Nureddin Yıldız, kovid aşılarının caiz olduğu iddiasını şu cümlelerle beyan etmiştir:

“Aşı konusunda yapılan itirazlar ne yazık ki “mışlı” mişli” ifadelerle bitmektedir. Yaşadığımız durumda hastalık afet boyutuyla kati ve tartışılmaz durumdadır. Müslümanlar ve insanlığın çaresizliği de kati ve tartışmasız durumdadır. Bir güvenilir Müslümanın veya kurumun kurtuluş umudu olabilecek çalışması ise yok denecek durumdadır. Bu ortamda Müslümanlar olarak bizim vazifemiz, durumun vahametini sayıp durmak değildir. Kalbimiz mutmain olmasa da mevcut umudu kullanmaktır. Müslüman tıp adamlarımızla yaptığımız istişarelerde en ehveni tercih etmekten başka bir çarenin olmadığı söylenmektedir. Netice olarak şunu tespit edebiliriz; konumu, mesleği, risk durumu ve çevresi itibariyle sağlık uzmanları ve resmî mercilerin aşı olmasını gerekli gördükleri kimseler aşı olmalıdırlar. Meseleye aşı gözüyle bakmadan önce “Allah’ın emaneti olan can” ve “kul hakkına riayet” gözüyle de bakılmalıdır.” (12.03.2021)

Nureddin Yıldız’ın bu açıklaması bir fetva değil, daha çok aşıya şüpheyle bakanları ve itirazı olanları küçümser tavrıyla kaleme aldığı bir küçük köşe yazısına benzemektedir. Üslup meselesinin muhtevayı gölgede bırakmasına kendime müsaade vermeyerek direk mevzuya geçmek gerekiyor. Bu aslında üsluptan ziyade usulen de bir fetva değildir. Zira kavga edercesine harala gürele kaleme alınan ve hangi usule dayandığına dair küçücük bir ibare, ifade ve işarenin olmadığı bir yazıdır.

Zarf tenkidini uzatmadan mazrufa geçelim inşallah. İşin fıkhî boyutuna temas etmeden evvel, diğer konulara değinmek istiyorum. Nureddin Yıldız, aşı hususundaki kuvvetli şüpheleri hatta yer yer bilimsel verileri bir çırpıda “mışlı-mişli” kategorisine koyarak bir algıyla çöpe attı. Hâlbuki şu an mevcut 7 aşı hususunda, aşıları icat eden doktorların (misal “aşıyı bulan mucize Türk” olarak takdim ve reklam edilen Prof. Dr. Uğur Şahin) ve firmaların ifadeleriyle, aşıların hastalığa tamamen şifa olamayacağı, bu aşıların devamlı yapılması gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü 12 bin(!) kere mutasyona uğrayan bu virüsün; hangi sıklıkla ve hangi aşılarla iyileştirici olacağı kesinlik kazanmamıştır. Yani bilim dünyasının ve aşıları icad eden doktor ve firmaların çok net söylediği şey; şu an bu aşıların deneme sürecinde olduğudur. Yani şu an aşı olunanlar denektirler, tekraren söylüyorum; bu, aşıya şüpheyle yaklaşanların değil aşıyı üretenlerin sözüdür.

Deneme sürecinde olan bu aşıya yukarıdaki yazıyla olur veren Nureddin Yıldız’a biz değil, 6 ay evvelki Nureddin Yıldız cevap verse yeterlidir aslında:

“Soru: Hocam, Covid-19 aşısını insanlar üzerinde test süreci başladı ve gönüllüler aranıyor. Bu süreçte gönüllü olmanın ve bu aşıyı kendi üzerimizde denettirmenin dini boyutu nedir?

