Covid-19 krizinin başlatılmasına 5 ay kala, 2019 ağustosunda ilaç sektörünün küresel çaptaki iki dev şirketler grubu sessiz sedasız stratejik işbirliği kararı alıyor.
İki şirket arasında tam bir birleşme sayılmayacak olsa da, yöneticilerinin açıklamalarına göre pazarlama ve dağıtım alanları başta olmak üzere birlikte hareket etme kararı, girilecek müşterek yatırım projelerini de kapsıyor.
“Pfizer ile kurulan müşterek teşebbüsün hayata geçmesi ile GSK’nın dönüşüm projesinde bir sonraki faza geçmiş bulunuyoruz. Holding için bu önemli bir andır ve biri İlaç ve Aşı sektöründe diğeri de Tüketici Sağlığı alanında dev iki şirketin temeli atılmış bulunmaktadır.”
Aşı Pazarı
Şu an için global aşı pazarının %80’i, aralarında GSK ve Pfizer’ın da bulunduğu 5 çokuluslu şirketin kontrolünde ve iki şirket arasındaki bu ittifakla birlikte Covid-19 aşılamasında GSK-Pfizer küresel piyasaya hakim konuma yerleşmeye aday.
GSK-Pfizer arasındaki bu ortak aşı insiyatifi partner konumundaki türlü ilaç şirketleri, araştırma laboratuvarları, viroloji enstitüleri, askeri yapılanmalar ve biyoteknoloji kuruluşları gibi yan oluşumları da kapsamakta.
Covid aşılaması, 150’den fazla devletin borcunu katlayarak artıracak milyarlarca dolarlık bir operasyon.
Korku kampanyası ile destekli bu inisiyatifin gerisindeyse Halk Sağlığı’ndan ziyade Para’nın itici gücünü görüyoruz.
Anlaşma hükümleri arasında, yeniden yapılanma süreci ardından iki şirketin “ayrıma gitmesi”ni öngören bir madde bulunmaktaysa da, GSK ve Pfizer net bir biçimde aşı pazarı özelinde karar alma mekanizmalarını birleştirmiş gözükmekte:
“İleride ayrılma niyetimizle beraber, gerçekleştirilmiş işlem GSK için AR-GE yaklaşımı bağışıklık sistemi ile ilgili bilim, genetiğin dahli ve ileri teknolojilere odaklı yeni bir global İlaç/Aşı şirketi yaratmanın yolunu açmıştır. . . . Son tahlilde amacımız, Birleşik Krallık bazlı ve uygun kapital yapısına sahip iki istisnai küresel ölçekte şirket yaratmaktır.” (GSK)
Burada karşı karşıya olunan tehlike esasen şudur: Bu birleşme ile dünyada geniş bir “iş ortakları” ağı ile birlikte fiilen bir İLAÇ TEKELİ kurulmuş olmaktadır.
Küçük çaplı 125 ilaç şirketi adayının rolü ise büyük grup şirketler için fason üretim ve pazarlama etkinliklerini üstlenmekten öteye gitmemektedir.
COVAX İnisiyatifi ve İlaç Endüstrisi
2020 nisanında, Covid aşılarının dünya genelinde dağıtımını üstlenecek COVAX inisiyatifi hayata geçirilmiştir. Bu inisiyatifin koordinasyonu ise Epidemiye Hazırlık İnovasyonları Koalisyonu (CEPI), GAVI, Aşı Alyansı ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yürütülmekte olup, bunların hepsi kısmen Gates Vakfı’nca fonlanan kuruluşlardır.
Karşılığında ise Gates Vakfı, GSK ve Pfizer da dahil olmak üzere ilaç devi şirketlerin ana hissedarı konumundadır:
Temmuz ayında Sanofi veGlaxosmithkline, adjuvanlı rekombinan proteinli altbirim aşılarının AR-GE ve büyük ölçekli üretimi için 100 milyon doz aşı sağlama şartıyla ABD’nin ‘Operation Warp Speed’ (Son Sürat Harekatı) programından 2.1 milyar dolar hibe almıştır. Bu şirketlerin ayrıca İngiltere, Kanada ve uluslararası bir aşı alyansı olan GAVI ile aşı dozu sağlamak için anlaşmaları bulunmaktadır. (Aralık 2020, BioWorld)
GSK-Pfizer bu ortaklıkları sayesinde aşı satış ve üretimi üzerindeki kontrollerini yerelde sağladıkları ticari ve bilimsel iş ortaklıklarını kullanarak Çin ve Latin Amerika da dahil olmak üzere dünyadaki tüm ana bölgelere yayma gayretinde.
Aşı alanında öne çıkan diğer aktörler ise GSK ile ortaklığa gitmiş Fransa’nın Sanofi’si, Pfizer ile bağlantıları bulunan Moderna, Merck,Astrazeneca ve Johnson and Johnson şirketleri.
Covid Aşısının 2020 Kasımında Piyasaya Sürülüşü
Aşı geliştirme işinde standart olan laboratuvarda fare ve gelincik deneyleri yapılmış mıdır?
Yoksa Pfizer ve Moderna aşılarını “doğrudan insan kobaylar”da denemeye mi geçmiştir? İnsan deneyleri temmuz sonu-ağustos başında başlamıştır. “Yeni bir aşı için üç aylık deneme süresi duyulmuş-görülmüş şey değildir. Normalde süreç birkaç yıl alır.”
Birinci Fare: “Aşıyı olacak mısın?”,
İkinci Fare: “Deli misin, daha insan deneylerini bitirmediler.”
Peki hem WHO hem de ABD’nin Bulaşıcı Hastalıkları kontrol ve Önleme İdaresi (CDC) Covid-19’un “mevsimsel grip ayarında” bir hastalık olduğunu ifade etmişken aşıya ne gerek var sizce?
İşin gereği şu: PARA.
Dünya Tarihinin En Büyük Aşı Operasyonu
Covid-19 aşısı geliştirme planı tamamen kâr odaklı bir girişim. İlaç endüstrisinin satın aldığı ve büyük kartellere hizmet eden hükümetlerce desteklenen bir plan.
ABD hükümeti daha temmuz ayından 100 milyon doz aşı siparişi verdi bile, AB ise 300 milyon doz satın alma aşamasında. Rüşvete boğulan yolsuz politikacılar, halkın heba edilen parası ve kazanan yine herzamanki gibi İlaç Sanayii.
Nihai amaç, SARS-CoV-2 “virüs”ü için gezegenin 7.8 milyar nüfusunu aşılayarak vurgun yapmak.
Covid aşısının çoğu durumda 2 doz şeklinde uygulanması gerekeceği de biliniyor. İşler planlandığı gibi giderse bu İlaç Sanayii için tarihin gelmiş geçmiş en büyük vurgunu olacak.
Üstelik, Pfizer Moderna inisiyatifinin mRNA aşılarıyla insan genleri de geriye dönüşü olmayan şekilde değiştirilmiş olacak.
ID2020 Dijital Aşı Kimliği Platformu
GAVI’nin araya bir de “dijital pasaport” uygulaması sıkıştırma planını atlamamak gerekiyor.
İsmi ID2020 Agenda olan bu plan, Peter Koenig’e göre “aşılamayı insanlara dijital kimlik tesisi için kullanan elektronik hüviyet programıdır.”
