Aşı Muhalifleri İçin Seyahat Özgürlüğü Yok

Aşı Muhalifleri İçin Seyahat Özgürlüğü Yok

Uluslararası uçuş derneği IATA, dijital bir korona aşı kartının tanıtımı üzerinde çalışıyor. Sadece aşı yaptıranlar uçabilecek

Genel olarak aşı muhalifleri ve özelde korona aşısı muhalifleri için kötü haber: 

1945’te Küba’nın Havana kentinde kurulan havayollarının kapsayıcısı olan Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği (IATA), aşı pasaportu üzerinde çalışıyor. ABD The Hill gazetesinin IATA genel müdürü Alexandre de Juniac, böyle bir sistem için uygun altyapının hazırlandığını doğruladı:

Şu anda test aşamasında olan aşıların uygulandığı kişiler, bir veri tabanına dahil edilmelidir. Böylece, bu veri tabanındaki bilgiler geleneksel pasaport verileriyle bağlantılı olacak ve buna paralel olarak erişilebilecek .

Makalede, “Dijital sağlık pasaportu bir yolcunun test ve aşı bilgilerini içerecek ve hükümetler, havayolları, laboratuvarlar  bilgileri yönetecek ve gözden geçirecektir.” bilgisi bulunuyor.

IATA, bu dijital aşı pasaportunun, potansiyel yolcuları pandemik zamanlarda uçma korkusundan kurtaracağını ve boşta kalan küresel kitle turizmini hızla yeniden canlandıracağını umuyor. Şu anda hiçbir ülke yeni koronavirüs SARS-CoV-2’ye karşı aşılamayı henüz mecburi kılmadı. İlgili tartışmalar ağırlıklı olarak Avustralya ve Yeni Zelanda olmak üzere, virüsü iyi kontrol altında tutan diğer ülkelerde sürüyor.

Bununla birlikte, giriş düzenlemeleri ve aşı koruması gibi sorunlar ortaya henüz çıkmadı, çünkü büyük kontrol otoriteleri, ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve Avrupa İlaç Ajansı (EMA) henüz bir aşıyı onaylamış değil.

Ancak, bu kısa zamanda aşılabilecek bir durum, çünkü ilgili Faz I ila Faz III çalışmaları birlikte ilerliyor. Bu konseptin önde gelen savunucularından biri ise Bill Gates

Korona aşıları, 18 aydan daha kısa bir rekor sürede piyasaya çıkabildi. Bugüne kadarki en hızlı aşının – kabakulak hastalığına karşı bir aşı – onaylanması dört yıl sürmüştü.

Uluslararası hava yollarında durum aciliyet göstermediği için Amerika Havayolları aşı mecburiyeti konusunda henüz çekimser davranmakta.. İngiliz Daily Mail gazetesinin yazdığına göre, Uluslararası Havayolları, şu ana kadar kendi personellerinin hizmetlerine devamını sağladıklarını, bundan sonra da yolcularının ve çalışanlarının refahı ve sağlığı için gerekeni yapacaklarını bildirdi..

IATA genel müdürü De Juniac yine de “Corona pasaportu” nun geleceğinden emin. 

“Test, uluslararası seyahati karantina olmadan mümkün kılmanın ilk adımıdır.” diyor.

İkinci adım ise ”sınır kontrolünün gereklerine uygun olarak yolcuların kimlikleriyle eşleşen test verilerini güvenli bir şekilde yönetmek, değiştirmek ve doğrulamak için gerekli olan” küresel bir bilgi altyapısının oluşturulmasıdır. ( Harald Neuber )

Kaynak:

https://www.heise.de/tp/features/Keine-Reisefreiheit-fuer-Impfgegner-4973891.html

Okumaya Devam Et

Aşı Değil, Gen Terapisi!

Avukat Reiner Füllmich: “İnsanlar bu bir "aşı" bile değil, genetik deney diyorlar. Siz ne diyorsunuz?” Prof. Dolores Cahill:  “Evet, aşı kriterini...

Prof.Stefan Hockertz Uyardı: İnsanlar Aşılardaki Gen Teknolojisiyle Değişikliğe Maruz Kalabilir

Prof.Stefan Hockertz Uyardı: İnsanlar Aşılardaki Gen Teknolojisiyle Değişikliğe Maruz Kalabilir

Biyolog, immünolog, toksikolog ve farmakolog Prof. Dr. Stefan Hockertz, korona virüse karşı geliştirilen aşıların insanları gen teknolojisi vasıtasıyla bir değişikliğe maruz bırakabileceğini söyledi.