Nureddin Yıldız’ın cevabı: İnsan sağlığı ile ilgili ilaç ve uygulama araştırmalarında insanların üzerinde deney yapılması her ne kadar ‘insana hizmet’ ekseninde dönüyor olsa da ‘sakıncası yok’ şeklinde tanımlanamaz. ‘Sakıncası yok’ çizgisi ile ‘mümkün değildir’ çizgisi arasında şeriatımızın temel prensipleri doğrultusunda şöyle bir tespit yapılabilir:

a- İnsanlık bugüne kadar geliştirdiği ilaçlarda ne yazık ki mahkûmlar, savaş esirleri, paraya muhtaç fakirler üzerinde bedeli ağır deneyler yapmıştır. Sesi çıkmaz insanlar üzerinden diğer insanların sağlığı düşünülmüştür. Gariplerin servet sahiplerine yem edilmesi şeklinde gelişmiş olan bu süreç kabul edilebilir değildir. Yapılan işin ne olduğunu bile bilemeyecek durumdaki insanların kobay olarak kullanılması ilaç şirketlerinin kara lekesi olarak kalacaktır. İnsanı insana kurbanlık koç olarak feda etmenin dinimizce kabul edilirliği olamaz. b- Sonunda denek olarak kullanılan insanın öleceği kat’i olarak bilinen bir deneme ‘diğer insanlara yarar felsefesi’ üzerine kurulu olsa da caiz olmaz, öyle bir deney kat’i haramdır. Hiçbir insan başka bir insanın kurbanı değildir bu dünya hayatında. Söz konusu kobay insanın bunu kabul etmesi bile haram olmayı değiştirmez. İnsanın kendi bedenini veya bir organını feda etme hakkı yoktur. c- Üzerinde deneme yapılan kişinin aklını yitireceği kat’i olarak bilinen bir deney ve çalışma da hiçbir insanda yapılamaz. Zira insanın aklı insan gibidir. Aklın yitirilmesi Allah’ın teklifine muhatap olma kabiliyetinin yitirilmesidir. Hiçbir insanın aklı bazı ileri akıllılara harcanabilecek bir nimet değildir. d- İnsanı ayakta tutan organlardan birini kaybedeceği kat’i olarak bilinen bir deney için de caiz olma yönü yoktur. e- Reşit olmayanlar üzerinde yapılacak deneylerde ‘insanlığın başka hiçbir çaresi kalmamış’ olma gibi çok yüksek bir hassasiyet üzerinden belki caizlik bulunabilirse de reşit olmayanların yani yapılacak deneye kanuni kimliği ile evet deme kabiliyeti olmayanların kullanılmaları caiz olmaz. f- Öncesinde insanlar dışındaki canlılarda denenen, uzun vadede de olsa öldürücülüğü kat’i olmayan, – Resmi kayıtlarla, etik kurul denetiminde ve şeffaf bir şekilde bilimsel bir kurulla yürütülen, – İlk tespitlere göre öldürücü yönü bulunmadığı zannedilen, – Yapılacak çalışmaya katılacak insanın onuru ve kişiliği zedelenecek bir yöntemin kullanılmadığı – Denek olarak kullanılacak kişiye baskı yapılmamış, kendi rızası ile aday olmuş bir durumdaki denemeler caizdir, bir fazilet kaynağıdır. Böyle bir çalışma ile ortaya çıkarılacak sağlık ürünü bütün çalışanlar için hayırla anılma vesilesidir. Müslüman olanlar için de sadaka-ı cariyedir. Böyle umar ve bunu temenni ederiz.” (20.09.2020)