“Bu, yenidoğanlara taşınabilir ve kaybedilme ihtimali olmayan biyometrik bağlantılı dijital hüviyet sağlamak üzere mevcut nüfus kaydı bilgileri ve olunan aşılar ile ilgili bilgileri taşıyan bir programdır.” (Peter Koenig, Mart 2020)
ID2020 programının kurucu partnerleri Microsoft, Rockefeller Vakfı ve Global Alliance for Vaccines and Immunization (GAVI)’dir.
Kronolojiye dikkatinizi çekmek isteriz: ID2020 Alyansı’nın New York’ta “İyi Hüviyete Kavuşma Mücadelesine Varız” (“Rising to the Good ID Challenge”) konulu zirvesi 19 Eylül 2019 tarihinde gerçekleşiyor. Özel Johns Hopkins Üniversitesi’nce Event201 adı verilen nCov-2019 simülasyonu ise yine New York’ta bundan tam 1 ay sonra gerçekleşiyor:
“ID2020 projesinin WHO tarafından Pandemi ilan edildiği sırada hayata geçirilmesi tesadüf müdür? Yoksa ID2020 projesi ile planlanan ve insanlığın mahvı anlamına gelen çoklu projeler için bir Pandemi gerekliydi de, o mu hayata geçirilmiştir?” (Peter Koenig, Mart 2020)
ID2020, bazı analistlerce Global Polis Devleti’nin kontürlerini belirleyecek bir “Dünya Hükümeti” projesi olup, aşılama yoluyla milyarlarca insanın kişisel bilgilerini vücutlarına işleme planıdır.
41 yaşındaki iki çocuk annesi sağlık çalışanının, Pfzier’ın CV aşısını olduktan 48 saat sonra “ani ölüm”ü gerçekleşiyor.
“Ani Bebek Ölümü” Sendromu’ndan bahsedildiğini duymuşsunuzdur. 1960’larda çocuklara uygulanan aşıların kapsayıcılığı yükselirken sayıca da artınca kazandığımız bu sendrom artık yeni normalimiz ve aşı yan etkileri konusunda farkındalığı yüksek olanlar bu sendromun uluslararası tıp camiasınca nasıl aşıya bağlı ölümleri gizlemek için kullanılmakta olduğundan haberdardır. Son yıllarda sessiz sedasız “yeni normaller” arasına katılan bir başka sendrom da, “Ani Erişkin Ölümü”. ABD ile birlikte Türkiye’de de beşikten mezara herkesi mutat aralıklarla her fırsatta aşılama konsepti hayata geçtikçe, erişkinlere yönelik seyahat aşıları, zatürre, menenjit, grip, zona ve HPV aşıları gibi aşılarla “erişkin aşı takvim”i vücut bulmaya başladıkça, aşıya bağlı çoğu erişkin ölümü de bu defa da “sebebi belirlenemeyen erişkin ölümleri” olaran “Ani Erişkin Ölümü” kategorisine alınıyor.
Sonia Acevedo 30 Aralık günü, 10 yılı aşkın zamandır pediatri bölümünde çalışmakta olduğu Portekiz Onkoloji Enstitüsü’nde CV-19 aşısını oluyor ve Facebook’ta da profil resmini değiştirerek aşı olduğunu duyuruyor.
Yılbaşı gecesi ailece yenilen yılbaşı yemeğinden sonraki gün saat 11.00 civarında Acevedo ölü bulunuyor.
İşyeri, aşıdan sonra Acevedo’nın belirli bir reaksiyon geliştirdiğine dair kendilerine bir bildirim gelmemiş olduğunu belirtirken babası da, “İyiydi. Bir şeyi yoktu.” diyor. Babası herhangi bir sağlık sorunu bulunmayan kızının sadece CV-19 aşısı olmuş olduğunu, fakat aşıdan dolayı herhangi bir şikayeti filan da olmadığını söyledikten sonra, “Ne oldu bilmiyorum. Kızım niye öldü birinin bana yanıt vermesini istiyorum”, diyor.
Bayan Acevedo’nun kızı Vania Figueredo ise annesinin sadece aşı olduğu yerdeki “normal” ağrıdan bahsettiğini, onun dışında bir şikayeti olmadığını söylüyor.
Porto’da Pfizer-BioNTech aşısı uygulanan 538 sağlık çalışanından biri bayan Acevedo ve Portekiz Sağlık Bakanlığı’na meydana gelen bu ölümün bildirildiği belirtiliyor.
Gregory Michael, Kadın Doğum Uzmanı, yaş 56. Aşı destekçisi, olduğu CV-19 aşısı: Pfizer.
Miami Beach’teki Mount Sinai Tıp Merkezi’nde çalışmakta olan 56 yaşındaki kadın doğum uzmanı hekim, olduğu Pfizer aşısından sonra geliştirdiği ağır reaksiyon sonucu hayatını kaybediyor.
Eşi tarafından ‘son derece sağlıklı’ olarak nitelendirilen merhum, aşıların yararına şahsen inanan bir doktor olarak özellikle aşıyı olmayı tercih edenlerden.
“Pandemi” süresince çalışmayı aksatmadan sürdüren doktor 18 Aralık tarihinde kendi hastanesinde aşılanıyor. 3 gün sonra el ve ayaklarında çıkan çok yoğun peteşiler* yüzünden yine kendi hastanesinin acil servisine başvuruyor.
Peteşi: Derialtı kan damarlarından sızan kanın, deri üzerinde oluşturduğu nokta şeklinde morumsu kırmızı lekelerden her biri.
İlk iş olarak alınan Tam Kan Sayımı’nda, normalde mikrolitre kan başına 150.000 ila 450.000 aralığında olması gereken platelet* sayısı ‘0’ çıkıyor.
Platelet: Kan pulcuğu; trombosit. Kanda trombosit sayısının düşüklüğüne trombositopeni denir. Trombositopeni; kemik iliğinde yeterince platelet üretilmemesinden, otoimmün hastalıklardan veya “virüs”lerden kaynaklanabilir. Trombosit sayısı 50.000’in altına düştüğünde hayati tehlike gelişebilir.
Kendisine bu noktada, CV-19 aşısına bağlı reaksiyon sebebiyle gelişmiş ‘Akut ITP’(Akut İmmün Trombositopenik Purpura) tanısı konularak yoğun bakıma alınıyor. Uzman bir ekip tarafından 2 hafta boyunca süren gayretler platelet sayısını yükseltmeye yetmiyor. Ülke genelinden uzmanlar dahil oluyor sürece, fakat ne yapılırsa yapılsın platelet sayısı bir türlü artmıyor.
Tüm süreçte doktorun bilincinin ve enerjisinin yerinde olduğunu ifade eden eşi, son çare olarak başvurulacak ameliyata 2 gün kala, eşinin azalan plateletlerden dolayı geçirdiği hemorajik inme sonucu dakikalar içinde hayata veda ettiğini belirtiyor.
Eşi aşının yan etkileri olduğunun ve aşının herkese göre olmadığının bilinmesi gerektiği için bu paylaşımı yaptığını, yaşadıkları bu acı kaybın başkalarının bilgilenmesine hizmet etmesini istediğini söylüyor.
