Daha evvel söylediğimiz gibi bir makaleyi bihakkın mütalaa etmek saatlerce sürebilir, hatta tamamına vâkıf olamayabiliriz de.
O yazıda bir magazin haberi olarak verilen çalışma ile mRNA aşısının ikinci dozunu 3 hafta değil de 3 ay sonra yapıldığında elde edilen aşıya özgü antikor cevabının buna değeceğini ‘preprint’ makalenin ortak yazarı olarak söyleyen kişi, boğmaca aşısı çalışmaları olan bir halk sağlığı uzmanı olan Gayatri Amirthalingam (2).
Daha evvel okuduğumda ‘preprint’ kelimesi dikkatimden kaçmış, yani bahsedilen çalışma dün verdiğim (3) çalışmanın muhtemelen devamı olan başka bir çalışma olmalı!. Hemen ‘preprint’ makale sitesi ‘MedRxive’e ‘second dose amirthalingam’ ile soralım; cevap oniki adet makale var. Aradığımız çalışmaya benzeyen yalnızca ikisi, bunların da birisi derleme olduğu için geriye kalan tek çalışmanın başlığı şu “Antibody Responses After a Single Dose of ChAdOx1 nCoV-19 Vaccine in Healthcare Workers Previously Infected with SARS-CoV-2” (4). Eee, nereye gitdi bizim mRNA aşısının ikinci dozu?!…. Muhtemelen bu fakir bulamamış olmalı, her ne hâl ise.
O halde, elimizdeki antikor çalışmasından biraz daha istifade edelim, çünkü dikkate değer ve söylenmesi gereken bulguları var (3).
Makalenin başlığı ‘Ocak-Şubat 2021’de İngiltere’de, 70-80 yaş arası kişilerin Pfizer/BioNTech COVID-19 aşısına verilen güçlü antikor cevabı’.
Özeti ise şöyle; COVID-19 aşılarına verilen immün cevabı değerlendirmek için Londra’da 70 yaş üstü 185 erişkinin serumları toplanmış. Tek doz Pfizer/BioNtech aşısı, Roche Spike antikor ölçümü kullanılarak daha evvel etkenle karşılaşmamış kişilerde aşıdan üç hafta sonra %94’ünde seropozitiflik (anti-spike antikor varlığı) belirlenirken, iki doz ile çok yüksek antikor seviyeleri elde edilmiş ki bunlar, PCR ile doğrulanmış hafif-orta hastalık geçirenlerin nekahat safhasındaki serumlarındaki antikor seviyesine göre anlamlı şekilde daha yüksek imiş. Bu bulgular İngiltere’nin ilk doza ağırlık verip, ikinci dozu gecikdirme yaklaşımını desteklemekde imiş.
Anlaşılması için hemen ilave edelim, çalışma sadece bir ay içinde, küçük bir grupda sadece antikorlara çeşitli şekillerde bakılarak yapılıyor, aşılananlara PCR ve aşıdan evvel antikor testi yapılmıyor. Aşının etkinliği anti-spike antikoru ile, hastalığın geçirilip geçirilmediği ise virüsün çekirdeğine (nükleokapsid) karşı antikorların seviyesi ile ölçülüyor. Bildiğimiz kadarı ile mRNA aşısı insan hücresine anti-spike antikor üretme emri vermek üzere kodlanan bir aşı idi, o halde hastalığı geçirmediği ve başka bir aşı yapılmadığı bilinen kişilerde virüsün çekirdek antikorlarına bakarak daha evvel vahşi virüs ile karşılaşanların dışlanması hedeflenmiş, aferin!
Tek doz aşı yapılan 99 kişinin serumları 0, 18 ve 33. Günlerde, iki doz olan 86 kişide ise 21 ve 25. Günlerde toplanmış, böylece virüs çekirdek antikoru pozitif bulunan on kişinin verileri değerlendirmeden çıkarılmış, haberde verilen 175 kişiyi bulduk yani. Demek ki, Nature’deki magazin haberi RF tıbbının üstâdı olduğu algı yönetiminin tipik bir numunesi imiş (2, 5).
Gelelim bulgulara (şekil);
Şekilde Roche N virüs çekirdek antikoru negatif ve pozitif olan bir ve iki doz aşı yapılan kişiler, convalescent (nekahat) ise aşısız hastalık geçiren kişilerin serum antikor seviyelerini gösteriyor. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var o da geometrik ortalamaların kullanılmış olması, ancak nekahat için de aynı metod kullanılmış, cihazın kullandığı birim verilmemiş. Şimdi nekahatdeki 100 kişide ortalama 31 iken, hastalık geçirmemiş, bir doz aşılılarda 27 ve 20, iki doz aşılılarda 740 ve 640 bulunmuş. Yani ikinci dozda 20 kat daha yüksek serum seviyesine çıkılmış. Zurnanın zırt dediği yer ise her ne kadar 10 kişi ile sınırlı olsa da birinci doz aşıda 23bin ve 5bin; ikinci doz aşıda 18bin ve 150 (?).
