COVID aşıları mRNA-LNP mi? Grafen oksit-LNP mi?

COVID aşıları mRNA-LNP mi? Grafen oksit-LNP mi?

Aşıların içinde grafen oksit ve nanometaller olduğunu bağımsız araştırmacılar sayesinde başından beri biliyoruz, etkilerini de az çok kestiriyorduk. İçerikte adjuvan olarak PEG (polietilen glikol) ve aşı platformu olarak lipid nanopartiküller (LNP ) kullanıldığı ise firmalar tarafından zaten deklare edilmişti.

Burada anlatmak istediğimse, mRNA-LNP’nin insan organizmasında hücrelere girip spike protein ürettirdiği iddiasının da BALON olduğu .

Virüs konusu BALON olduğu gibi, spike protein de bir BALON .

Başından beri böyle olduğunu düşünmekle birlikte, bu kadar çok kanıtı bir araya getirecek zaman olmamıştı. Aylar önce bir tarafa kaydettiğim aşağıdaki şu çalışma, bu düşüncemi kuvvetli bir şekilde destekliyor ve anlamak isteyenler için çok fazla şey ifade ediyor.

GRAFEN OKSİT-LNP, alyuvarlarda ve damarların iç yüzeyini döşeyen endotel hücrelerde DİKENSİ çıkıntılar yapıyor !!!

Grafen oksit (O-GNR) ve PEG-DSPE (polietilen glikol ve polar bir nanolipit olan 1,2-distearoil-sn-glisero-3fosfoetanolamin-N) bir solüsyonda inkübe edilerek kolayca elde edilen bu nonkovalent birliktelik hem amacı karşılıyor hem de spike proteine atfedilen ve klinikte görülen tüm sonuçları açıklıyor.

PEG: Polietilen glikol (polimer bir sentetik hidrojel)

DSPE: Bir çeşit lipit nanopartikül (LNP)

PEGile LNP: PEG eklenmiş LNP

Bu çalışmada EMF ile yönlendirilebilen marifetli molekül grafen nanoşeritlerle –PEGile LNP’lerin dolaşım sistemi ve kan komponentleri ile etkileşimi araştırılmış:

Hepi topu 1-3 ve 12 saatlik laboratuar gözlemleri…

Grafen oksit (O-GNR), dolaşımda çabucak çözüldüğü ve kan proteinleri ile etkileşime girebildiği için dolaşımda dayanıklılığını artırmak amacıyla LNP (PEG-DSPE) ile kaplanmış. Lipid nanopartikul olan DSPE’nin dolaşımda dayanıklılığnın yani dolaşım ömrünün artması için de PEG (polietilen glikol) kullanılmış. Hepsi ayrı ayrı incelemeye değer. Örneğin PEG oldukça allerjen ve kanda pıhtılaşmaya yol açabiliyor. Aynı zamanda kanserojen ve genotoksik olarak biliniyor.

Bu marifetli bileşik (grafen oksit -Pegile LNP), yani (O-GNR-PEG -DSPE) alyuvarlara ve damar endoteline giriyor, iddiaya göre doz bağımlı toksisite yapıyor, ancak inceleme saatlerle sınırlı tutulup laboratuvar şartlarında yapılmış.

Grafen oksit –LNP, alyuvarlarda şekil bozukluğuna dolayısıyla elastikiyet kaybına hatta alyuvar hücre zarında DİKENSİ çıkıntılara, damar duvarlarını kaplayan endotel hücrelerinde yine DİKENSİ çıkıntılara neden olabiliyor. Tanıdık geldi mi?

Ayrıca trombositler, bazı kan proteinleri, sitokinler gibi diğer bazı kan bileşenleri ile de etkileşimler gözlenmeye çalışılmış. Örneğin; antiinflamatuar bir sitokin olan IL-10 düzeylerinde yüzde 5-10 azalma izlenmiş (1saatlik izlem). Kabaca O-GNR-PEG-DSPE’nin 80uq/ml altı dozda güvenli olduğu gibi bir sonuca varılmıssa da bu gözlemin bir günden kısa süre için yapılmış olduğu, laboratuvar ortamında kısa bir sürede ISI ve EMF etkileri gibi faktörlerin göz önünde bulundurulmadığına dikkat çekmek isterim.

Şimdi bu süreçte sıkça duyduğumuz bazı kavramlara da özetle değinerek konuyu daha iyi anlamaya çalışalım.

Nanopartikül ya da nanoparçaçık, bir maddenin boyutları 100 nm ve altında kalan toz parçalarına verilen addır.

Nanotıp nasıl tanımlanıyor bakın:

Nanoboyutlarda işlenmiş alet ve cihazları kullanarak insan biyolojisi ve sağlığının moleküler düzeyde incelenmesi, tedavisi, yeniden yapılanması ve kontrolü.

Nanomateryaller büyük parçacıklara göre daha yüksek yüzey/hacim oranına sahiptirler. Bu avantajla kan beyin bariyerini geçebilir, diş minesinden saç teline kadar hücrelerin içine girebilirler. Bu nedenle nanopartiküllerin biyomedikal alanda ilaç taşınması-salınımı ve görüntülemede kullanımı gibi uygulamaları son yıllarda iyice yaygınlaşmıştır. Ancak her yere girebilecek kadar küçük olmaları biyolojik sistemde işlerin tam da böyle olacağı anlamına gelmiyor tabii. Malzeme boyutu küçüldükçe yüzeyde bulunan atom miktarı artmakta ve buna bağlı olarak da malzemenın çevre ile etkileşimi değişmektedir. Bizi ilgilendiren ise bu çevre ‘insan vücudu’ olduğunda neler olduğudur. İlginç bir şekilde nanopartiküller, makro eşdeğerlerine göre daha güçlü özellikler gösterebildikleri gibi tamamen farklı özellikler de gösterebiliyorlar. Nano boyuttaki malzemeler daha yüksek reaktiflik ve mekanik direnç, daha iyi elektriksel ve termal özellikler gösteriyorlar Nanotıpla birlikte insanların nanopartiküllere maruz kalması kaçınılmaz görünüyor. Bununla birlikte nanoparçaçık türlerinin ve uygulamalarının sayısı artmaya devam ederken, maruz kaldıktan sonra etkilerini karekterize etmeye ve potansiyel toksisitelerini anlamaya yönelik çalışmalar kıyasla az görünüyor.