Idiopatik / İmmün Tromboistopenik Purpura (ITP), bebek, çocuk ve erişkinlere vurulan pekçok aşının tanınmış yan etkilerinden. Anne-babaların ve herhangi bir aşıyı olmayı düşünen erişkinlerin fikir sahibi olabilmesi için literatürden bazı örnekler verelim:
Bu bölüme dahil edilen araştırmalar KKK aşılamasının, iç kanamaya neden olan ve hayati tehlike oluşturabilen ağır bir tip otoimmün hastalık olan idiopatik [sebebi bilinmeyen] trombositopenik purpura (İTP) gelişim riskini ciddi biçimde artırmakta olduğu yönünde güçlü kanıtlar ortaya koymakta. Aşılama yapılmadan önceki evreyle kıyaslandığında çocukların KKK aşılamasını takip eden 6 haftalık süre içinde tam 7 kat daha fazla İTP geliştirdiği görülüyor. Çocuklarda İTP riskinde bir diğer ciddi artış da boğmaca, suçiçeği ve hepatit A aşılarından sonra yaşanıyor. Aşılama sonrası gelişen ağır İTP vakalarında mide-bağırsak yolu ve akciğer kanaması yaşanabiliyor. Bir araştırmada, hastalığı aşılama sonrası geliştirmiş çocuk hastaların yaklaşık %10’unda İTP’nin 6 ayın üzerinde devam ettiği görülüyor.
“Araştırmamıza göre KKK aşısı ve idiopatik trombositopenik purpura (İTP) arasında neden-sonuç ilişkisi bulunmaktadır.”
• 12-23 aylık çocuklar, kontrol süreci olarak belirlenen dönemle karşılaştırıldığında, KKK aşılamasını takip eden 2 ila 4 haftalık süreçte 6 kat daha fazla İTP geliştiriyor (Rölatif İnsidans, Rİ=5,80).
Bu çalışmaya göre karma kızamık aşılamasını takibeden 6 hafta içinde vurulan her 22.300 doz aşıdan 1’inde trombositopeni geliştiği tespit edilmiş. Trombositopeni vakalarının 3’te ikisi aşıdan sonraki ilk 6 hafta içinde geilşirken, 3’te 1’lik kesimi 6 haftadan sonra kendini gösteriyor.
Merck’e ait karma kızamık aşısının prospektüs bilgisinde trombositopeniye ayrı bir bölüm ithaf edilmiş.
Smyk, D. S., Sakkas, L. I., Shoenfeld, Y., & Bogdanos, D. P. (2015). Hepatitis B Vaccination and Autoimmunity. In Vaccines & Autoimmunity (pp. 147-161). John Wiley & Sons.
Hepatit B aşısını takiben oluşmuş türlü otoimmün hastalıklar üzerine yapılmış araştırmalar ile literatürdeki olgu sunumlarını inceleyen 2015 yılına ait bu çalışma, hepatit B aşısı ile vaskülit (kan veya lenf damarı iltihabı), kronik artrit, lupus, multipl skleroz (MS), miyelit (omurilik iltihabı) ve trombositopeni/pansitopeni arasında bağlantı bulunduğu sonucuna varmıştır.
Pansitopeni: Kanda her çeşit hücrenin azalması; eritrosit, lökosit ve trombosit sayısının normalin altına düşmesi.
MENENJİT AŞISI
Myers TR, McNeil MM, Ng CS et al. Adverse events following quadrivalent meningococcal CRM-conjugate vaccine (Menveo®) reported to the Vaccine Adverse Event Reporting system (VAERS), 2010-2015. Vaccine. 2017 Mar 27;35(14):1758-1763
Önceki videolardan birinde Bill Gates’in yıllar önce herkese “İstatistikle Nasıl Yalan Söylenir” diye bir kitap önerdiğinden bahsetmiştim. Aradan geçen aylarda şu kitabı bir de ben okuyayım dedim. Şok olacaksınız! Hemen arka kapakta diyorki,
ve Darrel Huff da bu kitapta size tam olarak bunu öğretiyor.
Çarpılmış grafikler, taraf hatası yüklü örneklemlerden yanıltıcı ortalama değerlere kadar ajandası yahut satacak ürünü olan birinin ardına gizlenebileceği sayısız istatistiksel ayak oyunu var.
Atlantic’in yorumu şöyle:
“Yücelerin yücesi istatistiğe inancını yitirtmesi garanti, hoş bir yoldan çıkarıcı kitap bu.”
Bunu biz söylemiş olsak çoktan “komplo teoricisi” yaftası yemiş, Facebook’tan atılmış, sansüre boğulmuş, Instagram’dan kovulmuş, tıpkı şu an olduğu gibi gibi kariyerimiz yerle bir edilerek, hayatımız karartılmaya çalışılıyor olurdu. Fakat bunu diyen ben değilim, Gates’in herkes okusun dediği kitapta yazıyor bunlar. Kitap birebir bugün yaşamakta olduklarımızı anlatıyor. Fakat olay şu, burada anlatılanları bir bir yaparlarken kimse onları sorgulamasın istiyorlar. Bunun için de attıkları her adımın etrafına komünist rejim tarzı sansür ağı örüp olan biteni sorgulayan olursa da anında ortadan kaldırılması gereken kötü adam ilan ediyorlar.
Birkaç yıl önce Bill Gates neleri okumanızı istemiş, gelin kitaptan bir bakalım:
Diyor ki:
“1952’nin polio için tıp tarihindeki en kötü yıl olduğunu duymuşsunuzdur. Bundan iyi kanıt mı olur diye düşünebileceğiniz bir veriye dayanılarak yapılıyor bu çıkarım: Önceki yıllara göre o yıl polio vaka bildirimlerinde muazzam bir artış olduğundan bu sonuca varılıyor. Fakat uzmanlar bu rakamları incelediğinde olumlu sayılabilecek birkaç noktaya rastlıyor. Bunlardan biri, o yıl çocuk popülasyonda süseptibilenin yaş itibariyle zirve yapmış yıl olduğunun anlaşılması, yani hastalık görülme hızı aynı kalsa bile vaka sayısının rekor düzeye ulaşacağı belli. Bir başka faktör de, polio ile ilgili genel farkındalığın artmasıyla teşhis alanların sayısının artması ve hafif vakaların bile kayda geçirilmeye başlaması. Son olarak da, polio için sigorta şirketlerinin ödemeyi artırması ve Milli Yenidoğan Paralizisi Vakfı’nca polio vakalarına maddi yardım miktarının artırılmasıyla finansal teşvik durumunun ortaya çıkması. Tüm bu faktörler biraraya geldiğinde, polioda gerçek manada artış olduğu fikri şüpheli duruma düşmüş, toplamda kaydedilen ölüm oranları da şüpheyi doğrulamıştır.”
Tanıdık geliyor mu bu söylenenler size?? Elbette! Devam edelim…
Peki bu tanıdık geliyor mu? Elbette! Devam ediyoruz…
“Suç herzaman salt tıp profesyonellerinde de değil aslında. Toplumsal baskı ile savsak ve aceleci gazetecilik, bilhassa talebin çok, istatistiksel arkaplanın da puslarla kaplı olduğu zamanlarda ekseriya ispatsız birtakım tedavilerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Birkaç sene evvelinin akın akın koşulan “grip” aşıları için de durum böyleydi, şimdinin antihistaminleri için de durum aynı. İşe yaramadığı görülmüş bu “çare”lerin bunca tutulmasına sebep ise, bahsi geçen rahatsızlığın güvenilmez doğası ve mantık fukaralığıdır. Bekleseniz, nezle/grip zaten kendiliğinden geçecek bir şeydir. Muğlak çıkarımlarla kandırılmaktan nasıl korursunuz kendinizi peki?”
