Bildiğiniz gibi sonuna geldiğimiz 2020 yılı tarihde daha evvel görülmemiş bir salgın ve tedbir görünümlü faşizm yılı idi. Açık havada maske taktırmak başka türlü izah edilemez!
Trilyon dolarlık ilaç sektörünün maşası olduğu iyice ortaya çıkan dünya sağlık örgütünün (mahiyeti teşkilat kelimesinden daha uygun) toplum bağışıklığı tarifini tamamen aşıya endekslemesinden (1), üstelik aşının koruduğuna dair bilgimiz yok (2) demesinden sonra hâlâ aşı olacak kadar cesur ve/veya meraklı iseniz, karşılaşabileceğiniz durumlar hakkında kısa bir malumat vermek lazım gelir.
Evvela ‘Tarih tekerrürden ibaretdir’ ve bundan mülhem ‘Hiç ibret alınsa idi tekerrür mü ederdi’ lafzına binaen, 1960’da yaşanan respiratuar sinsityal virüs (RSV) aşısı hadisesini hatırlatmalıyız. Hayatın ilk bir yılında bilhassa erken doğan bebeklerde solunum yolu enfeksiyonlarına bağlı ölümlerin başda gelen sebeplerinden biri de RSV enfeksiyonudur. Günümüzde erken doğan bebeklere aşı yerine daha evvel de belirttiğim gibi palivizumab denilen bir monoklonal antikor yapılıyor.
İşte bu enfeksiyondan korunmak için KADİM (!) (eski yani) inaktivasyon metodu kullanılarak hazırlanan RSV aşısı uygulanan bebeklerde faciaya yol açmıştı (3). Kaynak makale asistanlığımda lösemili hastalara uyguladığımız meşhur St. Jude protokolünün neşet ettiği hastane ekibinden immünolog-vaksinolog bir hanımefendiye ait ve onbir sene evvel yazılmasına rağmen oldukça bilgilendirici. Tabii 1960’larda yaşanan trajedinin neden kaynaklandığı o devirde anlaşılamadığı gibi, bu makalede de izahat yok.
Bakterilerde, mesela tifüsde (4) çok işe yarayan ama virüslerde işe yaradığı çok şüpheli olan (5) formalin ile zaten bir canlı türü olmayanvirüsünöldürüldüğü (!) farz ediliyor*. Çok şüpheli dedim çünkü, bunun tipik örneğimeşhur çocuk felci aşısına bağlı ölüm ve sakatlanmaların husule geldiği Cutter kazasıdır (5).
Son günlerde çocuklarda Sars-Cov-2 enfeksiyonuna (enfeksiyon olduğu bile belli değil esasında) bağlı ortaya çıkan MIS-C (çocukda multisistemik iltihap sendromu) olup çocuk hekimlerinin aşina olduğu MAS, HLH ve Kawasaki tablosuna çok benzer ve kuvvetle muhtemeldir ki benzer genetik ve epigenetik (aşılar tabii) sebeblerle immün sistemin terörize olması ile ortaya çıkar ve ölüm ihtimali fevkalade yüksekdir (6).
Peki bütün bunlara yol açabilecek ortak mekanizma ne olabilir? Daha evvel de belirttiğim gibi immün sistem askerî bir sistemdir ve nizami harp mantığı ile çalışır. Bağışıklık sistemi yabancı proteinleri tanımak üzere tasarlanmış ve programlanmışdır. Sindirim ve solunum sistemi bu yabancı proteinler için doğumdan sonra profesyonelleşir (7). Deri ve kas içine yabancı antijenik proteinlerin verilmesi zayıf ve sapkın bir antikor cevabı teşkil eder yani gayr-i nizamidir.
Yakın zamanda tarif edilen antibody dependent enhancement (antikorun sebep olduğu şiddetlenme, antikor iltihabı demek daha doğru kanaatindeyim) işte tam da RSV aşısının, deng humması aşısının, grip ve diğer aşıların yol açtığı ‘aşırı iltihabi durumun’ sebeplerinden biri de budur.
Gayr-i nizami antikorlar tabii yolla veya aşı ile giren etkenin monosit-makrofajlarda aşırı çoğalmasına ve yine aynı hücrelerin aşırı tepkisine sebep olmaktadır. RNA temelli aşılar ise etkeni bulundurmasa bile ilk veya tekrarlayan tabii karşılaşmada aynı hadiseye sebebiyet verebilir (8).
Şekilde CD32 (FcgamaIIR) olarak verilen reseptör bağışıklık sistemi hücrelerinde bulunur, inhibisyon veya aktivasyon yapabilen alt tipleri vardır ve nötralizan veya nonnötralizan özellikteki antikorları bağlar. Nötralizan antikor virüsün etkinliğine mani olurken, doğru yere bağlanamayan nonnötralizan antikor ise aksi tesir husule getirir (9).
Asıl dikkat çekmek istediğim nokta ise hakiki toplum bağışıklığı, mutasyon ve heterosubtipik bağışıklık sayesinde (faşist tedbirlerle değil) düşüşe geçen ve kısa süre sonra ortadan kalkacak olan bu enfeksiyon için daha evvel defalarca yaptıkları gibi‘aşı yapdık böylece hastalığı yendik’ diyeceklerini şimdiden buraya not ediyorum.
Son bir söz de, aşı sünnetullaha uygundur diyen kardeşlerime, insan ve hayvanlara eziyet ederek elde edilen, içinde bulunması mecburi olan gayr-i nizami kimyeviler ve yukarda anlatılan yan etkileri sebebi ile uygundur denilemeyeceği kanaatindeyim. Faruk Beşer hocanın bu konudaki yazısı fevkalede mühimdir (10).
“Bizim davet eden, esinlendiren, cesaret veren, harekete geçen, geçiren topluluklara ihtiyacımız var”
demektedir beyin araştrımacısı-sinirbilimci Prof.Dr. Gerald Hüther, Almanya’da Potansiyel Geliştirme (Akademie für Potentialentfaltung) kurucusu.
“Toplulukların bir arada harekete geçmesi için ortak bir amaç, ortak bir vizyon yeterli olmamaktadır. Ama ortak bir MESELE varsa, herkes işin ucundan tutup tarklı şekillerde aktif olup, katkı sağlayabilir.
İnsanlık ailesinin artık ORTAK BİR MESELEsi var, belki de tarih boyunca ilk defa.
“Würde=Onur” kitabının ve son olarak “Wege aus der Angst= korkudan çıkış yolları” yazarı olan Prof.G.Hüther’e göre, bir toplumda birey, etiketlenerek, aşağılanarak, ölçme ve değerlendirmelere, baskılara, tehditlere, beklentilere maruz kaldığında nesneleştirilmekte, onuru zedelenmektedir.”
“Die Würde des Menschen ist unantastbar= insanlık onuru zedelenemez”Alman Anayasasının birinci maddesidir.
Onuru korumak, ortak MESELELERde biraraya gelmek, birlikte hareket etmek, kişi özne olarak var olduğunda, potansiyelini de ortaya koyduğunda mümkün olmaktadır.
Ortak meselelerde bir araya gelmenin yolu da ANLAMAK dan geçmekte. ANLAMAK için ise her şeyden önce gerçek ve yüzyüze iletişim halinde olabilmek ve gerçek bilgi kaynaklarına ulaşmak gerekli
Ama bu günümüzde gerçekleşiyor mu? Ne kadar yüzyüze biraradayız?
Ama nasıl gerçek bilgi lkaynaklarına ulaşıyoruz? O bilgi kaynaklarına eriişimimiz engelleniyor mu? Ayrıca gerçek bilgileri, somut durumları sunanlar, anlatanlar da mı engelleniyor, onlar da mı sana, bana erişmekte zorlanıyorlar?
Günümüzde yüzyüze gerçek iletişim gerçekleşiyor mu? Ne kadar yüzyüze biraradayız?
Farklı düşünenleri ise bırakın ANLAMAyı, duymak bile istemiyoruz. Yüzümüzü, dikkatimizi tek tarafa yöneltmişiz. Taraf olduğumuz partilerin, liderlerin, ve tabii medyanın bizleri yönlendirmesiyle adeta bir akıl tutulması yaşıyoruz.
“Verstehen” Anlamak.. Stehen “ayakta durmak”. Yani gerçek anladığımızda bu duruşumuza yansımakta.
“erkennen” farkına varmak. “kennen” tanımak, “erkennen” ise gelip geçici olabiliyor, duruşumuza yansımıyor.
İşte özellikle bu son yıllarda “erkennen” ile yetinme öğretildi bize, gerçekten anlamaya çalışmak için, “dinlemek – durup düşünmek- araştırıp derinleri deşmek ve işin ucundan tutmak” dan uzaklaştırıldık. Bu hızlı dijital çağda kopyala- yapıştır, kısa videolar, özlü sözler, etkili sunumlar dönemi bizi bu hale getirdi, sunulan kaynaklarla yetindik.
Bu yazıda gerek “erkennen” gerekse “verstehen” kelimlerine de bazı konuşmalarına vurgu yapan beyin araştırmacısı “nörobiyolog Prof. Gerald Hüther’in ve İsviçreli tarihçi Dr. Daniele Ganser”in çeşitli söyleşilerde anlattıklarını “Corona ve Korku” bağlamında ele alacağım.
Beni tanıyanlar bilir, eğitimde doğru bilinen yanlışları tecrübelerim ve araştırmalarımla anlatırken, mevcudun özenle iyi leştirilmesi için yolları gösteririm. Bu yollardan biri de mevcut Alternatif Eğitim metodlarını tanıtmaktır. Alternatif eğitim diye adlanlandırılan, çıktıkları döneme göre büyük “reform” niteliğinde olan “reform pedagojsi” diye de adı geçen okullardan (Montessori, Waldorf, Freinet, Jena-Plan, Demokratik okullar gibi)mezun olanların 3 önemli özelliğini belirtir Prof. Dr. Gerald Hüther:
1. Kendini tanıyan, ne istediğini bilen;
2. Sürekli merak eden, her zaman öğrenmeyi seven;
3. Çevredeki, dünyadaki sorunları görebilen ve BİRLİKTE çözüm yolu üreten insanlar – bu gibi okullardan yetişmektedir, demektedir.
Montessori pedagojisi İtalya’nın ilk kadın doktoru Dr. Maria Montessori tarafından kurulmuştur.Büyük kızımın Halle an der Saale/Almanya’da 1. ve 2. sınıfı okuduğu Montessori okullarında “Kendi başıma yapmama yardım et” temel prensibinden hareket edilmektedir. “dayanışma ve ifade özgürlüğü” Marksist Fransız öğretmen Celestine Freinet’in kurduğu pedagojide hakim iken, küçük kızımın Almanya’da kısa süreliğine Waldorf’da multidisipliner bir yaklaşım izlemektedir. Birlikte hareket etmenin önemi çok fazladır, ise kimi zaman o birliktelik hali nadiren de olsa cemaatleşmeye, grubun kendi içine kapanmasına dönüşebilmektedir. Ve kimileri tarafından müfredatı da ayrı olan “Waldorf okulları” mezunlarının, maneviyata fazla önem verdiği, teknolojiyi çok geç öğrencilerin yaşamına soktuğu için “dünyaya uzak” olduğu söylenir.
Rudolf Steiner’in kurduğu Waldorf pedagojisinde ruh, zihin (tin), beden bütünlüğü temel alınır. Aynı zamanda biyodinamik tarımın, anthroposofik tıbbın kurucusu Rudolf Steiner’in de bazı sözleri günümüzde eleştirilmektedir.
Rudolf Steiner’in fotoğrafı ve yazılanlar: “Ruhunu her ne pahasına olursa olsun koru”
“Aşılara dair: Karanlığın ruhları, insan taşıyıcılarını bir aşı bulmaya bulmaya özendirip, onların kendi içlerindeki maneviyata eğilimlerinden uzaklaştırmaya çalışacaklardır.”
Çok uzun süredir takip ettiğim Ken FM in kurucusu, youtubeda 500 bin abonesi olup, fakat önce bazı videoları engellenip ilk Corona ilgili yazımda da bahsettiğim Ken Jebsen gibi Dr. Daniele Ganser de Waldorf okulundan mezun bir tarihçidir.
Kimdir Dr Daniele Ganser?
Dr. Daniele Ganser, son birkaç yıldır birçok söyleşisini ve konferansını internet üzerinden izlediğim Almanca konuşulan ülkelerde çok tanınmış bir tarihçidir. Araştırmaları sonucunda “genel kabul”un dışında tezler ortaya koyup, bunları da insanların nasıl manipule edildiğine dair kanıtlarla destekleyince, maalesef “komplo teorisyeni” ilan edilen bir barış araştırmacısı.
Daniele Ganser’in ekim ayında siyasetbilimci Werner Patzelt’in de katıldığı Dresden’deki Caz günlerindeki söyleşisini Almanca bilenlerin mutlaka izlemelerini tavsiye ederim. Etkinliğin düzenlenmesi ve orada konuşulanlar, seyircilerin soruları o kadar güzel günümüze ışık tutuyor ki. https://www.youtube.com/watch?v=jtj2zdFmkP0
Dr. Daniele Ganser de “jazztage- Dresden” de, “neden aykırı, farklı bir tarihçisiniz?” sorusuna verdiği cevapta Waldorf okulundayken yaşadığı bir örnekle, yanlış bulduğu bir şeye katılmama özgürlüğünün üzerine gittiğini, ama sonunda genel kuralın dışına çıkamadığını kabullendiğini belirtmiştir.
Waldorf okulundayken müfredatta olan “Eurhytmie” dersini saçma bulduğunu, kendisine hiçbirşey kazandırmadığını, hatta utandığını (baledeki gibi hareketler olduğundan) belirtip, bu dersten muhaf olmak istediğini söylemiş. Bunu tek tek farklı öğretmenleri ile görüşmüş, öğretmenleri küçük Daniele’yi anladıklarını, fakat okulun kuralının bu olduğunu ve aksi takdirde okuldan ayrılması gerektiğini belirtmişler. Öğretmenlerinin onu dinleyip, anlamış olmalarını hissetmek önemli olduğunu görmüş. Tek başına da olsa karşı gelebilmiş ama sonunda genele uyuma mecbur bırakılmış.
Daniele Ganser ekim sonunda Viyana’daki konuşmasında ise “corona ve korku” yu ele alırken, korkularımızı tek başına değil, BİRLİKTE azaltırız diyor. Bunun için de Prof. Gerald Hüther’in beyin neyi nasıl algıladığına da atıf yaparak, kendimizi , birbirimizi, korkularımızı anlamamız gerekiyor” diyor.
Ekim ayı sonunda Daniele Ganser’in sunumundan:
– Esasında bu sunumdaki birinci amacım “korkuları azaltmak”. İkincisi ise insanlar arasında “iyi bir iletişimi güçlendirmek, bunun önümüzdeki aylarda çok büyük ihtiyaç olduğunu görüyorum.
