yaşlılardan oluşuyor. 

Kaynak: https://www.euromomo.eu/graphs-and-maps/


Yani, sadece bir iki hafta içinde yılın bu zamanında normalde görülenden 60 – 70 bin fazla ölüm kaydedilmiş oluyor bu Avrupa ülkelerinde. ABD’de ise önceki 2 yıla kıyasla 2020’nin ilk 6 ayı içinde 130 bin fazladan ölüm kaydediliyor (ABD’de 2020’nin ilk yarısında ölüm hızı %0.48; 2018 ve 2019’da %0.44). Avrupa ülkeleri ve ABD arasındaki tek fark ise, Amerika’nın tablosunda “pik”in biraz daha geniş/yayvan bir eğri oluşturması (yani Nisan’da sadece 2 haftada kalmıyor, tüm aya yayılıyor; dünya genelinde dramanın başlatıldığı yer olan İtalya’dan 2 hafta kadar sonra, 11 Nisan’da ABD’de pik yaşanıyor.)

Kaynak: https://www.cdc.gov/coronavirus/2019-ncov/covid-data/covidview/02122021/images/chart-deaths.jpg

Normal grip sezonunun dışında, bir virüsün bu şekilde 2 hafta içinde onbinleri silip süpürmesi mümkün değil, solunum yollarını tutan bir virüs bu şekilde davranmaz. Hadi diyelim denildiği kadar ölümcül bir virüs olsun bu, o zaman hayatı kilit alma taraftarlarının iddiası uyarınca en başta okulları, işyerlerini kapatmayan, maske de kullanmayan İsveç’te ölüm oranlarında muazzam pik görülmüş olması gerekirdi, ki yok. İsveç’in Nisan’da kaydettiği ölümler mevsim normallerinin çok üzerinde değil, 2017-2018’deki %0.46 yerine 2020’nin ilk 6 ayında ölüm hızı %0.48 olarak kaydedilmiş.

Ekonomi Eğitim Vakfı’nca hazırlanan 9 Ekim 2020 tarihli analiz raporu “İsveç’in Stratejisi’nin İşe Yaradığını, Karantina Tedbirlerinin Boşa Çıktığını Gösteren 5 Grafik”in vardığı sonuç, viral salgında sağlık tedbiri olarak hayatı kilit altına alma uygulaması ile COVID-19’a bağlı ölümler arasında ilişki bulunmadığı, tersine, karantina uygulamalarının tartışmasız biçimde zarar oluşturduğu yönünde oluyor.

Kaynak: https://fee.org/articles/5-charts-that-show-sweden-s-strategy-worked-the-lockdowns-failed/

Grafikte de görüldüğü gibi yıl sonunda, hayatı sıkı kilit alan ülkelerden İspanya İsveç’ten tam 25 kat; Fransa 10 kat; İngiltere ise 7 kat fazla ölüm çıkarıyor.

İtalya’da da Nisan ayında bir “pik” var, ancak tıpkı İsviçre’de olduğu gibi burada da ölümler nedense sadece belli bölgelerde yoğunlaşmış durumda ve bunlardan biri de Bergamo. Ölümcül bir virüs kol geziyor, lakin belli ki öldürücülükte herkese ve her yere eşit davranmıyor. 

Almanya’nın verileri yakından incelendiğinde de virüs tezi hiç ikna edici olamıyor. Alman Federal İstatistik Bürosu ölüm rakamlarını haftalık olarak raporluyor. 

Kaynak: Alman Federal İstatistik Bürosu

Mart 2019’da Almanya’da yaklaşık 86.500 kişi hayatını kaybediyor. 2018 mart ayında ise sert bir grip sezonu geçiren Almanya’da ölümler 107.100’e ulaşıyor. Görüldüğü üzere, koronavirüsle bir pandemiye gerek olmadan da, tipik grip dönemlerinde ölüm oranlarında büyük dalgalanmalar meydana gelebiliyor. 2020 yılının ölüm oranları eğrisine bakıldığında da, geçmiş senelere  kıyasla ortada anormal bir durum, önceye göre ölümlerde bir artış ivmesi bile görülmüyor. Duisburg-Essen Üniversitesi’nin yürüttüğü ve The Journal of Infection dergisinde yayımlanan “Almanya’da COVID-19’a Bağlı Gerçekleşen Fazladan Ölümler” başlıklı araştırmasına göre, ileri yaş grubundaki nüfustaki artış da hesaba katıldığında Almanya’da COVID-19’un ilk dalgasında geçmiş seneye göre 4926 daha az ölüm vakası kaydedilmiş olduğu ortaya çıkıyor.

“Excess mortality due to COVID-19 in Germany”, Andreas Stang et al.,2020 nov., J Infect.,PMID: 32956730 DOI: 10.1016/j.jinf.2020.09.012

Federal İstatistik Bürosu’nun 22 Ocak 2021’de yayımladığı ve 2020 genelinin istatistiklerini içeren raporda da ortalığı kırıp geçiren bir virüsün varlığına işaret edecek bir veri bulunmadığı görülüyor. 2016-2019 arası dönemde kaydedilen ölüm ortalamasına göre 2020’de 41.000 kadar, yani %4’lük bir artış var, 2018’e göre ise 20.000 fazladan ölüm var (%2.1). Ancak tabii 2020’de Alman nüfusu 2016’dakine göre 1 milyon artmakla kalmamış, öldü denilenlerin de yarıdan fazlası 80 yaşın üzerindekilerden oluşuyor—ki bu yaş grubu 2016’dan 2019’a kadar %5.8 ila %6.8’lik bir artış görmüş durumda. Tüm bunlar, yanında 2020 yaz sonunda Almanya’yı vuran ve normalin üstünde 9000 kişinin daha ölümüne yol açan sıcak dalgası da hesaba katıldığında, 2020’deki fazladan 41.000’lik ölümün epey bir kısmı açıklanmış oluyor zaten.

Ölümcül olabilecek yüksek doz ilaçlarla uygulanan deneysel tedavi protokolleri gerisini “rahatlıkla” açıklıyor. Tüm dünya genelinde yürütülen resmi deneylerde kullanıldığı gibi deney kapsamı dışında da uygulandığı bilinen bu ilaçlarla on binlerce insanın canına kıyılmış durumda. 

Almanya’daki 2018-2019 dönemine kıyasla Nisan 2020’de yaşanan birkaç binlik fazladan ölüm, bu ülkede o ara devreye sokulan hidroksiklorokin adlı sıtma ilacının yüksek dozdan deneysel olarak uygulamaya alınmasıyla aynı zamana rastlıyor. Spiegel dergisinin haberine göre, Alman sağlık sigortası şirketi AOK kayıtları, ilacın mart ayı itibariyle hayli revaçta olduğunu gösteriyor. Bir önceki aya göre martta hidroksiklorokin reçete edilen hasta sayısı neredeyse 10.000 artıyor ve bunlar da çoğunlukla yaşı oldukça ileri, ağır sağlık problemleri bulunan hastalar. İlacın, özellikle de önerildiği dozlar göz önüne alındığında, oluşturacağı toksik etki bakımından hayati tehlike riskini doruğa ulaştıracağı hasta grubu bunlar. Nisan ve mayıs ayları, reçete edilen hidroksiklorokin adedinin düşüşe geçtiği aylar oluyor. Haziran ayına gelindiğinde hidroksiklorokin için rakamlar, bir önceki sene averajının altında kalıyor.

Görünüşe göre Almanya’da COVID-19 paniğinin bilhassa yoğun olduğu martın ikinci yarısı, yüksek toksisiteye sahip hidroksiklorokin ve Kaltera adlı antiviral ilaç preparatının (Lopinavir/Ritonavir) en fazla rağbet gördüğü zaman dilimi oluyor. Yine de, bu ilaçların Belçika ve İngiltere’deki kullanım oranlarına bakıldığında, Almanya’daki kullanımın devede kulak kaldığı görülüyor. 

20 Mart 2020’de Russia Today TV kanalı ile röportajında Alman doktor Claus Köhnlein’ın bu ilaçların hayli yüksek dozlarda hastalarda denenmesine getirdiği eleştiriler büyük yankı uyandırıyor, Köhlein, bu ilaçların her defasında bağışık sistemini baskıladığını ve halihazırda sağlık durumu kritik hastalara verildiği takdirde ölüme yol açabileceğini söyledikten sonra ülke genelinde antiviral ilaçlara rağbet azalma eğilime giriyor.

Daha sonra Ärzteblatt tıp dergisinde yayımlanan mektubunda Claus Köhnlein şu yorumu yapıyor: 

“Almanya’nın süreci nispeten az hasarla atlatabilmiş olmasının sebebi tedavi konusunda en başından beri aşırı invazif girişimlerden kaçınmış olmamız ve/veya İtalya, İspanya, Fransa ve İngiltere’deki kötü deneyimlerden ders alıp antiviral ilaç kullanımına ihtiyatlı yaklaşmış olmamızdandır.”

Engelbrecht, Torsten; Köhnlein, Claus, COVID-19 (excess) mortalities: viral causeimpossible—drugs with key role in about 200,000 extra deaths in Europe and the US alone,www.realnewsaustralia.com, October 1, 2020

Yaşanan mega korona paniğinde tüm dünya daha krizin başında, COVID-19 hastalarındaki etkileri daha doğru dürüst çalışılmadan bir dolu yan etkiyle gelen ilaçları denemeye başlıyor. Örneğin, Pharmazeutische Zeitung dergisi daha 28 Ocak 2020’deki haberinde, koronavirüslerin bilinen bir ilacı olmamasına rağmen tedavide—deneme-yanılma yöntemi ile— birtakım HIV ilaçlarının kullanılmakta olduğunu yazıyor. Bahsi geçen HIV ilaçlarının, hele de yaşlı ve sağlık durumu ileri derecede bozuk kişilerin hayatına mâl olabileceği bilinirken, tercih edilen yol bu oluyor.

Basında yer alan bir başka habere göre de, Amerikan ilaç firması AbbVie, Çin sağlık bakanlığından yetkililerin HIV ilaçları Kaletra’yı talep ettiğini duyuruyor. Kaletra, Lopinavir ve Ritonavir karışımı bir preparat ve elbette diğer antiviral ilaçlar gibi ölümcül yan etkilere sahip.

Hüttemann, Daniela, Lungeninfektionen: Wie wird eine Coronavirus-Infektionbehandelt?, www.pharmazeutische-zeitung.de, January 28, 20201390 Lopinavir / Ritonavir, www.aidsinfo.niv.gov

Yüklü deneysel ilaç uygulamalarına kapı aralayan ise muhtemelen 18 Şubat 2020’de The Lancet tıp dergisinde yayımlanan tek vakalık Covid tedavi sunumu gibi yayınlar oluyor. Biraz titizlikle irdelense rahatlıkla bu tarz ilaç tedavilerine kalkışılmaması için uyarı niteliği kazanabilecekken, maalesef hiç düşünmeksizin kritik durumdaki hastalara deneysel ilaçların boca edilmesinin yolunu açıyor bu yayın.

Vaka sunumu yapılan hasta 50 yaşında; ateş, üşüme-titreme, öksürük, halsizlik ve nefes darlığı şikayetiyle geliyor ve “COVID-19” hastası olarak yatışı yapılıyor. Ve antiviral ilaçlarla tam bir taarruza maruz bırakılıyor: interferon alfa-2b, lopinavir ve ritonavir, antibiyotiklerden moxifloxacin ve meropenem, yanında yüksek doz kortizon (metilprednizolon). Bu sayılan ilaçların her biri, tek başına uygulandığında bile ölüm de dahil olmak üzere oldukça ağır yan etkilere yol açabilen maddeler. Hastanın otopsisinde karaciğer hasarı tespit ediliyor ve en azından bunun, verilen ilaç tedavisi yüzünden gelişebileceği yayın yazarları tarafından da kabul ediliyor. Elbette, hastanın bizzat ilaç toksisitesine bağlı olarak hayatını kaybetmiş olabileceği göz ardı edilemeyecek bir ihtimal.

Henüz 50 yaşında ve altta yatan bilinen bir sağlık sorunu da olmayan biri bile ağır grip semptomları için verilen ilaç kokteyline dayanamayıp vefat edebiliyorsa, “COVID-19” hastası denilerek kanser hastaları da dahil olmak üzere sağlık durumu son derece nazik 70-80 yaşındaki insanlara verildiğinde bu muazzam toksik ilaç karışımlarının etkisi ne olur, herhalde tahmin edebiliyoruzdur.


Peki ama doktorlar bu 50 yaşındaki hastaya niye bu tedaviyi verdiler? The Lancet yayınında neden kapanış yorumu olarak hastanın “şiddetli akut solunum yetmezliği sendromu koronavirüs 2 (SARS-CoV-2)’den öldü”ğü yazıyor? Başka hiçbir şey değil, virüs öldürmüş yani bu insanı? Tıp camiasına hakim tünel vizyonundan neden olarak sadece virüs gözüküyor, içlerine işlemiş inançları onlara kurtuluşun bir tek ilaçta olduğunu söylüyor, korkularını bir tek bununla avutabiliyorlar da ondan. İlaca mutlak güven ve denenmedik ilaç bırakmama güdüsü tıp camiasının ruhuna işlemiş durumda da ondan. Hele de “pandemi” ortamının yarattığı panikle, çare olarak daha fazla ilaca sarılmaları olağan. 

50 yaşındaki bu zavallı nefes darlığı çekiyor diye kortizon veriliyor. Kortizon nedir? İnflamatuar yanıtı yatıştırıp yavaşlatan bir lenfosit baskılayıcı. Öyle olunca ateş de düşüyor tabii, başka semptomlar da azalıyor. Hasta geçici olarak kendini biraz daha iyi hissediyor, nefes alabilmeye başlıyor. Lakin bir de faturası var bu rahatlamanın: immün sistem fena halde baskılanmış olduğundan hasta için ölüm tehlikesi ortadan kalkmıyor ve hatta burada olduğu gibi kişiye bir de kendi içinde hayati tehlike oluşturan başka ilaçlar da verilmekteyse, sonuç kaçınılmaz olabiliyor. 