TANIDIK GELİYOR MU? Elbette. Devam ediyoruz…
“Bazen örneklem [kişi] sayısı yansıtıldığı gibi olmayabiliyor. Birkaç yıl önceki bir polio aşı deneyi bu duruma şahane bir örnek. Tıbbi deney hiç fena sayılmayacak bir örneklem sayısına sahipti: bir kentteki 450 çocuk aşılanmıştı, kontrol olarak da 680 aşısız çocuk takibe alınmıştı. Çok geçmeden kentte salgın görüldü. Aşılanmış çocuklardan hiçbirinde bariz polio gelişimi gözlemlenmedi. Kontrol grubunda da polio geçiren olmadı. Bilimcilerin deneyi kurarken atladıkları, yahut anlamadıkları nokta, paralitik polionun [çocuk felcinin] düşük insidansıydı. Bu ölçekteki bir grupta normal koşullarda beklenecek polio sayısı zaten 2 iken, bu deneyden çıkacak sonucun hiçbir manasının olmayacağı daha başından belli.”
İyi de, hani istatistiki verinin doğruluğu tartışılmazdı?! Bunu da bize alın bu “İstatistikle Nasıl Yalan Söylenir” kitabını okuyun diyenler söylemiyor mu? Ama kitap kaç onyıl önceden bize, istatistikle nasıl bir güzel yalanlar söylenebileceğini anlatıyor? Bu yıl yaşanan şey de aynen bu ama siz kalkar bakın böyle böyle istatistiki yalanlar söyleniyor derseniz satılık medya, satılık sağlık endüstrisi bürokratları ve rüşvetçi ilaç tekelleri için 1 no’lu düşman oluveriyorsunuz.
Bu sene sıraladıkları bariz yalanlardan biraz örnek vereyim. Bunu ta Mart ayınca vermiştim mesela… WHO başta ne dedi? Virüsten ÖLÜM oranı %3.4 (!) dedi. %3.4 ne demek?! Korkunç yüksek bir oran! Ancak başkan Trump bile bunun yanlış olduğunu anlayacak aklı selime sahipti. Ne oldu? Medya saldırıya geçti; “Trump koronavirüsten ölüm oranının %3.4 olduğunu sanmıyormuş” diye dalga geçtiler. Benim gibi insanlarla da dalga geçip sansürlediler… Fakat oran elbette yanlıştı. Niye? O zaman daha yaygın şekilde test filan yapılmıyordu. Doğru dürüst kimseyi test etmeden ölen kişi sayısına baktığında rakam çok yüksekmiş gibi görünür. Fakat test edilenlerin sayısı onmilyonları bulduğunda ve bulunan asemptomatik vaka sayısı artmaya çıkmaya başladığında haliyle, [ölüm] oran[ı] da düşer. Yani ölüm oranı hiçbir zaman “3.4” filan olmadı; bunu ben de biliyordum, Trump da, başka bir çok insan da…
Ve fakat, sosyal medyamızla arasından su sızmayan WHO kalktı İSTATİSTİKLE bize YALAN SÖYLEDİ.
Telaffuz ettikleri ölüm oranı gerçek rakamın çok üstünde; basit matematikle gayet görülüyor bu. Lakin artık dediklerini sorgulamana dahi izin yok! Tıbbi sıkıyönetimin hakim olduğu komünist rejimle idare ediliyoruz resmen. Ülkeyi mahvetmeye çalışıyor adamlar, siz de korku ve stres içinde yaşayın istiyorlar. Spor salonunuz kapansın, retoranlar kapansın, yüzbinlerce insan işinden olsun ama bu adamlar püripak olsun. Sıkıysa eleştir bakalım.
İstatistikle Nasıl Yalan Söylenir
Gösterdikleri “modeller”e inanmamız lazım ama, di mi? ‘The Atlantic’ gazetesi diyor ki “Covid-19 modellerine inanmayın, amaçları farklı o modellerin.” Ne? İnanmayalım mı?! Elbette inanmıyoruz. Çünkü istatistikle yalan söylüyor adamlar. Birileri başkan Trump’a da söylese iyi olacak bunu. Çünkü bu sene doğru gittiği bir iki enstantane oldu olmasına fakat o da ‘istatistikle yalan söylemekten geri durmuyor’, yahut The Atlantic’in inanmayın dediği yanlış istatistiklere “inanıyor” diyelim. Halen de övüyor bu yanlışları!
Özgürlük savaşçımız diyor ki kapatmalar iyidir, iyi ki yapmışız, milyonlarca hayat kurtardık bak?! İsveç ve Brezilya’ya bak…ki bu videonun yapım aşamasında kişi başına ölümde ABD’nin yanına bile yaklaşamıyor bu iki ülke ve İsveç’le ilgili istatistikler de hiçbir zaman ne Bidencı demokrat medya ne de Trump’ın dediği gibiydi zaten, tüm bu süreçte hepsi birden “istatistikle bir güzel yalan söylediler”. Ya da uydurma birtakım şeyler ortaya atıp millet inanana kadar TEKRARLADILAR.
Model meselesinde ise, bunlardan en bilindik ikisi Imperial Modeli ve IHME Modelidir. ilginçtir, seneler evvel insanlara gidin “İstatistikle Nasıl Yalan Söylenir”i okuyun diyen Bill Gates Washington Üniversitesi’nin ‘Sağlık, Metrik Ölçüler ve Değerlendirme Enstitüsü’ olan IHME’ye bundan birkaç sene önce tam 279 MİL – YON dolar vermiş. Gates “istatistiğin değeri”ni biliyor tabii, toplumda yalan-yanlış rakamlarla nasıl algı oluşturulabileceğini biliyor.
2016’da ayrıca Imperial Model yaratıcılarını da fonlamış Gates; 5 buçuk milyon dolar da buraya akmış.
İlaç sanayii ve medya alanında Bill Gates’in bir şekilde elinin değmediği kurum veya kuruluşu ara da bul?!
Sahip olduğu tüm para ve nüfuza rağmen, röportaj verme konusunda sınıfta kalıyor, beden dili tam manasıyla korkunç! Şuna bir bakın.
Moderna’nın aşısı hayli endişe verici duruyor. Araştırdık: 2. dozdan sonra deneklerin en aşağı %80’i SİSTEMİK REAKSİYON geliştirmiş. Şiddetli üşüme-titremeden ateşe kadar yan etki yaşamışlar. Şu halde, bu aşılar güvenli mi gerçekten?
Verileri siz benden daha iyi biliyortsunuz tabii. Fakat Bill, veriye göre bu yüksek dozu alan herkes yan etki yaşamış.
Bill Gates’in aşı yan etkisini kafaya filan taktığı yok, çünkübir defa Facebook, Instagram, Google ve anaakım sosyal medyanın geri kalanının söylenen ne kadar doğru olursa olsun yan etkiyle ilgili gıkını çıkaran herkesi sansürleyip engelleyeceğini, para kazanma yollarını da ortadan kaldırıp hesaplarını tarihe gömeceğini biliyor.
Ve bir de ilaç baronlarının başkan Reagan’a baskı yaparak imzalattıkları Çocukluk Çağı Aşılarına Bağlı Sakatlanmalar için Milli Tanminat Programı yasası var ki aşı üreticilerinin cezai herhangi bir yükümlülük altında kalmadan ürünkerini satmasına yarıyor.