Corona ile ortaya çıkan farklı korkulara sahip insanlar görüyoruz.
1. Grup: Hastalıktan, hastalığın öldürücülüğünden, hastanelerde tedavi göremeyeceğinden korkan kişiler
2. Grup: Diktatörlükten korkanlar, hak ve özgürlüklerinin ellerinden alınacağından, totaliter bir dünya devletinin, sağlık ve dijital diktatörlüğünün geleceğinden korkan kişiler
3. Grup: İşini kaybedeceğinden, parasız, evsiz, yoksul, aç kalacağından korkanlar
Bu grupların kesiştiği bir alan olsa da, yine de bugrupların birbirlerini ANLAMAları kendi argümanlarıyla tartıştıklarında pek de mümkün değil. Grupların ortak özelliği ÖLÜM den korkmaları, ölüme sürüklenmelerinden, yakınlarının, sevdiklerinin ölmesinden..
Ama hep bu korku geleceğe dair varsayımlardan, ve şimdiye kadar medyadan, sosyal medyadan edinilen sürekli tekrarlanan medyadaki haberlerden, görüntülerden, ve ekranlara çıkartılan ünlü kişilerin, siyasilerin ve profesör hekimlerin, virologların değerlendirme, bilgilendirmelerden oluşuyor.
Dr. Daniele Ganser biraz kendi içimize dönmemizi , bizi sevindiren şeyler yapmamızı, örneğin ormanda yürümemizi, televizyon medyasından uzaklaşmamızı (çünkü maalesef kötü senaryolar tekrarlanıyor, ve tekrarlanları de gerçek gibi algılıyoruz), bazı internet medyasındaki “aşılanacağız, cipsleneceğiz, robotlaşacağız, kontrol devleti olacak” ın arttığını, anlatılanların bizleri kötü hissettireceğini, gördüklerimizi sorgulamamız gerektiğini söylüyor. Bağışıklık sistemimizi korumak için de korkuların esiri olmamamız gerekiyor.
Dr. Daniele Ganser’in Viyana’da bu sunumu yaptığı tarihlerde Avusturya Anayasa Mahkemesi, hükümetin almış olduğu önlemlerin gerekçelerinin ORANTISIZ olduğuna karar veriyor. Fakat birkaç gün sonra başbakan Kurz yönetimindeki Avusturya hükümeti ineredeyse her yerin 3 haftalığına kapatıldığı bir tedbir kararı alıyor.,
—–
Eğitimde ben hem T le başlayan kelimelerle anlatırım bir şeyleri, hem de K larla.. T lerle anlatımıma Corona’ya dair bir yazım da vardı hatta.
K larla anlatırken ise M.Montessori gibi “kendi başıma yapmama yardım et”yerine “kendi başıma keşfetmeme yardım et” derim, “ bunun için kaynak göster, esinleneceğim doğru kaynağı, ve benim kendi iç kaynağımı keşfetmeme, ortaya çıkarmama yardımcı ol”
KORKULARIMIZA KARŞI “FACT”ler (fact kelimesinin tam tercümesi yok)
Korkularımızın nedenini anlamak için de gerçek, somut “fact” dediğimiz kaynaklara bakmamız gerekliyor,
Ben de “fact”ların olduğu birçok kaynak gösterebilirim size, birkaç tanesini , kanıtları, kayıtları gösterdiğimde zaten siz birçoğunu bulursunuz, kendiniz keşfedersiniz. Ama gerçekleri, gerçek nedenleri aramaktan, keşftmeketen biliyorum kaçacaksınız çoğunuz, şimdiye kadar bildiğiniz, güvendiğiniz kaynaklara, ve size, bize yavaş yavaş dayatılan “genel kabul” e şöyle bir başka pencereden bakma cesaretini göstermeye cesaret edemeyeceksiniz. Şimdiye kadar olduğu gibi “çok uzun yazmışsın Şule” diyeceksiniz.
Göreceğiniz, keşfedeceğiniz fact lar belki sizlerin virüs ve bulaşıcılığı, ölümcüllüğü konusundaki korkularınızı azaltabilir, ama genel anlamda hastalıkların teşhis ve tedavisi konusundaki endişelerinizi çoğaltabilir. Devlete, taraf olduğunuz partiye, ekranlarda gözüken bilim insanlarına, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlara güveninizi azaltabilir.
Ama tükaka K larımızdan korku, bizi edilgenliğe sürüklemesin. Unutmayın, bizim davet eden, esinlendiren, cesaret eden, cesaret veren kişilere, topluluklara ihtiyacımız var.
Korkuları ANLAMAK yerine, kendi korkumuzun başkasının korkusundan daha önemli olduğunu kanıtlamaya çalışmak, onların korkusunu veya korkusuzluğunu ANLAMAYI REDDETMEK, başkalarının farklı korkularını küçümsemek, onları küçümsemek, hor görmek, etiketlemek şimdiye kadar belirli bir siyasi görüşü temsil ettikleri için, başka korkuları olduğu için onları reddetmek,…
Bugün Almanya’da Corona politikalarını eleştirenler, protestolara katılanlar ana akım medya kuruluşları ve devletin medya kuruşları tarafından uzun zamandır
Corona inkarcısı (Corona-Leugner), komplo teorisyeni, Nazi, Covidiot, aşı karşıtı, radikal sağcılar, radikal solcular olarak etiketlendi. Zaten durumu eleştiren yüzlerce bilim insanına medyada yer verilmiyor, youtube videoları sansürleniyor.
Türkiye’deki durumu ise tanıdığım meraklı, araştırmayı seven bir gencin mesajı çok iyi anlatıyor. “açıkçası herkesin ana akım medyadan ezbere konuştuğu ve kendine alternatif diyen birçok kanalın dahi kaynağınıaslında aynı yerden aldığı şu çelişkili kurallarla dolu absürt zamanda, temelin dışında olup sansüre bile maruz kalan kaynakları takip eder oldum”
Şimdiye kadar nesneleştirildi sistem bizi, buna boyun eğdik, farkında olmadan. Ayrıştırıldık, ayrıştırılmaya devam ediyoruz.
İnsanlık bir dönüm noktasında, ve fiziksel olmasa bile zihnen, ruhen elele verme, gerçeklerin keşfine yardımcı olma zamanı.
Her kültürden, her siyasi eğilimden, her ekonomik sınıftan insanların BİRARADA ortak MESELE için hareket etme zamanı.
Şimdiye kadar taraf olduğunuz siyasi görüşten, siyasi partiden, bulunduğunuz çevreden bağımsız esasında her gün daha çok şeffaf hale gelen factları keşfetmeye, eşimizi, dostumuzu, komşumuzu, sosyal medyadan arkadaşımızı değil, herkesi davet etme zamanı.
Bu bağlamda kaynak olarak her ne kadar süreç içinde yeni öğrendiklerimi (özellikle Corona-Ausschuss oturumlarından) eklememiş olsam da eski blog yazılarıma bakabilirsiniz. Sesli dinleyeyim derseniz, Coronoloji.com deki sevgili Asena Devlet ile PCR testlerini ele aldığımız bir söyleşiden başlayabilirsiniz.
Not: Bu yazıda gösterdiğim kaynakları, kişileri övmek veya yermek değil amacım. Fakat belki sizler de bu kaynaklardan da yararlanarak o uçsuz bucaksız keşif yolculuğuna çıkarsınız.
T-ere Takılmış Toyuncakçı Teyze diyorum bazen kendime. Uzun zamandır kendimce bir türlü oynayarak başta T harfini, daha sonra K harfini, ve diğer harfleri araç ederek Tek başına, Topluca ve Takılarak öğrenme, etkileşim yollarını da gösteriyorum.
Yine bir tesadüftür ki, T ler Corona’da yine çok büyük yer tutuyor. T-hücreleri zaten bağışıklık sistemimizin Temel taşı. Tıp, tabip, tanı, test, teşhis, test, terapi, tedavi hepsi T harfi ile başlıyor. Ben de yine T ile başlayanlarla sizlere Tahminen daha kolay anlayabileceğimiz şekilde bir Tablo çizmek istiyorum.
Tangram ve Parçalarla İlişkilendirme
“Nerede pazılın (puzzle=yapboz)parçalar(ğ)ı?” Benim bugün 31 yaşında olan büyük kızım Günsel’in çok sık tekrar ettiği bir cümleydi.” Ve bunu hala hep dile getiririz. O kadar çok puzzle yapmayı severdi ki, biz de çoğu zaman puzzle oyununa dahil olurduk. Küçük kızım Selin ise karton pazılı tersine çevirir, resim parçası görmeden puzzle parçalarını birleştirmeye çalışırdı. İşte ben de bir puzzle gibi parçaları bir araya getirip bir bütünün görünmesini sağlamak istiyorum.
Bildiğimiz resimli puzzle değil benimki, yani göstermek istediğim büyük resim de değil. Dünyayın en eski akıl ve yaratıcılık oyunu Tangramın 7 parçası gibi. 7 parça ile milyonlarca şekil yaptığımız gibi, üçü, beşi de biraraya gelince anlamlı şekiller ortaya çıkıyor. Yani ortaya çıkan birçok şekil var, tek bir resim değil, ama parçalar çok net ve somut, tek başına da bir anlamı var, yanyana gelince daha büyük anlam kazanıyor. Basitten karmaşığa doğru çalışılıyor.
Corona’dan da önce Alman özgür medyasını takip ettiğim için Almanca diline de hakim olduğumdan, çeşitli internet sitelerinden, edindiğim veriler üzerinden bildiklerimi anlatmak istiyorum. Ayrıca tabii bilgilerinden yararlandığım yazarlar da var. Belki de eğitim ilgi alanıma girdiğinden Ivan Illich’in görüşlerini hep önemsemişimdir. Okulsuz toplum, sağlığın gaspı, şenlikli toplum..Ayrıca Modern Tıpta neler olduğunu irdeleyen bazı Türk hekimler ve araştırmacı yazarlar da var.
Ben eşim kanser olup vefat ettiği dönemden beri “modern tıbbın” bilinmeyen yüzünü anlamaya çalıştım; ruh, zihin, beden bütünlüğünü hep temel almaya çalıştım, kendim için iyi bir uygulayıcı olmasam da, oldukça iyi araştırdım.
Burada konuyu Corona virüsü ile ilişkili olarak sade bir şekilde ele almaya gayret edeceğim, kafamdaki dosyalar yığılmış olmasına rağmen. Bir kısmını eski yazılarımda paylaşmıştım, paylaşmaya da devam edeceğim.
T harfi ile başlayan kelimeler de eşlik edecek, birşeylerin akılda kalması için, T ler bir araç olur belki.. Her bir Tli başlığı Tek Tek derinlemesine ele almak da isterim. Ama şimdilik kısaca anlatacağım. Daha sonraki yazılarımda detaylandırmaya çalışacağım.
1. Tanınmışbilim insanları.:
Prof. Dr. Streeck: “Virüs politik değildir, ama herhangi bir nedenden dolayı politik oldu“
Heinsberg araştırmasını yapan Prof. Streeck vaka sayısının artmış olmasının tek başına bir anlamı olmadığını söyler, “hastalık hakkında artık daha çok şey biliyoruz” der. Ölüm oranlarının çok düşük seyretmesinin önemli bir gelişme olduğunu belirtir. Ayrıca ölüm oranlarının başka türlü hesaplanması gerektiğini belirtir. Heinsberg örneğinden yola çıkarak Prof.Streeck Almanya için covid-19 ölüm oranını % 0,37 olarak belirlemişken, Johns Hopkins’de bu oran %1,9 olarak belirlenmiştir. Nitekim daha sonra Johns Hopkins de ölüm oranları üzerinde bazı düzeltmeler yapmıştır. Ayrıca Prof. Streeck ve ekibi 500 haneden yüzeylerden, hayvanlardan, havadan aldıkları örneklere dayanarak, virüsün yüzeylerde var olduğunu ama buluşacılığının tespit edilemediğini aktarmıştır, bir markette bulaşma olasılığının neredeyse imkansız olduğunu belirtmiştir. Her ne kadar bunları Prof. Streeck nisan ayında ara raporu basına açıklasa da, başta Prof. Drosten ve SPD li politikacı Karl Lauterbach olmak üzere, özellikle erken açıklamaları yüzünden Prof. Streeck’i eleştirmiştir. Hijyen ile ilgili nihai rapor haziranda açıklanmıştır. Buna göre kuru üzere yüzeylerde %3,36 ıslak yüzeylerde %15,15 virüs tespit edilmiş, ama bunu çoğaltılamadığı, yani insanı enfekte edecek güçte olduğuna dair herhangi bir kanıt olmadığı açıklanmıştır. Havada ise virüs tespit edilememiştir.
“Throat swabs for analysis were obtained from all adult individuals and most of the children. Air, wastewater samples and surface swabs (commodities) were obtained and analysed by RT-PCR. Positive swabs were cultivated to analyse for viral infectivity. 26 of all 43 tested adults (60.47 %) tested positive by RT-PCR. All 15 air samples were PCR-negative. 10 of 66 wastewater samples were positive for SARS-CoV-2 (15.15 %) as well as 4 of 119 object samples (3.36 %). No statistically significant correlation between PCR-positive environmental samples and the extent of infection spread inside the household could be observed. No infectious virus could be isolated under cell culture conditions. As we cannot rule out transmission through surfaces, hygienic behavioural measures are important in the households of SARS-CoV-2 infected individuals to avoid potential transmission through surfaces. The role of the domestic environment, in particular the wastewater load in washbasins and showers, in the transmission of SARS CoV-2 should be further clarified”
Prof. Streeck’in bu araştırmaları Türkiye’de gerek bilim kurulu, gerek başka tıbbi otoriteler tarafından dile getirilmemiş, Corona gerçeği sayfasında yayınlanan video da youtube tarafından yayından kaldırılmıştır. Bitchute a yüklenen video: https://www.bitchute.com/video/a4SfiZvWaPv6/
Hamburg’da 192 kişiye otopsi yapan Prof. Püschel ise “hiç kimse gerçek anlamda Covid- 19 dan ölmedi demiştir, yaşlıların da izole edilmelerini eleştirmiştir. Yaşlı olarak kendim için başkalarının değil, kendimin karar vermesi çok önemli” demiştir. Prof .Streeck ve Prof. Püschel… Her ikisi de hem hükümet politikalarını, hem de Robert Koch enstitüsünü eleştirmişlerdir bazı demeçlerinde. Derlemiş olduğum yazı: https://www.coronagercegi.com/post/prof-streeck
Almanya’da Bakanlığı’na ilaveten tüm verilerin toplandığı buna göre de açıklamalar yapıldığı Robert Koch Enstitüsü var. Başkanı ise Dr. Wieler, kendisi bir veteriner hekim. Hem Corona ile ilgili politikaları belirlemek hem de halkı bilgilendirmek adına RKI gelen demeçlere, öngörülere başvuruluyor. Dolayısıyla halk da Dr. Wieler’i ekranlardan tanıyor. Ve tabii Jens Spahn, sağlık bakanını, o ise bankacılık eğitimi almış. Prof. Drosten ise başvirolog, ve hükümet danışmanı.. Charite Berlin’de çalışıyor. Almanya’da PCR testlerini geliştirip aynı zamanda piyasaya da süren kişi. Ve hükümeti ve halkı bilgilendiren, ekranlarda yüzünü çok sık gördüğümüz bir virolog. 2009 da pandemi ilan edildiğinde H1N1 Domuz gribi zamanındaki tahminleri yanlış çıkmış.