Raporlar nanopartiküllerin kan proteinleri, pıhtılaşma faktörleri, kan hücreleri, vücut savunma sistemi ve allerji yanıt sistemi bileşenleri ile etkileşime girmesinin ne kadar mümkün olduğunu göstermektedir. Tüm canlı sistemi tüm olasılıklarıyla incelemenin zorlukları düşünüldüğünde, nanoparçacıkların hematolojik toksisitesi genel toksikolojik değerlendirmesinin çok kritik bir bileşenidir. Araştırmalar nanoparçacıkla indüklenen hematolojik toksisitenin tezahürünün değişebileceğini ve artmış veya azalmış hücre sayıları (kırmızı ve beyaz kan hücreleri), vücut savunma sisteminin aktivasyonunu veya inhibisyonunu, hemolizi, endotel disfonksiyonu ve allerjik tepkileri içerebileceğini düşündürmektedir. Nanoparçacıkların eritrositlerle etkileşiminin hücre zarında penetrasyona neden olduğu ve hemolize (alyuvarların büyük miktarda yıkımı ) yol açan hücre iskeleti bozulması yanı sıra eritrositleri deforme ettiği gösterilmiştir. Örn; altın nanopartikuller alyuvar ve kan hücresi sayısında artış veya azalmaya yol açıyor. Demir oksit, titanyum dioksit, silika gibi nanopartikuller enflamasyona ve endotel disfonksiyonuna yol açıyor, çinko oksit bağışıklık tepkisini aktive ediyor.

Lipit nanopartiküllere (LNP’ler) gelince, enjekte edildikleri doku bölgesinde en çok olmak üzere yüksek inflamatuar (iltihabı ) yanıt oluşturuyor ve antikor üretimine neden oluyorlar. Yani mRNA olmadan ve sözde spike protein üretilmeden de yüksek inflamatuar etki ve antikor oluşumuna neden oluyorlar.

LNP’ler örneğin intranazal (burun içi) olarak uygulandığında akciğerlerde ciddi tahribat yapıyor. Buraya değinmişken ısrarla intranazal (burun içi) aşı isteyen-öneren sözde muhalif profesörü hatırlamadan geçmeyelim.

KAYNAK

Burada bu yüksek inflamatuar yanıt sanki iyi bir şeymiş gibi verilmek istense de, gerçeğin böyle olmadığını anlamak için ortalama bir zeka yeterlidir sanırım. İşte LNP ve PEG’ler, bildirilen aşı etken maddesi olmaksızın da bol miktarda antikor yanıtı oluşturuyor.

Nanomalzemeler biyolojik bir ortamla temas ettiğinde, ortamda bulunan biyomoleküllerle, özellikle proteinlerle etkileşime girme eğilimindedir ve bu etkileşim ‘’protein KORONA’’ (PC) oluşumuna yol açar ve aynı zamanda bu proteinlerde yapısal değişikliklere neden olabilir. Bu değişiklikler sadece NP fizikokimyasal özelliklerine değil, aynı zamanda protein moleküllerinin içsel stabilitesine de bağlıdır. NP’lerin yüzeyinde protein korona oluşumu ve altta yatan mekanizmalar çeşitli çalışmalarda araştırılmış olsa da, NP’ler ve kan proteinleri arasındaki doğrudan biyokimyasal ve biyofiziksel etkileşimleri hiçbir inceleme kapsamlı olarak tartışmamıştır ve in vivo (canlının içinde) araştırmalar çok azdır. PC’yı karakterize etmeye çalışan çalışmalar çoğunlukla in vitro (laboratuar ortamında-yapay) olarak yapılmıştır.

Örnek bir araştırmada Altın nanopartiküller (AuNP’ler) etrafında 300’den fazla farklı faktör tanımlanmıştır. AuNP’lerin çevresinde yaklaşık 288 serum proteini saptanmış ve ilginç bir şekilde PC bileşenlerinin %93’ünün 80 protein tarafından üretildiği görülmüş. PC bileşimlerinin %87’si anti-trombin III, kompleman C3, faktör V, fibronektin, IgG ve kompleman faktörü H’dir. NP’lerin boyutu, yüzey kimyası, şekli ve entropisi, plazma protein adsorpsiyonunda ve dolayısıyla biyolojik dağılım kapasitesinde en önemli parametrelerdir. Biyolojik numuneler içinde, benzer yüzey kimyası ve kompozisyona ancak farklı boyutlara sahip NP’lerin inkübasyonu, çapı 30 ila 200 nm arasında değişen PC oluşumuna katkıda bulunabilir. Dikkate değer bir şekilde, yüzey bileşimindeki değişiklik, NP’ler etrafındaki PC içeriğini derinden değiştirebilir. Bu, birçok bilinmeyen parametrenin etkisinden dolayı PC fenomeninde ortak bir kuralın bulunmasının pek mümkün olmadığı anlamına gelir. Diğer bir deyişle, NP’lerin yüzeyinin küçük moleküller, peptitler, aptamerler, proteinler, antikorlar vb. herhangi bir ligand türü ile süslenmesinde yoğunluk, moleküler ağırlık, zincir uzunluğu vb. diğer parametreler açısından ayrıntılı olarak ele alınmalıdır.