Biyolog, immünolog, toksikolog ve farmakolog Prof. Dr. Stefan Hockertz, dünyanın nefesini tutarak beklediği korona virüs aşısı hakkında açıklamalarda bulundu. 30 seneden fazla bir zamandan beri kendini aşı araştırmalarına adamış bir bilim adamı olarak bütün prosedürlerin harfiyen uygulandığı bir aşı için en az 8, hatta 10 seneye ihtiyaç olduğunu belirten Hockertz, öncelikle tarihte geliştirilen birçok aşının insanlığa sağladığı faydaların saymakla bitirilemeyeceğini ve genel manada aşılara yaklaşımının pozitif olduğunu ifade etti. Tamamen yeni bir aşılama stratejisine geçilmesine karar verildiğini söyleyen Hockertz, “Korona salgınında şimdi ne planlanıyor? Bu çok önemli bir konu ve medyada bu husus üzerinde bence çok az tartışma yapılıyor. Aşı şirketleri, serbest mRNA hücrelerinin yani serbest genetik hücrelerin taşıyıcı madde üzerinden küçük mini parçacıklar aracılığıyla hücrelerimize doğrudan eklenmesi ve sonra hücrelerimizin analiz edilmesini planlıyor. Bu da insanların net bir şekilde gen teknolojisi vasıtasıyla bir değişikliğe uğratılması manasına geliyor. Biz, vücuda zerk edilen bu virüsün genetik materyalinin hangi hücrelere gittiğini bilmiyoruz. Buradaki analiz işleminin ne kadar süreceğini de bilmiyoruz. Okumayı (analizi) durdurmanın hiçbir yolu yok. Ayrıca bu genetik materyalin virüsün genetik materyalinin neresine yerleşeceği hususunda da herhangi bilgimiz mevcut değil” dedi.

Özellikle bu genetik materyalin germ hücrelerine, yani kadınların yumurta hücrelerine veya erkeklerin sperm hücrelerine de yerleşip yerleşmediğini ve dolayısıyla böylece genetik miras bırakma yoluyla gelecek nesillere miras olarak aktarılıp aktarılmadığının bilinmediğini söyleyen Hockertz, “Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Çünkü insan genomunu değiştirmek için böyle bir genetik aşılama daha önce hiç yapılmamıştı. Biraz evvel özetlediğim ve bilmediğimiz mevzuların normalde seneler sürecek ciddi ilmî çalışmalarla aydınlatılmasını arzu ediyorum ancak maalesef etrafımda böyle bir isteği göremiyorum” diye konuştu.

“Gen bazlı aşılar insanlık için çok tehlikeli”
Robert Koch Enstitüsü Aşılama Daimi Komitesinin bütün aşı tavsiyelerinin yaklaşık yarısını son derece faydalı bulduğunu, kesinlikle aşı muhalifi bir epidemiyolog olarak algılanmak istemediğinin altını çizen enfeksiyon epidemiyolojisi ve mikrobiyoloji uzmanı Prof. Dr. Sucharit Bhakdi, dünyanın merakla beklediği korona aşısı hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Bhakdi, “Yeni mRNA’lı aşı, olabilecek en tehlikeli aşılardan biri. Bu aşı için klinik deneylere müsaade edilmesi bana göre suçtur. Bunun sebebini size daha iyi anlaşılabilmesi için çeşitli benzetmelerle şu şekilde açıklayabilirim; bir virüsün parçası ya da o virüs sizin hücrenizde üretilir ve onun çöpleri (atıkları) sürekli olarak dışarı atılır, yani kapının önüne konur. Katil (tabii öldürücü) olarak nitelediğimiz lenfositler kendi hücrelerini öldürmek üzere bu atıklara saldırır. Böylece virüs fabrikası kapanacaktır. Ve bu mRNA, virüs geni için bir nevi minicik bir eldir. İşte bu mRNA, virüsün kapıyı açabilmek için ihtiyaç duyduğu eli olan bir koldan başka bir şey değildir. Bu mRNA, sizin vücudunuza iğne yoluyla zerk edilirse sizin hücreniz tarafından kabul edilir. İlaç endüstrisi ve araştırmacılar, bu mRNA’yı hücrelerinizin rahatlıkla kabullenebilmesi için gerektiği şekilde hazırladı. Ancak bu mRNA’ların sizin hangi hücreleriniz tarafından kabul edileceğini ve vücudunuzun neresine yerleşeceğini bilemiyoruz, hiç kimse bilmiyor. Çünkü bu mRNA’ların nereye gideceği meçhul. Evet, bu mRNA’lar sizin kaslarınıza zerk edilecek ve hepimizin malumudur ki, bu mRNA’lar orada durmayacak. Burada bir paketteki milyarlarca mRNA’dan bahsediyoruz. Elbette bunlardan bir kısmı zerk edildikleri kasta kalabilir ancak büyük bir bölümü de vücudunuzun başka yerlerine gidecektir. Karaciğerinize, beyninize ya da bambaşka bir organınıza. Onu bilemiyoruz” dedi.

