COVID-19 salgını sonucunda, hemen hemen hiçbirimizin daha önce karşılaşmadığı dünya çapındaki bir sorunla yüzleşmek zorunda kaldık. Dünya, başta geçen yüzyılın başındaki İspanyol gribi olmak üzere, büyük çaplı salgınları iletişim olanaklarındaki farklılık nedeniyle büyük olasılıkla hiçbir zaman bu ölçüde hissetmedi. Milyonlarca insanın yaşamını kaybetmesine, hatta dünya düzeninin toptan değişmesine yol açan II. Dünya Savaşı’na bile fiilen katılmayan çok sayıda ülke vardı.

Oysa birkaç ay önce tanıştığımız (!) bir virüs, hiçbir sınır ya da kural tanımaksızın her yere yayıldı ve yarattığı büyük tehlike karşısında çok hızlı, ciddi önlemlerin alınmasını zorunlu kıldı. Virüsün neden olduğu hastalığın bulaşıcı niteliği ve uzun kuluçka süresi nedeniyle virüsü taşıyan kişilerin izlenmesi ayrıca önem kazandı[1]. Dünya Sağlık Örgütü’nün de vurguladığı gibi bir yandan bu kişilerin temas ettikleri kişileri tespit edip bulaşma olasılığını belirlemek, diğer yandan da hastanede tedavi altına alınmayıp evinde karantinaya gönderilenlerin karantina koşullarına uyup uymadıklarını denetlemek için teknolojiden destek alınması düşünülüyor[2] hatta birçok ülkede uygulamaya geçiliyor[3].

Ülkemizde de “Pandemi İzolasyon Takip Projesi” adı altında Covid-19 riski altında bulunan kişilerin, evdeki izolasyon yükümlülüğüne uyup uymadıklarının denetimine ve uyulmadığında bunun belirlenip gerekli önlem ve yaptırımların uygulanmasına yönelik bir çalışma başlatıldı[4]. Çalışmada takip altındaki kişilerin konumları cep telefonları ile belirlenebiliyor.

Bu yazıda, bu ve benzeri uygulamaların temel hak ve özgürlüklerle olan çelişkilerini ve uygulamalar hayata geçirilirken hukuken nasıl düzenlemelerin gerekli olduğunu ele alacağız.

COVID 19 Takip Sistemi ile kısıtlanan, riske giren özgürlükler:

Söz konusu sistem ile iki temel insani değerin risk altına gireceği açık.

Birincisi kişisel verilerin korunması.

“Belirli ya da belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi” olarak tanımlanan kişisel veri[5] kavramı gerek ulusal (Anayasa m.20), gerekse uluslararası düzeyde (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.8) sıkı biçimde korunuyor. Verilerin sınırsız ve koşulsuz biçimde ele geçirilmesi, kullanılması ilgili bireyi hem savunmasız bırakıyor hem de onun mahremiyetini ağır biçimde kısıtlıyor. Hatta özel nitelikli / hassas kişisel veri olarak adlandırılan sağlık bilgilerinin[6] sınırsız kullanımı, kişilerin ayrımcılığa uğraması riskini taşıyor[7].

Risk altına giren ikinci özgürlük ise özel hayatın gizliliği. Her insanın, doğduğu andan öldüğü ana kadar yalnızca kendi bildikleri ve yakın çevresiyle paylaştığı bir özel hayatı vardır. Bunun toplumsal kurallara uyup uymamasından bağımsız olarak mahrem olduğu yani başkalarının bilgisine kapalı olduğu ve ancak hukuk kuralları çerçevesinde bu bilgilerin elde edilip kullanılabileceği kabul edilir. Hatta özel hayatın, kişinin evinin kapısında bitmediği de artık çağdaş dünyada kabul edilen bir gerçek[8]. Zira bir insanın mahrem alanının kalmaması, sürekli izlenmesi psikolojik açıdan kaldıramayacağı bir yük altında kalmasına yol açar[9]. Böylesi bir takip kuşkusuz kişinin özel hayatının gizliliğine de müdahale niteliği taşıyor.

Özgürlüklerin güvencesi

Söz konusu sistemin temel özgürlüklere müdahale niteliği taşıması, bir başka deyişle özgürlükleri kısıtlaması karşısında, bir hukuk devletinde yapılması gereken, bunu kurallara uygun bir şekilde yapmaktır. Şu anda ülkemizde salgın hastalık nedeniyle kamu sağlığını korumak için Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edilmedi[10]. Dolayısıyla adımlar olağan koşullar çerçevesinde atılmak zorunda.

Gerek anayasal kurallar gerekse uluslararası yükümlülükler çerçevesinde, özgürlüklerin hukuka uygun olarak güvence altına alınarak kısıtlanabilmesi için üç temel koşul bulunuyor:

Yasallık, haklı neden ve ölçülülük.