PC oluşumu uygulama yolunun (intravenöz, oral ve inhalasyon) rolü de PC’nin bileşimi ve profilinde kritik öneme sahiptir. PC içeriğindeki herhangi bir değişiklik doğrudan kan akış hızı, laminer/laminer olmayan kan akışı, cinsiyet ve sıcaklık gibi çevresel özelliklerle ilişkilidir. PC’nin, özellikle yumuşak korona tabakasının stabilitesinin, kılcal damarlardan arterlere kan akış hızı gibi çevresel özelliklere bağlı olarak değiştirilebileceği bulunmuştur. NP’ler dolaşımda 1000 kadar farklı proteinle karşı karşıya gelir. Çeşitli proteinlerin yüzen NP’lere bağlanması, sonuç olarak in vivo koşullarda biyolojik aktiviteyi etkileyen farklı NP alt popülasyonlarının oluşumuna yol açabilir. İlginç bir şekilde, her bir patolojik durumun belirli proteomik profili, spesifik NP’ler etrafındaki PC içeriğini etkileyen başka bir tartışılmaz faktördür. Şaşırtıcı bir şekilde, bu profil aynı durumda (sağlıklı veya hasta kişilerde) bireysel olarak farklılık gösterir.

Yani, biyolojik sisteme giren bir nanopartikülün farmakolojik davranışını değiştirip etkileyecek çok sayıda değişken bulunuyor.

Nanopartikül deyince eksozomlar da virüsler (virüsü eksozomlardan ayırdedici gerçek bilimsel kanıt yok, çünkü saf bir izolat olmadığı gibi kontrollü bir deney de yok) de benzer nano boyutlarda ve bunlar da dolaşıma girince aynı şekilde etraflarında protein korona oluşuyor. Eksozomların zarı, kaynaklandıkları hücre duvarından oluşuyor, zarflı virüslerin zarfı da konak hücre zarından oluşuyor.

Eksozomlar kaynaklandıkları hücreye, koşullara ve içlerinde taşıdıkları nükleik asit vs. içeriğe göre çok çeşitlidir, virüsler de !?

Elektron mikroskopisi resimleri de protein korona ile şematize edilişleri de ne çok benzer, değil mi?

Benzerlikler bu kadarla sınırlı değil tabii ki. Klasik virüs izolasyonu modaliteleri ile eksosom izolosyonu modalitelerinin karşılaştırması yapılırsa her ikisinin de saf bir izolat sağlamadığı, parçalanmış hücrelerin benzer yoğunlukta diğer hücre içerikleri ile karışmış olduğu ve virüs izolasyonu için kontrol deneyleri yapılmış olsa—ki hiç yapılmamış—elde edilecek olanın aynı olacağı izlenimini edinmek mümkün. Ki eskiden virolog olan ve şimdi ise virüslerin gerçekte eksozomlardan başka bir şey olmadığını tespit ederek bu ‘’virolog’’ sıfatını artık kullanmayan Dr. Stefan Lanka, kontrol deneyi yapıldığında, yani izolasyon prosedürü hasta örneği kullanmadan uygulandığında görülenlerin aynı olduğunu, çünkü bu yapıların virüs değil eksozom olduğunu anlatıyor. Ve artık virüs izolasyonu olarak adlandırdıkları klasik prosedürlerin yerine antikor işaretleme gibi dolaylı yöntemler kullanılıyor. Virüs genom veri tabanlarında yüz bine yakın farklı virüsün genom dizileri bulunduğu iddia ediliyor. Virüsler için genetik modifikasyonla işlev kazandırma çalışmaları yapıldığı iddia edildiği gibi eksozomlar için de aynı şekilde genetik modifikasyon çalışmaları yapılıyor.

Eksozomlar, çeşitli hücre tiplerinden salınan hücre dışı (ekstrasellüler) veziküllerin (EV’ler) bir alt sınıfıdır ve hücreler arasındaki parakrin (bir hücreden salınan hormonun komşu hücre reseptörlerine bağlanarak etki göstermesi) etkileşime katılırlar. 30-100 nm arasında değişen boyutlarıyla eksozomlar zardan türetilmiş nanoveziküllerdir. Tüm hücre tipleri tarafından endozomlardan üretilirler. Hipoksi, inflamasyon stimülasyonu ve hücre içi kalsiyum konsantrasyonunun artmasının hücreleri daha fazla eksozom üretmeye zorladığı güçlü bir şekilde gösterilmiş bulunmakta. Eksozomlar, biyoakışkanlarda kolayca dağılarak, yüklerini ileterek, paylaşarak ve alıcı hücrelerin biyolojik özelliklerini değiştirerek hücre-hücre iletişiminin aracıları olarak hizmet edebilir ve proteinler, lipitler ve nükleik asitler gibi sinyal biyomoleküllerini donör hücrelerden alıcı hücrelere aktarabilir. Bu ifadeler doğrultusunda, eksozomların fizyolojik ve patolojik koşullar sırasında biyokimyasal reaksiyonları ve hücresel aktiviteyi modüle etmek için KİLİT aracılar olduğu düşünülmektedir. Eksozomların yüzey proteinleri ve içerdikleri nükleik asit profiller çift sarmallı DNA, mRNA ve mikro-RNA’lar gibi çeşitlidir. Bunlar, kaynak hücrelerin tipleriyle ve ayrıca iltihaplanma, kanser, nörodejeneratif durum gibi hücre durumlarıyla ilişkilidir.

Son on yılda, hücre dışı veziküllerin (EV’ler), özellikle eksozomların incelenmesi, benzersiz biyolojik özelliklerinden dolayı özellikle kanser ve doku rejenerasyonu alanlarında hücre hedefli ilaç taşıma sistemi olarak kullanım için ilgi çekmiştir. Endojen eksozomların çekici biyolojik özellikleri ve işlevleri hem bilimsel hem klinik alanda daha fazla araştırmaya ilham veriyor.