Gelgelelim, Lancet yayınının vardığı sonuç hastanın virüsten ölmüş olduğu. İlaç tedavisine rağmen ölmüş hem de, ilaçlar yüzünden değil. Tıp camiasında sözü kanun addedilen The Lancet gibi bir dergi kalkıp böyle bir yayın yapınca da ne oluyor, bu “tedavi” şekli COVID-19 için model terapi haline geliveriyor

Bir iki haftaya kalmadan, yukarıda yüksek mortalite görülen ülkeler olarak ismi geçenlerin hepsinde (ve başka yerlerde de) çok yüksek toksisitedeki ilaçlar tamamen deneysel olarak ve hatta ruhsat almış oldukları endikasyonlar dışında (off-label) bol keseden hastalara verilmeye başlıyor. Daha da kötüsü bu ilaçlar bu şekilde en çok, testi COVID-19 pozitif çıkmadan önce de ağır hastalıkları bulunan yaşlı insanlara veriliyor.

Resmi veriler, yüksek seyirli ölüm oranlarının İtalya’dan havalanıp, bir çırıpıda İspanya ve Fransa’yı kat edip, İngiltere ve Belçika’ya konuverdiğini gösteriyor. Buradan sonra göç sırası elbette ABD ve Brezilya’ya geliyor.

İtalya’da, bilhassa Lombardiya’da “ilaç çılgınlığı” 17 Mart gibi başlıyor, en çok da huzurevleri ve bunların kliniklerini tutmuşa benziyor. İtalya’dan 9 nisan 2020’de çıkan şu ölüm istatistiği ise ibretlik ve kendi içinde çok şey anlatıyor; ölen hastaların %84’ü başta azitromisin olmak üzere antibiyotik tedavisi görmüş olanlar, %55’i antiviral ilaç almış, %33’ü kortikosteroid ilaç alırken %18.6’sı ise bu üçünü birlikte almış.

Azitromisin (Zitromax / Zmax) İle ilgili olarak 2013 yılında FDA’nın yayımladığı ve kalpte ölümcül olabilecek ritim düzensizliğine yol açtığı ile ilgili bir uyarı bulunmakta.

https://www.fda.gov/drugs/drug-safety-and-availability/fda-drug-safety-communication-azithromycin-zithromax-or-zmax-and-risk-potentially-fatal-heart

https://www.drugs.com/fda-alerts/300-0.html

Antiviral ilaçların ölümcül olabileceği de bilimsel olarak kafi derecede ispatlanmış durumda. 

Bunlar arasında, yukarıda bahsi geçen 50 yaşındaki hastaya da verilmiş olan  Lopinavir-Ritonavir de bulunmakta. 

https://kaletra.com/
https://www.drugs.com/mtm/lopinavir-and-ritonavir.html

Kortikosteroidler için ise 10 Nisan 2020’de Journal of Infection’da yayımlanmış bir çalışmaya göre “Kortikosteroidler daha ziyade ağır sağlık problemlerine sahip hastalara gerekmektedir. Koronavirüs pnömonisi geliştirmiş hastalarda kortikosteroid kullanımı ise ölüm riskinde artış ile ilişkilendirilmiştir.” Yazarlar, yayınlarında “kortikosteroidlerin COVID-19 tedavisi için kullanımında ihtiyatlı olunması gerektiği” yönünde uyarıda bulunuyorlar, ancak bakıldığında ortaya çıkan şey esasen, bu bağlamda kortikosteroid kullanımını haklı çıkaracak veya mazur gösterecek tıbbi kanıtın olmadığıdır.

https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0163445320301912https://doi.org/10.1016/j.jinf.2020.03.062

Fransızların Culture dergisi, girişilen kitlesel ilaç deneyinin pratikte neye benzediğini dökümlüyor. Başlık: “Covid-19: Fransa, İtalya, İspanya ve Almanya’da doktorlar bu hastalıkla nasıl mücadele ediyor?”

İtalya’nın Fransa sınırındaki Liguria bölgesindeki Imperya ili Tabipler Birliği başkanı, nörolog  Francesco Alberti pandemi nedeniyle işe geri dönüyor ve şu açıklamayı yapıyor:

“Öncekilerden çok farklı ve hastasına göre ağır da seyredebilen bu hastalık için haliyle çok sayıda tedavi denemesi yapıp bir yandan da türlü klinik deneyler yürütmekteyiz. Hastanın salt ateşi varsa ve 4-5 günden fazla sürmüyorsa bu durum, paracetamol veriyoruz. Bu süre aşıldığında ise hastalığın ilerlemesini durdurmak için antiviral tedavisine başlıyoruz; en çok kullandıklarımız hidroksiklorokin (Plaquenil markayı kullanıyoruz), yanında hidroksiklorokin’in kalp ritmi problemleri oluşturabildiğini de gözeterek azitromisin adlı antibiyotiği veriyoruz. Bunun dışında diğer antivirallerden remdesivir ve favipiravir’i de kullanıyoruz. İmmün sistem virüsle başa çıkamayacak gibiyse, bu durumda romatoid hastalıklarda kullanılmakta olan tocilizumab aslı immünolojik ilacı da hastalarda denemekteyiz.“

https://www.franceculture.fr/sciences/covid-19-en-france-italie-espagne-allemagne-comment-les-medecins-sattaquent-a-la-maladie

Alberti sözlerine devam ediyor: “Tek bir tedavi protokolü yok bu iş için. İlaçları ruhsatlı endikasyonlarının dışında kullanmaktayız (off-label). İtalya Sağlık Bakanlığı ve İlaç Dairesi, başka hastalıkların tedavisine yönelik olsalar da bu ilaçları kullanmamıza izin verdi.”

Hastaların entübasyonla suni solunuma alnması ile ilgili olarak da Paris’teki Bichat hastanesi’nde Enfeksiyon Hastalıkları Hasta Canlandırma ve Yoğun Bakım ünitesi şefi Jean-François Timsit şunları söylüyor:

“Yoğun bakıma alınan hastalarda can kaybı oranının şu an için %30 düzeyinde olduğu tahmin ediliyor. Entübe edilmiş olanlarda ölüm oranının %50’ye çıktığını görüyoruz.”

%30 zaten yüksek bir oran, hele bir de entübasyonla yarı yarıya can kaybını düşünün. İlk başlarda entübasyona bu kadar yönelinmesinin ardındaki sebep ise, hastaya normal (ve daha az korumalı) maske ile oksijen verildiği takdirde hastanın soluğundan etrafa ve personele viral enfeksiyon bulaşından çekinilmesi. Oysa ta 2002-2003’teki ilk SARS salgınından bu yana hastaların entübasyonla hayatını kaybetme riskinin çok yüksek olduğu bilinmekte. Ancak yine de bu trend, COVID-19 tedavisinde de devam ettiriliyor.  Şubat 2020’de The Lancet’te yayımlanan bir makalenin çizdiği tablo oldukça karanlık: Entübasyona alınan 22 hastadan yalnız 3’ü hayatta kalıyor.

Clinical course and outcomes of critically ill patients with SARS-CoV-2 pneumonia in Wuhan, China: a single-centered, retrospective, observational study, The LancetDOI:https://doi.org/10.1016/S2213-2600(20)30079-5
https://www.thelancet.com/journals/lanres/article/PIIS2213-2600(20)30079-5/fulltext

23 Aralık 2020’de, focus.de’de yayımlanan “Entübasyondaki Fazlasıyla Yüksek Ölüm Oranları” başlıklı makalede göğüs hastalıkları uzmanı Thomas Voshaar’ın yaptığı açıklama: 

“Korona ile mücadelede hastanın hemen entübasyona alınması yapılabilecek en büyük hatadır.”

Voshaar, COVID-19 mağduru diye etiketlenmiş hastaların entübasyonunun can kaybı oranlarını fırlatan faktör olduğunu söylüyor.

“İnvazif bir şekilde ventilasyona alınan COVID-19 hastalarının yüzde ellisi hayatını kaybediyor. Tıbben farklı bir yönteme geçmemiz gerektiğine en açık işarettir bu.”

Voshaar’ın meslekdaşlarına bu yöndeki çağrıları ne yazık ki dikkate alınmıyor.


YÜKSEK DOZ HİDROKSİKLOROKİN TRAJEDİSİ 


İtalya’da salgın öncesinde de hastalara yaygın biçimde önerilmekte olan hidroksiklorokin’in salgınla birlikte aşırı yüksek dozlarda ugulanmaya başlaması sayısız insanın hayatına mal olmuş durumda.

Hidroksiklorokin’in ağır yan etkileri arasında kalp aritmisine bağlı ölüm de bulunmakta. Bu yan etki riskini özellikle artıran husus ise yüksek doza çıkılması. İtalya, İspanya, Fransa, İngiltere ve ABD’de COVID-19 hastalarına yapılan şey de tam olarak bu işte. İlaç düşük dozda verildiğinde iyileştirici etki sağlayabileceğini belirten Yale Üniversitesi’nden epidemiyolog Harvey Risch yazdığı bir e-postada şöyle diyor:

“Hidroksiklorokin’in doz aşımı durumunda işlevini yitireceği ve toksisiteye gideceği hususunda hemfikirim.” 

İspanya’nın İlaç ve Tıbbi Ürün Denetleme İdaresi (Agencia Española de Medicamentos y Productos Sanitarios – AEMPS) 16 mart 2020’de ‘Özel Durumlara Yönelik İlaç Yönetimi’ [Management of Medicines in Special Situations (MSE)] yönetmelikleri üzerinden ülke geneline hidroksiklorokin ve bunun biraz daha toksik çeşidi olan klorokin dağıtımına başlıyor. Barselona’nın 150 km kuzeyinde, hemen Fransa sınırı altındaki Cerdenya Hastanesi’nden Miquel Barceló nisan başında Fransız Culture dergisi ile söyleşisinde şöyle diyor:  

“Bu ilaç [hidroksiklorokin ] ile ilgili bir başıboşluk durumu yaşanmakta … Bizde yoğun bakımda yatan sayısı da can kaybı da Occitania’ya [sınırın hemen ötesindeki Fransız bölgesi] göre fazla. Ortalığı kasıp kavuran bir hastalık olunca insanlar bir şeyler yapmak lazım diye düşünüyor. O yüzden bu ilacın kullanımına fazla itiraz eden yok gibi.” 

Bundan hemen 2 gün sonra ise (18 Mart) WHO direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus kamuoyuna, COVID-19’a karşı ilaçla mücadele için geniş çaplı çalışmalar başlatıldığını açıklıyor:

“Farklı metodolojiler üzerine kurulmuş irili ufaklı deneyler ile insan hayatı kurtaracak tedavi yönteminin hangisi olduğuna karar verebilmemiz güç olacağından WHO ve ortakları birçok ülkede birden bir deney düzenleyerek bu testten geçmemiş tedavilerden bir kısmını birbiriyle kıyaslama yoluna gitmeye karar vermiştir. İhtiyacımız olan veriyi üretecek şekilde tasarlanmış bu geniş çaplı uluslararası deneyle en çok hangi tedavilerin işe yaradığını anlayabileceğiz. Bu deneyimizin adı “COVID DAYANIŞMASI” (SOLIDARITY) olarak belirlenmiştir.”

“COVID DAYANIŞMASI” deneyi kapsamında araştırılan remdesivir; lopinavir/ritonavir (Kaletra); Interferon-β’nin Kaltera, hidroksiklorokin ve klorokin ile birlikte kullanımı oluyor.

İnsanlar üzerinde yürütülen deneylerde kişilerin haklarını korumak amacıyla kurulmuş ‘Alliance for Human Research Protection’ grubundan doktor Meryl Nass’ın konuyla ilgili tespitleri ise şöyle:

“Lakin, WHO’nun denenecek ilaçlar listesinde herhangi bir doz yönergesi olmadığı gibi, yine WHO’nun 8 Nisan tarihli klorokin dozaj konsültasyonunda da şaşırtıcı biçimde hangi dozların kullanıldığına dair bilgi yer almamaktadır.”

WHO’nun düzenlediği toplantı tutanaklarından hazırlanan raporun giriş bölümünde şu bilgi geçmekte: 

“Deney için seçilen klorokin ve hidroksiklorokin doz şemasında iki oral doz yükleme seçeneği (250 mg/tablet CQ veya 200 mg/tablet HCQ) bulunmakta, bunu takip eden on gün boyunca idame sozu olarak da günde iki kez oral doz alımı öngörülmektedir. Bu toplantı, deney için belirlenen bu dozların uygun olup olmadığını görüşmek üzere düzenlenmektedir.”

Ancak Dr. Nass dozaj konusundaki bu bildirimlerin kasıtlı olarak muğlak bırakılmış olduğu ve hatta yanıltıcı olduğu görüşünde, zira “COVID DAYANIŞMASI” deneyinde gerçekte kullanılan dozun ilk 24 saatte 2.400 mg, bunun üzerine de sonraki 10 gün içerisinde eklenen 9.2 gram [9.200 mg] şeklinde olduğunu tespit ediyor.

Seçilen bu haddinden fazla yüksek bu dozaj, WHO’nun klorokinin muhtemel rolü ile ilgili 13 mart 2020 tarihli gayri-resmi konsültasyon raporu dikkate alındığında daha tuhaf kaçıyor. Görünüşe göre klorokinin farmakokinetiğini araştıranlar arasında Gates Vakfı da var (toplantıdaki 25 katılımcının 5’i Gates Vakfı’ndan). Raporda dediğine göre, “Tedavide yüksek dozlara çıkılması öngörülmektedir; yani ilk baştaki kilogram başına 10 mg’lık baz yükleme dozunun ardından yedi gün boyunca günde 2 kez kilogram başına 5 mg verilecektir.” (250 mg’lık klorokin tablette 150 mg “baz” ilaç bulunmakta.)