Makalenin geri kalanını bırakalım ve bu serum seviyesinin ne olduğunu izah edelim. İnsan kanını santrifüje etdiğiniz zaman geride kalan hücresiz kısmına serum denilir ve hayatî proteinleri taşır, bunlardan birisi de antikorlardır (immünglobulinler). Bunların mikdarı yaşa göre belli seviyeleri tutturmalıdır, aksi halde hastalığa işaret edebilirler. Serumda bir antikorun böyle yüzlerce kat yükseldiği duruma ise HİPERGAMAGLOBULİNEMİ denilir. Multipl myelom bunun tipik örneğidir, bu seviyenin onda birini pek geçmez. Aşıların etki ve yan etki mekanizmalarını arz etmişdim (6-8). mRNA aşısının myelom yani hipergamaglobulinemi yapabileceğini yazmışdım. Buraya hemen bir tesbit daha yapalım, bu kadar yüksek serum immünglobulin seviyesi kılcal damarlar mesela koronerler için bilhassa yaşlılarda akut inme ve kalp krizi sebebi olabilir! Bu durum kırk katır ise, kırk satır yani Çinli’nin ne marifeti olabilir? Daha evvel bir röportajımızda verdiğimiz bilgiyi yazıya dökelim (9).
Bundan sadece 30 sene evvel, aşı kâşiflerinin en meşhuru, 40 kadar aşı gelişdiren ve ömrünü en büyük aşı firması olan Merck’e vakfetmiş Dr. Maurice Hilleman’ın itiraf mahiyetinde olan makalesinde günümüzdeki Çin aşısı gibi hücre kültüründe üretilen aşıların yabancı genetik materyal ve üretildiği hücre kültürüne ait yabancı virüslerle kaynadığını ve bu durumun KANSEROJEN olduğunu yazmış. Hilleman bir felaket olan, Enders ve ark kızamık aşısı gelişdirdiği primer (ilkel) kültürlerden sonraki gelişmiş hücre kültürlerinin de bir genetik çorba olduğunu, bir ‘tek hücre fenomeni’ olan kanserinçevresel tetikleyicisinin bu aşılar olduğunu söylemiş (10). Bugün bu durumun hâlâ devam etdiğinin en mühim delili ise mRNA aşıları değil midir?
*Merak edenler için sual; neden tekrarlayan mRNA dozu artan protein üretimine sebeb oluyor? Muhtemelen her dozun enfekte edip ele geçirdiği hücre mikdarı, yani kimerik popülasyon artdığı için olmalı!
Aralarında immünoloji, nöroloji ve mikrobiyoloji profesörlerinin de yer aldığı tüm dünyadan katılımcı doktor ve bilimadamlarının desteği ile kurulmuş “Covid Etiği Savunucusu Doktorlar” birliği Avrupa İlaç İdaresi’ne (EMA), yol açma potansiyellerini ilmi olarak ortaya koymuş oldukları hayati risklerden ötürü, şu anda Avrupa’da pasaportu dayatılmaya çalışılan “deneysel gen bazlı ajanlar”ın toplumlara uygulanmasına derhal son verilmesi gerektiği yönündeki 2 çağrısı da dikkate alınmayınca, kurum üyelerinin şahsen hukuki mesuliyet taşımakta olduklarını ve doğacak zarardan ötürü dava edilebilecekleri yönündeki ihtarnameyi üyelere göndermiş bulunuyor.
Doktor ve bilimadamları EMA’yı, kamuoyunu aşıların taşıdığı gerçek risk/fayda profili konusunda yanıltmakla itham ediyor.
“23 Mart tarihli yanıtınız ikna edici değil ve kabul de edilemez,” diyen doktor birliği, aşılama sonrası kaydedilen ve ölümcül olabilen serebral venöz tromboz (beyin damarlarından herhangi birinde pıhtı oluşması) vakalarının “buzdağının sadece görünen kısmı olması” kuvvetle muhtemeldir diyor. Aşıların yaygın yan etkileri arasındaki başağrısı, mide bulantısı, bulanık görme ve istifranın serebral venöz tromboz belirtileri olduğunu ve bu vakaların tıbben de derhal bu gerekçeyle müşahade altına alınmaları gerektiğini belirtiyorlar.
Aşılama sonrası pıhtı oluşumu ve kanamaların ayrıca “müteakip her yeni aşılama ve dahi coronavirüslerle her karşılaşmada daha da artmasının beklenebileceği” yönünde de uyarıyor doktorlar. Zaman ilerledikçe bu durum, “normalde — “aşı” olmadığı takdirde — COVID-19’un hiçbir şekilde önemli bir risk teşkil etmeyeceği yaşı genç ve sağlıklı popülasyon grupları için aşı tekrarını da dolaşımdaki sıradan koronavirüsleri de tehlikeli hale getirecektir,” deniyor.
“COVID-19 “aşıları”nın gerçek risk/fayda analizi bu şekildedir. Ya EMA bünyesindeki uzmanlar ortadaki bu hakikatin moleküler bilmini anlamalarını sağlayacak alan bilgisinden yoksun, ya da bu bilginin gereğini yapmalarını sağlayacak tıp etiği prensiplerinden.”