Eksozomlar çevredeki vücut sıvılarına salınır. Ana hücrelerin (proteinler, DNA, RNA, lipitler gibi) moleküler imzalarını içerirler. Başka hücrelere alımı için tanınmayı sağlayan yüzey proteinleri ya da makrofajlardan korunmayı sağlayan protein yapıları vardır. Eksozomlar, en ilginç invaziv olmayan tanısal biyobelirteç ve terapotiklerdir. Düşük immünojenisite, doğal stabilite ve biyolojik engelleri aşma yeteneği dahil olmak üzere içsel özellikleri göz önüne alındığında eksozomların fonksiyonel kargo teslimatı için terapotik araçlar olarak kullanılması planlanmış ve bunun için eksozomlar çeşitli hücre hedefli tedavilere uygun hale getirmek için ilaçlarla kapsüllenmiştir.

Eksozomları, benzer bir lipit çift katmanlı yapıya sahip yapay veziküller olan lipozomlarla ve diğer nanotaşıyıcılarla karşılaştırdığımızda, biyolojik moleküllerin gelişmiş yükleme kapasitesi, alıcı hücrelere girme, uyumluluk, kararlılık, doğal biyoaktivite açısından üstündür. Bundan, eksozomların sadece ilaçları taşımakla kalmayıp aynı zamanda yarı ömürlerini artırdığı, toksisiteyi azalttığı ve hatta çeşitli engelleri aştığı sonucuna varabiliriz. Ancak düşük izolasyon verimi ve yetersiz hedefleme yetenekleri terapötik uygulanabilirliğini sınırlar. Çok miktarda izole edilmesi güç ve maliyetli olduğundan ilaç taşıma sistemleri olarak henüz kullanışlı olmadıkları anlaşılıyor. Bu sıkıntı eksozom-mimetik (eksozom taklitçi ) nanoveziküler taşıma sistemleri kullanılarak çözülmek isteniyor. Lipozomlar, üzerinde en çok çalışılan nanosistem türleridir ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Lipozomol vitaminler gibi…

Son zamanlarda çalışmalarda bu ekstraseüllüler veziküllerin hedefleme yeteneğini geliştirmek için manyetik navigasyonlu süperparamanyetik demir oksit nanoparçacıkları (SPION’lar) kullanılmış. (FDA onayı almış olan ilk nanometal.)

Anlaşılan özellikle grafen oksit ve süperparamanyetik demir oksit gibi manyetik nanometaller, eksozomlar gibi nanoboyutta oluşlarıyla ve bu nanoyapıları manyetik etkiyle hücresel tedavi hedefi için dikkatleri çekiyor. Alttaki linkte SPION’larla birlikte bu nanoveziküllerin hücre içinde magnetik alandan nasıl etkilendiğini anlatıyor ve şematize ediyor.

Dolaşımda 1000’e yakın protein ve lipit çeşidi bulunuyor. Ve bir nanopartikül ortalama 300 çeşit proteinle kaplanarak olduğundan çok daha büyük ve farklı bir kimliğe bürünüyor. Bu protein KORONA oluşumu, nanopartikülün hedefine ulaşamadan dolaşımdan hızla temizlenmesine ya da taşınmak istenen ligandın başka bir noktada serbest kalmasına ya da karaciğerde tutulmasına, metabolize olmasına neden olabilir. İşte bu protein KORONAyı oluşturan proteinleri azaltmak ve dolayısıyla bu olasılıkları azaltıp NP (nanopartkül)-ligand (ilaç ya da gen gibi) bileşiminin dolaşımda dayanıklılığını arttırmak için nanopartiküllerden başka bir ilaç taşıma sistemi olan hidrojeller de kullanılıyor.

Aşağıdaki şekilde bir hidrojel olan PEG (polietilen glikol) ile nanopartiküllerin bileşimi, yani NP’in PEGilasyonu, NP’ler ile proteinler arasındaki etkileşimi en aza indirerek daha küçük bir protein koronası oluşumuna yol açar. Çalışmalar PEG ile muamelenin NP’lerin dolaşımda makrofajlar tarafından eliminasyonunu azalttığını gösteriyor.

Protein Koronası şematize edilişi ne kadar da tanıdık, değil mi?

İşte bu protein korona tüm nanoparçaçıklar ve doğal nanoveziküller olan eksozomlar veya virüsler etrafında da oluşuyor.

KAYNAK

Lipid nanopartiküller gibi bir başka ilaç taşıyıcı sistemi de HİDROJELler. İyi emilimleri, iyi biyouyumlulukları ve en azından doğal olanların yüksek güvenlikleri nedeniyle hidrojeller, ilaç iletimi ve doku rejenerasyonu da dahil olmak üzere biyotıp alanında yaygın olarak kullanılmaktadır.

Hidrojel bazlı sürekli salınımlı ilaç taşıyıcıları gelişmekte olan bir ilaç dağıtım sistemidir. Hidrojel hazırlamak için kullanılan malzemeler doğal ve sentetik olarak ikiye ayrılabilir. Selülöz, kollajen gibi doğal olanlar yanında polivinil alkol, poliakrilamid, polietilen glikol gibi sentetik hidrojeller daha çok tercih ediliyor. Sentetik bir polimer olan PEG (polietilen glikol) ise yakın zamanlarda en yaygın olarak kullanılanlarıdır. PEG türevlerinin lipozomlara dahil edilmesi lipozomların serum proteini ve makrofajlarla etkileşimlerini azaltıyor gibi görünüyor. Bazı yayınlar birleştiği proteine göre karakterinin değiştiğini, aslında yüksek biyouyumlu olduğunu iddia etse de PEG oldukça allerjen ve grafen gibi kanın pıhtılaşmasına neden olabilen, hipersensitivite ve allerjik reaksiyonlara, antikor yanıtına yol açabilen bir hidrojel.