mRNA’ları kabul eden hücrelerin bu minicik eli olan minicik kolları imal etmeye başladığını ifade eden Bhakdi, “Bu imalatın bağışıklık sistemi tarafından kabul edilebilir olması gerekmektedir. Sizin hücreleriniz elbette ancak yeteri kadar düşman varsa kendini antikor oluşturmaya mecbur hisseder. Bu durumda aşının son derece güçlü olması şarttır. Ayrıca sizin hücrelerinizin de çok fazla miktarda minicik eli olan minicik kollardan imal etmesi gerekir. Aksi takdirde yeteri kadar antikor üretemezler. Aşı üreten firmaların iddiasına göre bu işlem, hayvan deneylerinde başarıya ulaşmış. Bu da demek oluyor ki, onlar bu mRNA ile bazı deney hayvanlarını aşılamış ve bu hayvanlar da antikor oluşturmuş. Bu sebeple ‘Biz bunu başarmak için insanlarda da denemeliyiz’ diyorlar. Ancak tam da burada belirtmeliyim ki; ‘Biz bu işi becereceğiz’ iddiası çok tehlikeli. Çünkü ‘Şundan emin misiniz?’ diye sormak gerekir; yeteri kadar minicik eli olan minicik kol üretseniz bile sizin bağışıklık sisteminizin kâfi miktarda antikor üreteceğini nereden biliyorsunuz? Yeterli miktarda çöp üreteceğinizden ve bu çöplerin katil lenfositler tarafından öldürüleceğinden emin misiniz? Ben bunun cevabını bilmiyorum ama bir tahminim var. Şayet böyle bir şey olursa sizin katil lenfositleriniz, üretici hücrelerinize saldırabilir. Yani virüsü üreten kendi hücreleriniz saldırıya uğrayabilir. RNA bir gendir ve antijen (protein) için kodlanmıştır” şeklinde konuştu.

Katil lenfositlerin bu çöpü imal eden hücrelere saldıracağını belirten Bhakdi, “Hücreleriniz çöp imal ediyor, çünkü onlar virüsün genini aldıkları için antijenini (proteinini) üretiyor. Bu bir otoimmün (öz bağışık) reaksiyondur. Bunun nasıl olacağını kimse bilmiyor. Böyle bir şey olursa bizi nasıl sürprizlerin beklediğini tahmin bile edemeyiz. Bu söylediklerim aşırı derecede fazla önem arz ediyor. Şahsen kimseyle kavga etmek istemiyorum. Lothar H. Wieler (Robert Koch Enstitüsü Başkanı, veteriner hekim) ve Christian Drosten (Alman hükûmetinin korona danışmanı, virolog) ile bu konuda ilmî münazarada bulunmak ve onlara ‘Biraz evvel anlattıklarımı hiç düşündünüz mü?’ diye sormak isterdim. Şayet böyle bir şeyi düşünmediklerini söylerlerse bunu bilerek mi düşünmek istemediklerini merak eder, yine bunun da sebebini sorardım. Bu yapılmazsa büyük bir felaketle karşılaşma ihtimalimiz var. Bu durumda bu aşının denendiği insanlara kobay diyebiliriz. Onlar en azından maymunlar üzerinde bunu deneyebilirdi. Şu ana kadar yüzlerce insan deney maksatlı olarak bu aşıyı vuruldu ve onlara bu mRNA’lar zerk edildi. Şunu söyleyebilirim ki, bu aşıların yan etkileri bilinmiyor. Ayrıca size şunu söyleme cüretini kendimde buluyorum; bunun eğitimini alıp seneler boyunca bu işle uğraşan, enfeksiyon epidemiyolojisi dersi veren ender insanlardanım. Herkesin oturup bu konuyu detaylı bir şekilde düşünmesi şart. Ayrıca bunları söylerken yalnız olmadığımdan eminim. Şunu da belirtmeliyim ki, her söylediğimde kesinlikle haklı olduğumu iddia etmiyorum. Ancak bu konunun acilen ilmî çerçevede tartışılmasını istiyorum. Çünkü bu kadar önemli bir husustaki belirsizliklerin ve insanların kafasındaki soru işaretlerinin bir an evvel giderilmesi gerekiyor” dedi.