Covid Etiği Savunucusu Doktorlar birliği, aşılar ile ilgili ifade etmiş oldukları çekincelere EMA’nın vermiş olduğu yanıtları “gayr-i bilimsel”, “muğlak” ve “güvenilirlikten yoksun” şeklinde nitelendiriyor. Bu aşılamalarla ilgili riskleri aza indirgeyecek, etik ihlâli problemlerini de aşmalarını sağlayacak düzenlemeleri yapabilmeleri için EMA’ya yardım teklifinde de bulunmuş grup, aşılama sonrası ortaya çıkmış trombozu işaret eden baş ağrıları, mide bulantısı gibi tüm emare ve semptomlarda, trombotik olaylara “hızla teşhis konulabilmesi” mutlaka D-dimer testleri ile bakılması gerektiğinin altını çiziyor.
Güvenliği yeterince sınanmadığı gibi yan etki izlemi de yetersiz olan gen bazlı COVID-19 aşılarının vurulmaya devam etmesini tehlikeli bir tıbbi deney olarak nitelendiren grup, bu aşıların “gerçek risklerinin teorideki her tür faydasını fazlasıyla aştığı”nı, bu haliyle “tıp etiğinin ve vatandaşın tıbbi haklarının ciddi biçimde ihlâl edilmekte” olduğuna dair uyarısını tekrarlıyor.
Son ihtarları ise, “halk kitlelerini COVID-19 “aşı”ları gibi deneysel ajanları olması için yanlış yönlendirilmek ve dahi “aşı pasaportu” tahsisi yoluyla dayatmak, Nuremberg İlkesi’ne kesinlikle aykırıdır,” şeklinde oluyor.
Covid Etiği Savunucusu Doktorlar(Doctors for Covid Ethics), 25 ülkeden 100’ü aşkın doktor ve bilimadamının katılımıyla oluşmuş bir grup.
İnternet sitesi: https://doctors4covidethics.medium.com
İngiltere’de devreye giren gen bazlı Covid aşılarının bir önceki yazıda ele aldığımız 8 Aralık – 24 Ocak tarihleri arasında resmi makamların “gebelere uygulanmaması gerek”tiği yönündeki şerhine rağmen uygulanması nedeniyle gelişen düşük ve ölü doğum sayısı, bir sonraki 6 hafta içinde (7 Mart 2020 itibarıyla) %475 artış görüyor!
Bu durumun müsebbibi ise, devletin gen bazlı Covid aşılarının gebelerde kullanım yönergelerinde yaptığı değişiklik oluyor.
Deneysel aşının gebelikte kullanımına yönergeler şu açıklamalardan:
‘Gebelik’
COVID-19 mRNA Aşısı BNT162b2’nin gebelerde kullanımı ile ilgili veri bulunmamaktadır.
Hayvanda üreme sistemi toksisitesi ile ilgili deneyler henüz tamamlanmamıştır.
COVID-19 mRNA Aşısı BNT162b2’nin gebelikte kullanımı önerilmemektedir.
Doğurganlık çağındaki kadınların, aşılanmadan önce gebe olmadıklarını teyit etmeleri gerekir. Ayrıca, doğurganlık çağındaki kadınlara 2. aşı dozundan sonraki en az iki ay boyunca gebe kalmamaya dikkat etmeleri salık verilmelidir.
COVID-19 mRNA Aşısı BNT162b2’in gebelerde kullanımı ile ilgili fazla deneyim bulunmamaktadır.
Yürütülen hayvan deneyleri gebelik, embriyo/fetal gelişim, doğurma veya doğum sonrası dönem bakımından zararlı addedilecek doğrudan ya da dolaylı etki göstermemektedir.
COVID-19 mRNA Aşısı BNT162b2’in gebelikte kullanımı ancak be ancak, elde edilecek fayda potansiyeli anne ve fetüsün sağlığı için doğacak riskten fazla olduğu durumlarda düşünülmelidir.
Aşı üreticisi şirketlerin derhal, hayvanlarda yürütülmüş her türlü deneyin orijinal verilerini bağımsız kişi ve kurumlarca incelenmek üzere kamuoyuyla paylaşması gerekir. Şayet bu enjeksiyonlar yetersiz bilimsel veri üzerinden onaylanmış ise sorumlulular görevlerinden azledilerek haklarında dava açılmalı, aşıyı önerdikleri ister gebe ister sıradan vatandaş olsun gerekli tıbbi bilgilendirmeyi doğru ve usulüne uygun şekilde yapmadan uygulayan sağlık personeli hakkında derhal inceleme başlatılarak meslekten men edilmeleri sağlanmalıdır.
Bu insanlık suçlarına bir an evvel son verilmelidir.
İngiliz resmi makamlarının ülkede 8 Aralık 2020 tarihinde uygulanmaya başlanan Pfizer ve Oxford / Astrazeneca aşılarına bağlı olumsuz reaksiyonlara dair raporu hiç iç açıcı gözükmüyor.