Christian Drosten artık, Corona ile birlikte zorlu bir saha olan politik kararlar alma sahasının tam ortasında.
Son günlerde Prof. Dr. Christian Drosten da karantina süresinin 5 güne inmesi gerektiği, PCR testlerinin yanlış sonuçlar vermesinden dolayı başka testlere geçilmesi üzerine demeçler vermeye başladı, bunda muhtemelen kendisine yapılan eleştirilerin önemi de var.
2. Tanınmış başka bilim insanları: Yaptıkları çalışmalarla bugüne kadar özellikle Tıp dünyasında bilinen, tanınan bu kişilere, ve onların görüşlerine Corona tedbirleri ile ilgili politikaları eleştirdiklerinden dolayı medya yer vermemektedir.
Sanırım bunlardan en çok tanınanı Dr. Wolfgang Wodarg,
Wolfgang Wodarg ile ilgili çok sayıda bilgiyi internette bulabilirsiniz. En önemlisi tabii kendi web sitesi. https://www.wodarg.com/
Ayrıca Miliiyet’den domuz gribi zamanından bir haber:
Virolog Prof Dr. Karin Mölling, virolog Prof.Dr. Ulrike Kaemmerer, enfeksiyon epidemoloğu, mikrobiolog Prof. Sucharit Bhakdi, Dr. Klaus Köhnlein, Dr. Bodo Schiffmann. Dr. Heiko Schöning. Prof. Dr. Martin Haditsch gibi birçok bilim insanı. Prof. Sucharit Bhakdi eşi mikrobiolog Prof. Karina Weiss ile “Corona- Fehlalarm=yanlış alarm” diye bir kitap da yazdı.
Başka yazılarımda tek tek size bu bilim insanlarından en önemsediğim bilgileri aktarmaya çalışacağım. Zaten bazılarına daha önce de değindim. Bu bilim insanları aynı zamanda Almanya’da hukukçuların kurduğu meclis dışı araştırma komisyonu Corona Ausschuss ve ACU Aerzte für Aufklaerung, hekimlerin kurduğu araştırma komisyonunda da yer almaktadırlar.
3. Testler; tanılar: Mevcut PCR testleri hastalığı tanımlar mı yoksa sadece gen partikülünü mü tanımlar?” Virüsün kişi hasta iken izole edilmesi gerekir” diyor Prof. Ulrike Kaemmerer.
Hastalığın teşhisi için onaylanmamış bir test üzerinden tüm pandemi! tedbirleri geliştiriliyor. PCR testlerindeki yanlış nedir, neticeler nelere sebebiyet verir, yanlış pozitif gereksiz Karantina sürecinin, yanlış negatif ise hastalığı olup da korunmayan kişinin etrafta dolaşıp hastalığı yaymasına sebebiyet verir. Profesör Dr. Kaemmerer hasta olmayanın PCR testi pozitif de olsa başkasına bulaştıramayacağını söylemiştir. Testlerin sonuçlarına göre vaka sayılarına göre her ülkede farklı tedbirler uygulanmıştır. İşte bu tedbirleri eleştirenler de Corona inkarcısı, bilim karşıtı, komplo teorisyeni, hatta konu ile ilgili protestoları katıldıkları veya destekledikleri için aşırı sağcı, Nazi gibi etiketlere maruz kalmışlardır.
Yine bu konuyu eleştirel elen alan, yanlış PCR sonuçlarının olası sonuçlarını alternatif medya kuruluşu rubiconnews’dan müthiş bir değerlendirme yapmıştır. Almanca okuma süresi 25 dakika, linkleri ile birlikte en az 2 saati bulur, ama lütfen bir bakın https://www.rubikon.news/artikel/das-corona-kartenhaus
4. Tablo ( istatistik): Neyi neyle karşılaştırıyoruz? Örneğin vaka ve ölüm sayılarını verirken ülkelerin nüfus oranlarına göre neden verilmiyor, her 1 milyonda kaç kişi ölmüş ya da tespit edilen vakaların yapılan test sayısındaki oranı ne? gibi onlarca soru. Esasında karşılaştrımalı veriler ortada, Tabelle ( tam türkçesini bulamadım, grafik, tablo falan diyoruz) birçok kaynakta var. Ama maalesef halka açıklama yapılırken bu tür veriler kullanılmıyor .
Aşağıda şubat ayından itibaren vaka ve ölüm oranlarını görüyoruz.
“
Ülkelerdeki Corona vakaları ve Corona ölüm sayıları karşılaştırmalarında ise medyada maalesef YANILTICI haberler ve değerlendirmeler görüyoruz.
Örneğin basınımızda aşağıda 7 Eylül tarihli bir haber var. Aynı gün, hemen hemen hepsi aynı haberi geçmiş birbirine benzer birkaç cümle ile: “Hindistan Covid-19 vakalarında Brezilya’yı geride bırakarak ABD’nin ardından ikinciliğe yerleşti. Hindistan’da son 24 saatte 90 bin yeni vaka tespit edildi. Hindistan’da vaka sayısı 4.2 milyonu geçerken, Covid-19 bağlantılı ölüm 72 bine yaklaştı.” Bu haberler yabancı haber kaynaklarından alınan haberler. İngilizce haber yapan yayın kuruluşundan genelde. (Reuters gibi)
Gerek vaka gerek ölüm sayısı verildiğinde ülke nüfuslarına oranı dikkate alınması gerekli. Yani 1,4 Milyarlık Hindistan nüfusundaki 72.000 ölüm neyi açıklar, ona bir bakalım.
Ülke nüfusuna oranlı ölüm karşılaştırmalarına baktığımızda, aşağıdaki tabloda şimdiye kadar her bir milyonda Covid-19 ile (Covid 19 dan ölen ve Covid 19 ile ölen arasında ayrım yapılması gereklidir) ölen kişi sayısı bulunmaktadır. Buna göre en yüksek ölüm oranı Peru’dadır (kapatmaların yoğun olduğu Peru) Ardından Belçika.
İsveç ise 10. sıradadır, ama İsveç sert tedbirler uygulamamış, lise ve üniversiteleri kapatmış, huzur evlerine ziyaretlere engel, sınır koymuştur ) İsviçre’de Covid nedeniyle ölenlerin 2/3 ü huzurevlerinde yaşayanlardandır, o dönemde izole olmuşlardır . Ayrıca H1N1 Domuz gribi zamanında İsveçlilerin %60 ı aşı olmuştur, ve aşılar çok sayıda kişide ağır kalıcı yan etki oluşturmuştur. Diğer ülkelerden farklı olarak İsveç’in sürü bağışıklığı izlemeyi seçmesinin bir nedeni de belki aşıların olası sakıncalarını görmeleridir. İsveç’de Covid 19 ölümleri yaş ortalaması 84 dür, Almanya’da ise 82 dir.
Yukarıdaki tabloda Hindistan’daki Covid-19 kaynaklı ölüm oranlarını göremeyiz, tablo Almanya’nın ölüm oranlarının karşılaştırılması şeklinde düzenlenmiştir. Ama baktığımızda Hindistan’daki ölüm oranları Almanya’dan da çok daha düşüktür. Almanya’dan her 1 milyon kişiden 112 si vefat etmişken, Hindistan’da her 1 milyon kişiden 55 i vefat etmiştir.
Ayrıca ölüm oranları karşılaştırmasında da kaç vaka tespit edilmiş, ve bunun kaçı ölümle sonuçlanmış, bu tür karşılaştırmalara da yer verilmelidir. Ölüm sayısı/Vaka sayısı . Vaka sayısını ise yapılan test sonucu belirlemektedir.
Diğer taraftan da yapılan test sayısı sonucu bulunan vaka sayısı da çok önemli bir göstergedir. Vaka sayısı/test sayısı.
Fakat burada da pek sağlıklı bilgilere sahip değiliz. Bunun farklı nedenleri var.
.) “Neyi ararsanız onu bulursunuz “Dr. Wolfgang Wodarg. Dünyada Corona virüsleri üst solunum yolu hastalıklarında ölüm oranında fazla etken değil. Dolayısıyla daha önce testi yapılmıyordu. ( Japonya gibi daha önce corona virüslerin testini yapanlar da var. Ama genelde çocuklarda üst solunum yolu hastalıklarındaki payı %7-15 imiş. Influenza en tehlikeli virüs olarak görüldüğünden, hastalık belirtisi durumunda testi yapılmakta ve bu kayıtlara geçmektedir. Şimdiye kadar tüm virüsler hastalık olduğu zaman yapılmaktaydı, fakat bu covid-19 ile değişti.
.)Toplam Test sayısı olarak muhtemelen bir kişiye yapılan birden fazla test olarak da geçiyor ülkelerin verilerinde. Ayrıca önemli olan kaç kişiye test yapıldı ve bu çıkan testlerin kaçı pozitif, kaçı negatif, ya da bunların hangileri test negatif olsa bile (klinik bulgu) corona olarak kaydedildi ve ona göre tedavi oldu, test pozitif çıkanların kaçı hasta oldu, kaçı ağır hasta oldu?
Her ne kadar Johns Hopkins, Almanya’da Robert Koch enstitüsü gibi kurumlardan birçok bilgiye ulaşsak da, her ülkenin de ortak verileri paylaştığı,sağlıklı bilgilere sahip değiliz, en azından ben bilmiyorum, ve dünyadaki ana akım medya da pek bilmiyor, bilseler bile söylemiyorlar, hatta belki medyaya çıkan bilim insanları bile bilmiyorlar, ki araştırmalarında ve yorumlarında bunları baz alabilsinler. (Prof. Sucharit Bhakdi Almanya’da başbakan Angela Merkel’e bu sorunun da içinde olduğu bir açık mektup yazmıştı). Bir taraftan da kabul etmek gerekir ki Almanya’nın Robert Koch Enstitüsü sayesinde senelerdir detaylı kayıtlar, istatistikler bulunmaktadır,
Yine Hindistan’ı örnek alırsak, yapılan test sayısını günde 1 milyonmuş, bu sayı neleri kapsıyor net bilemiyoruz. Ama örneğin Almanya’da yapılan testler ile vaka sayısı ve ölüm sayısı arasındaki orantı çok net.
Almanya’da günlük ölüm sayısı tek haneli rakamlarda uzun süredir, yoğun bakım hasta sayısı da çok düşük. Haftada bir milyon test yapılıyor. Vaka sayısı yüksek olmasına rağmen(yaklaşık 600-1800 günlük vaka sayısı) test sayısına göre (haftada bir milyon test) düşük bir vaka sayısı var ve bunların birçoğu semptomsuz veya hafif geçiriyor hastalığı. Ve vaka sayılarında her gün çok büyük farklar var, ama ölüm sayısında pek değişiklik yok. Bunun nedeni ise muhtemelen – ister virüs kaynaklı olsun ister başka türlü- hastalığın tedavisine dair başa göre çok daha fazla bilgiye sahip olunması ve dolayısıyla tedaviler daha iyi netice veriyor
Vakalara genel bakış 11.9.2020
Almanya
Toplam vakalar
257 B
+1.892
İyileşen
223 B
Ölüm
9.412
+3
Fransa’da günde 7bin vaka vardı birkaç gün evvelki verilere göre, aynı gün ölüm sayısı 6 idi.
Almanya’da yaz döneminde üst solunum yolu hastalıkları ile hastaneye başvuranların sadece %3 Corona hastasıymış. Tüm solunum yolu hastalıklarında covid-19 un payı da önemli.
Bu tabii kış dönemi grip sezonunda daha yüksek oluyor.
Avusturya’da 16 Ağustos – 15 Eylül arasında toplam 16 kişi covid-19 dan ölmüş, yani günde 0,5 kişi. Avusturya, başka ülkelerde olduğu gibi covid-19 testi pozitif çıkan her ölümü ana sebep başka da olsa (kanser, kalp krizi gibi) covid-19 dan öldü diye kaydetmektedir. Avusturya’da günlük ölüm sayısı ortalama 228 dir.
Karşılaştırılması gereken bir veri de, ülkelerde yine belirli bir nüfus oranında günde kaç kişi öldüğüdür, hatta örneğin kış sezonunuda kaç kişinin solunum yolu enfeksiyon hastalıklarına yakalandığı , bunların kaçının ölümle sonuçlandığı ve bunlar arasında karşılaştırmalar. Örneğin 83 milyon nüfuslu Almanya’da 2017/2018 sezonunda büyük bir grip dalgası sonucu Almanya’da kayıtlara göre 25.000 kişi ölmüş. Tabii ölüm oranlarına yaşlı nüfusun fazlalılığı ve yaşam koşulları da etken,kış döneminde grip sezonunda ölüm sayıları artıyor. Bu sezon Almanya’daki ölüm sayıları daha önceki yıllardaki ölüm sayılarından daha düşük örneğin.
Ülkelere göre ölüm oranlarının verildiği bir web sitesi:
Başka bir karşılaştırma ise bulştırma oranı Reproduktionsrate. Almanya’da tespit edilen bulaştırma oranı lockdown =kapatma tedbirlerinin hayata geçtiği tarih olan 23 martta 1 kişiden 1 kişiye bulaştırma oranına düşmüş. Dolayısıyla hükümetin Corona politikalarını eleştirenler kapatma önlemlerinin gereksiz olduğunu söylemektedir.
Ayrıca Almanya’da hukukçular tarafından kurulan meclis dışı araştırma komisyonu Corona Untersuchungsausschuss’daki değerlendirmeye göre de, ki bunu virolog ve mikrobiyolog Prof. Dr. Kaemmerer ve Dr. Wolfgang Wodarg bunu vurgulamıştır, “PCR testleri hastalığı belirlemek için kullanılması öngörülmüş testler değildir. Virüsü göstermez, nukleik asiti gösterir, enfeksiyonu belirlemez. PCR testi pozitif çıkıp da semptom görülmüyorsa, yani kişi semptom hissetmiyorsa( adı üstünde enfeksiyon) enfekte değildir, ve o kişi başkasına bulaştırmaz. Dolayısıyla çocuklar da genelde semptomsuz olduklarından, hastalığı eve taşıma olasılıkları çok azdır.