Yani rutin takvimlerinde yer alan aşıların birçoğu için, zarar görseniz de ilaç şirketini dava edemiyorsunuz.
CV-19 aşılarına gelince, The Wall Street Journal durumu mükemmelen özetlemiş:
“Koronavirüs aşılarından zarar görenlerin yasal olarak yapabileceği fazla bir şey yok””Yaşanacak tıbbi problemlerde şimdiye kadarki tazminat programınınkinden de düşük oran ve miktarlarda tazminat alınabilecek.”
“ABD devleti 30 yılı aşkın süredir gripten polio’ya kadar çok sayıda aşı için 4.4 milyar dolar tazminat ödemiş bulunuyor, ancak CV-19 aşılarından kaynaklanabilecek sakatlanmalar için bundan çok daha dar bir bütçe öngörülüyor.”
Aman ne güzel… “CV-19 aşılarına bağlı incinmeler, 2010’da grip pandemisi veya şarbon yahut Ebola salgını durumunda verilecek ilaçlara bağlı gelişecek incinmelerin tazmini için oluşturulmuş “pandemi tedbir yaralanmaları” programı kapsamında tutulacak.
Bu yıl, Sağlık Bakanı Alex Azar, CV-19 aşılarını da tedbir fonunun karşılaması gerektiğini söyleyerek ilaç firmalarına tazminat davası açılabilmesinin yolunu kapamış oldu.
Yasal korumaları var.
TV’deki ilaç reklamlarında tüm yan etkileri sayarlar size, çünkü kanuni zorunluluk vardır, aksi takdirde dava edilebilirler. Purdue ilaç şirketi hakkında çıkar bir haber mesela yahut J&J veya TV’den reklamı yapılan bir düzine başka ilacı çıkaran şirketle ilgili sonra ne duyarsınız? Size “güvenli” diye tanıttıkları ilaç nedeniyle mahkemelik olmuşlardır. Bill Gates’in fonladığı şirketlerin ise dava edilir miyiz kaygısı yok, çünkü yasal korumaları var. Ne güzel iş ama…
Kalkıp sosyal medyada da söyleyemezsin bunu, o zaman da sana kaçık derler. Bunu diyenler de ortalıkta şu şekilde gezenler bu arada! Öyle bir hızla kovalanır atılırsın ki forum alanından, başın döner. Bu onların haklı olduğu anlamına mı gelir, elbette hayır. Paylaştıkları bilginin doğru olduğu anlamına mı gelir, elbette hayır. Söylenenin önünü ardını sorgulamanın kötü bir şey olduğu anlamına mı gelir bu? Hayır. Rakamlarla yalan atılamayacağı anlamına mı gelir? ELBETTE HAYIR. Daha demin gösterdim size…beni bırakın, BİLL GATES demin gösterdi size, sizi nasıl kontrol edeceklerini biliyor adamlar.
Büyük bir bölüm buna boyun eğiyor, kendi fikri yok, söyleneni yapıyor ya da sesini çıkarmaya korkuyor.
Birçok insan da firmaların bu yasal korumasını kaldıracağını filan zannettiğinden başkan Trump’ı tutuyordu, hatta hâlâ böyle düşünen de var.
Uydurma teoriler üretip duruyorlar başkan Trump’ın yaptıklarını mazur gösterebilmek için çünkü bunların istediği şeyi yapacağını zannediyor bu insanlar ama tabii onlara öyle geliyor. Fakat tıpkı solcular gibi, bunlar da yaşadıkları zihinsel çelişkiden dolayı gerçeği idrak edemeyecek durumdalar ve duymak istemedikleri türden bir bilgi olunca direkt bloke ediyor zihinleri.
Örneğin, Robert F. Kenndy, Jr. katıldığı bir programda Trump’ın nasıl kendileriyle bir “aşı güvenliğini temin konseyi” kurma aşamasına geldiğini ancak daha sonra nasıl ilaç kartelleri ile işbirliğini seçtiğini anlatıyor.
Her neyse, bu noktada PHARMA sürece dahil oldu ve bir baktık Trump tuttu Pfizer lobicisini (!!) FDA’nın başına geçirdi?! Scott Gottlieb’di bu. Eli Lilly’nin lobicisi Alex Azar’ı da Sağlık Bakanı yaptı Ve bunlar gelir gelmez de ipimizi çektiler.
– Fena bozulmuşsunuzdur herhalde?
Bozulduk mu bu işe diye mi soruyorsunuz? E tabii! Hem de nasıl bozulduk! – Ben olsam ben de bozulurdum. Yani… Haliyle… Düşünün, tam olmak üzereydi bu iş ki…
İnsanlar kabul etmek istesin veya istemesin, Trump’ın neden ‘aşı pazarlamacası’na döndüğünü açıklıyor bu.
Ivanka Trump 13 Ocak’ta diyor ki: “Trump, Moderna ve NIH (Milli Sağlık Enstitüleri) ile işortaklığına girdi.”
Bu daha kimse koronavirüsü ciddiye dahi almıyorken gelişen bir olay. İlginç. Tarih 13 Ocak.
Business Insider’ın 27 Ocak tarihli haberine göre ise Jeff Bezos‘un gizli bir klüp için verdiği ve katılımcıların altın madalya taktıkları şaşaalı partide Ivanka Trump ve Bill Gates de vardı. Yalnız bir iki hafta sonra oluyor bu. İlginç.
Bill Gates ki senelerdir Moderna’ya para akıtmakta olan bir isim oysa şirketin bu mRNA aşısına kadar piyasaya çıkardığı ürün bile yok. Ve Gates bunlara 2019’un mart ayında milyon doların üzerinde para veriyor. İlginç.
Başkan Trump ise Moderna’nın 1 numaralı hayranı, tuttu 100 MİLYONLARCA doz aşı satın aldı bunlardan, üstelik de kimini aşı deneyleri tamamlanmadan aylar öncesinden alırken. bir kısmını da hemen geçtiğimiz haftalarda satın alıyor.
Monderna’nın öyle fanatik destekleyicisi ki, hakkında tweet bile attı:
Aşılara ŞÜPHEYLE yaklaşan birinden 1 NUMARALI AŞI PAZARLAMACISINA dönüş, şirketlerin tam yasal koruma altında olduğunu bile bile, halka dayatılmak üzere tüm zamanların EN HIZLI aşılarını piyasaya çıkarmış olmakla övün…
Brezilya cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro da bu noktaya değindi bir konuşmasında ama o klibi vermek istemiyorum şimdi çünkü muhtemelen “Teyitçi”ler derhal yapmadığım bir iddia üzerinden videomu yalanlayıp sansürleyecekler bunu yaparsam ve tıpkı Facebook’ta yaptıkları gibi görüntülenme oranlarımı düşürüp kanalımdan gelir elde etmemi de engelleyecekler.
Nahoş gerçeklerle yüzleştiklerinde zihinleri duydukları içsel rahatsızlıktan devre dışı kalıp kendi kendilerine birtakım teoriler üretmeye başlayan bozuk yalancıların aksine, başkan Trump hakkındaki gerçekleri söyledim diye ben zan altında kaldım ve bu hiç hoş bir şey değil.
Trump’ın bu yıl yaptığı iyi şeyler de oldu fakat kötüler çoğunluktaydı. Söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmadı ve ilaç kartelinin basbayağı ‘sosyalist-komünist’ satış temsilcisi oldu çıktı.