İngilizler MHRA Sarı Kart sistemi ilaç ve aşı yan etkilerine dair bildirim topluyorlar. 8 Aralık 2020’den 24 Ocak 2021 tarihine kadarki dönemde İngiltere’de Pfizer/BioNTech aşısından 5,4 milyon doz, Oxford Üniversitesi/AstraZeneca aşısından da 1,5 milyon doz uygulandığı tahmin ediliyor. İkinci doz olarak da çokça Pfizer/BioNTech aşısından 0,5 milyon doza yakın bir miktarın uygulandığı bildiriliyor.
Lâkin beklenildiği gibi, aşılananların sayısı arttıkça ortaya çıkan olumsuz reaksiyonların sayısı da artıyor ve Pfizer aşısı için bildirimi yapılmış 49.472 reaksiyon, Oxford / Astrazeneca için de 21.032 reaksiyon kayda geçiyor. Elbette, Sarı Kart sistemine ilaca ve/veya aşılamaya bağlı oluşmuş reaksiyonlar hiçbir zaman tam bildirilmediği için, gerçekte rakamların çok daha yüksek olabileceğini akılda tutmak gerekir.
The Daily Exposegrubu, aslını buradan görebileceğiniz raporun Pfizer aşısı ile ilgili bölümünü derinlemesine inceliyor ve bizler de size bu çalışmadan bilgiler aktarıyoruz.
İnsan hücrelerine “belirli bir görev” icra etmesi yönünde komut verme aracı olarak geliştirilmiş mRNA teknolojisine sahip Pfizer aşısı sayesinde şu an 5 kişi kör kalmış, 31’i de görme duyusunda ağır tahribat yaşamış durumdalar. Sadece 24 Ocak tarihine kadar, 5-6 haftalık süreçte aşıya bağlı görme kaybı/sorunu yaşayanlarca bildirimi yapılmış 634 vaka var. 1 senedir evde dört duvar arasında ailenizi, eşinizi dostunuzu göremeden yaşamışsınız, sonra hayatınızı size geri vereceği iddiasıyla “deneysel” bir aşıyı olmaya razı olup, ardından bir daha ne kimseyi ne de bir şeyi görebilir hale gelmişsiniz. Bu insanlara yaşatılan bu işte.
Deneysel Pfizer aşısı yüzünden gelişmiş 21 de serebrovasküler kaza (cerebrovascular accident – CVA) var. Serebrovasküler kaza, beyin damarlarındaki tıkanma yahut yırtılma nedeniyle beyin hücrelerinin oksijensiz kalarak ölmesine deniyor. Buna, inme dendiği de oluyor.
Serebrovasküler Kaza: Beyin damarlarında ani yırtılma, emboli vb. bir olay sonucu bilinç kaybı, felç ve bazen ölüme uzanan akut durum; akut beyin hasarı.
4 Aralık‘ta İngiliz devleti halka önerdikleri Pfizer aşısının doğurganlık üzerindeki etkisi hakkında bilgisi olmadığını itiraf ederken şu bilgileri de sağlıyor:
‘Gebelik’
COVID-19 mRNA Aşısı BNT162b2’nin gebelerde kullanımı ile ilgili veri bulunmamaktadır. Hayvanda üreme sistemi toksisitesi ile ilgili deneyler henüz tamamlanmamıştır.
COVID-19 mRNA Aşısı BNT162b2’nin gebelikte kullanımı önerilmemektedir.
Doğurganlık çağındaki kadınların, aşılanmadan önce gebe olmadıklarını teyit etmeleri gerekir. Ayrıca, doğurganlık çağındaki kadınlara 2. aşı dozundan sonraki en az iki ay boyunca gebe kalmamaya dikkat etmeleri salık verilmelidir.
Peki o halde Pfizer aşısı yan etki dökümünde 4 düşük ne arıyor?
Devletin kendi yönergeleri gebe olanların veya 2 ay içinde gebelik düşünenlerin Pfizer aşısı olmaması gerektiğini söylerken, gebe kadınlara bu aşı ne demeye vuruluyor?
Ana akım medyada bu konular neden hiç gündeme getirilmiyor?
Maalesef, Oxford / Astrazeneca aşısından sonra da 2 düşük bildirimi var.
Bunlar yetmezmiş gibi analizimizde daha da sarsıcı bilgiler çıktı karşımıza. Sarı Kart sisteminde Pfizer aşısına bağlı 59 ölüm, 7 de ani ölüm bildirimi var. Bay Hancock’un (İngiltere Sağlık Bakanı) demeyi sevdiği gibi bu “iğne”yi olur olmaz düşüp ölüveren 7 insandan bahsediyoruz.
24 Ocak 2021 itibariyle Pfizer aşısına bağlı Toplam Ölüm sayısı ise 107. Yani, kör kalan 5 kişi, inmeli 21 kişi, devlet olmasın demesine rağmen aşı vurulup bebeğini kaybetmiş 4 kişi ve ne yazık ki aşıdan sonra hayatını kaybetmiş 107 kişi var elimizde. Hepsi de bu deney aşamasındaki, devletin firmalara hukuki tam koruma verdiği, acil durum izni icat edilerek halkın üzerine boca edilen ve oluşmuş zararı kimsenin tazmin etmeyeceği aşılardan dolayı oluyor.