Test yalnızca dizileri, yani virüste bulunması gereken nükleik asitleri ölçer. Bu diziler, korona krizinin başlangıcında Çinli bilim adamları tarafından tespit edildi ve virüsün “genel yapısını” vermek için bir bilgisayar modelinde tahmin edildi. Söz konusu virüs hasta bir kişinin kanından hiç çıkarılmamış, saf haliyle elde edilmemiş ve incelenmemiştir.
“Aldığınız virüsün dozajı hastalığın seyri açısından çok önemlidir” demektedir Prof. Streeck. Ayrıca “kapalı, soğuk, nemli, havalandırmayan ortamlarda hasta, enfekte olanlar olduğunda bulaşma riski daha fazladır. Almanya’da Kuzey Ren Westfalya eyaletindeki mezbahadak gürültülü, nemli, soğuk ortam virüsün damlacık yoluyla bulaşmasına sebebiyet vermiştir. Bu yüzden kapalı, havalandırılmayan, virüsün yoğun olduğu ortamlar daha risklidir. Belki bu yüzden genelde hastane personelin enfekte olması, hastalığın ağır seyretme olasılığı daha fazladır. Almanya’da gerçek hastaları daha kolay ve çabuk görebilmek için PCR testleri dışında hızlı testlerin yapılması öngörülmüştür. https://www.aerztezeitung.de/Nachrichten/Anders-auf-Corona-testen-aber-wie-412242.html
PCR testlerinin ayrıca yanlış pozitif ve yanlış negatif sonuçlarının da çok fazla olumsuz sonuçları var. Düşünün ki bir kişi gerçekten hasta- bulaştıracağı başka virüsler de olabilir- o kişi negatif PCR testine güvenerek, etrafta dolaşıyor, yakınlarına bulaştırıyor, veya boşuboşuna karantinaya alınıyor, hatta yakınları da karantinaya alınıyor.
Maalesef hasta isen “evde kal” hem kendini koru, hem de başkasına bulaşmaması için önlem al, neredeyse hiç söylenmiyor artık. Tüm odaklanılan Covid-19 PCR testleri üzerinden geliştirilen bir tehlikeli! salgın varsayımı.
Rubiconnews 18 eylül tarihli bir makaleden alıntı:
“Bir şeyin etkisi ne kadar fazlaysa, meşruiyetini o kadar dikkatli kontrol etmemiz gerekir. PCR testinin sonuçlarının istatistiksel analizi milyonlarca insanın hayatını etkileyebilir. Ama yeterince doğru mu? İnanılır mı? Ve bu test aslında neyi ölçüyor? Bu soruların daha yakından incelenmesi, tüm ekonomilerin kaderinin ölçüm sonucuna bağlı kılınması gerekip gerekmediğine dair önemli şüpheler doğurmaktadır”
5. Tedbirler . Tedbirler ne derece ORANTILI. Hangi ülkeler hangi tedbirleri alıp, onun olumlu sonuçlarını görüyorlar?
Hastalık hakkında ilk başta bildiğimizden çok daha fazla şey biliyoruz. Matematiksel modellemelerin tutmadığını da Almanya’da en çok Corona vaka ve ölümünün görüldüğünü de görüyoruz. Bir facebook yorumum: “Başta semptomu olmayanların da yayabileceği düşünülüyordu. Kore örneğinin de olduğu çeşitli videolar dolaşıyordu (31.vaka) Bu biraz da çeşitli cep telefonlarına indirilen uygulamaların reklamı gibi de oldu, yani PCR testi pozitif çıkanın mutlaka takip edilmesi, kimlerle buluştuğunun nereye gittiğinin öğrenilmesi de hedefleniyordu muhtemelen. İlk başta ben de bunu çok önemsedim açıkçası. Ama zamanla PCR Testlerinin hassasiyetini, hastalık belirlemekte yeterli olmadığını bir çok bilim insanı açıkladı. Zaten hastalık teşhisi için ortaya çıkmamış, onay görmeden (valide olmadan) piyasaya sürülmüştü. yine ilk başlarda bilinen daha doğrusu tahmin edilen hastalık belirtisi göstermeyenin taşıyıcı olduğuydu, ama kanıt bulamıyorlar, matematiksel modellemeler yapıp duruyorlardı. Bilim insanları da aksini iddia edecek bir rapor sunamıyorlardı bunun nedeni de, şayet her yeri kapatırsan, insanların birbiriyle temasını minimuma indirirsen, araştırmacılar, epidomologlar hastalığın izini süremez”.
Heinsberg’de Bonn üniversitesinden ekibi ile araştırma yapan yazımın başında da bahsettiğim virolog Prof. Streeck “virüse, araştırmalara zaman tanıyın, önlemleri adım adım alın der” der, “tüm önlemler gerek tüm kapatma tedbirleri , gerekse maske kullanımını aynı zamanda birden uygulanırsa, hangi tedbirin faydalı olduğuna dair araştırma olanağımız da azalır” demiştir. Bir taraftan da yatak kapasiteleri, yoğun bakım kapasitelerine göre Almanya’nın ilk başta aldığı kapatma önlemlerini doğru bulduğunu ifade etmiştir.
Streeck’in dediğine göre örneğin her yerde eş zamanlı olarak okullar kapatılıyorsa, çocukların bulaştırıcılığı ile ilgili bilgilere sahip olamayız. Çocukların taşıma ve bulaştırması ile ilgili nisan ayındaki yazım. https://www.coronagercegi.com/post/cocuklar
Tabii ondan sonra da birçok araştırma gerçekleşmiştir. Araştırmaların sonucu çocukların hastalanma ve bulaştırma oranın çok düşük olduğudur.
TekrarHindistan ve farklı Tarihler:
Hindistan’da çok kötü şartlarda yaşayan fakir bir halk mevcuttur, özellikle içme suyu sıkıntısı vardır, hijyen sorunu mevcuttur. Kapatma tedbirlerinin alınması ile birlikte halk daha da yoksul duruma düşmüştür.
Bir taraftan da dünyanın birçok yerinde vaka ve ölüm sayılarının çok fazla olduğu dönemlerde (mart, nisan, mayıs ayları) Hindistan’da vaka sayısı da ölüm sayısı da çok düşüktür. (fakat ne kadar test yapıldığını bilmiyoruz) Onlar için en büyük tehlike virüs değil, virüse karşı alınan abartılı tedbirlerdir.
Erkrankungsfaelle: Hasta sayısı (Almanya’da pozitiv vaka sayısı verilirken, Hindistan doğrudan hasta sayısı olarak verilmiştir), hasta sayısı mayıs ayında yükselmeye başlamıştır. 31 Mayısta vaka sayısı190.609, ölüm sayısı 5408 dir. Bugüne kadar ölüm sayılarına bakılınca, nüfusa oranla toplam ölüm sayısı hala çok düşüktür.
Vakaların bu kadar çıkmasının sebebi halkın çok fakir, aç duruma düşmesiyle birlikte başka hastalıkların da birlikte ortaya çıkması olabilir. 31 mayısa kadar o zamana kadar olan toplam vaka sayısı 190.000 iken şimdi günlük vaka sayısı 90.000 civarındadır.
Tüm değerlendirmeler yapılırken Hindistan’ı ayrıca mercek altına almak, tıp ve ilaç sektöründeki yerini de ortaya koymak lazım, hatta bunu tarım sektörü , turizm sektörü ve dijitalizasyon ile ilişkilendirmek gerekir.
“meBirçok ülkede olduğu gibi Hindistan’da da çok uzun bir dönem kapatmalar gerçekleşmiştir. Daha sonra da hem iç hem dış mekanda maske kullanma zorunluluğu getirilmiştir.Uzmanlar ölüm sayısının nispeten az olmasındanüfusunun nispeten genç olmasına bağlıyor. Öte yandan, sayıların doğru olup olmadığı ve virüs yayılmasının gerçek boyutunun kaydedilip kaydedilmediğine dair şüpheler var tabii birçok ülkede olduğu gibi. Testlerin güvenilirliği konusunda soru işaretleri var.
Ve özellikle kırsal alanlarda, görünüşe göre birçok Kızılderili, damgalanma korkusuyla semptomlara rağmen doktora görünmüyor.
Raporlar: Aylarca maaş almayan doktorlar
Ayrıca çökmeden önceki sağlık sistemi, hastanelerdeki zorlu hijyen koşulları ve aylardır ödeme almayan doktorlar hakkında da raporlar var.
Ayrıca“Corona tanısı tespitinde çalışan, ateş ölçen kişiler yaklaşık 1 milyon kişi daha iyi çalışma koşulları ve yüksek ücret için grev yapıyor” ZDF- Alman Devlet Televizyonu
Pek çok Hintli bunu, yetersiz finanse edilen sağlık hizmetleri sistemindeki adaletsizliğin bir ifadesi olarak gördü. Ülke, gayri safi yurtiçi hasılasının yalnızca yüzde ikisini bu alana yatırıyor. Bu, onu küresel sıralamada en altına yerleştirir. Geçtiğimiz günlerde "Times of India" dergisindeki iki virolog,"Onlarca yıllık ihmal birkaç aylık tecrit ile aşılamaz" diye yazdı. Hindistan'daki her 10.000 kişiye karşılık, dünya çapında 13.9 ve 28.6'ya kıyasla sadece yaklaşık yedi doktor ve 17 hemşire var.Nöbetçi sağlık personeli, korumasızlıktan şikayet ediyor. Hindistan Tabipler Birliği'ne göre, 17.000 doktor ve hemşire virüse yakalandı ve bunun sonucunda 200'den fazla kişi öldü.
denmektedir FAZ ın haberine göre. Ve ibadet ile ilgili şöyle söylenmektedir. Hindistan'da dua etmek bile tehlikelidir. Ünlü bir Hindu tapınağında iki ay içinde yüzlerce kişiye virüs bulaştı. Dünyanın en büyük ve en zengin Hindu tapınaklarından biri olan Tirumala'daki Venkateswara Tapınağı'nın işletmecisinin kuruluşu, yalnızca çalışanlar arasında 743 enfeksiyon kaydetti. Sonuç olarak iki çalışan ve eski bir çalışan öldü. Ziyaretçilerin nasıl enfekte olduğu belli değil. Tapınak, yaklaşık iki ay önce operasyonlarına yeniden başlamıştı. Vakfın genel müdürü, açgözlülükten çok aceleyle yeniden açtıkları ve mesafe ve hijyen kurallarına yeterince dikkat etmedikleri iddialarını reddetti. Korona kurallarına sıkı sıkıya bağlıydı.”
diye de ayrıca bir değerlendirme yapılmıştır.
Hindistan genelinde , Modi hükümeti veya seleflerinin müdahalesi olmaksızın hava kirliliği nedeniyle her yıl 1,2 milyon insan öldüğü iddia ediliyor. Dr. Hemant Shewade ve Dr. Giridara Gopal haklı ve Covid-19 şu ana kadar Hindistan’da çok kişiyi öldürdü, Hindistan’daki günlük haşere çılgınlığının her yıl daha fazla kurban olduğu söyleniyor.
Hindistan’da din, ibadet ve meditasyon çok önemli yer tutar, bunun turizm gelirlerine de katkısı büyüktür.
FAZ ın (Frankfuter Allgemeine Zeitung)baktığımızda toplu ibadetin çok tehlikeli olduğu düşüncesi, hatta ibadetle ilgili vakıf yöneticilerinin de sorumsuz olduğu algısı hakimdir. Hindistan’da ne olup bittiğine dair sağlıklı bilgilere ulaşmak gerçekten güç.
Hindistan’ın çok önemli başka bir özelliği var. Dünyanın en fazla nüfusa sahip 2. ülkesi olan Hindistan, Avrupa’ya ve Amerika’ya en çok ilaç ve aşı üreten ülkelerin başında geliyor Çin ile birlikte Ayrıca ilk defa Corona ile birlikte bir plazma bankası kurulmuştur. “Yeni koronavirüsü tedavi etmek için bir plazma bankası Delhi’de faaliyete geçti ve CM Arvind Kejriwal, COVID-19 hastalarının iyileşmeden 14 gün sonra plazmalarını bağışlayabileceğini söyledi.”
FAZ in 17 ağustos tarihli haberine göre: Hindistan Serum Enstitüsü, pandemide dünyanın en önemli laboratuvarı haline gelebilir. Aşı üretiminde dünya lideri olarak kabul edilmektedir. Bill Gates bile şirkete saygı duyduğunu belirtmiştir. Deutsche Welle’nin bir haberine göre ise 17.9. 2020 tarihli haberine göre bu en büyük aşı fabrikasının sahibi milyarder Adar Poonawalla bahsedilen aşının en erken 2024 baharında hazır olduğunu belirtmiş. Aynı haberde Hindistan’ın Rus aşısı “Sputnik 5” in 3. fazının test edileceği de belirtiliyor.
Aşı savaşlarındaki Hindistan’ın rolü çok büyük gibi gözüküyor, ve medyada çıkan haberlere daha dikkatli bakmamız gerekiyor, sadece Hindistan örneğinde değil tabii.
Aşı denince tabii Bill Gates ve Bill &Melinda Gates vakfı akla geliyor.
Bill Gates ise gerek tarım politikaları gerekse daha önce yaptırılan aşı ile ilgili yan etkilerinden dolayı Hindistan’da kabul görmeyen bir kişi.
Bill Gates’in tıp dünyasındaki etkin rolü biliniyor, medyaya da öyle. Fakat özellikle Hindistan’da küçük çiftiçilerin örgütlenmiş olduğu tarımı, dijitalizasyona bağlıyarak tekelleştirmesi, monokültür tarımı savunması sonucu dünyaca ünlü, ama basınımızda yer bulmayan ekoloji aktivisti Vandana Shiva Bill Gates’in yaptığını Monsanto’nun yaptığının devamı olarak nitelendirmiştir.
Ayrıca Soner Yalçın’ın “saklı seçilmişler ve “kara kutu” kitabında da tarım ve hayvancılık ilaç, aşı sektörü ele alınırken Bill Gates’in yaptıklarına vurgu yapılmıştır.
6. Terapi, travma.: Bugün tüm dünyada yaşanan salgının! psikolojik, soyolojik, ekonomik uzantıları çok büyük. Hepimiz adeta kronik stresin içindeyiz. Ayrıca toplumda var olan ayrışma da arttı. Dr. Raphael Bonelli, Dr. Heinz Joachim Maaz, Dr. Franz Ruppert , Prof. Dr. Gerald Hüther konuyu ne şekilde değerlendiriyorlar? Bütün bu yaşananların psikolojik, sosyolojik uzantısı nedir? Nasıl manipule oluyoruz? Burada da ayrıca Prof. Dr. Mausfeld’in söylediklerine bakmak lazım. Şimdilik sadece isimleri vermekle yetiniyorum.