İnsanlar ülkeyi kilitaltına almamak için çok çalıştı zannediyor, oysa hiç öyle değil; “sosyal mesafe” kurallarının süresini 30 Nisan’a uzatan da o, Paskalya’da ekonomiyi serbest bırakma fikrinden cayan da. Fauci ve Bill Gates’in istediği hemen her şeyi yapmış oldu.
Seçimlerde ona oy vermiş biri olarak, bu seneki çizgisi tam bir hayal kırıklığıydı benim için. Cumhuriyetçi Parti tam manasıyla SOSYALİST bir partiye dönüştü; diyorlar ki, restoranınızı açtığınızda kısıtlamaları da kaldırmayacağız ama siz şimdi alın bu parayı, mavi [demokrat] eyaletlerdeki kırmızı şehirler halen tutsak durumda, kırmızı [cumhuriyetçi] eyaletlerde de mavi şehirler gemiyi yütütenler, federal hükümetin hayatı kilit altında çıkarma emirlerine uymuyorlar!
Başkan Trump da etrafta koşturup Moderna aşısı satmakla meşgul ve minvalde ekonomiyi hayata döndürme gibi bir planının pek bahsi bile geçmiyor.
Ağzına doladığı “ÇİN VİRÜSÜ” lafını höykürüp duruyor diye insanlar da zannediyorlar ki Çin’le filan savaşıyor bizim başkan. Pek öyleye benzemiyorum durum oysa: Haberler yapıyor Çin’in ekonomisinin nasıl yıldızının parladığı, nasıl normalin de üzerinde bir hızla bizi geçeceklerinin tahmin edildiğine dair. Adamlar bize de dünyanın geri kalanına tur üzerine tur bindiriyor şu an.
Onlarda devlet mekanizması tek vücut olarak çalışıyor, katıldığımdan değil yönetim şekillerine ama birlik halindeler adamlar. Devlet tam koruma altında, karşı duranı indiriyorlar aşağı. Berbat bir yönetim şekli, kesinlikle tasvip etmiyorum ama yükselişteler işte ve Amerika’da durum tam tersi:
Konudan fazla uzaklamamak adına kitabımıza geri dönelim: “İstatistikle Yalan Söyleme Sanatı”. İnternette “grip”le ilgili arama yaptığınızda şöyle şeyler çıkıyor karşınıza: Michigan’da grip vakaları olağanın çok altında seyretmeye devam ediyor Tabii, pompaladıkları “Çifte Salgın” korkusu, vakalar az çıkınca kendiliğinden düşüyor. Ortada fazla bir grip filan yok ama “Çİfte Salgın” diye diye korku salmak gayeleri.
ABC haberleri ne diyor? Covid pandemisinde aşılanma oranları artınca bu sene grip de az görülmüş. Sahiden mi? Soru soramazsınız yoksa kariyerinizi bitirirler ama rakamların düşmesinin BİRSÜRÜ nedeni var aslında ve neyi söyleyebiliyorum ne yasaklı bilmiyorum bile.
1 örnek vereyim mesela: [New York City’de,] test dahi edilmeden(!) COVID ölümüdür diye kaydedilen BİNLERCE vaka var. Birçok eyalette hiç test filan olmadan (!) Covid-pozitif sayılabiliyorsun mesela;öksürmen ve COVID’li birilerinin olduğu ortamda bulundum demen yetiyor, al sana Covid-pozitif teşhisi denebiliyor.
Öksürük, nefes darlığı veya nefes almada güçlük” belirtilerinden 1 veya birkaçına sahip olmak… Yani ÖKSÜRDÜNÜZ MÜ, klinik kriterleri karşılaşmış oluyorsunuz!
Tek gereken öksürüyor olmanız veyahut da ateşlenip boğazınızın ağrıması ya da ateşlenip başınızın ağrıması veya başınız ağrırken boğazınızın da ağrıyor olması…
Düzenilerce başka hastalık da olabilir bu saydıklarıma yol açan, herkes de bilir bunu. Fakat sırf öksürüyorsun diyelim veya başınla birlikte boğazının da ağrıyacağı tuttu… Hop, koronavirüs için klinik teşhis kriterlerini karşıladın bile!
Hatırlayın, teşhis için tek gereken ‘klinik kriteler” ile “epidemiyolojik kanıt” idi. Klinik kriter dediklerinin öksürük, boğaz veya baş ağrısı olduğunu öğrendik, diğer “kanıt” neymiş, bir de ona bakalım.
Epidemiyolojik kanıt yahut bağlantılar CDC’ce şöyle tanımlanmaktadır: Belirtilerin ortaya çıkmasından önceki 14 gün içinde aşağıdaki amrizyetlerden 1 veya daha fazlasını yaşamış olmak:
Teyitli yahut muhtemel bir COVID-19 vakası ile yakın temas veya klinik bakımdan benzer bir hastalığı olanlarla yakın temas ve teyitli bir Covid-19 vakası ile bağlantılı olmak. Toplum kaynaklı SARS-CoV-2 bulaşının sürdüğü bir yerleşim alanında yaşıyor olmak yahut buraya ziyarette bulunmak. Salgın durumunda halk sağlığı yetkililerinin tanımladığı risk grubunda yer alıyor olmak.
Buradan anladığımız şu: Koronavirüslü olabileceğini düşündüğünüz birinin yakınında bulunmanız veya koronavirüslü, öksüren birilerinin yaşladığı bir alanda bulunmuş olmanız size COVID-19 olduğunuzu söylemelerine yetiyor.
Veya baş ve boğaz ağrınız yahut da üşüme-titreme ve baş ağrınız var ve muhtemel bir CV-19 vakası ile de temasta bulundunuz, bu ikisi bir aradaysa, teşhis için klinik kriterleri de epidemiyolojik kanıtı da karşıladınız demektir ve bu durumda da size “muhtemel Kovid-19 vakasısınız” deyip hiçbir şekilde test filan olmamış da olsanız sizi bir güzel COVID-19 vaka toplamına da ilave edebiliyorlar.
Bu kadar yaygın şekilde uygulanan bir test programı hiç yaşanmadı bugüne kadar. Ne kadar çok test yaparsan o kadar vaka bulursun. Testsiz ne kadar çok teşhis koyarsan da o kadar çok arttırırsın vakaları. Testin de vakanın da düşük çıkmasının imkanı yok yani.
Peki bu arada GRİP nereye gitti?
Aaaa.. İstatistikle yalan söylendiğini iddia etmeye filan kalkmayın sakın, Bill Gates var öyle bir şey dediyse de siz yapmayın.
Rakamlarla basbayağı oynayıp yalana alet edebilirsiniz, ki bu yıl onlarca kez göstere göstere bunu yaptılar da zaten. İşinizi, hak ve özgürlüklerinizi, akıl sağlığınızı(!), fiziksel sağlığınızı elinizden almak, spor salonunuzu kapamak için yaptılar bunu!
Ellerinde akla-mantığa uygun tek veri dahi olmadan Kaliforniya ne yaptı? Restoranların dış mekanlarını hizmete kapadı!
Bu insanların KİM olduklarını ve yaptıklarının gerçekte NE olduğunu anladığınızda tüm bu yaşananlara anlam verebilmeye başlıyorsunuz.