70 kiloluk birine bu ilacın bu protokolle verildiğini düşünelim: yükleme dozu olarak kişi 700 mg baz, yani 1.200 mg klorokin alacak demektir. “COVID DAYANIŞMASI” deneyinde ilk 24 saatte hidroksiklorokin için öngörülen 2.400 mg’lık doz yüklemesine göre hayli düşük kalıyor bu.   

Klorokinin de hidroksiklorokinin de vücutça yıkımlanması hayli güç ilaçlar olduğu unutulmamalı; hatta vücuttan atılma yarı-ömürleri bir ila iki ay civarında. Bu hesaba katıldığında alınan dozların çok çabuk birbiri üzerine eklenerek ölümcül etkiler ortaya çıkarabileceği aşikardır, yaşlılar için bu daha da olası bir problemdir.

1986’da Alman tıp dergisi Zeitschrift für Rechtsmedizin’de yayımlanmış makalenin başlığı: “Tod nach Gabe von 1250 mg Chloroquin bei Porphyria cutanea tarda“. (Porfiria kutena tarda [metabolik bir hastalık] vakasında 1250 mg [1.25 g] klorokin uygulamasından sonra gelişen can kaybı).

Porfiria kutena tarda: Karaciğerde işlev bozukluğu, güneş ışınlarına aşırı duyarlık sonucu deride kızartı ve büller oluşması, hiperpigmantasyon, sertleşme, idrarda aşırı üroporfırin bulunuşu ile belirgin kalıtsal porfiri


Başka kaynaklar bu ilaç için ölümcül dozu 2 ila 3 gram olarak vermiş.

1979’da WHO, H. Weniger adında bir araştırmacı tutarak kendisinden klorokinin toksisitesini değerlendirmesini istemiş. Weniger, klorokin zehirlenmesi yaşamış 335 erişkin vakanın raporlarını incelemiş. Raporunun 5. sf’sında Weniger, “1.5 – 2.0 g’lık klorokin bazı [= 2.5 – 3.3 g klorokin] ölümcül olabilmektedir”, diye yazıyor. 

Review of side effects and toxicity of chloroquine / by H. Weniger,
https://apps.who.int/iris/handle/10665/65773?show=full

https://apps.who.int/iris/bitstream/handle/10665/65773/WHO_MAL_79.906.pdf?sequence=1&isAllowed=y

“COVID DAYANIŞMASI” deneyinde kullanılan ve klorokinle hayli benzer özellikteki hidroksiklorokin’in daha ilk 24 saatte 2.4 gram dozunda verildiği, üzerine de sonraki 10 gün boyunca toplamda 9.2 gram daha eklendiği bu noktada dikkatlerden kaçmamalıdır.

Dr. Nass şunları söylüyor: “Tüm uzmanlar Goldfrank’in Toksikolojik Acil Durumlar kitabında belirttiği şu konuda hemfikirdir: Klorokinin ‘toksik – terapötik doz marjini’ çok küçüktür”. Doğru kullanıldığında son derece emniyetlidir bu ilaç, ancak çok az bir fark kafidir doz aşımı için ve ölümcül olabilir. WHO’nun klorokin bazlı ilaçlar üzerine düzenlediği her iki konsültasyonda da görev alan Wellcome Trust vakfı baş akademisyeni ve sıtma tedavisinde uzman Prof. Nicholas White da bunu doğrulamıştır.” 

WHO‘nun raporunda klorokin dozlaması ile ilgili geçen şu ifade dikkat çekici: 

“Toplantıda genel kanaat bu ilacın doğuracağı riske karşın sağlayacağı faydanın makul düzeyde olacağı yönünde olmuşsa da, şu an öngörülmekte olan protokol dahilindeki ‘minimalistik güvenlik verisi toplama’dan kastın tam olarak ne olduğu konusunda kuşku ve çekinceler dile getirilmiştir”.

Dr. Nass’ın bununla ilgili yorumu şu: “COVID DAYANIŞMASI deneylerinde çıkılan yüksek dozların tıbbi gerekçesi ve açıklaması yoktur. Standart ilaç deneyleri ile karşılaştırıldığında güvenlik verisi toplamadaki eksiklikleri yüzünden bu deney dizaynı, ilacın toksik etkilerinin anlaşılmasını güçleştirebilir. Bu durum tamamıyla etik dışıdır.”

Ve fakat dünya genelinde pek çok ülke bu DAYANIŞMA deneyine katılma kararı alıyor, bunlar arasında (çokça nisan ayıyla sınırlı olmak üzere) hayli yüksek fazladan ölüm oranları çıkaran İspanya, Fransa, İsviçre ve Belçika gibi ülkeler de var.

İsmin çağrıştırdığı tüm iyi niyete rağmen COVID DAYANIŞMASI deneyi çıkılan aşırı yüksek dozlar ve elbette çoğu kez yanında başka toksik ilaçların da veriliyor olması nedeniyle tam bir felaketle sonuçlanıyor. Klorokin’in ne denli tehlikeli olabileceği Brezilya örneği ile iyiden iyiye görünür hale geliyor. 13 Nisan’da Chicago Tribune gazetesi, Brezilya’da koronavirüs hastalarının tedavisi için devlet tarafından önerilen klorokin protokollerinde yüksek doz alan hastalarda ölümle sonuçlanabilen kalp aritmileri gözlemlenmesi nedeniyle uygulamanın askıya alınmak zorunda kaldığını yazıyor. Deneyde hastalara klorokin ile birlikte, kendisi de benzer risklere sahip azitromisin (zitromax) de veriliyor.

Toronto Üniversitesi’nde klinik farmakoloji bölüm başkanı Dr. David Juurlink’in yorumu şöyle oluyor:

“Bana göre bu deneyin ortaya çıkardığı tek faydalı bilgi olmuştur, o da klorokin’in elektrokardiyogram’da [kalbin elektriksel aktivitesini ölçümlüyor] doz-bağımlı olarak anomaliyi arttırdığı, bunun da hastaları ani kalp krizi nedeniyle ölüme yatkınlaştırdığıdır.”  

Deneye dahil olan hastaların kabaca yarısına beş gün süreyle günde iki defa alınmak üzere 450’şer miligram klorokin veriliyor; toplamda 4.5 gram alınmış oluyor. Geri kalan hastalar ise 10 gün boyunca 12 saatte bir, 600 miligram alıyorlar; yani toplamda 12 gram ediyor. Bu ilaç düzenine geçilmesinin 3. gününde araştırmacılar ‘yüksek doz’ grubunda kalp aritmileri baş gösterdiğini fark ediyor. Tedavinin altıncı gününde 11 hasta hayatını kaybetmiş oluyor, bunun üzerine deneyin ‘yüksek doz’ kolu derhal durduruluyor.

İsviçre 16 hastaneyle COVID DAYANIŞMASI deneyine katılıyor ve orada da ampirik kanıtlar, yaşanmaya başlanan fazladan ölümlerin bizzat ilaçlara bağlı olduğu şüphesini doğuruyor. Ülkenin federal istatistik bürosundan gelen veriler, genelin üstünde (fazladan) ölümlerin ülkenin yalnızca İtalyanca ve Fransızca konuşulan kantonlarında görülmekte olduğunu, Almanca konuşulan bölgelerinde görülmediğini ortaya koyuyor. 

Dili Almanca olan kantonlardan Zürih 1.521.000 nüfusuyla, kendisinden çok daha küçük (353 bin nüfuslu) ve dili İtalyanca olan Ticino ile aynı ölüm oranına sahip. Mevzubahis bir solunum yolu virüsüyse şayet, aynı ülkede kantonuna göre davrandığını ve buralara farklı güçlerde saldırdığını düşünmek tamamıyla akıl dışıdır

Ölüm öbeklenmelerinin bazı yerlerde müthiş çabuk geliştiği de dikkate çarpmakta. Örneğin, (COVID DAYANIŞMASI deneyine iştirak eden Valais bölgesindeki) Saas-Grund’a bağlı San Antonius yaşlı bakım ve huzur evinde, İsviçre devlet televizyonun verdiği habere göre ilk “pozitif” test sonucu 1 Nisan 2020’de çıkıyor, ilk ölüm 17 Nisan’da gerçekleşiyor ve bunun hemen ardından peşpeşe 14 ölüm daha geliyor; huzurevi sakinlerinin neredeyse üçte biri bir anda yitip gidiyor.

Huzurevi yöneticisi Patricia Pfammatter: 

“Virüs tespit edilmiş ancak durumu gayet iyi olan birçok yaşlımız vardı, hatta yedi-sekiz gün sonra dedik ki tamam, atlattılar artık virüsü, fakat sonra ne olduysa birden işler tersine dönüverdi. Birkaç saat içinde şuurları kapanıyor, tepki vermez oluyorlardı, ölümün kıyısına geldiklerini anlıyordunuz.” 

Dr. Meryl Nass bu durumu şöyle eleştiriyor: 

“COVID DAYANIŞMASI deneyleriyle hidroksiklorokin’in Covid-19’a karşı bir faydası olup olmadığı değil de, hastaların toksik, non-terapötik dozlara dayanıp dayanamayacağı ölçülmekte sanki.” 

Fakat iş “COVID DAYANIŞMASI” deneyleriyle kalmıyor. 22 Mart’ta Fransız biyomedikal araştırmalar idaresi INSERM, Avrupa’da KEŞİF (DISCOVERY) adıyla ilave bir deneyin koordinasyonunu başlattıklarını, WHO’nun izinden giderek oluşturdukları bu modelin de yedi ülkeden, 800’ü Fransa’dan olmak üzere 3.200 hastayı kapsayacağını açıklıyor. Açıklamaya göre burada denecek ilaçlar da, klorokin hariç, aynı.   

8 Nisan tarihli Newsweek haberi, 22 Mart’ta KEŞİF deneyine seçilmiş Nice’teki üniversite hastanesinde (CHU) hidroksiklorokin ile tedavi deneyinin durdurulmak zorunda kaldığını bildiriyor. Fransa’nın günlük yayın yapan gazetelerinden Nice-Matin’e verdiği röportajda, CHU bünyesindeki Pastör Hastanesi’nin kardiyoloji bölüm başkanı Emile Ferrari, bazı hastaların baş gösteren kalp ritim bozukluğu nedeniyle tedaviyi yarıda bırakmak zorunda kaldığını açıklıyor.

Ferrari’ye göre kalp ritminde bozulma riski, hidroksiklorokin yanında azitromisin verildiği takdirde artış gösteriyor. Bu tedavinin verildiği hastaların bir kısmı için ilaçlar, hastalığın kendinden daha tehlikeli gözükmekte diyor Ferrari. Almanların eczacılara yönelik dergisi Deutsche Apotheker Zeitung’da da, “Devam etmekte olan birçok başka COVID-19 deneyi de bulunduğundan, bu gözlemler özellikle önemli,” deniyor.

Fransa’da hakikaten hayli büyük ilaç denemelerine ev sahipliği yapıyor bu süreçte. L’Express gazetesinin 23 Mart tarihli haberi, ülkenin Halk Sağlığı Yüksek Konseyi’nin (Haut Conseil de santé publique), “verili bir tedavinin işe yarayıp yaramadığını süratle anlamanın en emin yolu bu olduğundan doktorlarımızın ülkede devam etmekte olan türlü ilaç denemelerine mümkün olduğu kadar çok hastayı dahil etmesi açğrısından bulunuyoruz,” dediğini yazıyor. 1 Nisan 2020 itibariyle yayımlanmış, ülkede yürürlükte olan COVID-19 tedavi projelerinden oluşan listede adı geçen diğer pekçok ilacın yanısıra remdevisir, kaletra ve hidroksiklorokin’in de listede yerini almakta.

Belçika’da sağlık bakanlığı tarafından yayımlanmış 8 haziran 2020 tarihli bir kılavuzdan, KEŞİF deneyi çerçevesinde Avrupa Birliği genelinde yüksek dozlarda hidroksiklorokin uygulaması yapılmış olduğu anlaşılıyor.

Peki deney yolculuğu burada bitiyor mu? Elbette hayır!

3 Nisan 2020, İngiltere hükümeti yalnızca 15 günde ülke genelindeki 132 hastaneden 1000 kadar hastanın dahil edildiği ve daha binlercesinin de katılımının beklendiği, muhtemelen  dünyanın en geniş katılımlı randomize-kontrollü COVID-19 tedavi denemesi olacak İYİLEŞME (RECOVERY) adını verdikleri programı duyuruyor. Bu programda da çok sayıda ilaç var denenen. Bunlar arasında ismi geçenlerden bazıları şöyle: Lopinavir-Ritonavir, [anti-inflamatuar ilaç] Dexamethasone, Hidroksiklorokin

İYİLEŞME deneyinde başarısı sınanacak diğer ilaçlar arasında yine azitromisin ve tocilizumab’ın yanısıra, koronavirüsü hedef alan monoklonal antikor bileşimi olarak adlandırılan REGN-COV2 de var.

Bir bölümü Wellcome Trust ve Bill & Melinda Gates vakfınca karşılanan İYİLEŞME deneyi görülmemiş bir hızla ilerliyor, çok kısa sürede İngiltere genelinde ulusal sağlık sistemine bağlı 175 hastane’den 11.000 hasta deneylere kaydoluyor. Ancak bir süre sonra deneyin hidroksiklorokin kolu bir anda askıya alınıyor. Gerekçe olarak, hidroksiklorokin’in COVID-19 nedeniyle hastaneye kaldırılmış hastalarda can kaybını önlemede göze çarpan bir avantaj sağlamamış olduğunun görülmesi veriliyor. Oysa bu açıklama gerçeği örtbas etmek yapılmış edebi kelamdan başka bir şey değil, çünkü hidroksiklorokin tedavisi uygulananların dörtte biri o deneyde ( %25,7) kaybediliyor. 