Mücahit Karmış

Bunlar Da İlginizi Çekebilir

Son haberler

Aşı Dayatması Hukuka Aykırıdır

Sağlık hakkı bir bütün olarak fiziksel, ruhsal ve sosyal esenlik durumunu ifade eder. Demokratik hukuk devletinin bir gereği olarak insanların vücut bütünlüğüne, temel hak ve özgürlüklerine saygı duymak ve bu saygınlığı olumsuz etkileyecek her türlü iş ve eylemden...

COVID-19 “Hasta” Takibi ve Özgürlükler

COVID-19 salgını sonucunda, hemen hemen hiçbirimizin daha önce karşılaşmadığı dünya çapındaki bir sorunla yüzleşmek zorunda kaldık. Dünya, başta geçen yüzyılın başındaki İspanyol gribi olmak üzere, büyük çaplı salgınları iletişim olanaklarındaki farklılık nedeniyle...

Corona Sürecindeki Hikayelerine Talibiz

Bizimle konu hakkındaki her türlü duygu, düşünce ve yorumunu paylaşarak bu platforma sen de katkı sağlayabilirsin.

Bize Katıl

Yabancı dilden Türkçe’ye çeviri konusunda destek olmak ya da kendi alanın çerçevesinde paylaşımlarımıza katkı sağlamak istersen, bize yazabilirsin.

Bizi takip et

Güncel paylaşımlardan haberdar olmak ister misin?

İtalya’da Açılan Dava : Geçersiz PCR Testleri

İtalya’da Açılan Dava : Geçersiz PCR Testleri

Prof.Dr. Stefano Scoglio
Prof.Dr. Stefano Scoglio

Kök hücre çalışmalarıyla tanınan ve 2018 yılında Nobel Tıp Ödülü’ne aday gösterilen Prof. Dr. Setfano Scoglio, araştırmaları sonucu COVID-19 olarak bilinen hastalık tablosuna yol açtığı iddia edilen SARS-CoV-2 isimli virüsün ne bugüne kadar izole edilerek tanımının ve ispatının yapılmış olduğunu, dolayısıyla bu virüse atfedilen gen dizilimlerinin kaynağı belli olmadığından doğruluklarının sorgulanması gerektiğini; ne de acil durum için kullanımına hükümetlerce onay verilmiş, ancak esasen sadece laboratuvar araştırmalarında kullanımı onaylı PCR test cihazlarının validasyonu bulunduğu ve teşhis amaçlı kullanılamayacak bu cihazların kalibrasyon ve kullanımı ile ilgili oldukça sorunlu yönler bulunduğu gerekçesiyle, İtalyan mahkemelerinde devlete karşı dava açtıklarını bildirmekte.

Mahkemeye sundukları iddianamenin İngilizceye tercümesinden sizler için aktarıyoruz:

COVID-19 için geliştirilmiş sürüntü testleri hakkında açılan dava konusu:

İmza sahipleri:

1) Enfeksiyon Hastalıkları ve Viroloji uzmanı, Dr. Fabio Franchi, Nanopatolojiler üzerine uzman Dr. Antonietta Gatti, eczacı ve nanopatoloji uzmanı Stefano Montanari ve 2018 Nobel Tıp Ödülü adaylarından bilimadamı Prof. Stefano Scoglio’nun ortak açıklaması:

Sürüntü testlerinin verdiği sonuçlar hiçbir şekilde güvenilir değildir ve buradan elde edilecek verilerin olağanüstü hal uygulamalarının devamı, bireysel ve toplu karantina uygulamaları, bireysel özgürlüklere getirilen kısıtlamalar ve hayatı kilit altına alma kararları, okullardan işyerlerine ve hatta aile içi ilişkilere kadar vardırılan müdahale ve kısıtlamalara gerekçe olarak kullanılmasının kesinlikle hiçbir bilimsel temeli bulunmamaktadır.”