24 Ocak 2021 itibariyle ayrıca Pfizer/BioNTech aşısına bağlı 69 da yüz felci (Bell’s Palsy) bildirimi var. Yüzün bir tarafındaki kasları güçsüzleşmesi yahut felci ile karakterize bir durumdur.
Devlet tabii ki Covid aşılarının bu korkunç yan etkilerini geçiştirmeye çalışmakla meşgul, o yüzden rapord şöyle bir bildirimleri yer almakta:
Kampanya gereği aşılananlar şu ana kadar ağırlıklı olarak yaşı oldukça ileri olan nüfus grubundan oluşmaktadır ve elbette bu insanların birçoğu altta yatan tıbbi durumlara sahip bireylerdir. Yaşın ileri olması ve altta yatan kronik hastalıkların bulunması, hele de milyonlarca kişinin aşılandığı düşünülecek olursa, tesadüfi advers olaylarla da daha sık karşılaşılacağı manasına gelmektedir. O yüzden, gelen bu bildirimleri çok dikkatli bir biçimde ele alıp, aşılama olsun olmasın zaten oluşabilecek hastalıkları aşı yan etkisinden ayırmamız gerekir.
Ve değerli okurlar, okumuş olduğunuz bu açıklama “Riyakarlık”ın daniskasıdır. Altta yatan yığınla kronik hastalığa sahip onbinlerce insan SARS-CoV-2’ye pozitif verdikten sonraki 28 gün içinde hayatını kaybettiğinde ölüm nedeni olarak “Kesin Covid” yazıldı ve Covid ölümlerine ait istatistik hanesine ekleniverdiler. (ONS ve NHS (sağlık bakanlığı) verileri üzerindeki analizimizi okumak için buraya bakınız). Fakat tabii ölümleri bir tek Covid için bu şekilde sayabiliyoruz, iş aşıdan ölümlere geldiğinde ise bu insanlar olsa olsa “altta yatan hastalıklar”ından dolayı ölmüştür, her gelen ölüm bildirimini kabul edemeyiz, inceleyip ayıklamamız lazım deniyor.
Oysa Covid ölümlerini bu şekilde saydıkları için İngiliz halkı bir yıldır diktatöryel tahakküm altında yaşıyor. Ortadaki sorunu görebiliyor musunuz?
Norveçli Tıp Profesörü, AstraZeneca Aşısı’nın Ölümcül Kan Pıhtıları ile Tıbbi Bağlantısını Ortaya Koyuyor ama EMA “Zarardan Çok Yararı Var” Diyerek Avrupa’da Aşının Kullanımına Devam Edilmesini Söylüyor
AstraZeneca’nın COVID aşısının kullanımını durduran ülke sayısı 20’ye yükselmiş durumda. İtalya’da bu aşıyı olduktan saatler sonra hayatını kaybeden 57 yaşındaki müzik öğretmeninin eşi ‘kasıtsız adam öldürme’ suçlaması ile dava açmış bulunuyor.
Oslo Araştırma ve Eğitim Hastanesi’nde görevli Prof. Dr. Pål Andre Holme 18 Mart 2021 tarihinde düzenlediği basın toplantısı ile, hastanelerinde 50 yaşın altındaki 3 sağlık çalışanında AstraZeneca’nın deneysel aşısını olduktan sonra gelişen kan pıhtılanması ve aralarından birinin de ölümü üzerinde açılan soruşturmanın bulgularını açıklıyor.
ZeroHedge News sitesinin habeirne göre Dr. Holme, kan pıhtısı oluşumunun sebebinin AstraZeneca aşısı olduğunu doğruluyor:
Baş hekim Prof. Pål Andre Holme 18 Mart Perşembe günü, Avrupa Tıp Birliği EMA’nın aynı gün sunması beklenen “aşı güvenlik değerlendirme raporu” öncesinde basına yaptığı açıklamada, sağlık personelinin yaşamış olduğunu aşı reaksiyonunda tetikleyici faktörün ne olduğuna dair yeni bir teorilerinin olduğunu ve ne yazık ki, tetikleyici faktörün AstraZeneca aşısı olduğuna kanaat getirdiklerini bildiriyor.
Aşı 50 yaş altındaki hastane çalışanlarına uygulandıktan sonra kanda ciddi pıhtılanma ve trombosit seviyelerinde düşüş nedeniyle hastaneye yatışları yapılıyor. Pazartesi günü sağlık çalışanlarından biri kaybediliyor.
Uzman hekimlerden oluşan bir kurul derhal sebebi araştırmaya girişiyor ve bu beklenmedik ve güçlü immün yanıta aşının yol açmış olabileceği teorisini de masaya yatıyorlar. Ve Dr. Holme’ye göre sonuç:
“Kuzey Norveç’ten alanında uzman meslekdaşlarımızla beraber yürüttüğümüz araştırmada, hastaların kanında trombositlere karşı gelişmiş spesifik antikorlar olduğu saptanmış ve bunun da gördüğümüz reaksiyon tablosunu oluşturabileceğine kanaat getirilmiştir. Aynı reaksiyon ve tıbbi tabloya bazı ilaçların da neden olabileceği tıbben bilgimiz dahilindedir.”