İYİLEŞME deneyinde öngörülen hidroksiklorokin dozunun DAYANIŞMA deneyindekiyle benzerliğine bakınca sonuç o kadar da şaşırtıcı gelmiyor aslında. Oxford Üniversitesi Tıp fakültesinde görevli profesör doktor ve aynı zamanda İngiltere bazlı İYİLEŞME deneyinin eş başkanlarından Martin Landray’in, Fransız internet gazetesi France-Soir’a 6 Haziran 2020’de verdiği bilgiye göre, “[hidroksiklorokin için yükleme dozu] ilk 24 saatte 2.400 mg, 2. günden 10. güne kadar da günlük 800 mg. Toplamda 10 günlük bir tedavi protokolü bu”. Yani, nereden baksanız 2.4 gramı daha ilk günden olmak üzere toplamda 10 grama yakın hidroksiklorokin veriliyor insanlara. 

Dr. Meryl Nass’in dikkat çektiği gibi, “burada hastanın kilosuna göre doz ayarı yapılması gerektiği gibi gerçekler göz ardı edildiği gibi, böbrek veya karaciğer fonksiyonu gibi faktörlerin de gözetilmediği görülüyor. İYİLEŞME deneyinde, hastaneye kaldırılmış, durumu zaten ağır Covid-19 hastalarına tedavilerinin ilk 24 saatinde 1860 gramlık hidroksiklorokin bazı (2400 mg hidroksiklorokin) veriliyor ki bu muhtemelen ölümcül bir dozdur.”

Landray’a İngiltere’de hidroksiklorokin için çıkılabilecek maksimum doz şudur gibi bir yönerge olup olmadığı sorulduğunda cevaı ciddi ciddi, “Bir bakmam lazım ama 2400 mg’dan çok daha fazla olması lazım, en az altı veya 10 katı filan,” oluyor. Ardından kendisine İngiltere’nin İlaç ve Tıbbi Cihaz Denetleme Kurumu (MHRA) tarafından hidroksiklorokin için belirlenmiş bir öldürücü doz değeri bulunup bulunmadığı sorulduğunda ise cevabı, ”Tedavi veren doktorların hiçbirinden ölümlerin herhangi birinin hidroksiklorokin kaynaklı olabileceğine dair bir bildirim almadık. Deneyin hidroksiklorokin koluna da güvenlik sorunu nedeniyle değil, işe yaramadığı için son verildi. COVID gibi yeni bir hastalık için onaylı doz protokolü olmasını zaten bekleyemezsiniz. Ancak dediğim gibi, deneyde verilen hidroksiklorokin dozu sözgelimi amipli dizanteri için  kullanılandan farklı değil.”

İYİLEŞME deneyinin baş müfettişi Peter Horby her ne kadar France Soir gazetesinin Landry’nin sözlerini yanlış anladığını ve aktardığını iddia etse de, bu sözler bir tıp adamına yakışmayacak pervasızlıktadır ve büyük sorumsuzluk olarak addedilmelidir.

Ingiltere’nin hidroksiklorokin için günde aşılmaması gereken doz miktarı olarak belirlediği değer 6,5 mg/kg’dir, yani günde yaklaşık 500 mg civarındadır. İnanılır gibi değil ama, İYİLEŞME deneyinde daha ilk 24 saatte 2.400 mg olarak verilen hidroksiklorokin dozu, Fransa’nın L’autorisation de mise sur le marché (AMM) kurumunca belirlenmiş ve alındığı takdirde kişinin acilen hastaneye kaldırılmasını gerektiren 25mg/kg’lık (örn.. 75 kg’lık biri için günde 1875 mg) doz aşımı değerinden de yüksektir. Ayrıca İYİLEŞME’de kullanılan doz, France Soir’ın 8 Haziran 2020 tarihli “İyileşme deneyi: Brexit ve dozaşımı” başlıklı makalesinde belirttiği gibi, Fransa’daki Dünya Tabipler Birliği’nce (WMA) önerilenin de hayli üstündedir. 

İYİLEŞME ve DAYANIŞMA deneylerinin ikisinde de çalışmanın hidroksiklorokin kolu ani bir şekilde, biri 5 diğeri de 17 haziranda olmak üzere sonlandırılıyor ve tesadüf o ki bu tarihler tam da insanların ilacın ölümcül dozlarda kullanılmakta olduğunu fark edip, Twitter gibi sosyal medya ortamlarında “#Recoverygate” gibi etiketler altında seslerini yükselttikleri zamana denk geliyor.

Bir başka tuhaflık da, hidroksiklorokin deneyi sonlandırılmadan hemen önce, 28 Mayıs’taki İYİLEŞME Denetleme Komitesi toplantısında ‘hidroksiklorokin ile ilgili hiçbir sorun yoktur, o yüzden 11 Haziran’daki bir sonraki toplantıya kadar deneye katılımcı alımına aynen devam edilmelidir’ kararı çıkmış olması. Kurulun 22 Mayıs tarihli ve 96.000 hastanın kaydı incelenerek yürütülmüş Lancet çalışmasından haberdar olmadığı anlaşılıyor buradan. Bu çalışmada da, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında  hidroksiklorokin alan hastalarda ölüm oranlarının daha yüksek seyrettiği, hatta hidroksiklorokin ile birlikte makrolidlerden azitromisin de verilen hastalarda ölüm oranlarının daha da yükseldiği ortaya konuluyor. 

Fakat fiyaskonun sonu bir türlü gelmiyor. 29 Mayıs tarihinde Hindistan Tıbbi Araştırmalar Konseyi, WHO’ya İYİLEŞME deneyinde kullanılmakta olan olağanüstü yüksek dozdaki hidroksiklorokin konusunu iletiyor, dozun Hindistanda yürütülmekte olan deneylerdekinin dört katı olduğu haber veriliyor. 4 Haziran’da İngiliz İlaç ve Tıbbi Cihaz Denetleme Kurumu, İYİLEŞME deneyini yürüten ekipten hidroksiklorokin verilerini incelemesini istiyor. Fransız sağlık bakanı da 23 Mayıs 2020’de aynı talimatı veriyor. Dört gün geçmeden 27 Mayıs’ta Fransa, Milli İlaç ve Tıbbi Cihaz Güvenliği Denetleme Kurulu’ndan aldığı olumsuz rapora istinaden hidroksiklorokin kullanımına son veriyor. 

Bunu 4 Haziran’da The Lancet’te yayımlanmış ve hidroksiklorokin (ve yanında antibiyotiğin) öldürücülüğünü ortaya koyan geniş çaplı çalışmanın dergi tarafından geri çekilmesi izliyor. 

Ardından, aşırı yüksek dozlarda uygulanıp sayısız ölüme yol açıldığının itirafı yerine, ilacın işe yaramadığı gerekçesi ile İYİLEŞME ve  DAYANIŞMA deneylerinde hidroksiklorokin kullanımına son verilmesi ile birlikte bu defa da sahne, Remdevisir adlı bir diğer toksik ilaca kalıyor. 

Fakat burada atlanmaması gereken bir diğer önemli nokta da, Ingiltere için hidroksiklorokinde çıkılabilecek maksimum dozun ne olduğu sorusu üzerine Dr. Landray’ın verdiği şu cevap:

“Bir bakmam lazım ama 2400 mg’dan çok daha fazla olması lazım, en az altı veya 10 katı filan …  deneyde verilen hidroksiklorokin dozu sözgelimi amipli dizanteri için  kullanılandan farklı değil.”

Bu sözlerle ilgili olarak enfeksiyon ve tropik hastalıklar profesörü Christian Perronne, France Soir gazetesine şu yorumu yapıyor:

“1975’te, enfeksiyon hastalıklarının kabesi sayılan Claude Bernard hastanesinde internken bir sürü amip vakası gördüm ancak klorokin o zaman bile kullanılıyordu bu hastalık için, çoktan terk edilmişti. Amipli dizanteri için insanda süper toksik dozlarda hidroksiklorokin  kullandığımızı ilk defa [Martin Landray’den] duyuyorum açıkçası. Kolonik amiplerin klasik tedavisi tilikuinol ve tilbrokuinol karışımı olan hidroksikinolin’dir, Intetrix markası ile satılır. Kendine doktor diyen bu zat hem bilgisiz hem de tehlikelidir. Tam bir skandaldır bu.”

Landray’in France Soir’a hidroksiklorokin için neden “ölümcül değil; güvenlik nedenleriyle değil, etkinliğinin yetersiz olması nedeniyle kestik” dediğini biraz daha düşünmemiz lazım. 

Belki de, İYİLEŞME deneyinin (randomize şekilde standart bakım uygulanan) kıyas grubundaki can kaybı oranının yüzde 23.6 olması ve esasen hidroksiklorokin grubundaki can kaybı oranlarından (yüzde 25.7) fazla da düşük olmaması yüzündendir? İyi ama burada bir terslik var; ölüm oranı olarak yüzde 23,6 anormal yüksek kalmıyor mu?

Örneğin 11 Mayıs 2020 tarihinde Amerikan Tabipler Birliği’nce yayımlanmış ve hastanede yatmakta olan ağır Covid hastaları arasında hidroksiklorokin + azitromisin kombinasyonu ile tek başına hidroksiklorokin, tek başına azitromisin ve ne hidroksiklorokin ne de azitromisinin kullanıldığı tedavisi protokollerinin sonuçlarının karşılaştıran çalışmada, bu ilaçlar kullanılmadığında karşılaşılan ölüm oranı yüzde 12,7 olarak belirtilmiş. The New England Journal of Medicine dergisindeki bir başka çalışmada da hidroksiklorokin alan grupta entübasyona gitme veya ölüm görülme oranı %32,3 iken, hidroksiklorokin kullanılmayan grupta %14,9 çıkmış. 

Verdiğimiz son iki çalışma New York eyaleti özelindeki verileri kapsıyor. Bu veriler bize, New York bölgesinde hidroksiklorokin aldığında insanların iki kat daha fazla öldüğünü gösteriyor. Ne yazık ki bunlar gözleme dayalı çalışmalar olduğundan yazarlar, işlenmemiş verilere bakıp ilaç toksisitesine bağlı can kaybından şüphelenmek yerine uyguladıkları istatistiksel model nedeniyle sonuç bildiriminde hidroksiklorokin’in can kaybında artışla ilintili olmadığını bildirmişler.

ABD’de yaşanan ilaç çılgınlığına örnek olarak hekim ve moleküler biyolog Andrew Kaufman şunları söylüyor:

“ABD’de insanları ventilatöre (solunum cihazına) bağlamak için, ayık ve bilinçleri yerinde olduğundan, dünyanın ilacını vermek zorunda kaldılar. Paralitik (ileri düzeyde kas gevşetici) ilaçlar (kürar zehrinden elde edilenler), sakinleştiriciler (sedatifler) ve anestezik ilaçlar verildi insanlara. Profilaktik ilaçlar da kullanıldı bu insanlarda; proton pompası inhibitörleri, pıhtılaşmayı önleyici ilaçlar vs. Tüm bunlar tabii antibiyotiklerin, antivirallerin/kemoterapi ilaçlarının, hidroksiklorokin ve kortikosteroid gibi ilaçların yanında veriliyor bir de. Keşke en yoğun ölümlerin yaşandığı yerlerde hastaların epikriz raporlarını inceleyip herbirinin gerçekte neden ölmüş olduğunu anlama imkanımız olsaydı.”


Bitti zannediyorsanız yanılıyorsunuz, işler burada kalmıyor. Bir çalışma daha başlatılıyor, adı REMAP ve bu defa hedef kitle suni solunum cihazına bağlanmış yahut şokta, yani ölüm döşeğinde olan hastalar ve tıpkı İYİLEŞME ve DAYANIŞMA deneylerinde olduğu gibi burada da hastalara (ilk 24 saat içerisinde 2,4 g olmak üzere) hidroksiklorokin yükleme dozu uygulanıyor, takip eden altı gün boyunca da 6,4 g veriliyor.

Dr. Meryl Nass’in tespit ettiği problemlere bakalım:

  • Deney dokümanlarına göre katılım için ölüm döşeğinde olmak gerekiyor. 
  • Tek başına hidroksiklorokin de alabiliyorsunuz, her biri kendi içinde ölümcül olabilen iki ilaçla (lopinavir/ritonavir) birlikte de verilebiliyor. Oysa lopinavir/ritonavir de tıpkı hidroksiklorokin gibi QT interval uzamasına neden olan ilaçlar. (QT interval uzunluğu, ventriküler repolarizasyonda yaşanan gecikmenin ölçüsüdür, yani kalbin iki atım arasında şarj olma süresi uzar. Senkop ve ani kardiyak ölümlere yol açabilen bir durumdur). İlacın kendi prospektüsünde ise, “Qtc- veya PR interval uzamasına yol açan ilaçlarla birlikte kullanımından kaçınılmalıdır” yazmakta. 
  • Şok halinde yahut solunum cihazına bağlı hasta size klinik deneye katılmak isteyip istemediğine dair rıza veremeyebilir. Ancak deneyi yürüten ekip hasta rızası aranmasının gereksiz olduğuna hükmetmişler.
  • Hap yutamayacak kadar durumu ağır olan hastalara ise besleme borusundan ilacı veriliyor. Bu da elbette o borunun takılabilmesi için hastaya ekstra tıbbi girişimlerin uygulanması demek.

REMAP deneyleri 14 ülkede 200 sağlık biriminde yürütülüyor; bunlar arasında Belçika, Hollanda, İspanya, İngiletre ve ABD de bulunmakta. Dikkat edilecek olursa, bunların hepsi çok kısa süre zarfında normalin üstünde ölümlerin yaşanmış olduğu yerler.