7.Tedavi: Şimdiye kadar ne gibi yanlışlar yapıldı? Testler, teşhisde hata varsa, tedavide de hata yapma durumu söz konusu değil mi? Hydroxichlorokinin aşırı dozda verilmesinin sakıncaları nelerdir? Dr. Wolfgang Wodarg ilk başlarda uyarmıştır, hatta Akdeniz, Afrika kökenlilerde bazı enzimlerin az olduğuna, klorokin kullanımının onlara daha çok zarar verebileceği, bunun araştırılması gerektiğini söylemiştir. Kortizonun tedavide kullanımının zararları oldu mu? Remdesivirin Covid-19 da faydası var mıdır? Hastalar neden entübe edildi , neden entübe ediliyor?Hastanede tedavi protokolleri nasıl? Corona hastaları için alınan ödenekler? (özellikle ABD deki bu durum mercek altına alınmalı.) Covid -19 tedavi edeyim derken hastalığa sebep olan esas nedenler mi atlanıldı?
—-
Kronik stres pandemi sürecinde hepimize yerleşti neredeyse. İzolasyon bağışıklık sistemimizi daha da çökertti. Hele hele hastanede tek başına olmak, her yerden Corona’nın ölümcüllüğüne dair sürekli bilgi yayılması. Türkiye’de Corona’dan! ölüm yaşı Dünya ortalamasının altında. İlk başlarda günlük ölüm sayılarımız çok düşükken, neden son1-2 aydır bu sayı Avrupa’dakinden (örnek yaklaşık aynı nüfusumuz olan Almanya) çok daha fazla? Tedavide hatalar olabilir mi? Ya da tedbirlerde mi hata var? Varsa hangi tedbirlerde? Tedbirler abartılı olamaz mı. Örneğin Avrupa’da hiçbir ülkede açık havada maske mecburiyeti yok ve maskenin koruyuculuğu konusu tartışılıyor.
Pandemi! döneminde “tehlikeli”diye hastanelere gitmeyenler, ertelenen teşhisler, tedaviler..Niye sadece Covid-19 a konsantre olunur. Hele hele nasıl aşıdan medet umulur? Niye aşı konusunda, ve aşı olma mecburiyeti konusunda tereddütleri olanların gerekçeleri, sundukları raporlar göz ardı edilir? Uzağa değil, 2009 yılı Domuz gribi pandemisine bakalım. Orada Dr. Wolfgang Wodarg ne demiş, ne yapmış, Prof. Dr. Drosten ne demiş? Aşıların kalıcı yan etkileri nelermiş? Niye o zaman Dünya Sağlık Örgütü pandemi tanımını değiştirmiş? Hangi ilaç firmaları devreye girmiş? Nasıl sözleşmeler yapılmış? Kullanılmayan aşılar), miktarı? nasıl imha edimiş? Bunların bir kısmı az gelişmiş ülkelere mi yollanmış?
“Profieteure der Angst” ARTE televizyonu tarafından yapılmış bir belgesel. Defalarca izledim. Bir başka belgesel daha var. “ “Trust WHO= Dünya Sağlık Örgütüne güvenebilir miyiz?” Oval Media yapımı, ama Corona Pandemisi! döneminde vimeo tarafından silinmiş. Pandeminin başında silinmemişti, tamamını izlemiştim, orada da başta bahsettiğim Akciğer uzmanı, halk sağlığı uzmanı, epidomolog o dönem Transparency-uluslararası şeffaflık sivil toplum kuruluşu yönetimde ve Avrupa Komisyonu sağlık komitesinde yönetimde olan SPD den milletvekili olan Dr. Wolfgang Wodarg da var, maalesef artık hükümet onun dediklerine kulak asmıyor, tabii ana akım medyada da yer bulmuyor. Maalesef vimeo, youtube gibi sitelere mevcut durumu eleştirel ele alan videolar kaldırılıyor, (bazen kısa süreliğine, bazen de süresiz)
Her iki belgeselde de Dr. Wolfgang Wodarg yer alıyor. Süreçde çok faydası olan bir kişi bilgisi, tecrübesi ve duruşu ile. Bitchute da daha sonra yayınlanan Trust WHO belgeselinin dili , İngilizce ve Almanca. Maalesef tamamının türkçesi yok. Almanca ve İngilizce izleyebilirsiniz.
Sonuç:
.) “Kanıta Dayalı Bilim“istiyorum, modellemelere, tahminler göre değil, ki modellemelerin tutmadığını görmek de çok önemli bir kanıttır.
.) “Uzmanlar” denilen cümlelerde hangi uzmanlar, ne gibi tecrübeleri var, bunları görmek istiyorum.
.)Televizyonlara çıkan ya da sosyal medya hesaplarından demeçler yayan uzman profesörlerimizin lütfen yukarıda ve daha önceki yazılarımda da bahsettiklerimi incelemelerini istiyorum, çok geç kalmış olsalar bile. Görüyorum ki, demeçleri halkı “panikdemi”ye sevk ediyor ve ayrıca adeta aşı ve maske reklamı niteliğinde (burada da “kanıt.” istiyorum, “maske”nin gerçekten faydalı olacağına dair örneğin)
.)Meşhur olmanın sorumluluğu: Şöyle bir baktım yukarıda adı geçen Alman, Avusturyalı bilim insanlarına, kimisinin sosyal medya hesapları hiç yok, kimisinin takipçisi ise bizdeki profesörlerin yaklaşık onda biri kadar. Bizim profesörlerimiz hiç de benim takip ettiğim bilim insanları ya da Almanya’da meclis dışı araştırma komisyonları gibi oluşumları takip etmiyorlar. Hepsi mutlaka yüksek puanlara tıp fakültelerine giren çok akıllı insanlar, ama bilimdeki yeniliklere şüphe ile bakabilmeleri lazım, bütüncül, multidisipliner düşünüp çalışmaları lazım. Tez, antitez, sentez..Antitezlerin bazen içinde bulundukları mevcut modern tıp dünyasından gelmediğini de kabul etmeleri lazım, çünkü o tıp dünyasında farklı düşünenler konuşturulmuyor. Artık bizim bilim insanlarımızın da özeleştiri yapması, hatalarını görmeleri lazım. Şimdiye kadar bunu yapmamışlarsa, hatalarını görüp kabul etmeleri de bir erdemdir.
.) Öğrenmek için kaynağa mı ihtiyacınız var? Çok sayıda Almanca kaynak var, maalesef bunların türkçe altyazılı videolarını bulmak çok güç. Youtube’da otomatik altyazıya girdiğinizde İngilizce altyazı istediğinizde de türkçe istediğinizde genelde arapça altyazı çıkıyor. Bu son zamanlarda çok arttı.
Ama bilgilenmek ve bunu paylaşmak istiyorsanız google tercüme ile kullanabileceğiniz en önemli sitelerden biri Alman özgür medya kuruluşu rubiconnews. Özellikle PCR testleri ile ilgili makaleleri okumanızı tavsiye ederim. Okuma süreleri, verilen linkleri inceleme uzun sürer incelemeniz, ama inanın çok faydalanacaksınız. Virüsün tehlikesi ile ilgili korkularınız azalacak belki , ama rubiconnews ve başka alternatif medya kuruluşlarında yazanlar, söylenenler “dünyada neler oluyor ” u görebilmek için çok önemli kaynaklar, analizler, yorumlar sunuyor, ve bu belki sizi daha da çok korkutabilir. Benim seçtiğim PCR testleri ile ilgili iki yazı: https://translate.google.com/translate?hl=tr&sl=de&u=https://www.rubikon.news/&prev=search&pto=aue
.) “Hepimiz gazeteciyiz” Medyanın eksik haber yaptığı, istediği kişiyi ve konuyu parlattığı, öne çıkardığı o kadar netleşti ki, her birimiz “araştırma gazeteci, yazar” gibi hareket edebiliriz, belki de yeni işimiz gücümüz bu olmalı. Vaktimiz az maalesef.
Tüm dünya koronavirüs salgınıyla mücadele ederken aşı çalışmalarına da hız verildi. Rusya ve Çin’in ardından ABD’li Pfizer ile Alman BioNTech firmaları koronavirüs aşısı geliştirdiklerini açıkladı.
Aşı çalışmalarını Yeni Akit’teki köşesinde değerlendiren Abdurrahman Dilipak, “Aşıla-ma” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Dilipak bugünkü yazısında, geliştirilen aşılardaki soru işaretlerine değindi.
Dilipak, “Daha tanı kiti yapılamamış, mutasyondan söz ediliyor, birileri de aşıdan söz ediyor. Birileri gözünü karartmış, bu konuda gecesini gündüzüne katıp, bir an önce bu işi bitirmek istiyor sanki” dedi.
Abdurrahman Dilipak’ın yazısı şöyle:
“Daha tanı kitinin doğru çalışmasını sağlayamayanlar, aşı üretmekten söz ediyorlar. Elon Musk aynı gün, aynı hastahaneye dört örnek veriyor, ikisi pozitif, ikisi negatif çıkıyor.
Mayıs ayında Tanzanya’da keçinin Covid 19 testinin pozitif çıkmasını unutmadık! Tanzanya Cumhurbaşkanı Magufuli PCR sürüntü örnekleri diye, insan isimleri vererek hayvan, meyve ve yağ örnekleri göndermişti. Gelen sonuçlar komikti. Ve son olarak halk Berlin’de Korona tedbirleri için sokaklardaydı. Biz o sıralarda köpeklerden sonra atlara Chip takıyorduk.
Kaddafi de 2009’da BM genel kurulunda bir salgın ve aşı komplosundan söz etmiş. Boş verin Kaddafi’yi, o deli, Afrikalı birine mi inanacak sizin gibi beyaz akıllılar!?. Size Portekiz’den bir haber. Sıcağı sıcağına hem de. Portekiz mahkemesi PCR testlerini güvenilmez bulmuş ve karantina uygulamasını kaldırmış. Portekizliler gider Mersin’e, biz gideriz tersine. Bu arada, Tarım Hayvancılık Bakanlığı hayvanlara Chip takmaya başlarken Sağlık Bakanlığı yetkilileri bize Chip’li bilezik takmak için tam gaz çalışmalarını sürdürüyor. Sağlık Bakanı Koca, koronavirüs aşı çalışmalarıyla ilgili «Pfizer bize 1 milyon aşı verebilecek, yıl içinde 25 milyona kadar olabileceği şeklinde görüşmelerimiz var. 16 yerli aşı çalışması var. Çin aşısını en az 10 milyon almak istiyoruz’ (…) ‘Grip aşısında artırabileceğimiz rakam sınırlı. Bu yıl 2.3 milyon grip aşısı aldık. Şu ana kadar 600 bin kişiye grip aşısı yaptık’ dedi. Bakan Koca ayrıca diyor ki, ‘Çin aşısını aralık ayında en az 10 milyon kadar almak istiyoruz, 1-2 gün içinde imzalar atılacak (…) Türkiye’nin geçen yıl yaptığı grip aşısı tedariği bir milyon 300 bin ama yapılan bir milyon 100 bin aşı. Grip aşısında artırabileceğimiz rakam sınırlı. Bu süreçte 2.3 milyona çıkardık. Şu ana kadar 600 bin kişiye grip aşısı yaptık. (…) 5 haftadır tarama yapıyoruz. Bu dönemde influenza yok (…) 16 yerli aşı çalışması var. İnaktif aşı çalışmamızda bu hafta itibariyle ilk 44 kişide tamamlanmış olacak (…) Yerli aşımızın devreye girmesi nisan ayı şeklinde olur’
İnşallah Erdoğan daha önce aşı konusunda ortaya koyduğu tepkiyi yine gösterir ve frene basar. Daha tanı kiti yapılamamış, mutasyondan söz ediliyor, birileri de aşıdan söz ediyor. Birileri gözünü karartmış, bu konuda gecesini gündüzüne katıp, bir an önce bu işi bitirmek istiyor sanki. Aynı gözü kara gidiş HES Kodu, Chip’li bilezik, hayvanlara deri altı Chip uygulaması, 5G ve aşı konusunda söz konusu. Sonuç ne olursa olsun, bu tartışma burada bitmez. Onu söyleyeyim… Bu toplumsal olaylara sebeb olabilir. Bunun hukuki ve siyasi sonuçları olur. Sahi ‘bilim kurulu’ bu konuda ne düşünüyor. Hepsi aynı görüşte mi. Kurul dışı akademisyenlerden bu konuyla ilgili kaygılarını açıkça ortaya koyanlar var. Aşı çalışmalarında malum lobinin parmak izlerini görmemek için kör olmak gerek. Adamlar bağıra bağıra geliyor. Time ya da The Economist adeta meydan okuyor.
Son birkaç hafta içinde aşıyı bulduğunu ‘kendi kendilerine’ ilan eden Pfizer’ın CEO’su ve Baş Bilim Uzmanı ile Moderna’nın Baş Bilim Uzmanı Siyonist lobinin muteber isimlerinden. Bunlar o malum ‘derin aileden’ birileri. Zaten onlar olmadan böyle bir iş bu kadar hızlı ve kolay başarılamazdı.
Biraz Alman, biraz Pfizer da olsa artık ‘yerli ve milli’ bir başarı gibi takdim edilen malum ‘CoVID aşısı’ ile ilgili bir konu var. Sahipleri Türk olduğu için bazı kesimlerin ‘övündüğü’ Biontech firmasına Bill ve Melinda Gates Vakfı 4 Eylül 2019’da 55 milyon $’lık yatırım yapmış. Gerekirse de bu rakamı 100 milyon $’a kadar çıkarabileceğini taahhüt etmiş. Yani Bill Gates ‘Covid başlamadan’ sadece aylar önce aşı çalışmaları için Biontech’e böyle bir yatırım yapıyor. Türk bilim adamlarının başarılarını tüm dünyanın konuşması güzel elbet ancak… Bill Gates’in yatırım yaptığı kişi/kurum her kim olursa olsun dikkatle izlenmeli, araştırılmalı, diye düşünürüm. Dahası şu konjonktürde Müslüman dünyada Türkiye’nin etkinliğini ve güvenilirliğini kullanmak isteyecek Türk maskesi altına saklanmış küreselciler olabilir. Dün bu çevreler FETÖ maskesi kullanmışlardı. Bill Gates’in Biontech’e yaptığı yatırım hakkında kaynak için şu adrese bakabilirsiniz: https://investors.biontech.de/news-releases/news-release-details/biontech-announces-new-collaboration-develop-hiv-and/ . Yarın bunlar Türkiye’ye gönderecekleri aşıların enjeksiyonu ya da kutularında Türk bayrağı, Atatürk’ün imzası, bozkurt resmi de koyabilirler. Hep söylüyorum ya:
‘Ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı. Bu bir.
İki: Dikkat edelim Şeytan bizi aldatmasın.
Üç: Fasıklar, müfsitler bize bir şey getirdiğinde ihtiyad edelim.
Dört, dikkat edelim; bize ölümü gösterip kısırlığa razı etmesinler.
Bu korku pandemisinin ardından böyle bir komplo ile karşı karşıya kalabiliriz. Julian Assange’nin dediği gibi belki de ‘Bu dünyada son özgür nesil biziz!’