Grafen ailesi nanomateryallere gelince;

Eşşiz fizikokimyasal özelliklerinden dolayı grafen ailesi nanomateryaller (GFN’ler) grafenin yüksek mekanik dayanıklılık ve elektrik iletkenlik dahil bir dizi potansiyel fiziksel ve elektronik özelliklerinden dolayı dikkat çekmekte, özellikle biyomedikal uygulamalar olmak üzere birçok alanda yaygın olarak kullanılmakta ve araştırmaların burada yoğunlaştığı görülmektedir. Örneğin, kök hücrelerin farklılaşmasına etki etmek üzere yapılan çok sayıda çalışma dikkatleri çekiyor.

Grafen oksit = grafen nanoşeritler

CNT (Karbon nanotüp ) = İçi boş tüpler oluşturmak üzere sarılmış grafen tabakalarından yapılan silindirik şekilli nanoyapılar

Lipozom: En az bir çift katlı lipit tabakasına sahip küre şeklinde nanoboyutta ve yapay bir veziküldür. (ilaç taşımak için kullanılan bir çeşit küresel nanolipit)

Grafen nanoparçacıklar biyosensörlerin bileşenleri olarak veya hücreyi UZAKTAN KONTROL etmek için kapsamlı bir şekilde araştırılmış. Araştırmalar CNT/protein hibritlerin biyolojik yapı iskeleleri oluşturarak terapötik ve görüntüleme materyalleri olarak hizmet edebileceğini gösteriyor. Asıl dikkat çekici olansa, CNT’lerin tıpkı nöronların myelin klıfı gibi işlev görmesi ve sinirlerin CNT’lerle arayüz oluşturması. Yapılan çalışmalara bakınca nanopartiküller içinde üzerinde en çok durulan en populer olanların grafen bazlı olanlar olduğu çok açık. Bu çok duvarlı karbon nanotüplerin (CNT’lerin) oksidatif açılmasıyla sentezlenen grafen nanoşeritler (O-GNR) de son zamanlarda biyogörüntüleme ve ilaç verme uygulamaları için umut vaat ediyor gibi görünmekte ya da öyle gösterilmekte. Çünkü bunlar, oldukça toksik materyaller. Aşağıdaki bağlantı da grafen ailesi nanopartüküllerin toksisitesi ile ilgili fikir verecektir.

Bu süreçte bir çok bağımsız araştırmacı, Sinovac dahil tüm sözde covid aşılarının içeriğinde grafen nanoseritleri ve CNT’leri ve bazı nanometalleri görüntülediler ve Dr Karen Kingston (Pfizer eski biyoanalisti) gibi uzmanlar belgelerle, kanıtlarıyla aşılarda grafen oksit olduğunu bildirdiler. Karen Kingston bu uygulamayı yapanların asıl amaçlarının grafen için uygun dozu bulmak olduğunu söylüyordu. Ne için en uygun doz ???

Hatırlarsanız Japonya Sağlık Bakanlığı’nın Moderna aşısında nanometal tespiti üzerine aşıları toplattığı haberleri olmuştu. Mıknatıslanma özelliği görülünce kontaminasyon olduğu sanılmıştı, oysa bu nanomettaller tam da planın gereği olarak orada bulunuyor gibi görünüyor. Birçok araştırma incelendiğinde, diğer nanometallerin de daha çok grafen oksitle etkileşim ve etkinliğini artırmak için kullanıldığı izlenimini edinmek mümkün. Ayrıca farklı nanometaller grafen oksitle (karbon bazlı yapıştırıcı) bir arada tutularak dolaşımda agregatlar oluşturuyor. (Hepsi de toksik.)

mRNA-LNP aşı iceriğinde karbon nanotüpleri ilk tespit eden, çocukluk aşılarına karşı mücadelesiyle bilinen Dr Palevsky ve arkadaşları olmuştu. Grafen hakkında araştırma raporlarının iddiası CNT’lerin (karbon nanotüplerin), ilaç ve aşıları yani burada mRNA’yı hücre içine iletmek için kullanıldığı yönünde.

Özetle; LNP, mRNA’nın (ya da grafen oksitin) dolaşımda yıkılmasını önleyip dolaşım ömrünü uzatmak ve hedef hücrelere ulaştırmak, polietilen glikol (PEG) ise LNP’nin proteinlerle etkileşimini azaltıp kolayca yıkılmasını önlemek ve dolaşım süresini uzatmak için kullanılıyor.

Protein sentezi hakkında klasik öğreti; mRNA, bir DNA kalıptan transkripsiyon yoluyla (yani DNA’yı kalıp olarak kullanarak) hücre çekirdeğinde sentezlenir ve protein sentez yeri olan ribozomlara (hücre stoplazmasına çıkarak) protein kodlayıcı bilgiyi taşır.

Şimdi gözümüzün önüne getirelim;

Nanoboyutta mRNA, grafen nanokafeslerle sarılıyor, bu da LNP ile kaplanıyor; o da PEG ile. Sonra bu müthiş birliktelik dolaşımdan hücrelere CNT’lerin oluşturduğu kanallardan ya da endositoz gibi doğal yollardan girip hücre stoplazmasında mRNA açığa çıkıyor, bu da hücrelerde spike protein sentezlettiriyor!?

Bu nanoparçaçık bileşimlerinin biyolojik sistemde davranışının ne kadar çok değişkenden etkileneğini, in vivo çalışmaların yetersizliğini ve hücre altı olayların büyük oranda karanlıkta kaldığını düşünürsek, en azından son basamak pek mümkün görünmüyor. Bu yazıyı hazırlarken, tam da zamanında sanki bir lütuf olarak bulduğum şu sayfa ise anlatmak istediklerimi derli toplu kanıtlar nitelikte:

Burada araştırmacılar aşılar içinde asıl unsurun Grafen oksit ve PEGile LNP olduğunu, bunun dışında pek çok nanometal, hatta parazit olduğunu ancak minimum düzeyde mRNA tespit edildiğini (O da olur ya aşılar bir gün incelenirse ‘mRNA hiç yoktu ‘denemesin, virüs ve spike protein yalanına uyanılamasın ve toksisiteyi asıl yapanın O-GNR ve diğer unsurlar olduğu anlaşılmasın, diyedir herhalde) belirtiyorlar.