Her ne kadar bu bir teori olarak öne sürülmüş olsa da, Dr. Holme üç hastada birden böylesi güçlü bir bağışıklık yanıtını aşıdan başka bir şeyin oluşturmasının mümkün olmadığının altını çiziyor. “Üç hastanın tıbbi açıdan tek ortak noktası, oldukları aşıdır,” diyor.
İmmün sistemdeki bu yanıtı aşıdan başka bir şeyin tetiklemiş olamayacağını neye dayanarak söylediği sorulduğunda Dr. Holme’nin yanıtı şu oluyor:
“Hastaların sağlık öykülerinde böylesi güçlü bir yanıt oluşturacak hiçbir etmene rastlanmadı. Sebebin bulduğumuz antikorlar olduğundan şüphem yok. Bunu tetikleyen faktör için de aşıdan başka geçerli bir açıklama göremiyorum.”
Vücudun doğal savunma sistemlerini, en büyük organımız olan cildi, mukozaları, solunum ve sindirim sistemlerini atlayarak doğrudan kas içine zerk edilerek buradan dokulara ve kana geçmesi sağlanan aşı içeriğinde antijenler, koruyucular, adjuvanlar, stabilizatörler, antibiyotikler, tamponlar, seyrelticiler, emülgatörler ve inaktive edici kimyasallar kullanılmakta ve bunun yanısıra aşı geliştirilirken virüs veya bakteri için besiyeri ya da medyum olarak kullanılan insan ve hayvan doku ve hücrelerinden aşılarda kalıntılar bulunmaktadır.
Aşı üreticileri fikri mülkiyet kanunları uyarınca aşıların tam formülünü açıklamak zorunda değiller ve içerikte istedikleri an değişiklik yapma hakkında sahipler; yani ebeveynlerçocuklarının vücuduna tam olarak ne verildiğini aslında hiçbir şekilde bilmiyorlar.
Amerikan hükümeti ve aşı politikalarını belirleyen merci olan CDC aşılarla ilgili problemler, yaralanmalar, hastalık ve ölüm bildirimi için tamamen aşı üreticilerinin deney/test ve bildirimlerini baz almakta, bu durum tıpkı adam öldürme suçundan yargılanan sanığa aynı zamanda hakim rolünün verilerek kendi kaderini belirlemesine imkan sağlamaya benzemektedir. Bugün aynı zamanda ekonomik ve politikajandalara da sahip aşılara onay veren kuruluş, Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi (FDA), aşılara kitlelere vurulmak üzere onay vermeden öncekendi bünyesinde aşılar üzerinde hiçbir test uygulamamakta, yalnızca üreticinin deney ve test sonuçlarını incelemektedir.
Bugünün aşıları yakalanmak istemediğimiz hastalıkların “canlı” (tıbbi paradigma “vücutta üreme kabiliyetine sahip” organizma olarak kabul ediyor) versiyonlarını içermelerinin yanısıra GDO; enfekte inek, domuz, tavuk ve maymun hormonları; H1N1 gibi test edilmemiş virüs kombinasyonları; alüminyum; cıva; emülgatörler; çeşitli hayvanlardan, sivrisineklerden ve hastalıklı insanlardan hibrid bakteriler kullanılmaktadır.
Aşağıda aşı içeriğinde yer alan maddeler kısaca tanıtılacaktır:
ANTİJENLER: İmmün yanıt indüklemek için aşılarda kullanılan ana bileşen olup mikropların zayıflatılmış hali ya da hastalık yapıcı organizmanın fragmanı olarak aşıda bulunurlar: virüsler (polio-çocuk felci), bakteriler (Bordetella pertussis-boğmaca) ve toksoid (Clostridium tetani-tetanoz) bunlara örnek olarak verilebilir.
BESİYERİ/MEDYUM (Büyüme Ortamı): Virüslerin üretilebilmesi için bir medyuma/besiyerine ihtiyaç vardır. En sık kullanılan besiyerleri civciv embriyosu fibroblastları; civciv böbrek hücreleri; fare beyni; Afrika yeşil maymununun böbrek (Vero) hücreleri; ve insan diploid (fötal doku) hücreleri (MRC-5, RA 27/3, WI 38).
KORUYUCULAR: Aşilarda Mikrobiyal kontaminasyonu önlemek için kullanılıyor. Thimerosal (cıva), gelişimsel toksin olarak kabul edilmiştir; yani doğuştan gelen özürlere, düşük doğum ağırlığına, biyolojik bozukluklara, çocuk büyüdükçe ortaya çıkacak psikolojik veya davranışsal bozukluklara yol açtığı bilinmektedir. Hamilelikte maruz kalınması durumunda fötüsün gelişiminde aksaklıklar oluşabilir ve hatta ölümle sonuçlanabilir.