2) Prof. Stefano Scoglio’nun önderliğinde, COVID 19 sürüntü testleri üzerine yapılmış en kapsamlı çalışma: “COVID-19 sürüntü testleri %95 hatalı pozitif vermekte: İtalyan Milli Sağlık Enstitüsü tarafından onaylı bilgi.”

3) Yukarıda bahsi geçen uzmanların özellikle vurguladıkları noktalar:

a) Avrupa Komisyonu ve İtalyan Milli Sağlık Enstitüsü’nden elde edilen belgelere göre, Avrupa’da 16 Mayıs 2020 itibariyle kullanımda olan 78 çeşit sürüntü testi var; hepsi ruhsatsız, herhangi bir değerlendirme veya validasyona da tabi tutulmamışlar.

b) Aynı dokümanlardan elde edilen bilgiye göre, bu sürüntü testlerinin birçoğunda, taşıdıkları gen dizilimleri (sekansları) deklare edilmiş / açıklanmış değil.

c) Amerikan CDC’sinin ve AB Komisyonu Covid Çalışma grubunun bildirimlerine göre ise Covid-19’a yol açtığı öne sürülmekte olan SARS-Cov2 virüsü şu ana kadar izolasyonu gerçekleştirilerek gösterilmiş veya fiziksel ve kimyasal özellikleri tanımlanmış değildir.

d) Gen dizilimi için model olarak kullanılan patojenik sıvılarda ne bir virüs titrasyonu ne de kuantifikasyonu yapılmış olduğundan, buradan, o sıvılar dahilinde milyarlarca virüs benzeri partikülün (insan organizmasında doğal olarak bulunan ve patojenik özellik taşımayan ekstraselüler veziküller dahil) bulunduğu anlaşılabilir.

Bu da şu ana kadar virüs için ortaya konulmuş spesifik bir marker olmadığı, bu yüzden herhangi bir standardın oluşturulamadığı bu sürüntü testlerinin de güvenilirlikten yoksun olduğu anlamına gelir.

e) Şu an kullanımdaki 100’ü aşkın sürüntü testinin hepsi de, Avrupa Birliği’nin tıbbi cihazların kullanımını düzenleyen 1997 tarihli yasasının yükümlülüklerinden muaf tutulmuştur.

f) Buna ilaveten bu testler, 2017’de taslağı düzenlenmiş ve ancak Mayıs 2020’de yürürlüğe girecek yeni Avrupa standardına da tabi değiller.

g) Yasal düzenlemelerdeki bu boşluk nedeniyle üretici firmalar kontrolsüzce ürünlerini piyasaya sürebilmektedir. Bu da, bu testlerin düzgün çalışmasını garantileyecek standartlara göre imal edilip edilmediklerinin bilinmediği anlamına gelmektedir.

h) Virüsün sürekli mahiyette mutasyona uğradığını gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Virüs mutasyon geçirmeye devam ettiği takdirde sürüntü testlerinin işlevini otomatikman yitireceği gerçeği de bizzat sağlık otoritelerince kabul ve ikrar edilmiş durumdadır.

i) GISAID veritabanında SARS-COV-2 virüsü için girilmiş 150.000 farklı dizilim var; Nisan’da bu sayı 70.000’di şu an 150.000 ve gitgide de artıyor bu sayı, zira sürekli yeni mutasyonlar tespit ediliyor, bu da kullanımdaki sürüntü testlerini tamamen geçersiz kılıyor. Ekte, Dr. Scoglio’nun bu elzem konudaki analizi sunulmuştur.

GISAID is a global science initiative and primary source that provides open-access to genomic data of influenza viruses and the novel coronavirus responsible for COVID-19.

Piyasadaki testlerin mevzuata uygun olduğu ve doğru ölçüm yapabildiği kabul edilse dahi, güncel mutasyonları içermediklerinden, çıkardıkları sonucun hiçbir anlamı kalmamaktadır.

j) RT-PCR sürüntü testlerinin metodolojisi ile ilgili de büyük problem bulunmakta. PCR testi konusunda alanın önde gelen uzmanlarınca vurgulandığı üzere, bu metodolojinin düzgün işlemesi, yapılan devir sayısının 20 ila 30 arasında kalmasına bağlı olup, cihazın 35 devri asla aşmaması gerekmektedir. 35 devirlik bu eşik değerin üzerinde, PCR cihazı rastgele sekanslar (gen dizilimleri) yaratmaya başlamaktadır. Ekte sunduğumuz dokümanlardan anlaşılacağı gibi, yürürlükteki testlerin hemen hepsi 35-40 devirlik ortalamanın üstünde çalıştırılmakta olup verdikleri sonuçlar tamamen geçersizdir, hatalı pozitif üretmektedirler.