Engelbrecht, Torsten; Köhnlein, Claus, COVID-19 (excess) mortalities: viral causeimpossible—drugs with key role in about 200,000 extra deaths in Europe and the US alone,www.realnewsaustralia.com, October 1, 2020


Bunca büyük ve invazif insan deneylerine girişilmeden önce keşke geçmiş deneyimlere dönülüp aynı hataları yapmaktan kaçınılabilse. Pharmazeutische Zeitun’daki daha önce bahsini ettiğimiz makalede dediği gibi: “2002/2003 SARS pandemisinde de hastalara kortikosteroidler ve Ribavirin adlı hepatit C ilacı verilmişti. 2007’de girişilen literatür derlemesi bu dönemde gelen ilk bildirimlerin ümit vaadedici olduğunu, ancak daha sonra ribavirin’in toksisitesinin hastaların kaldırabileceğinin çok üstünde olduğunun anlaşıldığını yazıyor. Ayrıca kortikosteroidlerin doz ve tekrar düzeneğinin de şaibelere yol açmış olduğunua değinilirken, dönemin HIV ilacı Kaletra’nın da deneme maksadıyla SARS hastalarına verildiği ortaya çıkıyor. Bu ilaçta lopinavir ve ritonavir adlı iki ayrı HIV proteaz inhibitörü bulunmakta.”

Hüttemann, Daniela, Lungeninfektionen: Wie wird eine Coronavirus-Infektionbehandelt?, www.pharmazeutische-zeitung.de, January 28, 2020

Makalede ayrıca WHO tarafından yazılmış ve SARS hastalarında kullanılan ilaçlara yönelik eleştiri yüklü yorumların bulunduğu bir rapora da atıfta bulunuluyor ki şaşırtıcı olmaması lazım bunun, zira bu tedavide kullanılan ilaçların çoğu olabilecek en ağır yan etkilere sahip.  

Stockman, Lauren J. et al., SARS: Systematic Review of Treatment Effects, PLoSMedicine, September 12, 2006, e343

Not: Bu yazdıdaki bilgiler için ‘Virus Mania’ adlı kitaptan yararlanılmıştır.

Viroloji Yalanları: Varlığı ve Hastalık Yapıcı Özelliği İspatsız Virüs – İşlenen Tıbbi & Bilimsel Suçlar

Viroloji Yalanları: Varlığı ve Hastalık Yapıcı Özelliği İspatsız Virüs – İşlenen Tıbbi & Bilimsel Suçlar

Koch Postülatları ve Rivers Kriterleri Nedir?

Modern bakteriyoloji biliminin kurucularından kabul edilen Alman Heinrich Hermann Robert Koch (1843-1910) tarafından geliştirilmiş ve spesifik bir mikroorganizmanın spesifik bir hastalığa yol açtığının ispatı için karşılanması gereken bilimsel ilkelere Koch Postülatları denmektedir ve bunlar şu şekildedir:

1. Mevzubahis mikroorganizma hastalığı gösteren tüm canlılarda yüksek miktarlarda bulunmalı, sağlıklı canlıda bu mikroorganizmaya rastlanmamalıdır.

2. Mikroorganizma, hastalanmış bir canlıdan alınan doku örneği içinden alınıp tek başına ortaya konulmalı (izolasyon) ve saf kültürde çoğaltılmalıdır.

3. Kültür ortamında saf olarak geliştirilebilen mikroorganizma, sağlam bir konağa (canlıya) verildiği zaman hastalık oluşturmalıdır.

4. Mikroorganizmaların dışarıdan verilerek hastalandırıldığı denek canlıdan sözkonusu mikroorganizma yeniden alınıp izole edilmeli ve ilk başta hastalık yaptığı düşünülen mikroorganizma ile birebir aynı olduğu gösterilmelidir.

Bu dört koşul da yerine getirildiği takdirde, belirli bir belirti grubunun mevzubahis mikroorganizma ile enfeksiyon sonucu ortaya çıktığı bilimsel olarak ispat edilmiş olur.

Aradaki neden-sonuç ilişkisini bilimsel olarak ispat etmenin tek yolu budur.

Koch Postülatları bakteriler için geliştirilmiştir, ondan bin kat küçük olan virüsler için değil. 19. yy’ın sonlarına doğru bakteriler filtrelenip ondan daha küçük partiküllerin varlığı ilk olarak fark edilmiştir. Öyle olunca Thomas Rivers 1937’de Koch’un postülatlarını virüslere uyarlayarak enfeksiyöz doğasını bu şekilde incelemek istemiştir(1). Bu kurallar şu şekildedir:

  1. Virüs hasta canlıdan alınıp tek başına gösterilebilmelidir (izolasyon).
  2. Virüs konak hücrelerine eklenip çoğaltılabilmelidir.
  3. Filtrasyon kanıtı—virüs, bakteri de ihtiva eden bir ortamdan filtrelenerek ayrılabilmelidir
  4. Filtrelenip kültür ortamında çoğaltılmış virüs, denek canlıyı enfekte etmek için verildiğinde aynı kapsamda bir hastalık oluşturmalıdır.
  5. Virüs, enfekte denekten yeniden alınıp tek başına gösterilebilmelidir (izolasyon).
  6. İmmün sistemde mevzubahis virüse özel bir yanıt tespit edilebilir olmaldır.
Rivers, T. M. Viruses and Koch’s postulates. J. Bacteriol. 33, 1–12 (1937). https://jb.asm.org/content/jb/33/1/1.full.pdf
– “It is obvious that Koch’s postulates have not been satisfied in viral diseases.”


Ne bakteriler ne de virüsler için Koch veya Rivers kriterlerininin hepsini birden karşıladığı ispat edilerek hastalığa neden olduğunu bilimsel olarak kanıtlanmış bir mikroorganizma bulunmamaktadır.
Bu durum postülatlar geçersiz, hükümsüz yahut yanlış olduğundan değil, bu mikroorganizmalar hastalığı başlatan etmen olmadıkları içindir.

SARS-CoV-2 virüsü ile ilgili ortaya konulan ilk iki yayın dürüst bir şekilde virüsün hastalığa yol açtığını kanıtlamadıklarını(2), sadece bir ilinti bildirdiklerini(3) söylemiş, ancak peşisıra çıkan ve bu ilk yayını refere eden diğer çalışma yazarları kusurlu bir şekilde SARS-CoV-2 virüsünün COVID-19 hastalığının sebebi olduğunu, çalışmalarının Koch Postülatları ile Rivers Kriterleri’ni de karşıladığını beyan etmiştir.

Zhu, N. et al. A novel coronavirus from patients with pneumonia in China, 2019. N. Engl. J. Med. 382, 727–733 (2020). https://www.nejm.org/doi/10.1056/NEJMoa2001017

İlgili cümleler:

– “We describe in this report the use of molecular techniques and unbiased DNA sequencing to discover a novel betacoronavirus that is likely to have been the cause of severe pneumonia in three patients in Wuhan, China.”

– “Although our study does not fulfill Koch’s postulates, our analyses provide evidence implicating 2019-nCoV in the Wuhan outbreak.”

Ren, L. L. et al. Identification of a novel coronavirus causing severe pneumonia in human: a descriptive study. Chin. Med. J. (Engl.)133, 1015–1024 (2020). https://journals.lww.com/cmj/Fulltext/2020/05050/Identification_of_a_novel_coronavirus_causing.3.aspx

– “These findings primarily indicate that the novel CoV is associated with the pneumonia that developed in these patients. However, it remains to be determined whether this novel CoV is capable of causing similar diseases in experimental animals.”

– In conclusion, we identified a novel bat-borne CoV associated with a severe and fatal respiratory disease in humans.
Türkçe Kaynak: Mikrobiyoloji, https://www.uozyilmaz.com/files/mikro.pdf


Yeni bir Virüs Nasıl İzole Edilir ve Özellikleri Bilimsel Olarak Nasıl Tanımlanır?

En kısa ve anlaşılır şekliyle yeni bir virüsü izole edip, özelliklerini tanımlayıp ortaya koymanın düzgün yolu şudur: İlk iş olarak, baktığınızda bu kişinin hastalığı şudur diyebileceğiniz ölçüde kendine has ve spesifik semptomlar sergilemekte olan çok sayıda insandan (örn. 500 kişi) örnek (kan, balgam, sekresyon) alınır. Kendi de genetik materyal ihtiva eden başka hiçbir doku veya ürün ile karıştırmadan virolog alır, bu örnekleri masere eder [suda bekletip yumuşatmak], filtreden ve daha sonra da ultrasantrifüjden geçirir, yani örneği [numune] saf hale getirir [pürifikasyon]. Onyıllardır hangi viroloji laboratuvarına giderseniz gidin bakteriyofaj(4) ve dev virüs [giant virus] tabir edilen yapıların izolasyonunda kullanılageldiğini göreceğiniz bu sıradan viroloji tekniği sayesinde virolog, daha sonra elektronmikroskobu ile bakıp aynı yapı ve boyuttaki binlerce partikülün görüntüsünü alabilecektir. Virüs, [hastadan alınmış örnekten] izole edilmek suretiyle saf haliyle ortaya konmuş işte bu partiküllerdir.

Hepsi birbirinin [ebat ve özellik olarak] aynı bu partiküller daha sonra fiziksel muayene ve/veya mikroskobi teknikleri ile eşbiçimlilik kontrolünden geçirilir. Materyalin saflığından emin olunduktan sonra ise sırada partikül özelliklerinin ayrıntılı biçimde çalışılması vardır. Partiküllerin fiziksel yapısı, morfolojisi ve kimyasal kompozisyonu incelenir. Ardından, doğrudan bu saf haldeki partiküllerden çıkarılan genetik materyalin, yine onyıllardır kullanımda olan Sanger sekanslama tekniği gibi yöntemlerle genetik yapısı ortaya konur. Virüslerin vücut dışından içeri alındığı konsepti üzerinden sıra, bu eşyapılı partiküllerin gerçekten de dış kaynaklı (eksojen) olduğunun, ölmek üzere yahut ölmüş olan dokuların geçmekte olduğu normal yıkımlanma sürecinin ürünleri(5) olmadığının teyidine gelmiştir. (Mayıs 2020 itibarıyla virologların, gördükleri partiküllerin virüs mü yoksa ölü veya ölmekte olan dokuların normal yıkımlanma ürünleri mi olduğunu anlamalarının yolu olmadığı bilinmektedir.)(6)

(4) Isolation, characterization and analysis of bacteriophages from the haloalkaline lake Elmenteita, KenyaJuliah Khayeli Akhwale et al, PLOS One, Published: April 25, 2019. https://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0215734 — accessed 2/15/21
(5) “Extracellular Vesicles Derived From Apoptotic Cells: An Essential Link Between Death and Regeneration,” Maojiao Li1 et al, Frontiers in Cell and Developmental Biology, 2020 October 2. https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fcell.2020.573511/full — accessed 2/15/21
(6) “The Role of Extraellular Vesicles as Allies of HIV, HCV and SARS Viruses,” Flavia Giannessi, et al, Viruses, 2020 May


Bu noktaya gelindiğinde artık, eksojen (dış kaynaklı, vücut dışından doğan) bir virüs partikülü tam manasıyla izole edildi, özellikleri ortaya kondu ve gen dizilimi yapıldı demektir. Gelgelelim daha bunun hastalık yaptığının gösterilmesi lazım. Bunun için bir grup sağlıklı deneğe (bu iş için ekseriya hayvanlar kullanılır), hastalığın nasıl bulaştığı düşünülüyorsa o yolla eldeki bu izole edilmiş, saf haldeki virüs tanıtılır. Hayvanlar aynı hastalığı geliştirdiği takdirde, ki bu klinik bulgular ve otopsi sonuçları ile konfirme edilmek durumundadır, işte o zaman virüsün hastalık oluşturduğu hakikaten gösterilmiş demektir. Enfeksiyöz ajanın enfektivite ve bulaş kabiliyetini gösterir bu.

TEZLER


A. SARS-CoV-2 Virüsünün Varlığı Bilimsel Olarak İspatlı Değil – Pürifikasyon ve İzolasyon Sorunsalı

Tanımlar

İzolasyon: ”Ayırmak” anlamına gelir. Mikrobiyolojide izolasyon denildiğinde bir mikroorganizmayı saf halde elde etmek anlaşılır. İzolasyon, karışık bir kültürden sadece istenen bir ya da daha fazla mikroorganizmanın saf halde elde edilmesi, karışık bir kültürde bulunan tüm mikroorganizmaların ayrı ayrı saf halde elde edilmesi, saf olduğu sanılan mikroorganizmanın saflık kontrolünün yapılması şeklinde olabilir. Herhangi bir bozulma ve/veya hastalık etmeninin belirlenmesi için mikroorganizma saf halde elde edilmelidir.

Saf Kültür ve İzolat: Saf kültür, sadece bir tek mikroorganizma hücresinden çoğaltılmış olan mikroorganizma topluluğudur. Tanımlanacak kültürün saf olarak elde edilmesi tanımlama testlerine geçmeden önceki en önemli aşamadır. Bir diğer deyiş ile saf kültür elde edilmesi tüm tanımlama testleri öncesinde yapılmış olmalıdır. Saf kültür, standart bir Petri kutusundaki katı besiyerinde gelişen koloniden elde edilir. Buna izolat da denilir. Saf kültür elde etmek için izolasyon sırasında izole edilecek koloninin yakın çevresinde başka koloni olmamalıdır.

Kaynaklar:

Gıda Mikrobiyolojisi ve Uygulamaları, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendsiliği Bölümü, http://www.mikrobiyoloji.org/genelpdf/210010701.pdf

İzolasyon ve Tanımlama Esasları: Merck Gıda Mikrobiyolojisi Uygulamaları; “Anonymous, 2005. Merck Gıda Mikrobiyolojisi Uygulamaları. Ed: A. K. Halkman. Başak Matbaacılık Ltd. Şti., Ankara, 358 sayfa.” künyeli kitabın 36. Bölümü.

http: İzolayon ve İdentifikasyon, Mikrobiyoloji.org http://www.mikrobiyoloji.org/genelpdf/210010701.pdf


Viroloji ders kitaplarında da (7,8) anlatıldığı üzere, bir virüsün tanımlanabilmesi için diğer her tür biyolojik materyalden ayrılarak, saf biçimde ortaya konulmuş olması ön koşulu vardır; “Sars-CoV-2 virüsü” için bu şart yerine getirilmemiştir.