Birincisi, adı geçen sistem bir yasa ile kurulmak zorundadır. Bu hem anayasal bir zorunluluk (AY m.13) hem de belirlilik, öngörülebilirlik ilkelerinin bir gereği. Herkes, hangi koşullar ile ve nasıl bu sistemin bir parçası olduğunu bilmelidir. Özellikle salgının kendisi ve ne zaman biteceğinin belirsizliği, aslında belirlilik ilkesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Şu anda hepimiz salgının, örneğin, iki ay içerisinde kontrol altına alınacağını bilmeyi çok isterdik. Oysa var olan belirsizlik, öngörülemezlik hepimizin üzerinde son derece büyük bir stres yaratıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi en kısa zamanda konuyla ilgili bir yasa yapmalı ve yürürlüğe sokmalıdır. Yürürlükteki kimi yasaların, genel önlem alma yetkisine dayanılarak yapılan düzenlemelerin belirlilik ve yasallık ilkelerine aykırı olduğu unutulmamalıdır[11].

İkincisi, bir özgürlüğün kısıtlanması için haklı bir neden bulunmalıdır. Salgının boyutu, dünya çapında bir pandemi olarak kabul edilmiş olması[12], etkileri, sonuçları ve diğer ülkelerde yapılan benzer uygulamalar dikkate alındığında kamu sağlığının ve insan yaşamının korunması bakımından bir haklı nedenin bulunduğunu kabul etmek gerekecektir.

Üçüncüsü ise ölçülülüktür. Bir özgürlük ancak ve ancak gerektiği ölçüde kısıtlanabilir. Daha fazla bir kısıtlama hukuka ve anayasaya aykırı olacaktır. Bu bağlamda ilgili yasada birçok ölçütün açıkça belirtilmesi zorunludur. Kimlerin hangi koşullarda sisteme gireceği, ne kadar süreyle sistemde kalacağı, sistemdeki verilerin ne kadar süreyle, nasıl ve kimler tarafından saklanacağı tartışmaya yol açamayacak biçimde yasada belirlenmelidir.

Salgınla ilgili deneyimleri barındıran verilerin ciddi ayrımcılıklara yol açabileceği açık. Bu verilerin kimlerle hangi koşullarda paylaşılacağının da yasada yazması bir gereklilik. Örneğin kişi, evde izolasyon yükümlülüğünü ihlal etmesi durumunda kollukla bilgi paylaşılmalı ve idari yaptırımlar uygulanabilmeli.

İnsanlara bulaşıp onları hasta etmek bakımından son derece “demokratik” olan[13] COVİD-19 virüsüne karşı hızlı ve etkili önlemler alınması gerektiği tartışmasız bir gerçek. Ancak bu önlemler alınırken, bir hukuk devletinin sözlere, dileklere değil yazılı, etkili, uygulanan ve bağlayıcı kurallara göre işlediği ve temel özgürlüklere gerekli güvencelerin sağlanmasının hukuk devletinin olmazsa olmazı olduğu unutulmamalı.

Güçlü Akyürek
MEF Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi

Notlar/Kaynaklar: 

[1] Albert Ali Salah, Cep Telefonları ve Büyük Veri COVİD-19’a Karşıhttps://sarkac.org/2020/03/cep-telefonlari-ve-buyuk-veri-covid-19a-karsi/
[2] World Health Organization – Contact Tracing https://www.who.int/features/qa/contact-tracing/en/
[3] Çin, Güney Kore, Singapur ve bazı ABD eyaletleri örnekleri için bkz. Apps Gone Rogue: Maintaining Personal Privacy in an Epidemic, https://drive.google.com/file/d/1nwOR4drE3YdkCkyy_HBd6giQPPhLEkRc/view
[4] İletişim Başkanı Altun’dan “Pandemi İzolasyon Takip Projesi”ne ilişkin paylaşım https://www.iletisim.gov.tr/turkce/haberler/detay/iletisim-baskani-altundan-pandemi-izolasyon-takip-projesine-iliskin-paylasim
[5] 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu m.3/1-d
[6] 6698 sayılı Kanun m.6
[7] Örneğin COVİD-19 salgını nedeniyle Çinlilerin durumu söz konusu ayrımcılığın somut örneğidir bkz. https://www.dw.com/tr/%C3%A7inliler-koronovir%C3%BCs-nedeniyle-a%C5%9Fa%C4%9F%C4%B1lanmaktan-%C5%9Fikayet%C3%A7i/a-52330681
[8] Örneğin bkz. AİHM, P.G. ve J.H-Birleşik Krallık, 25 Eylül 2001, par.57; Y. 12.CD. E.2011/7345 K.2012/8936 T.3.4.2012
[9] Örneğin katılımcıların 7/24 izlendiği televizyon şovlarında psikologlar görev almaktadır bkz. https://www.independent.co.uk/news/media/big-brother-bad-for-health-say-doctors-732848.html
[10] Ülkemizdeki geçmiş OHAL deneyimleri, bu yöntemin pek tercih edilmemesine yol açmaktadır.
[11] Anayasa Hukukçusu Tolga Şirin: “Kanun devletini bile arar olduk https://www.mlsaturkey.com/tr/anayasa-hukukcusu-tolga-sirin-kanun-devletini-bile-arar-olduk/
[12] Dünya Sağlık Örgütü, 11 Mart 2020 tarihinde COVİD-19 salgınını pandemi ilan etmiştir.
[13] ‘Corona’ya yakalanan İranlı bakan yardımcısı: Çok demokratik bir virüs http://www.diken.com.tr/coronaya-yakalanan-iranli-bakan-yardimcisi-cok-demokratik-bir-virus/

Kaynak:

https://sarkac.org/2020/04/covid-19-hasta-takibi-ve-ozgurlukler/amp/