k) İtalyan Milli Sağlık Enstitüsü’ne ait bir dokümanda yazdığı üzere, sürüntü testlerinin etkinliği 3 faktöre dayanmakta:

  • Hassasiyet: jenerik RNA varlığını tespit edebilme yeteneği
  • Spesifite: Hangi virüs sözkonusu ise bir tek onun RNA’sını ayırt etme, saptama yeteneği
  • Prevalans: Popülasyonda viral hastalığın varlığı, gösterdiği yayılım.

Prevalans ne kadar yüksekse, dolaşımda o kadar çok virüs var demektir, testle bulması da o kadar olası olacaktır. Bugüne değin İtalya’da gözlemlenen prevalans, bu rakam gerçek pandemilerde nüfusun %30’larını bulabilecekken, şu ana kadar bu virüs için %0.1 olarak gerçekleşmiştir. Bu oran 10 kat artsa dahi, hala testin ölçebilirliği bakımından olması gereken alt eşik değerin altında kalmaktadır. Bu konudaki uluslararası otorite olan FIND’ın ISS’den alınan tablosuna göre, İtalya’daki sürüntü testleri ortalama olarak şu an %85 – %90 arası hatalı pozitif vermektedir.

Esas itibariyle, farinjiyal veya nazal COVID-19 sürüntü testlerinin HİÇBİR DİYAGNOSTİK DEĞERİ BULUNMAMAKTADIR.

DEĞERLENDİRMEYE ALINMASI GEREKEN NOKTALAR

A) Son birkaç aydır sözkonusu sürüntü testleri baz alınarak medyadan aşağıdaki konularda ALARM VERİCİ BİRTAKIM VERİLER kamuoyuna servis edilmektedir:

1) Covid ölümlerinin sayısı;
2) Covid tanısıyla hastaneye kaldırılanların sayısı;
3) Covid’le enfekte, ancak asemptomatik olanların sayısı;

B) Bu testlerin sonuçları baz alınarak BİRTAKIM TEDBİR KARARLARI alınmaktadır:

1) Karantina tedabirleri uygulanmak suretiyle kişisel özgürlükler kısıtlanmakta;
2) Ülkenin milli sınırları dahilinde ve bölgeler arasında seyahat ve dolaşım özgürlüğü kısıtlanmakta;
3) Ülke sınırlarından içeri giriş veya bölgeler arası geçişler kısıtlanmakta;
4) Tüm bu tedbirler ülke ekonomisine ağır kayıplar yaşatırken ve halkın sırtına da büyük yük binmektedir.

C) Bu testlere dayanılarak alınan kararlarla yine aşağıdaki alanlarda olumsuzluklar ve hak ihlalleri yaşanmaktadır:

1) eğitim-öğrenim hakkı;
2) halk sağlığı hizmetlerine erişim ve faydalanma hakkı;
3) kreş anaokullarına erişim hakkı;
4) işe gitme ve çalışma hakkı;
5) özel finansal inisiyatifte bulunma özgürlüğü.
Tüm bu sayılanların İtalyan ekonomisine ağır etkileri olmuş, başta küçük ve orta ölçek işletmeler olmak üzere ülkede üretim faaliyetleri düzeltilemez biçimde yara almıştır. İş sahipleri kadar çalışanlar da doğrudan veya dolaylı olarak olağanüstü maddi ve manevi kayıplara uğramış, ayrıca biyolojik olarak da olumsuz etkilenmiş, tüm popülasyonda özellikle anksiyete ve korku inanılmaz üst seviyelere çıkmıştır.

Yukarıda belirtilen faktörler ve gerçekler ışığında, aşağıda ismi geçen tarafların talepleri şunlardır:
Mahkeme, sunulan kanıtlar incelenmek suretiyle gerekli soruşturmayı yürüterek, kriminal ve kanuna aykırı yapılmış işleri uygulayanlar hakkında işlem yapılması için harekete geçmelidir.

Sorumlular bulunarak bireysel kayıpların tazminini karşılamaları istenmektedir.

Metnin İngilizce versiyonuna ulaşmak için tıklayınız.