7. Susan Payne, Viruses: From Understanding to Investigation, Academic Press, 2017 https://www.elsevier.com/books/viruses/payne/978-0-12-803109-4

8. White/Fenner, Medical Virology, San Diego Academic Press, 1986, sf. 9
https://www.elsevier.com/books/fenner-and-whites-medical-virology/burrell/978-0-12-375156-0


“İzolasyon” ve “Saflaştırma” adı verilen bu işlemler olmadan, tetkik edilen partiküllerden elde edilen nükleik asit sekanslarının (RNA ve/veya DNA) yeni bir virüse ait olup olmadığı bilimsel olarak ispat edilemez.

  • Çin’den çıkan ilk iki yayın (Zhu et al., Wan Beom Park et al.) da dahil olmak üzere SARS-CoV-2 virüsü tespiti yapıldığı iddiasındaki bilimsel yayınların hiçbirinde virüs partikülünün tek başına ortaya konulmamış, yani bilimsel manada düzgün bir şekilde “pürifikasyon” ve “izolasyon”u gerçekleştirilmemiştir ve bu gerçek bizzat çalışma yazarlarınca kabul edilmiştir (EK1).

  • Bilgi Edinme Hakkı kanunu kapsamında SARS-CoV-2 virüsünün kurallara uygun şekilde pürifikasyon ve izolasyonunu gösteren yayın talep edildiğinde ne Almanya’nın Robert Koch Enstitüsü ne diğer ülkelerin Sağlık Bakanlıkları virüsün mevcudiyetini bilimsel olarak ortaya koyduklarını gösteren yayın sunabilmiştir (EK2). Bu durumda, varlığı ispat edilmemiş bir virüsün mutant varyasyonlarından yahut herhangi bir tip test ile tetkikinden söz etmek de mümkün olmayacaktır.

    İki Alman gazeteci tarafından Robert Koch Enstitüsü’ne (RKI) yapılan resmi bilgi talebine, yetkili Michael Laue tarafından 4 Eylül 2020 tarihinde e-posta ile verilen yanıt şu şekildedir (9):

    “Bilgimiz dahilinde, SARS-CoV-2 virüsünün pürifiye edilip izolasyonunun gerçekleştirilmiş olduğu bir yayın bulunmamaktadır.”

9. https://off-guardian.org/2021/01/31/phantom-virus-in-search-of-sars-cov-2/#Notes

  • Virüsü izole ettiği, hatta test ettiği iddiasındaki tüm yayınlar incelendiğinde aslında yapılanın şu olduğu tespit edilmiştir:

    Hastaların boğaz veya akciğerlerinden numune alınmış, ultrasantrifüjlemeden geçirilerek içerikteki geniş yapılı, ağır moleküller ile küçük ve hafif yapılı moleküllerin birbirinden ayrılması sağlanmıştır. Santrifüjleme sonrası sıvının “supernatant” ismi verilen üstte kalan kısmı alınmış, buna da “izolat” denilmiştir. Daha sonra “izolat” adı altında PCR tetkikine tabii tutulan şey işte bu “supernatant” olmuştur.

    Oysa bu “supernatant”ta türlü çeşit moleküller, ‘ekstraselüler veziküller’ (EV’ler) adındaki, vücudun kendi ürettiği ve virüslerden yapı ve karakteristik olarak ayrımının mümkün olmadığı bilimadamlarınca (Viruses adlı bilim dergisinde Mayıs 2020 tarihinde) ifade edilmiş(10) eksozomlar da dahil olmak üzere milyarlarca farklı mikro ve nano ölçekte partikül bulunacağı aşikârdır.



Yeni virüse ait olduğunu düşündüğünüz partikülleri, kalan milyarlarca eş yapıdaki partikülden ayırmadığınız müddetçe bu karışımın içinden “virüs”ü bulup çıkarmanız imkansızdır. Mikrobiyoloji yönergelerine göre virüsü gerçek manada saf halde ortaya koyduktan sonra genetik yapısı tanımlanmalı, ardından da hastalık yapıcı özellikleri tanımlanmalıdır. Ancak bu izolasyon ve saflaştırma işlemi SARS-CoV-2 virüsü için yapılmamıştır.

10. “The remarkable resemblance between EVs and viruses has caused quite a few problems in the studies focused on the analysis of EVs released during viral infections. Nowadays, it is an almost impossible mission to separate EVs and viruses by means of canonical vesicle isolation methods, such as differential ultracentrifugation, because they are frequently co-pelleted due to their similar dimension
The role of extracellular vesicles as allies of HIV, HCV and SARS viruses, May 2020, Viruses DOI: 10.3390/v12050571

https://www.researchgate.net/publication/341584122_The_role_of_extracellular_vesicles_as_allies_of_HIV_HCV_and_SARS_viruses



B. Virüse Ait Olduğu İleri Sürülen Gen Bölümleri Bilgisayar Marifeti ile Birleştirilip Ortaya Yapay bir Genom Çıkarılmıştır ve Bilimsel Aldatma Suçu İşlenmiştir

Bilimadamları, “izolasyon” ve “saflaştırma” tanımlarını karşılamayan bu “izolat”-yerine-”supernatant”-kullanma teknikleri ile ortaya koyamamış oldukları “virüs” yapılarını pratikte PCR cihazı ile “yaratmış” durumdalar. PCR’de, suni ve tamamen farazi birtakım primerler (gen bankalarına daha önceden girilmiş gen dizisi bölümleri) alınıp, hastadan alınmış boğaz veya bronkoalveoler lavajdan elde ettikleri ve on milyarlarca RNA ve DNA molekülü ile dolu supernatant ile bir araya getiriliyor. Bu kısacık primerlerin ortamdaki genetik materyal çorbasından eşleştiği bölümler olursa bunları alıp, ters transcriptaz enzimi yardımıyla DNA oluşturup oluşturmadığına bakılıyor. Oluşturuyorsa, o zaman bu gen dizilimlerinin, aradıkları yeni SARS-CoV-2 virüsüne ait olduğu ilan ediliyor.

SARS-CoV-2 virüsünün genomunun 30.000 baz çiftinden oluştuğu öne sürülmekte. Oysa PCR’de eşleşen virüs geni var mı diye kullanılan primerlerin baz çifti sayısı sadece 18 ila 24 adet! Yani, milyarlarca virüs benzeri partikülün yüzdüğü bir yerde, virüs geninin sadece %0.07’si kadarlık bir bölümü ile arama yapıp, üstelik de yeni oluşumlu ve bilinmezlerle dolu olduğu öne sürülen bir virüsü bulduklarını iddia ediyorlar.

  1. 30 binlik gen dizisinin sadece 18 çiftini alıp, milyarlarca benzer partikülün ve bunların genetik materyalinin bulunduğu bir yerde, başka hiçbir şeyin değil de sadece yeni virüsün genleri ile eşleştirmiş olduklarını nasıl iddia edebiliyorlar? Kesinlikle imkansız.
  2. Yeni olduğunu ileri sürdüğümüz virüsün genetik materyalini eşleştirmek için bankadan seçip kullanacağımız primerler ancak “tahmini” olup, olsa olsa “yeni virüse yakın” dizilimler olabilir.
  3. İçinde yalnız yeni virüsün bulunduğu saf kültür ortamından değil, içinde milyarlarca başka partikülün bulunduğu supernatant çorbasından ultra kısa primerlerle bulunacak şeyin gerçekte neye ait olduğunu bilmek imkansızdır.

Bunu teknik olmayan bir dille ifade edecek olursa şu örneğe benzetebiliriz:

Dev bir veritabanında (arşiv) İngiliz edebiyatının gelmiş geçmiş bütün eserleri, basılmamış ve bu yüzden varlığı bilinmeyen kısa öykü ve şiirler de dahil olmak üzere kaydedilmiş, duruyor olsun. Biz de, içinde geçtiği tarihi dönem için pek mühim olduğunu düşündüğümüz, ancak henüz gün yüzü görmemiş (“yeni”) bir şiiri bulmak istiyoruz burada. Aşk şiiri olduğu dışında, başka hiçbir bilgimiz de yok bu şiirle ilgili. O yüzden bilgisayara anahtar kelime girip aratmak durumundayız, ancak onda da en fazla 18 ila 24 karakter girebiliyoruz. Biz de oraya “Seni çok özlüyorum aşkım” diye 24 karakterlik bir cümle yazıyoruz. Bununla, yarısı aşk şiirinden oluşan veritabanındaki 28 milyar şiir arasından aradığımızı bulmamız gerekiyor. Başka hiçbir şiiri değil de tamı tamına istediğimiz şiiri bulma olasılığımız sizce nedir? Sıfıra yakındır elbette. RT-PCR ile ‘yeni ve hakkında bir şey bilinmiyor’ denilen bir virüsü aramak da aynen buna benzemektedir işte.


Ve zaten baktığımızda, Amerikan CDC’sinin dünya genelindeki diğer araştırmacılara referans olması bakımından yirmi viroloğu biraraya getirerek hazırlattığı SARS-CoV-2 virüsünün izolasyon, pürifikasyon (saflaştırma) ve biyolojik karakteristiklerini tanımlama projesinin ürünü olan 20 Haziran 2020 tarihli yayında(11), SARS-CoV-2 denilen virüsün “parçalarının” bilgisayarda “biraraya getirilerek” ortaya çıkarılmış olduğu kesinleşmiş oluyor. Bağımsız doktor ve bilimadamlarına göre esas itibarıyla bu durum, “bilimsel aldatma suçu” kapsamına girmekte

11. Jennifer Harcourt, Thornburg et al., Severe Acute Respiratory Syndrome Coronavirus 2 from Patient with Coronavirus Disease, United States, June 6, 2020 https://wwwnc.cdc.gov/eid/article/26/6/20-0516_article


Yayındaki ‘Tam Genom Diziliminin Ortaya Çıkarılışı’ başlıklı bölümde dendiğine göre, virüsü izole edip tüm genlerini baştan sona sırasıyla yazmak yerine CDC, Gen Bankası’nda genelgeçer koronavirüsler için kayıtlı gen dizilerini referans alan 37 çift primer düzenekli, özel ‘nested PCR’ teknolojisi ile genom taraması yaparak ortaya bu referans primerlerle eşleşen yapay bir genom çıkarmış oluyor.


Yine, teknik olmayan bir dille bu durum Dr. Thomas Cowan’ca şuna benzetilerek açıklanıyor:

“Bir grup araştırmacı yolda giderken bir toynak parçası, bir at kuyruğu teli, bir de boynuzdan kopup düşmüş parça buluyorlar. Bunların bilgisini bilgisayara girip, hadi buradan bize “unicorn”un (tek boynuzlu at) aslını göster bakalım diyorlar. Fakat “unicon”un kendini görmüş değiller tabii, o yüzden de ellerindekiler gerçekten unicorn’dan mı düşmüş diye genetik karşılaştırma yapacak durumda da değiller.”

Çalışmada dendiğine göre, bu yirmi virolog SARS-CoV-2 virüsünün gerçek genomunun ne olup ne olmadığına “uzlaşı” (fikir birliği; konsensus) ile karar vermiş bulunuyorlar; yani bir nevi oy kararı ile. Farklı bilgisayar programları bu hayali “unicorn”un farklı farklı versiyonlarını verecek diye, bu bilimadamları oturup bunlardan hangisini bizim hayali unicorn’un gerçek hali olduğuna karar vermişler.

Kaynak: https://wwwnc.cdc.gov/eid/article/26/6/20-0516_article

Netice itibariyle, bu tür çalışmalarda hazırlanmış doku örneklerinden “çıkarılarak” daha sonra PCR testlerine “kalibre edilmiş” RNA gen dizilerinin spesifik bir virüse, bu durumda SARS-CoV-2 virüsüne ait olduğunu iddia etmek bilimsel olarak mümkün değildir. Bilhassa da, SARS-CoV-2 virüsünü gösteriyor diye sunulan elektronmikroskopisi ile alınmış fotoğraflarda görünen partikül boyutları inanılmaz farklılıklar gösteriyorken. Yayımlanan bir çalışmada aynı virüs (SARS-CoV-2) diye gösterilen partiküllerin çapı 60nm ila 140 nm arasında değişmekte. Adı konulmuş, ne olduğu belli bir virüsün ebadında böylesi geniş çaplı değişkenlik, virüsün tanımı gereği olamaz.


C. Virüsün Enfeksiyöz Olduğu ve Hastalık Yaptığı (Patojenisite) İspatlanamamıştır

20 viroloğun biraraya gelip kaleme aldığı aynı yayında(11) asıl şok edici bilgi ise şu paragrafla geliyor:

“Bu yüzden SARS-CoV-2 virüsünün enfekte etme ve çoğalmaya gitme kapasitesini aralarında insan adenokarsinom hücreleri (A549), insan karaciğer hücreleri (HUH 7.0) ve insan embriyonik böbrek hücreleri (HEK-293T) de olmak üzere türlü primat (maymun) ve insan hücre dizilerinde (cell lines) inceledik. Vero E6 ve Vero CCL81 maymun hücrelerinin yanısıra… . Hücre dizilerinin herbiri yüksek multiplisitede enfeksiyon ile inoküle edildi ve enfeksiyon sonrasındaki 24 saat boyunca müşahede altında tutuldu. Enfeksiyondan sonraki 24 saat içerisinde 107 kat arttığı görülen Vero hücreleri hariç diğer hiçbir hücre dizisinde CPE gözlemlenmedi. HUH 7.0 ve 293T’de çok az bir viral replikasyon görülürken, A549 hücreleri SARS-CoV-2 enfeksiyonu ile uyumlu çıkmadı.”