Edindiğim tüm bilgilere dayanarak diyorum ki, bence bu insanlar biz halkın sağlığını filan düşünmüyorlar, bence akıllarındaki tek şey PARA, GÜÇ ve KONTROL.
Tarihteki Pol Pot’ları, Stalin, Hitler ve diğerlerini düşününce hiç de mantıksız değil bu bence. Bugün de, idaredeki siyasilere ve ilaç şirketlerine bakacak olursanız karnelerinin kırıklarla dolu olduğunu görürsünüz. Hiçbiri %100 başarılı değil ama her kim kalkar yaptıklarını sorgularsa komplo teorisyeninin önde gidenidir!
Asıl komplo teorisi o işte!
Halbuki bu dünyada işler para ve güç ile yürüyor, yalın gerçek bu. Herkes de temiz süt emmiş değil, para ve güç için YALAN söyleyecek çok adam var.
Tamamen gerçek, hatta anaakım medyada bile haberi yapılmış olmasına rağmen her şeye nasıl KOMPLO TEORİSİ diyorlar, bir örnekle bitireyim yayını.
Burda diyor ki, “Devlet tarafından yürütülen çalışma ‘Havana Sendromu’nun muhtemel kaynağının ATIMLI MİKRODALGA ENERJİ olduğunu gösteriyor”.
Milli Bilimler Akademisi’nin sonuçları merakla beklenen ve çeşitli tıbbi kanıtlar eşliğinde sunulan raporuna göre, Çin ve Küba’daki Amerikan diplomatlarının deneyimlediği kaynağı belirsiz nörolojik semptomların, Amerikalı istihbarat birimlerinin çok eskiye dayanan şüphelerini haklı çıkarır şekilde, ‘YÖNLENDİRİLMİŞ MİKRODALGA ENERJİSİ” etkileri ile örtüşmekte.
Cuma günü NBC habere ulaşan raporda ABD’li kimi yetkililerin inandığı gibi bu ‘yönlendirilmiş enerji’nin bir silahla kasıtlı biçimde verilmiş olduğu çıkarımı bulunmamakta. Ancak rahatsızlık verici bu olasılığı gündeme getirmekte.
Gördüğünüz gibi NBC Haber alıp kurcalayabiliyor bü tür konuları –tabii varsa(!) böyle şeyler ve kullanılıyorlarsa(!)– ama SEN KURCALAYAMAZSIN!
Olay bundan ibaret işte: bunlar bizi ortaçağ köylüsü yerine koyuyor!
Onlar arkadaşlarıyla yemeğe çıkıyor – ama siz çıkamazsınız deniyor. Onlar ma-aile toplanıp vakit geçiriyor – ama siz geniş ailenizle biraraya gelemezsiniz deniyor. Onlar dünyada olup biteni sorgulayabilir – ama siz ağzınızı açıp sorgulayamazsınız. Gidin “İstatistikle Nasıl Yalan Söylenir”i okuyun diyebilir onlar – ama siz kalkar ONLARIN istatistikle yalan söylediğini haklı olarak söylemeye kalkarsanız paranızı da alırlar, sosyal medya hesabınızı da kapatırlar, yıllarca emek verip yarattığınız işi çöpe atıverirler.
Asıl dertleri bu işte… Onlara göre siz köle köylülersiniz. Siz köle onlar da efendiniz, silip süpürecekler hepinizi, bütün para da onların, güç de onların, kontrol de birtek onlarda…
10 yıl sonra ortada Amazon’un veya Uber Eats’inkiler dışında gidecek restoran kalmadığında size dönüp “Valla şimdi fark ettik, kötü sonuçlar doğurabiliyormuş meğer yaptıklarımız” diyecekler. E haliyle! Berbat etkileri var hem de tüm bu yapılanların: İNTİHAR, DEPRESYON, AKLI SAĞLIĞINDA BOZULMA, fiziksel sağlıkta bozulma, ev içi şiddet ve çocuk istismarı vakalarında artış, kanser tarama testlerini kaçıranlar, obezitede tırmanış…
Salt obezitedeki olumsuz etkileri insanları korumaya çalıştıkları şeyden çok daha fazla can kaybına yol açabilir, kaldı ki kimseyi tamamen korumak mümkün de olmayabilir böyle bir şeyden!
1942’den beri var grip aşısı, grip ortadan kalkmış değil! Ha bu sene yok oldu, çünkü şimdi COVID var sahnede! İlginç.
Sorgulayamazsın ama! İtaat edeceksin, varını yoğunu kaybedeceksin… Diyorlar da zaten, bu gidişle onmilyonlarca insan açlıktan ölebilir diye ama NE DÜŞÜNECEKSİN SEN böyle şeyleri, tak sen bir güzel maskeni, itaat et ve bırak biz her şeyi mahvedelim, sen de bunalıma gir… Hasta ruhlu, cani tipler bunlar! Güç ve kontrol için HER ŞEYİ yapar bunlar!
2021’de HALK olarak gidişata dur diyecek miyiz yoksa boyun eğip köle köylü statümüzü kabullenecek miyiz, göreceğiz.
İzlediğiniz için çok teşekkür ederim. Tanrı sizi korusun.
Çalışmalarımı desteklemek isterseniz Patreon sayfamdan bana ulaşabilirsiniz. Facebook sayfamdan maddi gelir elde etmemi engellediler, o yüzden Patreon’dan yapacağınız bağış makbule geçer.
Bağımsız araştırmalar yapıyorum; bu çalışmayı tek başıma yaptım, düzenledim ve sundum. Büyük finansörlerim yok, büyük medya kuruluşları da yok arkamda. Her iki taraftan da mütemadi taciz yiyorum. Sosyal medyadaki aktivitem mütemadiyen engelleniyor. O yüzden, Patreon.com/RareTalk kanalımdan beni destekleyen herkese çok teşekkür ederim.
DreamRare.com adresinden hazırladığım T-shirtleri satın alabilirsiniz. ‘God Bless’ yazılı şapkalar bitti, yeni ürün koyacağım yakında siteye, “Censored” yazılı T-shirtlerimiz var, benim yüzüm olanı da bulunuyor.
DreamRare.com’u desteklemek isterseniz makbule geçer. Ücretsiz email listeme yazılabilirsiniz: StayInTouchWithMe.com
İyi günler, iyi bir seneler dilerim.
2021’i iyi ve ÖZGÜR bir sene yapmaya çalışalım diyorum. Teşekkürler.
Beynelmilel tababetde adını ilk defa 1937’de duyuran ve bir askerî tabib olan Hulusi Behçet tarafından ağız ve genital yaralarla kendini gösteren bir hastalık olarak tarif edilmişdir (1).
Aradan nerede ise 85 sene geçmesine rağmen hâlâ etiyolojisi (neden ortaya çıkdığı) bilinmeyen hastalıklar arasında anılmakdadır (2, 3). Ailevî Akdeniz Ateşi (FMF), PFAPA gibi Behçet hastalığı da bilhassa Akdeniz havzasındaki ülkelerde görülmekde olduğu için bu konuda otör (yetkili kişi, bilim adamı) kabul edilenler İtalya ve Türkiye’den çıkmakdadır, misâl Hasan Yazıcı, Ahmed Gül ve Seza Özen hocalar en tanınmışlarıdır.
Bu hastalıklara Otoinflamatuar (kendinden iltihap yapan) hastalıklar denilmekde olup bazen otoimmün (kendisine saldıran) hastalıklar ile de çakışabilmekdedir**.