KAYNAK:
2008 Neuroendocrinology Letters: “Thimerosal has been recognized by the California Environmental Protection Agency, Office of Environmental Health Hazard Assessment as a developmental toxin. This implies that Thimerosal may produce birth defects, low birth weight, biological dysfunctions, or psychological or behavior deficits that become manifest as the child grows. Maternal exposure during pregnancy may disrupt the development or even cause the death of the fetus. … It is clear from these data that additional ND research should be undertaken in the context of evaluating mercury-associated exposures, especially from Thimerosal containing Rho(D)-immune globulins administered during pregnancy.
The Material Safety Data Sheet (MSDS) on Thimerosal, “Exposure to mercury in-utero and in children may cause mild to severe mental retardation and mild to severe motor coordination impairment.”
(“Anne karnında veya çocuklukta maruziyet durumunda hafif ve/veya ağır zihinsel özürlülük ile hafif ve/veya motor koordinasyonu bozukluklarına yol açabilir.”)
Thimerosal’in toksikolojik incelemesine bakıldığında ise insanlarda kronik etkisinin somatik hücrelerde gen mutasyonuna sebebiyet verici olduğu ve böbrekler, karaciğer, dalak, kemik iliği, merkezi sinir sistemine zarar verebileceği yönündedir. Hayvanlarda yapılan deneylerde kanser yapıcı etkisi saptanmış, ancak insanlar üzerinde karsinojenite çalışmaları yapılmamıştır.
KAYNAK: The Material Safety Data Sheet (MSDS) on Thimerosal, “Toxicological Information – Chronic Effects on Humans: Mutagenic for mammalian somatic cells. May cause damage to the following organs: kidneys, liver, spleen, bone marrow, central nervous system (CNS). Special Remarks on Chronic Effects on Humans: May cause cancer based on animal data. No human data found.”
Benzetoniyum klorür‘ün endokrin, cilt ve duyu organı toksini olduğu şüphesi bulunmaktadır.
2-phenoxyethanol‘un, embriyonik ve fötal gelişim ile canlıların üreme sistemlerinde toksik etkisi olduğundan şüphelenilmektedir; kimyasal yapı olarak antifrizle benzeşmektedir.
Fenol; kan, gelişim, karaciğer, böbrek, sinir sistemi, üreme sistemi, solunum sistemi, cilt ve duyu organı toksinidir.
ADJUVANLAR: “Bağışıklığı” kuvvetlendirmek (antikor üretimini arttırmak) için kullanılırlar. En yaygın olarak kullanılanı alüminyum tuzlarıdır. Skualen (squalene) antrax aşısında kullanılmıştır ve “Gulf War Syndrome” ile ilgisi olabileceği düşünülmektedir.
*Aşılarda alüminyum kullanımı ile ilgili bilimsel bulgular için buraya bakınız.
STABİLİZATÖRLER: Kimyasal reaksiyon oluşumunu engeller, aşı içeriğinin birbirinden ayrışmasını veya flakon yüzeyine yapışmasını önler. Stabilizatör olarak genellikle fötal sığır (buzağı) serumu kullanılır. Monosodyum glutamat (MSG), ısı, ışık, asidite veya nem maruziyetinde aşının değişmeden kalmasını sağlar. İnsan serumu albumini canlı virüslerin stabilizasyonunda kullanılır. Aşıları donarak kurumaya veya ısıya karşı koruyan domuz jelatini ağır alerjik reaksiyonlara yol açabilmektedir.
ANTİBİYOTİKLER: Aşıların üretim ve saklanma süreçlerinde bakteri oluşumu engeller. Neomycin bir gelişimsel toksin olup aynı zamanda nörotoksik özelliğinden de şüphelenilmektedir. Streptomycin‘in kan, cilt ve duyu organı toksini olduğundan şüphelenilmektedir. Polymyxin B‘nin, karaciğer ve böbreğe toksik etkisinden şüphelenilmektedir.
KATKI MADDELERİ (Tamponlar, seyrelticiler, emülgatörler, eksipiyanlar, kalıntılar, solventler, vb): Aralarından sodyum klorür gibi bazıları muhtemelen zararsız olup, yumurta proteini ve maya ağırreaksiyonlara yol açabilmektedir. Ammonyum sülfat’ın karaciğer, sinir ve solunum yolları toksini olduğu şüphesi bulunmaktadır. Gliserin’in, kan, karaciğer ve sinir sistemine toksik etkisinden şüphelenilmektedir. Sodyum Borat; kan, endokrin, karaciğer ve sinir sistemi üzerinde, Polisorbat 80 (Tween 80) ise deri ve duyu organları üzerinde toksik etkiye neden olabilir. Hidroklorik asit, şüpheli bir karaciğer, immün, locomotor, solunum, cilt ve duyu organı toksinidir. Sodyum hidroksit, solunum, cilt ve duyu organı toksini olma özelliği taşımaktadır. Potasyum klorür şüpheli bir kan, karaciğer ve solunum yolları toksinidir.