Peki, hocamıza sormak isteriz, Eylül ayından bugüne deyin 6 ay zarfında yazdıklarınızdan ne değişti, dile getirdiğiniz şüphelerden hangisi izale oldu, Eylül ayında ‘gariplerin servet sahiplerine yem edilmesi şeklinde gelişmiş olan bu süreç kabul edilebilir değildir’ ifadenizdeki garibanlar mı değişti, o servet sahipleri (Rockefeller, Bill Gates) gitti de yerlerine servet sahibi olmayan merhametli zenginler mi geldi? Değişen nedir hocam? Hatta tam da o bahsettiğiniz insanlığı yem eden, yok eden o iki isim aşıların finansörleri değil mi? Aşıyı icad eden bütün şirketlere destek veren Bill Gates değil mi? Aşıların içindeki malzemelerin ve hangi aşıda ne kullanıldığının, içeriğinin helalliğinin haramlığının hiçbir cevabı verilmeden, caizdir denilmesini yani fıkhî fetva boyutunu hadi biz de göz ardı edelim, ama sanki hastalığa şifası kesinmiş gibi, tıbbî şüpheler kesin izale edilmiş gibi yazılması da 6 ay içinde kendisiyle çelişmesinin en bariz delilidir.

Nasıl bir felaketse bu, hastalıktan evvelki senede yani 2019’da vefat sayısı, hastalık senesinden yani 2020’de vefat edenden daha fazla. Direk sağlık bakanı canlı yayında açıklamışken, Nureddin Yıldız hoca, medya eliyle kurulan algı ağını, yasaklarla hapsedilme olayını herhalde ölümler, hastalıklar felaketi olarak zannetmiş.

Nureddin Yıldız Hocaya bir soru daha sual edip işin fıkhî boyutuna girmek istiyorum; bugün bu aşıyı finanse edenler, zorlayanlar aynı zamanda yapay eti de insanlığın geleceği ve tabiatın (!) korunması için zaruri görmektedirler ve büyükbaş hayvanların yok edilmesi gerektiğine dair beyanatlar vermektedirler. Acaba Nureddin Yıldız hoca buna da bir fetva verecek midir ve büyükbaş hayvanların yok edilmesini savunacak mıdır? Zira sizin öne sürdüğünüz “emanet olan canın korunması” meselesi, küreselcilerin öne sürdüğü de “emanet olan tabiatın korunması”! sebep aynı, netice ve fetva da aynı olur galiba!

Şimdi fıkhî boyutunu ele almaya çalışalım:

Hanefi fıkhında, ibadat haricindeki mevzularda misal yiyecek, içecek, tıp gibi mevzularda fetva verirken, fıkıh usulü ve ilmi haricinde yan bilgi olarak bu sahalara dair de malumatlar icap etmektedir. Yani misal tıbba dair bir mevzuda fetva verilecekse fıkıh ilmi yanında tıp bilgisi veya bilen birisi icap etmektedir. Lakin ilginç olan şudur, fetva verecek fakihte eğer tıp bilgisi mevcut değilse, danışacağı doktorun fıskından emin olunması gerekmektedir. Bu çok mühim bir noktadır. Yani önüne gelen doktordan, küreselcilerden nemalanan doktordan, hayatını nebevî tıbbı imhaya adamış doktordan demiyor, hatta doktorun Müslüman olması da yetmiyor. Fıskından emin olunması gereklidir diye şart koyuyor. Burada zahir olan ilk mana, o danışılacak doktorun mutlaka Müslüman olması gerekmektedir. Zira fıkha göre bütün fâsıklar kâfir değildir, amma bütün kâfirler her daim fâsıktır. İkincisi Müslüman olması da yetmiyor fâsık yani günah işleyen birisi de olmayacak. Burada günahın boyutunda fakihler arasında ihtilaf olmakla beraber İbn Abidin’e ve Fahreddin Razi’ye göre fısk; zina, içki, faiz gibi büyük günahları irtikâp etmektir.

Şimdi evvela Nureddin Yıldız hoca bu usule göre hareket etti mi? Yani danıştığı doktorların fıskından emin miyiz? Evvela onu bilmemiz lazım. Ve günümüzde maalesef herkese güvenemeyeceğimiz için hocadan 7 aşının içeriğini araştıran ve helal olduğunu veya kullanılması lazım geldiğini söyleyen “fâsık olmayan” o doktorlar kimlerdir, öğrenmek istiyoruz. Ayrıca 7 aşı birden mi caiz, yoksa bazısı caiz bazısı değil mi, hangisi hangi sebebe istinaden caiz, hangisi hangi sebebe mebni caiz değil, ya da hepsi de caiz ise nasıl caiz? Bunları detaylıca cevaplamasını istiyoruz, bekliyoruz.