Grafen oksitle yüzde yüz dolu lipozomlar, çeşitli nanometal ve grafen oksit kümeleri izlemişler. Ayrıca dolaşımda simplast olarak tanımladıkları birçok hücrenin veya amibin (tek hücreli parazit) kaynaşarak bir araya getirdikleri dolaşım için büyük denebilecek boyutta kütleler de tespit edilmiş.


Özetle;

Kanın viskozitesini (kanın akışkanlığını ) etkileyen başlıca faktörler kan hücrelerinin sayısı, kan proteinleri ve kan hücrelerinin elastikiyeti yani şekil değiştirebilirliği olduğuna göre, dolaşımda kan hücrelerinde çıkıntı yapabilen, hücre zarlarının elastikiyetini azaltıp alyuvarların şeklini bozan ayrıca kan proteinlerini üzerinde toplayıp aralarındaki ilişkileri ve yapılarını etkileyen nanopartiküllerin genel anlamda hiperviskoziteye dolayısıyla dolaşım sorunlarına, dokularda oksijenlenmenin bozulmasına neden olacağı açıktır.

In vivo çalışmaların yetersizliği göz önüne alındığında sadece dolaşım sistemi değil tüm sistemin çok çeşitli koşullarda, farklı şekillerde ve farklı zamanlarda etkileneceğini anlamak güç değildir. Hasta ya da sağlıklı kişilerin hatta hastalığın tipine, yerine göre de farklı etkilenebileceği, farklı ph düzeyleri, oksijenlenme durumuna göre ya da aşı dozları ve içeriklerine (bir kısmının da plasebo olduğunu unutmayalım), dolaşımda karşılaşılan proteinlerin durumuna göre farklı düzeylerde ve farklı zamanlarda etkilenme mümkün olacaktır. Bu rastlantısallık ve çeşitlilik, bildirilen yüzlerce kötü sonucun çeşitliliğini de açıklar niteliktedir.

Virolog – İmmünolog: SARS-CoV2 diye bir Virüs Yok

Virolog – İmmünolog: SARS-CoV2 diye bir Virüs Yok

Viroloji ve immünoloji doktoralı, Hint asıllı akademisyen Poorniam Wagh, teknoloji, medya, çokuluslu şirketler ve dünya istihbarat birimlerinin yardımıyla dünya popülasyonunun başına örülmüş gelmiş geçmiş en kapsamlı ve koordinasyonu yüksek komploda kral çıplak diyebilen ve bu yüzden cezalandırılan şerefli akademisyenler arasındaki yerini alıyor.

Sunum yaptığı videonun kısa versiyonunu altyazılı olarak izleyebilirsiniz. Videonun uzun versiyonu yazı sonunda verilmiş olup, sunumun içeriği Wagh’ın yorumları ve bizlerin eklediği genişletilmiş açıklamalar ile birlikte birkaç bölüm halinde sitemizden sunulacaktır.

Ne dersiniz? Daha fazla kanıta ihtiyacımız var mı?
Virüs… Var mı yok mu?


Wagh’ın sunum slaytları ve videoda yapmış olduğu yorumlar ile birlikte Türkçeleştirilerek aktarılmıştır.

Wuhan ve ardından dünyanın geri kalanında kurgulanan oyunda neler yaşandı:

2019 Aralık ayında, Wuhan’da deniz ürünleri satan bir pazaryerinden alışveriş yapan 198 kişinin, yarasa-karıncayiyen virüsü olduğu iddia edilen bir virüs nedeniyle hasta düştüğü ve zatürre benzeri belirtiler sergilediği söylendi. Bu 198 kişiden ise inceleme için yalnız 1 kişinin akciğerinden sıvı aspire edildi. NİYE? Hasta grubu içerisinden yalnız 1 kişiden test numunesi alınması gayrı bilimsel olduğu kadar şüphelidir de.

Bu yaptıkları son derece anlamsız, büsbütün tuhaf. Niye 198 kişiyi de test etmiyorsunuz, sadece 1 kişiden numune alıyorsunuz? Bilimsellikle taban taban zıt bir davranış bu. Ortada viral bir salgın olduğunu iddia ediyorsanız, büyükçe bir grup insanda bu virüsü bulup göstermeniz lazım. 


Gen Diziliminde Yapılan El Çabukluğu – Tek Dokunuşla 40’tan 40,000’e Bütünleme Bilimi

Wuhan’daki hastanede bu kişinin ciğerinden çekilen sıvıda topu topu 40 baz çiftlik, inanılmaz kısa RNA iplikçik bölümü bulduklarını söylediler ve buradan bilgisayar programı marifeti ile (“in silico) NOVEL (yeni oluşumlu, daha önce hiç karşılaşmamış olduğumuz) virüs için tam 40 bin baz çiftlik bir gen dizilimi yarattılar, bunu da Blast P gibi dünya genelindeki veritabanlarına yüklediler.

Teknolojik Sihirbazlık Numarası ile Frankenstein Genom Yaratma

Hastadan alınan sıvıdan 40 baz çiftlik “virüs” RNA’sı bölümünü alınıp bilgisayara yüklenir, “alignment” (hizalama) denilen bir işleme tabi tutulur -buna De Novo sequencing process (Yeni genom dizileme işlemi) denmekte. 

Bilgisayar programından, elimizdeki 40 baz çiftlik bölümü sistemine kayıtlı diğer tüm bakteri, “virüs” gen bilgisi ile kabaca birleştirip, buradan bize  “yeni” bir yapboz resmi oluşturmasını, yani ortaya “yeni bir virüs resmi” çıkarmasını isteriz.

Bilgisayar denileni yapar ve ortaya yepyeni, ancak HAYALİ (gerçekte var olmayan) bir SARS-CoV-2 virüsü çıkar. “Çok ölümcül” olduğu söylenir(!).