Viroloji camiasının yapmış olduğu en şok edici açıklamadır bu. Şöyle ki, virologların enfeksiyon ispatı için üzerinde deney yürütebileceği üç “host” (konakçı) veya model var. Bunlardan ilki insan. Fakat etik olarak doğru bulunmadığı için mikroorganizmalar genellikle insan vücuduna tanıtılmıyor; SARS-CoV-2 virüsü veya diğer herhangi bir koronavirüs için de yapılmış değil böyle bir uygulama. Kullanılabilecek bir diğer konakçı ise hayvanlar. Fakat ne hikmetse, hayvanda enfeksiyon oluşturup oluşturmayacağı ve onu hasta edip etmeyeceğini görmek için virüs hiç saf halde verilmiyor hayvanlara? İçinde virüs olduğunu öne sürdükleri birtakım solüsyonları veriyorlar hayvanların vücuduna. Ve SARS-CoV-2 de farede denenmiş durumda. SARS-CoV-2 virüsü taşıdığını ileri sürdükleri solüsyondan normal farelerin hiçbiri hasta olmuyor. Genetik olarak hastalığa yatkın hale getirilmiş fare grubunun ise istatistiksel olarak anlamlı bir kısmı biraz tüy döküyor. Covid 19 diye bilinen hastalıkla(EK3) uzaktan yakından alakası olan bir şey geçirmiyorlar.

Enfeksiyon oluşturuculuğu ve patojenikliği kanıtlamada virologların esasen en sık başvurduğu üçüncü yöntem ise virüslü olduğunu ileri sürdükleri solüsyonları türlü doku kültürlerine ekmek (inokülasyon). Bu işlemde ise, doku önden aç bırakılıp türlü kimyasallarla zehirlenmediği müddetçe ekimi yapılan bu tarz bir solüsyonla öldüğü vaki değil.

Sonuç itibariyle, kendi ifadelerine göre, bizzat kendi metodlarıyla bu virologlar —epey de yüksek miktarda SARS-CoV-2 virüsü ihtiva eden solüsyonlar kullanılmış olmasına rağmen— seçtikleri üç çeşit insan doku kültüründen hiçbirini enfekte e de me miş ler dir! Yani tamamen kendi kural ve kaidelerine göre yürüttükleri deneyler, bu “yeni koronavirüsü”nün insanda enfeksiyon oluşturmadığını kanıtlamış durumda! Tek enfekte edebildikleri maymun hücreleri, o da ancak karışıma böbrekte toksik etkisi bilinen güçlü ilaçlar (gentamicin ve amphotericin) verildiğinde oluşuyor.

Bir daha bir daha ifade etmekte fayda var.

CDC’nin yayınladığı çalışmada bu virologlar hiçbir şüpheye mahal vermeyecek biçimde, SARS-CoV-2 virüsünün insana zarar veremediğini / dokunamadığını kanıtlamış durumdalar. Oysa makalelerinin “sonuç” bölümünde bu bulgudan bahis dahi etmedikleri, yazarların bu çıkarımı yapmaktan açıkça imtina ettiği görülmekte. Tek söyledikleri, camiadan isteyen olursa sadece maymun hücresinde kültürlenmiş virüs stoğu sağlayabilecekleri oluyor?!

Fil dişi kulelerde yapılan ulvi, ulaşılamaz bilim böyle bir şey işte. Bilimin şeffaf, dürüst, ahlâklı ve doğru icra edilmesini istemek hakkımız, bunu sağlamak görevimizdir.



EK1Virüsün Varlığı Bilimsel Olarak İspatlı Değil



SARS-CoV-2 virüsü tespiti yapıldığını belirtmiş yayınların yazarlarına, laboratuvar deneylerinde elektron mikroskopisi ile elde ettikleri fotoğrafların ilgili virüsü tek başına (pürifiye edilmiş haliyle) gösterip göstermediği sorulduğunda hiçbiri “evet” yanıtı veremiyor.

Bazı yayınların yazarlarından alınan cevapların Türkçe tercümesi şu şekilde:

Yayın: Leo L. M. Poon; Malik Peiris. “İnsan sağlığını tehdit eden yeni bir insan koronavirüsü ortaya çıkmış bulunuyor” Nature Medicine, Mart 2020

PMID: 32108160 – DOI: 10.1038/s41591-020-0796-5 https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/32108160/

Çalışma kadrosundan soruya yanıt veren kişi: Malik Peiris
Tarih: 12 Mayıs 2020
Yanıt: “Şekilde virüs, enfekte hücreden çıkarken görülmektedir. Saflaştırılmış hali değildir.”
İngilizcesi: “The image is the virus budding from an infected cell. It is not purified virus.”
Yayın: Myung-Guk Han ve ark. “Kore’de COVID-19’lu hastadan izole edilmiş koronavirüsün tanımlanması”, Osong Public Health and Research Perspectives, Şubat 2020
PMID: 32149036 – DOI: 10.24171/j.phrp.2020.11.1.02 https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/32149036/
Yanıt veren kişi: Myung-Guk Han
Tarih: 6 Mayıs 2020
Yanıt: “Saflaştırmanın derecesini kestiremiyoruz çünkü hücrelerde kültürlenmiş virüsü saf hale getirip konsantre ederek çalışmıyoruz.”
İngilizcesi: “We could not estimate the degree of purification because we do not purify and concentrate the virus cultured in cells.”
Yayın: Wan Beom Park ve ark. “Kore’deki SARS-CoV-2’li ilk hastadan virüs izolasyonu”, Journal of Korean Medical Science, Şubat 24, 2020
PMID: 32080990 – DOI: 10.3346/jkms.2020.35.e84
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/32080990/
Yanıt veren kişi: Wan Beom Park Tarih: 19 Mart 2020
Yanıt: “Saflaştırma derecesini gösterecek şekilde elektron mikrografisi almadık.”
İngilizcesi: “We did not obtain an electron micrograph showing the degree of purification.”
Yayın: Na Zhu ve ark., “2019’da Çin’deki Pnömonili Hastalarda Tespit Edilen Yeni Tip Koronavirüs”, 2019, New England Journal of Medicine, Şubat 20, 2020
DOI: 10.1056/NEJMoa2001017 https://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMoa2001017?fbclid=IwAR2xgUH7hMwPSF3oIGwVqAreZWlMIlGMM8kG54AZvTjaBtbF36cl86kTFi0
Yanıt Veren: Wenjie Tan Tarih: 18 Mart 2020
Yanıt: “Yayında çökelti halindeki virüs partiküllerini gösterdik, saflaştırılmış hallerini değil.”
İngilizcesi: “[We show] an image of sedimented virus particles, not purified ones.”

Yayın: Sharon R. Lewin ve ark., “Avustralya’da COVID-19 teşhisi almış ilk hastadan izole edileip hızlı paylaşımı yapılan 2019 yeni oluşumlu koronavirüsü (SARS-CoV-2)”, The Medical Journal of Australia, Haziran 2020, sf 459-462
PMID: 32237278 – DOI: 10.5694/mja2.50569 https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/32237278/

Yanıt Veren: Jason A. Roberts ve Julian Druce Tarih: 5 Ekim 2020

Yanıt: “Nükleik asit çıkarma işlemi enfekte hücrelerden alınmış izolat materyalinde gerçekleştirilmiştir. Bu materyal santrifüjlenmemiş, yani yoğunluk bantlarına ayrılacak şekilde sukroz gradyanı vasıtasıyla saf hale getirilmemiştir.”

İngilizcesi: “The nucleic acid extraction was performed on isolate material recovered from infected cells. This material was not centrifuged, so was not purified through sucrose gradient to have a density band as such. The EM images were obtained directly from cell culture material.”



EK 2

https://www.fluoridefreepeel.ca/fois-reveal-that-health-science-institutions-around-the-world-have-no-record-of-sars-cov-2-isolation-purification/

EK3


⇨ İtalya’daki 38 hastada otopside belirlenen Covid-19 belirtileri:

Carsana et al., Pulmonary post-mortem findings in a series of COVID-19 cases from northern Italy: a two-centre descriptive study, The Lancet, June 8, 2020

PMID: 32526193 – DOI: 10.1016/S1473-3099(20)30434-5
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/32526193/


> Diffüze alveolar hasar

> Pnömositlerde nekroz

> Hiyalin zarlar

> Interstisyel ödem (konjesyon)

> Metaplazi [Bir dokunun diğer bir doku haline dönüşmesi; doku hücrelerinin başka bir doku hücrelerine değişmesi]

> Küçük arteryal damarlarda kan pıhtıları


⇨ Almanya’da otopsisi yapılan 12 hastanda saptanan patolojiler (Wichmann, Annals of Internal Medicine, August 18, 2020):

Wichmann et al., Autopsy Findings and Venous Thromboembolism in Patients With COVID-19: A Prospective Cohort Study, Ann Intern Med, 2020 May 6.
PMID: 32374815 DOI: 10.7326/M20-2003 https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/32374815/


> Diffüze alveolar hasar

> Hiyalin zarlar

> Metaplazi

> Pulmoner embolizm (kan pıhtısı)

RT-PCR KORONAVİRÜS TESTİ İLE İLGİLİ TÜM HUSUSLAR

RT-PCR KORONAVİRÜS TESTİ İLE İLGİLİ TÜM HUSUSLAR

David Crowe
23 Nisan 2020
Versiyon 3

Bu, RT-PCR teknolojisine istinaden yapılan sözde koronavirüs testinin bir analizidir. Bu çalışma önemli ölçüde, dünya çapında bir uzman olan Profesör Stephen Bustin‘ın RT-PCR ile ilgili olası sorunlar üzerine olan 2017 tarihli bir makalesini okumama, son zamanlarda onunla birlikte yürüttüğüm bir podcast’e ve RT-PCR verilerinin işlenmesi ve raporlanmasına dair MIQE yönergelerine dayanmaktadır. Bu makale, testte kullanılan RNA’nın viral mi yoksa endojen mi olduğunu sorgulamamaktadır.  RNA viral değilse, RT-PCR koronavirüs testinin hiçbir değeri olmadığı açıktır. Bu belgede billimsel referans verilmemiştir, ilgili yayınlar için Koronavirüs Paniği Kritiği başlıklı yazımıza bakılmalıdır.

PCR DÖNGÜ SAYISI


PCR algoritması döngüseldir. Her döngüde DNA (RT-PCR içerisinde sürecin başlatıldığı RNA’ya karşılık gelen) miktarının yaklaşık iki katını üretir. Test olarak kullanıldığında, başlangıç ​​materyalinin miktarını bilmezsiniz fakat her döngünün sonundaki DNA miktarı problara bağlanan floresan moleküller tarafından dolaylı olarak gösterilecektir.O zaman her adımdan sonra üretilen ışık miktarı yaklaşık olarak iki katına çıkar ve belli bir yoğunluğa ulaşınca işlem sonlandırılır, numune pozitif ilan edilir (numunenin enfekte olduğu kastedilir). Belli bir döngü sayısına ulaştıktan sonra hala yeterli DNA yoksa numune negatif ilan edilir (enfekte olmadığı anlamında). Pozitif ve negatifi ayırmak için kullanılan bu döngü eşik değeri (Ct) keyfidir ve testi yapan her kuruluş için aynı değildir. Örneğin, 36’yı pozitif için sona erme noktası, 37-39’u belirsiz, yani daha fazla test yapılmasını gerektiren ve 39’u negatif olarak rapor eden bir makale yayınlandı. Başka bir çalışma ise, ara alan olmadan, kesme noktası olarak 37’yi kullandı. Amerikan FDA tarafından onaylanan test kitlerinin olduğu listede, 30, 31, 35, 36, 37, 38 ve 39 döngülerinin her biri için bir üretici önerisi vardı,12 üretici tarafından seçilen 40 döngü sayısı ise en popüler olandı, 43 ve 45 döngü sayıları için ise birer üretici önerisi mevcuttu.

DÖNGÜ EŞİK DEĞERİNİN (Ct) MANASI

Ct değeri kullanırken varsayılan şey, kullanılan RNA miktarı aslına yaklaşık olursa (iki ile çarpımda) yine aynı Ct değerini vereceğidir. Oysa RT-PCR’de birçok yoldan hata oluşabilmektedir. RNA ekstraksiyon aşaması bile verimde bir sürü kayba gebeyken, RNA’nın komplemeter DNA’ya dönüştürülmesi aşamasında etkinlik bakımından verilecek fire daha da büyüktür (Prof. Bustin’e göre yapılan işlemde etkinliğin %50’nin üstüne çıktığı pek vaki olmayıp, rahatlıkla 10 katlık fark oluşabilmektedir) ve tabii PCR işleminin bizzat kendisi etkinlikte kayba yol açmaktadır. Podcast yayınında Bustin, keyfi Ct değerine göre hareket etmenin “tamamen saçmalık” olduğunu, bunun “akıl alır tarafı olmadığı”nı belirtmiştir. Farklı laboratuvarlarda testlerin aynı Ct değerine göre yapılmış olması, başlangıçtaki RNA miktarının aynı olduğu anlamına gelmemektedir.

DÖNGÜ KONUSUNDAKİ KISITLAR

Profesör Bustin 35 kezden fazla döngü yapmanın amaca uygun olmadığını ve mantıksızlığını belirttiği halde, hiç kimsenin bu döngü sayılarını 35 ve altında sınırlandırmadığı görülmektedir (MIQE ilkeleri 40’tan az döngü sayısını önermektedir). Çok fazla döngü yapıldığında arka plan flüorışıma artacağı için, bu durum sahte pozitiflikle sonuçlanabilir.

CT ve POZİTİF ÇIKAN TEST SAYISI


Ct döngü değeri, pozitif testlerin sayısını önemli ölçüde etkileyecektir. Ct 37’den 35’e çekilirse daha az, 39’a çıkarılırsa da daha fazla pozitif sonuç elde edilecektir.

CT döngü değeri belli bir standarda bağlansa bile, farklı laboratuvarlar tarafından kullanılan özel makinalar, kimyasallar ve prosedürlere bağlı olarak farklı anlamlar taşıyabilirler ve hatta aynı laboratuvardaki farklı numune türleri arasında bile değişiklikler bulunabilir. Miktarı belli bir ‘spike’ RNA alınıp iki ayrı makinede eşzamanlı olarak çoğaltıma sokulup çıkan sonuç karşılaştırılmadan, pozitif ve negatifliği tutarlı bir biçimde birbirinden ayırmamızı sağlayacak Ct değerine ulaşılması zordur.