İNAKTİVASYON KİMYASALLARI: Aşıları kontamine edebilecek istenmeyen virüs ve bakterileri öldürür. Formaldehid (veya formalin)’in, kansere yol açtığı bilinmekte ve aynı zamanda karaciğer, immün, sinir, üreme, solunum sistemleri ile cilt ve duyu organları toksini olma şüphesi taşımaktadır; mumyalama sıvılarında kullanılmaktadır. Glutaraldehid, gelişim, immün, üreme, solunum sistemleri ile cilt ve duyu organı toksini olma şüphesi taşımaktadır. Polioksitilen ‘inise bir endokrin toksini olduğundan şüphelenilmektedir.
KİRLETİCİLER/KONTAMİNASYON:
Bilimsel literatür incelendiğinde insanlar, ev hayvanları ve tarım hayvanlarına yönelik aşılarda ciddi miktarlarda virüs, bakteri, bunların komponentleri, toksinler, ayrıca yabancı hayvansal proteinler ile kanserojen protein ve DNA’larının bulunduğu görülmekte ve aşılardaki kontaminasyon sorunu halkın ya da medyanın idrak ettiğinden çok daha önemli bir sorun olarak bilimadamlarının karşısında durmaktadır.
Yapılan çalışmalar, değişik üreticilerden alınmış aşı numunelerinin %60’ında bir veya daha fazla kirletici organizma göstermiştir. Bu organizmalar arasında (AIDS’in öncülü HIV’yi andıran) maymun bağışıklık yetmezliği virüsü (simian immunodeficiency virus-SIV), mikoplazma, pestivirüs, SV-40 ve sitomegalovirüs bulunmaktadır. Bunun yanısıra aşıların bir kısmında mikroglial aktivitasyonu tetikleme ve hatta başka virüslerin içine yerleşerek tehlikeli hibridler oluşturma kapasitesine sahip viral fragmanlar bulunmuştur. Sitomegalovirüsün mevcudiyeti, felç/inme ile bağlantısından ötürü özellikle önemlidir. İnme geçirmiş bir grup üzerinde yapılan bir incelemede grubun %70’inin karotid arterlerinde bu virüs bulunmuştur.
SV-40 virüsü de milyonlarca doz öldürülmüş ve canlı poliovirüsü aşısını kontamine etmiş olması bakımından yine oldukça endişe vericidir. Michele Carbone ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmalar hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde aşılardan alınan SV-40 virüsünün insanlarda beyin tümörü, mezotelyoma [akciğer ve karın zarı kanserleri] ve osteosarkomaya [kemik kanseri] yol açtığını göstermiştir. Bu virüsün yine aynı biilimadamı tarafından bir dizi beyin tümörü (medulloblastom, epandimom ve koryoit pleksus papillomu) ile bağlantısı ortaya konmuştur. Bu bilgilerin üzerini kapatmak için muazzam bir çaba gösteriliyor olsa da, bu virüsün aşılar vasıtasıyla dünya çapında binlerce kanser vakasına yol açtığına ve halen de açmaya devam ettiğine dair kesin bilimsel kanıtlar mevcuttur.
Piyasaya çıkan ilk polio aşılarından SV-40 virüsünü kapmış (1963’e kadar) kişilerin bu virüsü çocuklarına geçirmiş olduğu (dikey geçiş ya da transpasental transmisyon) gösterilmiştir. Aşı taraftarları işte tam da bu yüzden bu büyük felaketi bugün bile örtbas etmeye çalışmaktadır; şimdiye kadar polio aşısıyla onmilyonlarca günahsız kişinin bilmeden bu kanser virüsünü kapmış olduğu ve hatta gelecek nesillerin de bu kontaminasyondan payını aldığı bilindiği takdirde halkın devletin halk sağlığı yetkililerine ve yürüttükleri kutsal aşılama programlarına güveni tamamen sarsılacaktır.
Virologlar bugün aşılara çoğu kanserojen olabilecek çok sayıda virüs ve mikoplazmanın karışmış olabileceğini kabul etmektedir. Bazen iki zayıf karsinojenik virüs birleştiğinde, genetik rekombinasyon sonucu karsinojenitelerinin çok daha güçlü hale gelebileceği bilinmektedir. Bugün bilinen bir başka bilimsel gerçek de, karsinojenitesi zayıf virüslerin kimyasal karsinojenlerin varlığında kanser yapıcı etkilerinin çok daha artmakta olduğudur.
Aşılarda beklenilmedik virüslerin çıkması artık alışılagelmiş bir durumdur:
Aşıyla ilgili ve diğer hücre kültürlerinde Porcine circovirus type 1 (PCV1) [domuz sirkovirüsü tip 1] muayenesi. “Porcine circovirus type 1 (PCV1) domuzlarda oldukça yaygın görülmektedir ve yakın zamanda bazı rotavirüsü aşılarında olduğu rapor edilmiştir.”
‘Zenotropik fare lösemisi virüsü’ ile bağlantılı virüs (XMRV), hem kronik yorgunluk sendromu hem de prostat kanseri hastalarında rastlanılan yeni keşfedilmiş bir insan retrovirüsüdür. XMRV’nin aşılardaki hücre substratlarında kullanılmasıyla ilgili potansiyel güvenlik sorunu bulunmaktadır…”