Müşterek hususiyetleri kan damarlarında iltihap (vaskülit) olduğu için göz, beyin, sindirim sistemi gibi organlarda tekrarlayan belirtiler ile kendini gösterir. Otörlere göre hastalığın tek bir genetik sebebi yokdur (monogenik değil yani) ve çevresel faktörler ile kendisini gösterir (2, 3). Çevresel faktörler her şey olabilir ama aşılardan bahseden otör ne hikmetse bulamazsınız, çünki cısss!
Ne ise ki kısık sesle de olsa bu hâkîkati söyleyebilen, hatta kitabını yazabilen bilim adamları da var (4).
Romatoid artrit gibi otoimmün (mesela hashimoto, nerede ise bütün anne olan kadınlarda neden görülüyor acaba) hastalıklar da yine hâlâ etiyolojisi (sebebi) bilinmeyen hastalıklar olarak anılmakda, çevresel etkenler sorumlu tutulmakdadır (5).
Buradaki sıkıntının başda gelen sebebi immünolojinin çok genç bir bilim dalı olması, daha evvel boşluğu romatolojinin dolduruyor olmasıdır. Lütfen romatologlar bu sözlerime alınmasın uğraşdıkları hastalıkların tamamının orijini immün sistem ve immünolojinin alanı olan hücre içi sinyal mekanizmalarıdır (mesela JAK-STAT). Bumları anlamak için ise flovsitometre bilmek ve kullanmak icab eder. Bu sebeble dünyadaki pek çok akademide romatoloji bölümleri adlarını romatoloji-immünoloji olarak revize etmişlerdir (6)***.
Semantik ve nosolojik (anlamlandırma ve sınıflandırma) olarak benzer bir sorun immünolojide de görülmekde, hâlâ immün yetmezliğin net bir tanımı verilememekdedir (7). Hâlâ immünoloji-romatoloji dışındaki branş doktorları da immün yetmezliği SCID ve CVID’den ibaret zannetmekdeler. Fakirin kanaâti ise daha evvel de çeşitli vesîleler ile belirtdiğim gibi askerî bir sistem olan immün sistemin en küçük birimi HÜCRE’dir ve gerekdiğinde rambo gibi kendini müdafaa eder (8, 9). Bu sebeple, bu hastalıklara ‘hücre defekti’ demek daha makul olacaktır.
Behçet hastalığında vaskülit denilen hadise de, işte o hücrenin (endotel) kendisini kendi askerlerine (bir nevi fetö yani) karşı savunurken dokulara hasar vermesidir.
Bütün bunları bir kaç sene evvel bir genetik kongresinde anlatmış ve Türkiye Klinikleri dergisinde yayınlamışdım (10). Tabii, fakir dünyaca meşhur olmadığı kendi halinde bir keloğlan olduğu için rabbimin nasib etdiği malumatı naçizane buradan paylaşmak ve alâka gösterenlere ışık tutmak istedim.
Ta 1989’da Janeway tarafından tarif edilen ‘yabancı’ ve ‘tehlike’ modeli otoinflamatuar ve otoimmün hastalıkların etiyopatojenezini (nasıl ortaya çıkdığını) gayet güzel izah etmekdedir. Şekilde de takib edeceğiniz üzere dokuda (dikkat ediniz damar içinde değil dokuda, bu sebeple hiç bir aşı damara verilmez) bulunan virüs, bakteri ve/veya adjuvan ve/veya bunların sebeb olduğu doku hasarı (ANA antinükleer antikor da bu suretle husule gelir ve romatologların kafasını çok karışdırır) evvela innate sonra adaptif immün cevap ve ardından da kronik bir iltihap meydana getirerek kişinin genetik/epigenetik durumuna göre çeşitli hastalıklara mesela Behçet hastalığına yol açar (10).
Aşı mantığı da bu kronik iltihabın yol açdığı sekonder bir hadise olan özgül antikor seviyesinin artmasıdır (serokonversiyon) ve işte aşımız çalışıyor diye lanse ederler. Halbuki daha evvel de bahsetdiğim gibi bu antikorların nonnötralizan olanları işi daha da kötüye götürür (11). Bu üç kağıdı da ‘aşı illüzyonu’ yazımda anlatmaya gayret etmişdim (12).
Şekilde aşıların içinde bulunan maddelerin doku içinde PAMP (patojen alakalı moleküler yapı) ve DAMP (tehlike alakalı moleküler yapı) ile kronik iltihaba yol açması tasvir edilmişdir.
Yine naçizane makalemde Shoenfeld ve ark. aşıların bunlara nasıl yol açdığı ile ilgili açıklamasını da belirtmişdim (10).
Şekilde aşı muhteviyatında bulunan enfeksiyon etkeni veya ona ait antijen, koruyucu maddeler (formaldehit, polietilenglikol, domuz jelatini) ve immün sistemin ekseriya o olmadan aşıyı tanıyamadığı ‘adjuvan’ (hani yediğimiz yemeklerde de varmış,, cehalete bakınız) maddelerin immün sistem ve/veya hücrelerde neye/nasıl yol açdığı durumlar tasvir edilmiş. Moleküler mimikri (taklit) otoimmünitenin koruyucular ise alerjinin başlıca sebebi.
Daha evvel ‘Virüs’lerden bahsetdiğim yazımda Fabianlardan ve Edward Haslam’ın Dr. Mary’s Monkey adlı kitabından, JFK suikastı ve AIDS münasebetinden bahsetmişdim (13). Hadiseler 1908’de meşhur Landsteiner’ın polivirüsü tarif etmesinden (izole etmedi, bu da ayrı bir konu. HİÇ bir virüs bakteriler gibi yalın olarak izole edilmemişdir, hücre kültürlerinde çoğaltılırlar (14)) sonra insan eli ile üretilen ve patentleri alınan hepatit B, HIV, SARS, MERS, ebola gibi virüslerle devam etmekdedir.
Hücre kültürlerinde çoğaltılmaları da kontaminasyon (bulaşma) demekdir. Bu bulaşıklar transposable genetic material (hücre içine geçen) olup SV-40, ALV (kanserin, lösemi-lenfomanın en yaygın sebepleri), diğer retrovirüsler, jelatinde bulunan deli dana etkeni, mikoplazma vs vs. (15).
Son bir şey daha;
Son söz, bütün bunları bildikden sonra, 18. aşırın geri ve cahilane aşı uygulamasını ‘zayıflatılmış mikrop palavrasını’ hâlâ yutan kişilere, caizdir diye fetva verenlere rahmetli babacığımın Büyük Doğu mecmuaları ve konferansları ile takib etdiği üstad Necib Fazıl’ın mısraları gerek (kısmen);
Vatan yüz elli yıldır Mânâda bir harabe. Artık îman ve ahlak, Türbedarsız bir türbe. Ne hatıra maziden, Ne isim ne kitabe… Düşmek, yükselmek oldu Uçurum da mertebe…
*Bu yazı, bir vesile ile tanışdığım, zerafeti ve bilgisini müşahede etmekden fevkalade memnuniyet duyduğum değerli romatolog Prof. Dr. Ahmet Gül beyefendiye ithaf edilmişdir.
** Halka hitaben yazıldığını dikkate alınız lütfen!
*** Enfeksiyoncu bahsine şimdilik tekrar girmek istemiyorum.