Yine usulen devam edeceksek; tedavide kullanılacak ilaçta/aşıda haram olan bir şey mevcut değilse bunda zaten bir beis yoktur, kullanılabilir. Eğer içerisinde haram bir madde varsa velakin aynı hastalığa iyi gelen başka helal bir terkip/ilaç varsa, içinde haram madde olan ilaç kullanılamaz, caiz değildir. Şimdi ben direk kendimin ve ailemin geçirdiği bu koronayla alakalı hem şahitler huzurunda hem Allah için yemin ederim ki; bir tane bile ilaç almadan, aşı da vurulmadan sadece tabii ürünleri kullanarak iyi oldum. Hem ben hem zevcem hem ağabeyim hem başka yüzlerce kişi örnek veririm ki ilaç, aşı kullanmadan iyi olduk Rabbimize sonsuz hamd ü senalar olsun. Ama yine uzaklara gitmeyerek yine kendi ailemden örnek verirsem 80 yaşında bir komşumuz aşı olduktan 4 saat sonra vefat etti, yoğun bakıma giden amcam da entübede vefat etti. Yine bu menfi misalleri de onlarca çoğaltabilirim. Neticede bunlar hastane kayıtları olan şeylerdir ve hoca araştırırsa hiç de “mışlı-mişli” şeylerin olmadığını görecektir bu hususta. Yani Nureddin Hoca bu ikinci mevzuda da yanılmış, helal olan tedavi varken kesinlikle şüpheli olan (sadece bizce değil Nureddin hocanın 6 ay evvelki yazısına göre de, bugünün bilim adamlarının söylemesine göre de şüpheli) tedaviyi kullanamaz.

Hoca hâlâ “yok kullanır” diyorsa, bir üstteki paragrafta sorduklarıma net cevap vermelidir.

Son olarak Nureddin Yıldız bunca muğlaklığına ve şüpheye rağmen cevaz meselesini sağlık uzmanları ve resmî mercilerin onayına bırakmış durumda olması ise hayret vericidir. Zira İslam’la ve İslamî hassasiyetle idare edilen hukuk sahibi miyiz ki, resmî ricali veliyyülemr belledik. Hadi bunu da farz-ı muhal kabul edelim, ama yakın tarihimizde hepimizin yaşadığı ve daha doğrusu resmi mercilerin yaşattığı acı tecrübeleri nasıl görmezden gelelim?

  • O resmî merciler değil miydi, bu halkın evlatlarına ABD’den gelen süt tozlarını mekteplerde zorla içirip, normal sütlerin zararlı olduğunu senelerce anlatanlar?
  • O resmî merciler değil miydi, Nureddin Hocanın da pek övdüğü hacamatı tıbba aykırı bulup yasaklayanlar?
  • O resmî merciler değil miydi doğum kontrol haplarını Anadolu’da kapı kapı ev ev dolaşıp dağıtan ve nüfus planlaması yapanlar?
  • O resmi merciler değil miydi Çernobil patlamasıyla kanser bulaşan çayları Karadeniz halkına içirip bugün bölgedeki her evden kanser hastasının çıkmasına sebep olanlar?
  • O resmî merciler değil miydi hemşire fotoğraflarıyla sigaranın sağlığa faydasını (!) anlatanlar?

Velhasıl Nureddin Yıldız’ın kaleme aldığı fetva ne usul ne üslup ne dayanılan merciler açısından müspet bir yazı olmamıştır ve sorularla, şüphelerle malüldür.

Harun Çetin