Bilgisayar marifetiyle oluşturulmuş bu gen dizilimi Blast P’ye yüklenir.

Wagh, tecrübeli ve oldukça fazla sayıda gen dizilimi görmüş bir bilimci olarak dünyaya SARS-CoV-2 genomu diye tanıtılan dizilime ilk baktığında son derece tuhafına gittiğini, şaka mı bu diye düşünmekten kendini alamadığını da ifade ediyor.

2019 Aralığında birden internet, yol ortasında yığılıp kalmış, ağzından kan gelen, epileptik nöbet geçiren Çinli’lerin tuhaf ve daha sonradan sahte olduğu anlaşılan videoları ile doldu. Bunu, İran’dan gelen ve kurgusu birebir aynı videolar izledi; insanlar Tahran’da yol ortasında düşüp ölüyor, ağızlarından burunlarından kan geliyordu. Bu durumun adını Covid koymuşlardı. Batı dünyasının kalbine böylelikle salınan korku ile birlikte, başta ABD olmak üzere ülkeler askeri sıkıyönetimin medikal karşılığı olan ‘tıbbi acil durum’larını ilan etmekte gecikmediler ve bu acil durum halen kaldırılmış değil.

Aralık’ta birden ortaya çıkan bu YouTube videoları Ocak ayına gelindiğinde yine birden yok oluverdi.   

Ardından DSÖ doğrudan Victor Corman ve Christian Drosten adlı Alman iki moleküler biyoloji uzmanı ile iletişime geçerek(!) SARS-CoV-2 için PCR “test”i geliştirmelerini istiyor.

Peki ama niye PCR testi?

Yaptıkları yayında Drosten ve ark., geliştirdikleri RT-PCR “testi“ için, herhangi bir kişinin vücudundan alınarak diğer hertürlü materyalden arındırılmış olarak tek başına ortaya konmuş (izolasyon ve pürifikasyonu yapılmış) ve bu şekilde kimyasal ve morfolojik yapısı tanımlanmış fiziki bir “virüs”ten değil, “in silico”, yani bilgisayar bazlı bir genomdan yola çıkarak hazırlamış olduklarını yazıyor!

Yani bu insanların SARS-CoV-2 denilen virüsü ne mikroskop altında görmüşlükleri var ne de laboratuar ortamında bununla çalışmışlıkları. Ellerinde yalnızca Wuhan’ın kendilerine ilettiği novel (yeni oluşumlu) genom bilgisi var ve bununla kalkıp RT-PCR protokolü hazırlayabiliyorlar.

Wagh’ın yorumu: Bilime daha aykırı yürütülemezdi herhalde işler!

Bilimle hiçbir şekilde bağdaşmayan bu icraatlerini yaptıkları yayında açıkça yazıyorlar da:

“Boşluk kalmamış bir hizalama elde etmek için SARS ve SARS ile bağlantılı koronavirüsleri (daha önce kendi çalışmalarımızdan elde ettiğimiz ve ayrıca literatürde geçen diğer yarasa korona virüslerini) kullandık. Teşhis amaçlı kullanılacak aday RT-PCR assay’lerimizin tasarımı, 2019-nCoV genom diziliminin tamamlanıp açıklanmasından önce hazırdı.” 

Yani, oluşturmak istedikleri yeni “virüs” için daha bilgisayar bir gen haritası oluşturmamışken, Drosten ve ekibinin teşhis amaçlı(!) kullanılacak testi hazır!

DSÖ’nün kendi elleriyle seçmiş olduğu “bilimadamları”, ortada bir virüs var mı yok mu bilmeden, görmeden, hayali virüsün bilgisayar üretimi genomuna bile sahip değilken, tüm dünyada tam da bu “virüs”ü tespit edeceği iddiası ile cihaz, protokol geliştirebiliyor. 

Wagh’ın, doktora sahibi olmanıza gerek yok, okuyan herkesin apaçık hataları görebileceği bir yayın dediği Drosten imzalı belge Avrupa’dan 15 kişilik bağımsız bir ekip tarafından da incelenerek metodolojideki 10 hayati kusur gösteriliyor. Buna rağmen, hiçbir bilimsel geçerliliği olmayan, anormal derecede fazla yanlış pozitif sonuç üreten bu kusurlu model, hastalık teşhisinde kullanılmaya devam ediyor.


Niye bu kadar çok yanlış pozitif var?

Wagh’a göre, insan vücudunda kan dolaşım sistemi ve lenfatik sistem aracılığıyla sürekli dolaşımda olan RNA ve DNA’lar bulunmakta ve Çin’liler akciğerden aldıkları sıvıda buldukları küçücük bir RNA iplikçiğini alıp, işte aradığımız katil “virüs RNA’sı” bu diyorlar.  

İnsan genomunun parçası olan bu genetik bilgi, buna sahip başka insanlarda da saptandığında, “virüs”e pozitif ilan ediliyorsunuz. Kurgu bu.

Hastayla sadece 2 dakikalık konsültasyonu olan doktorların ise bu tarz ayrıntılar umurunda olmadığı gibi, bilimdeki son gelişmelere, araştırmalara da hakim olmadıklarından, gözlerinin önündeki kurguyu anlamıyorlar dahi.

Durumun vahametini anlatan bir başka örnek daha veriyor Wagh:

2020 Şubat ayında Hintli akademisyenlerin, Çinliler’in tüm dünyaya SARS-CoV-2 genomudur diye servis ettiği dizilimin “HIV virüsü” ile hiç de “tekin olmayan” benzerlikler taşıdığı, bunun izahı mümkün olan bir durum olmadığı ve bu işte bir “bit yeniği” olduğunu ima ettikleri yayınları sahneye çıkıyor.  