Bill and Melinda Gates Vakfı 10-11 Nisan 2019 tarihlerinde Dışişleri Bakanlığı ev sahipliğinde ‘sanitasyon’, ‘finansal kapsayıcılık’, ‘beslenme’ ve ‘SDG Etki Hızlandırıcısı’ konularının konuşulduğu bir çalıştay gerçekleştirmiş. Ardından Dışişleri Bakanlığı ve BM Kalkınma Programı arasında Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları için 7 Mayıs 2019 tarihinde ‘Etki Hızlandırıcı Pilot Uygulama Belgesi’ imzalanmış. Bu etkinlik Bill Gates vakfı Orta Doğu Temsilcisi Asif Abbas girişimi ile vakfın Türkiye Temsilcisi Duygu Ercan Morel, Tarım ve Orman Bakanlığı Genel Müdürü Aylin Çağlayan Özcan’ın gayretleri ile gerçekleşmiş. İddia o ki, ‘Bill Gates’in desteklediği aşı sıradan bir aşı olmayacak. İçinde bulunan etken maddenin çip ile sürekli iletişim halinde olması isteniyor..
Bunun için de bağışıklık sistemimin çok güçlü olması istenmiyor. Böylece aşının etkisi kaybolmayacak ve insanlar kontrol altında kalmaya devam edecekler.’ Bir arkadaşın şöyle bir mesajı dolaşıyor sosyal mediada: ‘HES kodu olmayanlar Zonguldak’a giremeyecek’. Küresel aşı uygulamasından sonra okuyacağınız muhtemel haberler: ‘Corona aşısı olmayan bu ülkeye giremez’ Ve dijital takip başlayacak, aşı olanlar ‘dijital köle’ olacak, dijital kontrolle insanların duygu, düşünce, his ve hazlarına yön verecekler, artık onlar nasıl istiyorsa öyle yaşayacak hatta öyle mi düşüneceğiz? İnşallah yöneticilerimiz bizi böyle bir köleliğe kurban etmez!’ İtalyan virolog Giulio Tarro’nun dediği gibi ‘Korona virüs aşısı küresel bir sahtekârlıktan başka bir şey değil!’
Selâm ve dua ile…”
“İLAÇ YÜKLEMESİ”
Öte yandan Yeniçağ yazarı Arslan Bulut da “Bu Bir Aşı Değil ‘Zombi’ İğnesi” başlıklı yazısında, “Türkiye’de de Dünya Sağlık Örgütü’nün verdiği tedavi şeması uygulanıyor. Oysa korona virüse veya gribe karşı geliştirilmiş bir ilaç olmadığını herkes biliyor. Öyleyse bu ilaç yüklemesi nedir” ifadelerini kullandı.
Hani, gazeteci-yazar Birgül Göker Perdisa’nın derlediği İtalyan uzmanların görüşlerini, ‘İtalyan virolog: Korona virüs aşısı küresel bir sahtekârlıktır’ başlığı altında yayınlamıştım ya, sosyal medyada birileri hemen bu yazıya karşı, ‘Aşılar, antibiyotikler, milyonlarca insanı hayatını kurtarmıştır’ diyerek aşı karşıtlığının tehlikeleri üzerinde ahkâm kesmeye başladı!
Bu tutum, küresel sahtekârlığa alet olmaktır. Çünkü İtalyan virolog, aşı karşıtı olmak şöyle dursun, aşı geliştiren bir bilim adamıdır.
Zaten korona virüse karşı aşının çözüm olmadığını söyleyen İtalyan virolog Giulio Tarro, 1957’de ilk çocuk felci aşısını yapan viroloji uzmanı Dr. Albert Sabin’in öğrencisi… Üstelik iki defa Nobel Tıp ödülüne aday gösterilmiş, aşılar üzerine önemli çalışmaları var. İddiasının çarpıtılacağını bildiği için öncelikle şöyle demişti:
Ben, çocuk felci aşısını bulan Albert Sabin’in gözde öğrencisiydim. Benim, aşıların önemini küçümsemem diye bir şey söz konusu olamaz. Ancak bazı virüsler için – Covid-19 da bunlardan biri – aşı gerçekçi bir yaklaşım değil… Tüm virüsler mutasyon geçiriyor; bunların pek çoğu da bizim zararımıza mutasyonlar değil. Korona virüs, 2002-2003 yılında ortaya çıkan SARS salgınının da sorumlusudur, ama şimdi bu virüs yok mesela, ortadan kayboldu. Aynı durumun Covid-19 için de geçerli olmaması için hiçbir sebep yok.’
Bu bilimsel görüşler içinde aşı karşıtlığı var mı? Dr. Montanari de benzer bilgiler vermişti…
Dünyada uygulanan komployu görenler, Shakespeare’in, ‘Artık iyi olanların değil, iyi oynayanların dünyası burası….’ sözünü paylaşıyor…
Zira insanlar, laboratuvarda üretilip üretilmediği tartışmalı olan korona virüsten mi, yoksa hastaya ilk gün çok yoğun antibiyotik verilmesi yüzünden ve kalpten mi, çoklu organ yetmezliğinden mi veya vücudunun direnci kalmadığından mı gidiyor, orası belli değil…
Türkiye’de de Dünya Sağlık Örgütü’nün verdiği tedavi şeması uygulanıyor. Oysa korona virüse veya gribe karşı geliştirilmiş bir ilaç olmadığını herkes biliyor. Öyleyse bu ilaç yüklemesi nedir?
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta’nın son tespiti şöyle
‘Bu senede aşıda durum özetle şöyle: Grip aşısı kalmadı, hangi korona aşısını verelim? Ölü virüslü mü mRNA’ lı vektörlü mü zayıflatılmış virüslü mü? Neli isterseniz hepsi de var…’
Arzu Atamer, ‘Aşı reklamı yapan basın elemanları en yakın aşı uygulaması yapılan yere gidip gönüllü denek olsun. Onlara noter huzurunda aşı yapılsın. Hepimiz görelim. Bedavaya aşı var, kim engelliyor bunları?’ diye soruyor.
Sadece basın elemanları değil, genetik yapıya müdahale eden aşıyı Türkiye’ye getirecek olanlar ve çocukları da noter huzurunda aşılanmalı!
Murat Soydan ise ‘Denemeleri bir yıl bile yapılmamış, ne olduğu belli olmayan bir sıvıyı vücudumuza enjekte ettirmek istemiyoruz. Sizin ‘bilim adamı’ dediklerinize de güvenmiyoruz. Yok aşı karşıtı yok bilmem ne gibi takacağınız karalayıcı sıfatlar umurumuzda değil’ diye meydan okuyor.
Herkesin kuşkusu, genetik yapısıyla oynanan insanların zombileşeceği yönünde… Ve ‘bu bir aşı değil, zombi iğnesi’ görüşü yayılıyor.
İtalyan virologların görüşlerinden alıntı yapan Doç. Dr. Nail Ersöz ise ‘Bir hekim olarak uyarıyorum; faz 3 çalışması yapılmamış, dünyadaki tek gen aşısı olan m RNA aşısını lütfen yaptırmayalım. Aşı olup olmamak konusunda sadece siz karar verebilirsiniz’ diye uyarıyor.
Bir aşının aşı olabilmesi için birkaç ay denenmesi yeterli değildir. Yıllar gerekir…
“Tanrı yoksa, her şey mübahtır” Dostoyevski (1). Kelime mânâsı ‘temel hakikat’ olarak anlaşılması îcab eden ‘santral dogma’dan ilk defa 1957’de DNA’nın helezonî yapısını keşfeden Francis Crick bahsetmiş. Gencecik yaşında DNA’nın yapısını çözmek için maruz kaldığı...
Kaynak:https://www.yasingirgin.av.tr/asi-fesih/ Aşı Olmak Zorunlu Tutulabilir mi? Anayasa’mızın Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlıklı 17. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının (ile birlikte Türkiye’de bulunan herkesin) vücut bütünlüğü...
.bu ‘salgın’, küreselcilerin; sağlık endişelerini ve ‘insan’ın sağlığı söz konusu olduğunda içine düştüğü çaresizliği kullanan ilk ‘DARBE’ girişimidir.. geçmişte küçük ölçekli denemeler olmuşsa da, bugün yaşadığımız dünyada insanları ‘ölüm’ korkusuyla taciz ve provoke etmek çok daha kolaydır!.
..ne olduğu belirsiz bir ‘test’!. (ki sistem dahili çalışan sağlıkçılardan bu konuda muhalif görüş alamazsınız.. mesleki kaygıları ağır basar!)..
..çok yakın zamanda ateşi 37 ve üzeri çıkanlar muhtemelen karga tulumba içeri alınacak!.
..hasta olduğu ilan edilen insanlar ‘veba’lı muamelesi görecek.. ki, başlamıştır..
Aşağıdaki görselde grip aşısı ve covid 19 ile ilgili oldukça aydınlatıcı bilgiler mevcuttur.. elbette henüz covid19 aşısı (27-09-2020 tarihi itibariyle) kullanımda değildir; ancak yaratılan bu korku ile, ‘büyük kalabalıklar’ın zaten eksik olan ‘sorgulama’ yeteneği de dikkate alınacak olursa.. artık önlerine ne konulursa (koldan-bacakdan-kıçtan-kafadan) itirazsız ‘aşı’ vurulacakları kesin!.
..ısrarlı ‘maske kullanımı’; ki artık faşist cunta yöntemleri de devreye girmeye başlamıştır; şimdi bu ve benzeri yöntemleri eleştirirken -ki benim kadar ‘iktidar’ karşıtı olmayın!. sadece yerel siyaset eleştirisi ile; ki yine en son Giresun valiliğinin aldığı, yürürken ‘sigara içme yasağı’ ilk bakışta çok ‘medeni’ ve ‘gerekli ve doğru’ gibi gelebilir.. ancak yasaklar bir kere konmaya başladı mı!. aynı kafanın yarın neyi yasaklayacağını kestiremezsiniz, tarih bu ve benzer örneklerle doludur!. ‘bu kafa’ derken, ‘pandemi’ yani salgın bahanesi ile sadece bizde değil, Kolombiya dahil!. adını hiç duymadığınız Afrika ülkelerinde de, benzer yasak kararları alınmakta.. İngiltere ve Almanya dahil..
..iktidara muhalefet edeceğim diye; yine dünyanın her yerinde benzer halk kitleleri ve ‘büyük kalabalıklar’ küreselcilerin bu ‘büyük oyun’una gelmektedir!. bu ‘salgın’ mevzusu ‘iç siyasetin’ yani iktidarların çok tercih ettiği bir durum doğurmamıştır; çünkü ağır aksak ilerleyen sistemleri tümden felç etmiştir; hükümetleri, orta sınıf sermayeyi, küçük esnafı’ eğitim çağında olan.. ki utanmadan ve hiçbir bilimsel dayanağı olmayan ‘maske’ kullanımını 3 yaşındaki ‘bebek’lere dahi reva görmüşlerdir!. Tüm insanlara aynı havayı solutuyorlar (karbondioksit) ve yine utanmadan her devir ve her çağda olduğu gibi bu ‘garabet uygulmaya’ taraf olan ‘sistem köleleri’ (her meslekten ve her sınıftan) , her yerde ve ortamda ‘maskeni tak’!. ya da ‘maskeni doğru tak’ diye toplum polisliğine soyunuyorlar!.
..-yukarıdan devamla- ..felç etmiştir; hükümetleri, orta sınıf sermayeyi, küçük esnafı’ eğitim çağında olan çoluk-çocuk, genç.. yaşlı ,65 yaş ve üzeri, neredeyse; yaşadığı için kendisini suçlu hissetmeye başlamış ve artık kendini bilmez bazılarınca da ‘aşağılanma’ ve ‘hakaretlere’ maruz bırakılmıştır; ki bu da yine dünyanın her yeri ve ülkesi için geçerli -bu bir iç siyaset malzemesi- değildir!. (birileri için söylüyorum, benim-bizim kadar mualif olamayın, ama mevzu bu değil; sonra size anlatacağım) 65 yaş ve üzerini şimdilik zatürre ve grip aşıları ile müthiş bir koruma kalkanına almış durumdalar; acaba diyorum bazen, haksızlık mı yapıyoruz!. aşılamalar can-hıraş bir şekilde yapılıyor; sanırım bizim içimiz fesat!.
..biraz etrafımıza baksak, tüm dünya ülkeleri ‘sağlıklı’ insan kaynıyor.. hastalıklar bitmiş, kanser, Alzheimer, demans hepsinin kökü kurutulmuş, şu an tek sorun ‘kızamık’!.
..bugün ‘WHO’ (dünya sağlık örgütü) şöyle bir açıklama yapsa; ”bugünden sonra halkın sağlığı söz konusu olduğu için herkesin ‘tasma’ takması mecburidir!” dese.. size; gelmiş-geçmiş tüm tanrı ve benzerleri adına yemin ederim ki, ‘böyle bir şey olabilir mi’ sorgusuna girmeden takacak ‘insan kalabalıkları’ mevcuttur!. medya ne derse o!. (İstanbul sözleşmesine ters düşmemek için yukarıdaki cümleme ‘tanrıçaları’ da eklemek isterim..)
..mevzu yine aşı ve aşılanma konusuna geldiği için size ‘Vitamingiller’ sitesinde rastladığım bir yazı ve yazının sahibi ile ilgili bilgi vereceğim, yine siteden alıntı.. (yazıyı ayrıca yayımlayacağım)
“İşte böyle. İnsanlar bu işin kolay olduğunu sanıyor, hele sağlıkçılar. Alay eder gibi bakıyorlar. İki arkadaşım var doktor Üniversite yıllarından tanıdığım. Saatlerce anlattığım halde ikisi de aynen şu cümleyi kurdular “ben tıp doktoru olarak aşıları tavsiye ediyorum” öne sürdüğüm argümanların hiçbirine karşı bile çıkmaya gerek duymadan. Oysa bu iş öyle kolay değil. Ben 5 yıl okudum uçak teknisyenliği yapabilmek adına. Oysa meslegimin 11. Yılında görüyorum ki okulda öğrendiklerim mesleğimi icra ederken öğrendiklerimin yanında yüzde 1’i bile değil. Sen tıp okulunda ne kadar immunoloji ye eğilmiş olabilirsin ki. Ben neredeyse iki senedir bu işi araştırıyorum. Neyse, doktorlara fakültede ne hapı iciriyorlarsa çoğu duyma yetisini kaybediyor onları bırakalım.
Eşim kızıma hamile iken başladı araştırmalarım. Halen devam ediyor. Uzunca bir süre kararsız kaldım. Kolay değil, doktorun ağzından çıkan hep aynı, ya çocuğun ölür veya sakat kalırsa ne olacak. Her anne babanın elini kolunu böyle bağlıyorlar. Yabancı doktorları da sürekli izliyordum ama sonuçta elle tutamadığınız insanlar yüzde yüz güvenemiyorsunuz. Sonrasinda Alişan Yıldıran beye rastgeldim. Her yazısını defalarca okudum. Allah kendisinden binlerce defa razı olsun. Artık rahat rahat kararımızı vermiştik. Eşim de zaten annelik içgüdüsüyle mi nedir, hiçbir araştırmamız yokken bile oğlumun aşılarını istememişti.”