MİKTARIN BİR ANLAMI VAR MI?


Randımanlı bir PCR işleminde dahi oldukça yüksek döngü sayısına rağmen tespit edilen RNA molekülü sayısı topu topu 3’te kalabiliyor. Vücudunda, herhangi bir sağlık sorunu bulunmasa dahi bu kadarcık bir virüs bile taşıyan varsa, onlar da testte pozitif çıkmış oluyor.

VİRÜS FONKSİYONEL Mİ DEĞİL Mİ?


Alınan numunede enfeksiyon kabiliyeti olmayan defektif virüs partikülleri veya virüsün yalnızca bir bölümü varsa bile test yine pozitif verecektir. PCR testi ile virüsün patojenik ve replikasyon kabiliyetine sahip oluop olmadığı anlaşılamaz.

RT-PCR TESTİ İLE ENFEKTE KİŞİYİ ENFEKTE OLMAYANDAN AYIRMAK MÜMKÜN MÜ?

Değildir.

RT-PCR’NİN ÇALIŞMA MEKANİZMASI


PCR ile belli bir RNA’yı aramak için şu işlemler uygulanır:

  1. RNA’nın numuneden çıkarılması (ekstraksiyon) gerekir. DNA karışmamasına çok dikkat edilmeli, bu işlem titizlikle yürütülmelidir. İleriki aşamalarda testin çalışmasını engelleyecek kimyasalların kullanılmaması gerekir. Elde edilenin saf RNA olmasını sağlamak mümkün değildir.

  2. RNA’nın komplementer DNA’ya (cDNA) dönüştürülmesi gerekir. Ters Transkritaz enzimi vasıtasıyla yapılan bu işlem hiçbir zaman yüzde yüz etkin değildir (randıman %50’de kalır). Ortaya ne kadar DNA çıkacağı ise birçok faktöre göre değişiklik gösterir, miktarda 10 katlık farklar gözlemlenebilir (eskiden 100 kat daha az veya daha çok olabiliyordu miktar).

  3. İşin PCR kısmında, primerleri ve probuyla (ve muhtemelen yanında biraz da, ayıklanamadığı için numuneden karışmış kaçak DNA ile birlikte) cDNA vardır sahnede. Primerler, kopyası çıkarılarak çoğaltılmak istenen cDNA’nın başını-sonunu belirler. Prob ise, RNA’nın ancak primerlerle eşleştiği takdirde (ki primerlerin boyu çok çok kısadır) çoğaltıma gitmesini sağlamaya yarar. Her döngüde (PCR proper’da) DNA miktarı yaklaşık iki katına çıkar. Proba floresan marker’ler iliştirilir ki, verdiği ışıktan her adımda kaç DNA üretilmiş olduğu aşağı yukarı anlaşılabilsin.

  4. İstendiği takdirde, bu şekilde üretilmiş DNA sekanslanarak tam olarak hangi bazlardan (dört farklı DNA boncuğundan (bead) müteşekkil yapı) oluştuğu da görülebilir.

Bu işlemlerin her bir aşaması hataya ve randımansızlığa açıktır. Miktarı kestirmek ise reaksiyona başka bir RNA’dan belli bir miktar karıştırılmadan mümkün dahi değildir, kaldı ki o katılan RNA da sonra kopyalanıp çoğaltılmaya başlar. İlk başta elde ne kadar materyal varsa, PCR’nin yapacağı döngü sayısı da kabaca bunun azlığı veya çokluğu ile ilişkili olacaktır.

TESTLERİN SORUNLU OLDUĞU SALT BİR HİPOTEZDEN Mİ İBARET YOKSA ELDE KANIT VAR MI?

Bu testlerin çıkardığı imkansız sonuçları açıkça görebileceğimiz çok sayıda yayın bulunmakta.

Çin’de yapılan bir çalışmada araştırmacılar art arda yapılan test sonuçlarını Negatif (N), Pozitif (P) veya kuşkulu (D, negatif-pozitif arası bir noktada) şeklinde kodluyor. Test edilen 600 hastadan 29’unda çıkan şu sonuçlara hiçbir açıklama getirilemiyor: 1 DDPDD 2 NNPN 3 NNNPN 4 DNPN 5 NNDP 6 NDP 7 DNP 8 NDDPN 9 NNNDPN 10 NNPD 11 DNP 12 NNNP 13 PPNDPN 14 PNPPP 15 DPNPNN 16 PNNP 17 NPNPN 18 PNP 19 NPNP 20 PNPN 21 PNP 22 PNP 23 PNP 24 PNDDP 25 PNPNN 26 PNPP 27 PNP 28 PNPN 29 PNP. 

Singapur’da yapılan bir çalışmada, 18 hasta neredeyse her gün test ediliyor ve çoğu da en az bir kez önce Pozitif sonra Negatif ve ertesi gün tekrar Pozitif çıkıyor. Hatta bir hasta tam dört kez bu patterni gösteriyor.

Çin’de, birbirini izleyen iki negatif testin sonucunda temiz ilan edilen hastaların %5 ila %14 kadarı daha sonra yeniden, çoğunda semptom dahi yokken bir daha pozitif çıkıyor. Güney Kore’de de yakın zamanda bu tür 91 vaka bildirilmiştir. 

68 yaşında bir Çinli semptomları olduğu için hastaneye gidiyor ve testi pozitif çıkıyor. Semptomlar düzeldikten sonra iki negatif test de verince taburcu ediliyor. Bir süre sonraki takip testinde yeniden pozitif çıkınca hastaneye geri alınıyor, düzelince iki negatifle yeniden salınıyor, takip testi bir daha pozitif verince gene yatırılıyor ve ardından üçüncü kez taburcu ediliyor.

SONUÇ


Tüm bunlardan yola çıkarak şu sonucu söylemek mümkündür:

Koronavirüs tespiti için RT-PCR testi kullanımı, mümkün olduğunca çok sayıda pozitif sonuç üretmek için tasarlanmışa benzemektedir. Gerçek pozitifleri kaçırma korkusu o denli büyük ki, RT-PCR’ye dayalı test metodolojisini düzenleyenlerin, yanlış pozitif riskini tamamıyla göz ardı etmiş oldukları görülmektedir. Yanlış pozitiflerle şişirilen salgın ise ekonominin tamamıyla kilit altına alınması, insanların evlerine hapsedilmesi, parkta top oynamak, arkadaşlarıyla kahve içmek, tiyatro veya spor aktivitelerine gitmek, yüzmek veya bir fuara gitmek gibi insalara hayatlarında mutluluk veren her unsurun tahrip edilmesine mazaret olarak kullanılmaktadır.

© Telif Hakkı 16 Mart 2021. David Crowe 

Bu makale Coronaloji sitesi için Sn. Zehra Yıldırım tarafından çevrilmiştir.

AstraZeneca Aşısı Kanda Pıhtı Oluşumuna ve Ölümlere Neden Oluyor

AstraZeneca Aşısı Kanda Pıhtı Oluşumuna ve Ölümlere Neden Oluyor

Norveçli Tıp Profesörü, AstraZeneca Aşısı’nın Ölümcül Kan Pıhtıları ile Tıbbi Bağlantısını Ortaya Koyuyor ama EMA “Zarardan Çok Yararı Var” Diyerek Avrupa’da Aşının Kullanımına Devam Edilmesini Söylüyor


AstraZeneca’nın COVID aşısının kullanımını durduran ülke sayısı 20’ye yükselmiş durumda. İtalya’da bu aşıyı olduktan saatler sonra hayatını kaybeden 57 yaşındaki müzik öğretmeninin eşi ‘kasıtsız adam öldürme’ suçlaması ile dava açmış bulunuyor.

Oslo Araştırma ve Eğitim Hastanesi’nde görevli Prof. Dr. Pål Andre Holme 18 Mart 2021 tarihinde düzenlediği basın toplantısı ile, hastanelerinde 50 yaşın altındaki 3 sağlık çalışanında AstraZeneca’nın deneysel aşısını olduktan sonra gelişen kan pıhtılanması ve aralarından birinin de ölümü üzerinde açılan soruşturmanın bulgularını açıklıyor.

ZeroHedge News sitesinin habeirne göre Dr. Holme, kan pıhtısı oluşumunun sebebinin AstraZeneca aşısı olduğunu doğruluyor:

Baş hekim Prof. Pål Andre Holme 18 Mart Perşembe günü, Avrupa Tıp Birliği EMA’nın aynı gün sunması beklenen “aşı güvenlik değerlendirme raporu” öncesinde basına yaptığı açıklamada, sağlık personelinin yaşamış olduğunu aşı reaksiyonunda tetikleyici faktörün ne olduğuna dair yeni bir teorilerinin olduğunu ve ne yazık ki, tetikleyici faktörün AstraZeneca aşısı olduğuna kanaat getirdiklerini bildiriyor.

Aşı 50 yaş altındaki hastane çalışanlarına uygulandıktan sonra kanda ciddi pıhtılanma ve trombosit seviyelerinde düşüş nedeniyle hastaneye yatışları yapılıyor. Pazartesi günü sağlık çalışanlarından biri kaybediliyor.

Uzman hekimlerden oluşan bir kurul derhal sebebi araştırmaya girişiyor ve bu beklenmedik ve güçlü immün yanıta aşının yol açmış olabileceği teorisini de masaya yatıyorlar. Ve Dr. Holme’ye göre sonuç:

“Bunun büyük ihtimalle aşıya bağlı olarak oluşan güçlü bir immün yanıt olduğu yönündeki teorimiz doğru çıkmıştır.”

“Kuzey Norveç’ten alanında uzman meslekdaşlarımızla beraber yürüttüğümüz araştırmada, hastaların kanında trombositlere karşı gelişmiş spesifik antikorlar olduğu saptanmış ve bunun da gördüğümüz reaksiyon tablosunu oluşturabileceğine kanaat getirilmiştir. Aynı reaksiyon ve tıbbi tabloya bazı ilaçların da neden olabileceği tıbben bilgimiz dahilindedir.”

Her ne kadar bu bir teori olarak öne sürülmüş olsa da, Dr. Holme üç hastada birden böylesi güçlü bir bağışıklık yanıtını aşıdan başka bir şeyin oluşturmasının mümkün olmadığının altını çiziyor. “Üç hastanın tıbbi açıdan tek ortak noktası, oldukları aşıdır,” diyor.

“Sebebi biliyoruz. Bu kişilerin neden böyle bir immün yanıt vermiş olduğunu aşıdan başka açıklayan bir şey yok.”

İmmün sistemdeki bu yanıtı aşıdan başka bir şeyin tetiklemiş olamayacağını neye dayanarak söylediği sorulduğunda Dr. Holme’nin yanıtı şu oluyor:

“Hastaların sağlık öykülerinde böylesi güçlü bir yanıt oluşturacak hiçbir etmene rastlanmadı. Sebebin bulduğumuz antikorlar olduğundan şüphem yok. Bunu tetikleyen faktör için de aşıdan başka geçerli bir açıklama göremiyorum.”

Dr. Holme’nin kamuoyuna mesajı şu:

“Covid geçirmiş olsalar muhtemelen rahat atlatacak, yaşı genç insanlar bunlar ve ne yazık ki çok ağır bir şekilde hasta düştüklerini, hatta hayatlarını kaybetttiklerini görüyoruz.”



Yanlış Virüs Teorisi ve Anlamsız PCR Testi – Video

Yanlış Virüs Teorisi ve Anlamsız PCR Testi – Video

“Viroloji ve aşı bilmi tamamıyla tek bir önerme üzerine kurulu, o da virüslerin hasta edici, enfeksiyöz ajanlar olduğu”, demiştik sitemizdeki bir başka yazıda. Oysa ağdası tıbbın içindekiler bile bakmaya cesaret edemesin diye özellikle koyu tutulmuş jargonu, gözümüzle gördüğümüz gerçeklerle hiçbir şekilde uyuşmasa da dogma adına biat etmeye zorlandığımız temelsiz “teoriler” ve asılsız “varsayımlar” bütünü virolojinin şu an, gen ve bilgisayar teknolojileri ile girdiği dünyaevinin ortaya çıkardığı bilim-kurgu filminin sonu gelmeyen ve ancak bizim sonumuzu getireceği kesin bölümlerinin hiçbir söz hakkı olmayan figüranları durumundayız.

Akla yatkın açıklamaları reddetmeyelim.

Doğruları görmekten ve ifade etmekten çekinmeyelim.

Ezberlerimizi ya şimdi bozalım ya sozsuza dek susalım.

Virüs denilen genetik kod paketleri gerekli anlarda hücremizin yaptığı, vücudumuzun kendini savunma, temizleme, önlem alma ve hücreler-dokular-organlar-sistemler arası haberleşme sisteminin ulakları, mesaj kodları mı? Evet.

Adına ister virüs ister eksozom deyin, bunlar bizi iyileştirmek için var, hasta etmek için değil.

Bulaşmıyorlar; herkes kendi virüsünü (eksozomunu) kendisi yapıyor; gerektiği tipini yapıyor; anında uyarlıyor (kimileri buna “mutasyon” diyor); gerektiği miktarda yapıyor.

Gerçek manada virüs izolasyonu yapılıp, “virüs” tek başına alınıp herhangi bir canlıya tanıtıldığında hasta etmiyor. O yüzden virüsü illâ başka hayvan hücre ve dokuları ile birlikte, içine birtakım antibiyotikler, formaldehid, alüminyum gibi zehirler ilave edip vücuda tanıtıyorlar ki bağışıklık sistemi —virüse değil— bu zehirlere karşı görevini yapsın, alarma geçsin. Saf halde, yalın olarak bir virüs (eksozom) yapısının kimseyi hasta ettiği şu ana kadar ispatlanabilmiş değil.

Sitemizden virüs izolasyonundaki sorunları anlatan yazılar eşliğinde videoyu izlemenizi salık veririz.

.aude sapere.