Muhammet A. Peker (Beyfendinin eşi de yüksek lisans (iktisat) mezunu..)
..yukarıdaki bu notu fikriniz olsun diye paylaştım, çünkü yavaş yavaş hayatın gerçeği haline gelmekte olan ‘merkezi otorite’ -şimdilik WHO-DSÖ- yarın alacağı bir kararla nesillerin sağlığını koruma’ gerekçesi ile.. anne ve babanın çocuk üzerindeki tüm haklarından vazgeçmesi gerektiğini ‘önce tavsiye’ sonra da toplum sağlığı’nı öne sürerek tümden yok sayabilir!. emin olun olacak olan budur!..
..dikkatsiz ‘büyük kalabalıklar’, yavaş yavaş sıranın önce gençlere, ardından çocuklara gelmeye başladığının (getirilmeye çalışıldığının) farkında değil.. tarih boyunca da hiçbir şeyin farkında olmamışlardır!. (haçlı seferleri, emperyalizm, kölelik, misyonerlik, hayvan katliamları, savaşlar vesaire) Hep sonradan gelmiştir akılları başlarına; ancak geçmiş ile bugün arasındaki en büyük fark; artık geriye dönüşün olmayacağı.. hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, ya da geri döndürülemeyeceği zamanlara geldiğimizdir!.artık ‘kobay’ insandır ve değişimi.. hiç içime sinmese de ‘kaçınılmazdır!.ve insanlık ‘Bill Gates ve Elon Musk’ benzeri ‘psikopatlara’(Bill Melinda Gates Vakfı’nın Afrika’da neler yaptığını, nasıl bir yıkım yarattığını, kendi adıma söyleyeyim yaklaşık 10-12 yıldır yazıyorum.. bugün bilip-bilmeden sokaktaki insanlar Bill Gates ismi mırıldanıyorsa bunda az da olsa benim de payım vardır!. ancak mevzuya hakimiyetin sadece isim bilmek veya mırıldanmakla olmayacağını hepiniz bilirsiniz.. ancak bilip-bilmeden bu isimleri söyleyenlerin çokluğu ve cehaleti sizi yanıltmasın; siz daha derinine inin, gerçeği göreceksiniz!. gerçeğin sesinin nereden geldiğinin önemi yok; ya da kimin seslendirdiğinin.. bir ‘papağan’ bile tekrar edebilir bu ‘bilgi’yi ve bu durum’gerçeği’ değersiz yapmaz!.)
..bazen komplo, bir gerçek.. sizin gerçek sandığınız ise, komplo olabilir.. Bugün ‘medya’ dediğimiz oluşumlar, ‘sosyal medya’ dahil, haklıyı haksız,.. yanlışı doğru.. ya da benzersiz bir şeyi sizin için ‘benzer’ yapabilir..
..evde televizyon izlerken, kendinizi bir anda büyük bir bombalama olayının kaçan saldırganlarından biri olarak görebilirsiniz.. saklanın; muhtemelen ölü ele geçirileceksinizdir!.
..kendinize şunu sorun, ‘yukarıda isimlerini verdiğim; ki sayıları binlerle ifade edilebilir.. neden ‘insan sağlığı’ ve ‘gelecekle’ bu kadar ilgililer.. daha odaklanmak isterseniz ‘Elon Musk’ denen ‘ruh hastası’nın fabrikalarında çalışan işçilerle yapılan röportaj ve sohbetleri okuyunuz.. yeni doğmuş çocuğuna matematiksel bir ‘kodlama’ ile isim veren bir ‘hasta’nın, bir de ‘Mars’ takıntısını ve altında yatan sebepleri düşünün.. demiri düşünün, ovaları, gölleri.. denizi düşünün.. bir de cennetten kovulma hikayesini.. yapay zeka ve ‘melek’ diyalektiği üzerine düşünün.. transhumanizm, üstün insan ve her şeyin insan için yaratıldığı üzerine.. ateizm.. ya da tersten ‘vaat edilen topraklar’ miti üzerine..
Alman virolog Stefan Lanka’yı bilenleriniz olabilir; biz, bilmeyenler olabilir düşüncesinden hareketle devam edelim.. Vitamingillerden konu ile ilgili makaleden bir alıntı yapalım, daha anlaşılır olması bakımından..
2017 yılında Alman virolog Stefan Lanka’nın olağanüstü bir çabayla ta Anayasa Mahkemesi’ne kadar götürdüğü ve sonunda kazandığı davayı hatırlarsınız. Lanka burada, kızamığa yol açanın virüs filan olmadığını ve hatta ortada kızamık virüsü diye bir şey de olmadığını kanıtlamıştı. Lanka şu an hummalı şekilde çalışarak, kaleme aldığı makalelerde (İngilizce’ye çevrilmiş hali, “The Misconception Called Virus”) anaakım bilimin yaptığı çıkarımların nasıl yolunu fena halde şaşırmış olduğunu, hatta bunların çıkarımdan ziyade varsayımlardan ibaret olduğunu, hastalık yapma kabiliyeti (patojenisite) bile olmayan gariban virüsün nasıl yersiz yere şeytanlaştırıldığını anlatıyor.
vitamingiller.com
ve Stefan Lanka şimdiki ‘salgın’ (pandemi) uydurmacası ile ilgili şu yorumu yapıyor;
“Ölü doku ve hücrelere ait partiküllerden birtakım moleküller alınıyor, virüse ait parçacıklar bunlar diye yanlış yorumlanıyor, bu parçalar sonra tamamen teorik bir şekilde birleştirilip ortaya bir virüs modeli çıkarılıyor … Kızamık “virüs”ü için neyin ne olduğu, hangi molekülün virüse ait hangisinin olmadığı üzerinde uzlaşıya varabilmek camianın onyıllarını almış, uzun yıllar boyunca görüşme ve tartışmalar devam etmişken, bu yeni oluşumlu dedikleri Çin Koronavirüsü 2019 (2019-nCoV) üzerinde mutabakata varmaları fareyle birkaç tıktan öteye geçmemiş gözükmektedir.
Bugün salt bir iki fare tıkıyla bilgisayar programı size, ölü doku ve hücrelere ait nükleik asit parçacıklarının moleküllerinden istediğiniz biyokimyasal kompoziyona sahip virüsü yaratabilir. Bunları dilediğiniz aranjmanda birbirine ekleyip daha uzun bir genotip oluşturabilir, sonra da bakın işte yeni virüsün komple genomu budur, diyebilirsiniz … “Virüs DNA’sı”nın bu şekilde tamamen teoriye dayalı inşaatı çıkılırken, yapıya uymayan sekanslar (gen dizileri) ordan burdan kırpılıp “düzlenir”, eksik-gedik yer varsa, oralar da dolduruluverilir. Alın size hiçbir zaman bulunmamış, bir bütün olarak bilimsel manada mevcudiyeti ortaya konulmamış, gerçekte var olmayan, fakat imal edilmiş bir DNA sekansı.”
Stefan Lanka
Alman virolog
..”Tabi tüm bu bilgileri okurken, tümden kabul veya ret meselesi değildir mevzu.. önemli olan dış etkenlerden -medya-siyaset- soyutlanmış bir şekilde doğru fikre ulaşmak olmalı amaç.. mesela salgının başladığı varsayılan günlerin en önemli konularından olan ‘5g’ konusundan nasıl bu denli uzaklaşıldığı ayrıca düşünülmeli.. toplu hayvan ölümleri, göç yollarını şaşıran kuşlar, böcek ve arı türlerinin yok olması.. ilk başlarda video görüntülerinde yer alan ani ölümler ve yine ‘5g’ ilintisi.. ki hazırlanmakta olan ‘6g’ alt yapısından bahsetmek bile istemiyorum..
Yine büyük bir ilerleme olarak lanse edilen ‘6g’ teknolojisi ile ilgili basında yer alan bir haberden alıntı yapalım:”6G teknolojisinin planlanması, danışmanlığı ve önemli meselelerde öneriler getirmekle sorumlu olan ekip, 6G’nin kullanıcılarına 5G’den yaklaşık 100 kat daha hızlı internet sunacağı görüşünde.”
..100 kat!. işte bunun adı ‘ilerleme’ oluyor; oysa ‘pozitif’ anlam yüklenen ilerleme hadisesi, şayet gerçekçi bir bakış açısı ile geçmişten bugüne incelenecek olursa.. dillere pelesenk olan ‘yaşam kalitemiz yükseldi’,’hız’landık, ‘daha da hızlanacağız’..ya doğaya verdiğimiz zarar ve bu zararın bize dönüşümü ve ödeteceği bedel.. ki ödemeye şimdiden başladık!. 100 kat hızlı!. artık ‘yaşam kalitemiz’in nasıl artacağına siz karar verin!.
..ikiye bölünmüş olan ‘büyük kalabalıklar’ın bir kısmı ‘dogma’ üzerinden yol alırken.. diğer kısmı sırf ‘dinci ve muhafazakar’ hegemonyadan kaçmak-kurtulmak için ‘küreselci düşünce’ ve tuzaklarına yem olduğunun farkında değil.. bu ‘salgın’ fikri ve uygulaması ‘küresel dikta rejimi’nin öncülerince kurgulanmış ve diğerlerinin aksine bu kez ‘bilim’i arkalarına almışdır!. elbette bu ‘bilim’ tarifinden ne anladığınızla çok ilintili bir mevzu.. dünyanın her yerinde, yine yukarıda bahsettiğimiz gibi; tüm ‘ilerleme’mize karşın her beş binadan neredeyse biri ‘hastane’ olmuşken (endüstriyel sağlık)-(ya da daha anlaşılır olması bakımından ‘müşteriye ihtiyaç duyan ticarethane).. her doğan bebeğin yüksek bir yüzde oranı ile ‘allerjik bünye’ye sahip olması.. kalp ve damar hastalıklarının neredeyse yirmili yaşlara indirgendiği günümüzde.. (epey ilerlemişiz ama..)
..yine ‘kadın hakları’ hassasiyetiyle; neredeyse ‘dişi’ nüfusun yarıdan fazlasının ‘antidepresan’ bağımlısı (müşterisi) olması.. erkek nüfusunun düşen ‘sperm sayıları’.. (bunlar hep ilerleme.. gittikçe hızlanıyoruz.. etrafımız hız manyaklarından geçilmiyor.. Elon Musk gibi..) Buradan hareketle, ‘zeka’nın her zaman iyiye.. ya da doğru olana meyl edeceği diye bir düşüncenin de, doğru olmayacağını bir ‘kuram’ olarak sunmak isterim.. geçmiş ve kendi içinde ön-görülebilir bir gelecek tasavvuru olan yine geçmişin bugüne olan dayatılmış tarihinde görüyoruz ki; hasta ruhlu dehalar, bütün bir insanlığı felaketlerden felaketlere sürükleyegelmiştir.. ancak dün ile bugünün bir farkı var; o da, artık geriye döndürülemeyecek etkiler yaratabilecek ‘negatif’ bir kıvamdayız.. ilerleme kıvamımız bu!.bu gidişata karşı çıkacak olanların, illa da; ‘binalar çoğaldı, zinalar çoğaldı’ mitsel düşüncesinden hareketle birilerinin kucağından kaçarken, diğerlerinin kucağına düşmesi anlamına gelmez.. ‘üçüncü bir yol’ her zaman vardır!.
..demem o ki, küreselcilerden kaçarken dincilerin.. ya da dincilerden kaçarken küreselcilerin kucağına düşmeniz gerekmiyor.. kendi ‘özgün’ düşüncenizle, kendi özgün dünya görüşünüzü oluşturabilir.. illa da bir ‘taraf’ olmadan.. ya da ber-taraf olmadan, kendi tarafınızda.. insanlığın tarafında yer alabilirsiniz.. bilimden; ancak ‘gerçek bilim’den taraf olabilirsiniz; elbette bir şeylere inanabilir, kutsal sayabilirsiniz; bu ‘bizim’ aynı tarafta olmamamız için bir gerekçe değil!.
Doğanın mucizesi ‘insan’ için ve diğer tüm canlar için.. ya da yaratıcınızın mucizesi insan için.. doğa için, ‘doğal’ olan her şey için.. biraz ‘yavaş’!.
Hız öldürür!.
..siz yeter ki buzdolabınızın kapısını ‘ben açabilirim’ deyin..
..ya yüzümüzü ‘doğa’ya çevireceğiz, ya da ‘doğa’ bizden yüz çevirecek!.
“Tanrı yoksa, her şey mübahtır” Dostoyevski (1). Kelime mânâsı ‘temel hakikat’ olarak anlaşılması îcab eden ‘santral dogma’dan ilk defa 1957’de DNA’nın helezonî yapısını keşfeden Francis Crick bahsetmiş. Gencecik yaşında DNA’nın yapısını çözmek için maruz kaldığı...
Kaynak:https://www.yasingirgin.av.tr/asi-fesih/ Aşı Olmak Zorunlu Tutulabilir mi? Anayasa’mızın Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlıklı 17. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının (ile birlikte Türkiye’de bulunan herkesin) vücut bütünlüğü...
..elbette, ‘baştan sona komplo’ derken; şimdiki zaman -bugün- yaşananlar, ya da insanlığa yaşatılanlar bakımından, konunun hiç de hafife alınacak bir yanı olmadığını söyleyelim.. yani ‘salgın’ bir gerçektir ve hızla yayılmaktadır, cepte bir söylem.. benim/bizim başından beri ve hatta senelerden beri karşı çıktığımız iki husus vardır;birincisi, her şeyin doğal yollardan geliştiği.. yayıldığı yalanı (aids, ebola, sars, mers, kuş gribi, domuz gribi vesaire..).. ikincisi ise; hangi şartta olursa olsun, ‘bize-bana bir şey olmaz’ cehaleti ile.. gerçeği arayışların bir birine karıştırılıyor olduğu..
..bu elbette bilinçli yapılıyor!. yani ‘gerçek’leri komplo!. komploları ise, ‘gerçek’ kıvamında sunuyorlar halka. Bugün insanlığın ‘doğru bilgi’yi, konu ne olursa olsun medyadan alması mümkün değildir; ancak internet ortamından ‘doğru bilgi’ye erişmek de sanıldığı kadar kolay değildir. Çünkü bol miktarda asılsız ve yanıltıcı ‘bilgi’ yanında, maksatlı, yönlendirici ve hatta, ilk bakışta ‘doğru’ algısı yaratan pek çok yayın ve paylaşım vardır. Her kesimden insanın, yeri geldiğinde her seviyeye hitap etmeyen yayını aynı anda okuması, ve farklı çıkarımlarda bulunarak paylaşıyor olması da, ayrıca bam-başka bir kirlilik ve kafa karışıklığı yaratmaktadır.Sosyal medyada ‘öjeni’ konusunu işlediğim bir paylaşıma, belli ki bazı paylaşımlar neticesinde ulaşan bir kişi, aslında yaşlılara saygılı oldukları ve onları düşündükleri için biraz sert çıktıklarından bahsediyor ve neden bir iki vaka için milleti suçluyorsunuz, diyordu..oysa yazı bam başka bir şeyden bahsediyordu. Baktım bu yoruma ‘orantısız’ karşı çıkış (yazıyı anlamadığı konusunda) cevaben başka yorumlar yapılıyor, yorumu sildim..
..bilmeyeni.. ya da ilgi alanı bakımından konuyu anlamayanı eleştirmek.. hele hele kalabalık içerisinde, bence çok doğru bir davranış şekli değil.. elbette, fazlaca anlamadığı bir konu üzerine ‘yorum yapma’ ihtiyacı duymak da..
Gelelim‘corona virüs’mevzusuna, okumayanlar için aynı isimli birinci yazının okunmasını, bu yazının sağlıklı anlaşılması için öneririm. Yazının birinci bölümünde mealen dediğimiz şuydu;sorgulama, ‘neden’ sorusunu sorma yetisinden uzaklaşan -uzaklaştırılan- insan, sistem ve medyanın ‘orantısız’ korku ve panik yaratma sürecine ortak edilmişti!. oysa bize çocukluktan beri öğretilen bir ‘gerçek’; olağanüstü durumlarda veya her hangi bir kriz yönetimi ihtiyacında ilk yapılması gereken şeyin, ‘sakin kalabilmek’, ‘paniğe kapılmamak’ olduğu idi!. oysa bugün ‘WHO’ (Dünya Sağlık Örgütü), tüm hükumetler, yazılı ve görsel tüm medya organları, provakatif sosyal medya fenomenleri akla zarar bir biçimde insanlığı korku ve paniğe sürüklüyor ve doz, günden güne arttırılıyor!.
..ve sözüm ona ‘yaşlı nüfus’ korunma bahanesi ile tüm hakları ellerinden alınarak, yeni yetme ergenlerin şamar oğlanına dönüştürülüyor.. alaya almalar, aşağılamalar; bunlar elbette şu an için bilinçli davranışlar olarak değerlendirilemez; ancak küresel sermayenin uzun zamandır belli yaşın üzerindekileri sisteme birer yük olarak gördüğü herkesçe malumken, uzun vadede ve ‘bilim’in arka bahçesinde her devir ve zamanda yer almış olan ‘karanlık düşünce’ ÖJENİ’yi görmezden gelemeyiz.. ne tesadüftür ki; bu ‘virüs’ daha ziyade yaşlı ve hastalıklı olan kişileri hedef alıyor. Tesadüfe bakar mısınız!. öjeni ile ilgili kısa ‘not’uma yorum yapan değerli bir okuyucunun yorumunu bu vesile ile sizlerle tekrar paylaşayım.. benden çok daha iyi ifade ettiğini belirterek; ”Yaşlı insanlara kendilerini suçlu hissettirecek şekilde davranışlar ortaya çıkmaya başladı. Yanlış şeyler oluyor. Sağduyunun korunması lazım. Yoksa ortaya çıkacak sonuç virüsten daha fazla zarar verir.”
..bu elbette bazılarının zannettiği gibi sadece bizde gözlenen bir durum değildir; küreselleşen dünya dedikleri ‘büyük köy’de, artık insanlar; aynı şeye gülüyor, aynı şeye hüzünleniyor, aynı endüstriyel yiyecek ve içecekleri tüketiyor, aynı kıyafetleri giyiyor, aynı tip erkek ve kadından hoşlanıyor -çoğaltılabilir- ve davranış şekilleri de fazlaca benzer.. çaydanlık boyutunda kupalarla kahve içmeler.. Yeni Delhi’de de aynı, Los Angeles’da da..
..dolayısı ile bir iki videolu haber ile aynı ‘algı operasyonu’na uğramaları ve aynı tepkiyi vermeleri de bundandır.. yani ‘SYSTEM’ son elli yıldır iyi çalışmış, ‘eğitim’ ve ‘sağlık’ sistemine yaptığı yatırımın karşılığını almıştır; en azından bu son ‘salgın’dan elde ettikleri veriler, tüm bunları doğrulamakta..
..artık ‘aşı’ karşıtlığı büyük oranda kan kaybedecek, itiraz edenler ciddiye alınmayacaktır..
..her hangi şüpheli bir durum karşısında, yine aynı medya organları vasıtası ile;”virüsün doğal olmadığını söyleyen komplocular halkı yanıltma peşinde, bakınız -bilmem ne bilim dergisinde- bugün yayınlanan makalede, virüsün tamamen doğal olduğu ve dışarıdan müdahale olmadığını söyleyen bilimsel bir makale yayınlandı”!.Sistem artık fazlaca bir detaya girmeden, tek merkezden istediği her şeyi; yine insanın ‘güvenlik’ ve ‘sağlık’ endişelerini kullanarak bu kez çok daha kolay bir biçimde hayata geçirmiştir!. Benim fikrim, bu denli ‘ikna oluş’, onların da beklediği bir durum değildi.. zannımca ‘korku’ ve ‘panik’in bu denli körüklenmesi bundandır..
..yoksa bahse konu olan virüsün bu hızlı yayılışı, ancak yaratılan bu korku ve panikle mümkündü.. görsel medyaya dikkat ediniz, -tüm dünya- halkı ‘sağduyu’lu olmaya çağırırken bile, sıradan her insanın paniğe kapılmasına yol açacak görsel ve anlatımlar arka planda yer almakta.. bu bile, ortada ‘doğal’ olan hiç bir şeyin olmadığının, en basit kanıtı olsa gerek.. ki bu konuda pek çok video ve anlatım dolaşmakta, muhtemelen bu yazıyı okuyanların pek çoğundan haberi vardır. Fransa’da bazı sağlıkçıların şimdiki sağlık bakanının, yine Vuhan’la olan -eşi vasıtası ile- bağlantısı üzerine suç duyurusunda bulunmaları.. Sonra yine Fransızların Çinlilerle birlikte Vuhan’da bir P4 laboratuvarı inşa etmeleri (P4 En yüksek biyolojik güvenlik seviyesi olan).. bu ve benzeri kaynak aktarımları, ne denli gerçekçi ve emek ürünü olsa da, araya sıkıştırılan -maksatlı- bazı basit ve bazen alaya konu olan diğer paylaşımlar neticesinde gözden düşürülerek..
..daha doğrusu ortada olan bir ‘gerçek’in etrafına yüzlerce yalan sıkıştırılarak, insanların doğru ve gerçeğe ulaşması imkansız hale getirilmektedir.. acı olan budur!.
Olayın ekonomik boyutu elbette var; daha doğrusu zaman içerisinde pek çok yorum ve açılım bu yönde olacak; ki doğrudur.. dijital devrim çok yakında insan hayatı ve yaşam biçimini önce ekonomik açıdan, daha sonra da emek-sermaye ve üretim ilişkileri bakımından kökten değiştirecek, zayıf, hasta, yaşlı nüfusun daha fazla taşınamayacağı fikri pek çok yan faktörle birleşerek, ‘biyolojik devrim’ -belki anlaşılması şu an için güç olsa da- yani demem o ki;gdo-gmo (tarım ve hayvancılık alanındaki gen suikastları) benzeri müdahaleler -aşının dışında- insan dna’sına da uygulanacaktır. Bugün yaratılan durumun insan üzerinde yarattığı korku ve endişeyi baz alacak olursak, bu ‘komplo’dan çok daha büyük ve çok daha vahim oldu bittilerle, insanoğlu ve de kızı her şeye razı edilecektir!.
mottoları;..yoksa ölürsünüz!. olacak..
Ekonomik boyutu aslında çok açık, Çin’li elektronik devi Huawei 5G alt yapısı özelindeki çalışma ve alt yapıları ile abd’ye sanılandan çok daha büyük bir fark atmış, neredeyse telekomünikasyon alanında rakipsiz hale gelmişti.. ki halen öyledir. sözüm-ona küreselcilerle savaştığı yanılgısı yaratılan Trump denen karikatürün, bu firma ile olan hukuk tanımaz (tabi ki küresel ticaret hukuku) savaşını bilmeyen yoktur.. ve ne tesadüftür ki, Huawei’nin merkezi Shenzen ile Vuhan arasındaki mesafe de, Çin’in yüz ölçümü baz alınacak olursa, hiç de uzak sayılmaz..
Bütün devlet başkanlarının neredeyse benzer tepki ve önlem arayışında olduğu, muhtemelen çoğunluğun dikkatini çekmiştir. Neredeyse her ülkede bir kaç ‘ünlü’ ya da siyasetçinin test sonuçlarının ‘pozitif’ çıktı haberleri ya da.. olağan-dışı durumun ‘halkla ilişkiler’ -PR- boyutu müthiş çalışıyor.. Bütün devlet başkanlarının -neredeyse tümü- nüfusun yüzde yetmişi ‘enfekte’ olacak söylemi, ve bu söylemi sorgulama gereği duymayan ‘büyük kalabalıklar’!. belki size tuhaf gelecek ama, herkesin bir şekilde bu virüse yakalanacağı fikri, enteresan bir şekilde kabullenildi.. sıradan bir şey gibi.. ‘corona mı’?. ‘ha, bende yokta, bizim biraderde var.’ gibisinden..
..düşünsenize, insanlığı tehdit ettiği söylenen bir ‘vaka’, mizah konusu oldu!. o derece kanıksandı yani.. PR derken bunu kastediyoruz. bu sonuçlar alındıktan sonra, zannımca diğer operasyonları daha öne çekebilirler.. emin olun, onlar bile bu denli hızlı bir kabulleniş beklemiyorlardı!.
..en az bizim kadar şaşkınlar..
İnsanlar, biliyorsunuz algı ve geliştirilebilir zeka bakımından pek çok farklılık gösterir; zeka geriliği ya da ileri zeka anlamında değil.. aynı filmi izleyen insanların bazıları, ‘hayatımda izlediğim en iyi film’ derken, bir diğeri, ‘zamanınız varsa izlenebilir’.. bazıları da, ‘tamamen zaman kaybı’ şeklinde yorumlarda bulunabilir.. işte ‘yaşlı nüfusun’ hedef alındığı söylendiği zaman da.. kendi babası zannedenler olduğu gibi, biraz daha olgun fikirlisi, şu an yaşayan yaşlı nüfusun kast edildiğini düşünür..
..işte bu farklılıklar sosyal medyada her alana girip yorumlar yaparlar, İsrail, derler.. Amerika.. illuminati.. biraz daha gelişmişleri, Rockefeller, Melinda vesair, Sharp gibi.. elbetteki bu kelimeleri kullanmak insanları daha bilgili göstermez; ama bazıları gerçekten öyle sanıyor.. bir de Soros tabi..
..yaşlı nüfusla ilgili, bir üstten devamla, oysa kast edilen ilerleyen günler ve nesiller açısından uygulanan bir programın, şimdilik çalışılan, denenen ‘PR’ıdır.. alınacak sonuçlara göre, sonraki çalışmaların zaman ve coğrafya takvimi, şiddeti belirlenecektir, gibi..
..tıpkı Ergenekon sürecinde her gün yinelediğimiz gibi,‘bir günde devrim olmaz, devrim bir süreç işidir’misali.. insanın ‘dna’sını da bir günde bozamazlar, bu da benzeri bir süreç gerektirir; ancak düşünen ve sorgulayan beyinler için şu bir gerçek, domatese, çileğe yaptıklarını, bir gün insana da yapacaklardır!.ve enteresan olan, bunu insanı ‘ikna’ ede ede yapacak olmalarıdır..
Birinci yazıda söylemiştim; ancak önemli olduğunu düşündüğüm için yinelemekte fayda görüyorum....insanları iki şekilde etkisiz hale getirebilirsiniz; birincisi, ‘güvenlik zafiyeti yaratarak!. ikincisi ‘sağlık’ endişesi yayarak!.
Güvenlik zafiyetini uzun yıllardır yaratılan ‘terör’ vasıtası ile yaşıyoruz; ki ‘işid’ bu işin ‘pik’ noktası idi ve daha ileri boyutları için de hazırlıklı olunmalı.. en basitinden ‘drone’lu saldırılara hazır olun!.
Bu Corona vakası da; aslında, ‘biyolojik terör’ün 11Eylül’ü sayılabilir.. artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.. bunu ‘onlar’ da söylüyor zaten.. ‘kritik eşik‘tesiniz!. Bundan dört yıl önce ‘edebiyatgazetesi’ni kapatıp yeni bir isimle yola çıktık,‘Kritik Eşik’!. bu isimde karar kılarken, gerçekten de kritik bir eşikte olduğumuzun farkındaydık..
..şunu hiç bir zaman unutmayınız, Galileo,‘Dünya yuvarlaktır’dediği zaman, Dünya’nın yuvarlak olduğu ‘komplo teorisi’ olarak algılandı!. bugün ise gerçeğin ta kendisi.. -tam yuvarlak değil tabi-.. bugün ‘komplo teorisi’ adı altında binlerce video, milyonlarca yayın elbette var; ancak aralarında yatan ‘gerçek’lere sırtınızı dönmeyiniz.. insan bu hataya düşerse, bir daha ‘gerçek’le yüzleşmesi imkansız olacaktır!.
..çünkü;
..gerçek, inanılması en zor seçenektir..
Sistemin sizi ‘ikna’ etmesine müsaade etmeyin.. bir kere ‘ikna’ olursanız, çocuklarınız yerine de karar vermiş olacağınızı unutmayın!.
Ben kızıma ‘çileğin kokusu’nu anlatıyorum; o benim aldığım tadı alamadı çünkü.. umarım bir gün o da çocuğuna, ‘özgürlük’ün nasıl bir şey olduğunu anlatmak zorunda kalmaz!..
..insanlar bilmedikleri bir şey için ‘savaş’mazlar!. bizi‘sonsuz faşizm’e ‘ikna’ etmeye çalışıyorlar!. ‘ikna’ olmayın!..
“Tanrı yoksa, her şey mübahtır” Dostoyevski (1). Kelime mânâsı ‘temel hakikat’ olarak anlaşılması îcab eden ‘santral dogma’dan ilk defa 1957’de DNA’nın helezonî yapısını keşfeden Francis Crick bahsetmiş. Gencecik yaşında DNA’nın yapısını çözmek için maruz kaldığı...
Kaynak:https://www.yasingirgin.av.tr/asi-fesih/ Aşı Olmak Zorunlu Tutulabilir mi? Anayasa’mızın Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlıklı 17. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının (ile birlikte Türkiye’de bulunan herkesin) vücut bütünlüğü...