Virolog Wagh’ın yorumu, korona virüs ile HIV’nin benzerlik taşımasının mümkün olmadığı, ortada gerçek bir virüs olmayıp Çinliler bilgisayar veritabanlarında kayıtlı karma genetik bilgiden kes-yapıştırla ortaya hayali bir virüse ait uydurma bir genom çıkarmış oldukları için istemeden yakayı ele verecek hataların yaşanmış olduğu yönünde.

Bu noktada konunun daha net anlaşılması için Bilimfili sitesinden “Dizilemeden Sonra Genom Nasıl Birleştirilir?” yazısında Sevkan Uzel’in anlattığı bilgilere yer veriyoruz.



Bu açığı yakalayan Hintli akademisyenler, Amerikan Mikrobiyoloji Derneği’nin baskıları neticesinde yayınlarını 1 ay içinde geri çekmek durumunda bırakılıyor. Retraction.org’da sadece özet bölümü bırakılan yayının içeriği internetten silinmiş durumda. Wagh, yasaklı bu güzelim yayının pdf’ine sahip olduğunu belirtiyor. 


Şu adresten, “Covid 19” ile ilgili yapılmış ancak geri çek(tir)ilmiş bugüne kadarki yayınları görebilirsiniz:

https://retractionwatch.com/retracted-coronavirus-covid-19-papers/


Wagh’ın “virüs” izolasyon, pürifikasyon ve karakterizasyonu ile ilgili açıklamalarının olduğu bir sonraki yayında görüşmek üzere.

Videonun uzun versiyonu:


SARS-CoV-2 diye bir virüs bulunmadığı, ortada 2019 yılında ortaya çıkmış COrona VIrüsüne ait bir hastalık (yani COVID-19) olmadığı, viral bir salgın yaşanmamış olduğu yönünde sürecin başından beri görüş bildirip en ağır şekilde sansüre tabi tutulan yasaklı bilimci ve doktorların sitemizdeki yazılarına şuradan ulaşabilirsiniz:

Tıpta Dolandırıcılık ve Hile: Virüs Nerede?

Virolojinin Gözler Önündeki Büyük Sırrı – İzolasyon Yalanı

Viroloji Yalanları: Varlığı ve Hastalık Yapıcı Özelliği İspatsız Virüs – İşlenen Tıbbi & Bilimsel Suçlar

Yanlış Virüs Teorisi ve Anlamsız PCR Testi – Video

Virüs İzolasyonuna Dair Bildiri

Viroloji ve Aşı Aldatmacası — Koronavirüs Neden Bulaşıcı Değil

Sağlık Bakanlığı’na Sorduk: SARS-CoV-2 İzolatınız Nerede?

Doğruyu Söyleyen Doktorlar, Örgütlü Sistem Bekçilerine Karşı

Doğruyu Söyleyen Doktorlar, Örgütlü Sistem Bekçilerine Karşı

Temmuz 2021’de ABD’nin Indiana eyaletinde 33 senelik aile hekimliği kariyeri ile Dr. Daniel W. Stock’u, Mt. Vernon isimli okulun yönetim kurulu toplantısındaki ifadesi ile dinleyeceksiniz.

Indiana’dan Dr. Dan Stock ben.

Az önceki yorumunuza istinaden, 18 ay geçmiş halen sorunu çözemedik dediniz ya, işe yarayacak bir şey yapmıyoruz ki sorun çözülsün?

Karar almadan önce bilim ne diyor, buna bile bakmayan Eyalet Tabip Odası ve CDC’yi dinleyince böyle oluyor.

Kendim Fonksiyonel Aile Hekimiyim, immünoloji ve enflamasyon regülasyonu alanlarında eğitimim var.
CDC ve eyalet Tabip Odasınca verilen tavsiyelerin HEPSİ bilmin HER TÜRLÜ KURAL VE KAİDESİNE AYKIRIDIR.

Koronavirüs ve diğer tüm respiratuar virüslerle ilgili bilmeniz gereken şey şu:
Aerosol partiküllerle yayılır bunlar ve gözeneklerinden geçmediği maske de yoktur.

Sekreterliğinize bıraktığımız flash drive’daki dosyadan konuyla ilgili tıbbi/bilimsel tüm verileri görebilirsiniz.

Hatta orada, bizzat NIH’in yaptırdığı ve maskenin işe yaramadı GERÇEĞİNİ gösteren en aşağı 3 yayın göreceksiniz, lâkin CDC de NHS de parasını KENDİ ödedikleri bu BİLİMSEL çalışmaları görmezden geliyor.

O yüzden hâlâ uğraşıp duruyorsunuz işte, çünkü VİRÜSLERİ ortadan kaldırmanız İMKANSIZDIR.
Solunum yollarını tutan TÜM virüslerin tarihçesini inceleyin, YIL BOYUNCA dolaşımdadır bunlar, kış olsun da immün sisteminiz zayıflasın diye bakarlar veya şimdi BU AŞILARLA olduğu gibi immün sisteminiz RAYINDAN ÇIKTIĞINDA onlara fırsat doğar, bir bakmışsınız semptom verecek şekilde hasta düşmüşsünüz.

Maske filan tutmadığı, üstüne bir de hayvanlarda barınabildikleri için de —bu nokta çok önemlidir bakın— kimsenin bu virüsü ortadan filan kaldırması mümkün değildir!

CDC herkesi biz bu işi “çiçek”teki gibi hallederize inandırdı; “çiçek”teki gibi kökünü kazırız nasıl olsa dendi.
Çiçek virüsü hayvanda barınan bir virüs değildi, enfekte etmeyi bildiği tek canlı insandı.
O yüzden ortadan kaldırabildik o virüsü.

Fakat BU virüsle yapamazsınız bunu; tıpkı grip, nezle, Respiratuar Sinsisyal Virüs (RSV), adenoviral respiratuar sendrom ve hayvanda barınabilen diğerleriyle de YAPAMADIĞINIZ gibi.

O yüzden bu tedbirlerle defedemezsiniz işte bu virüsü; çünkü daha önce DENENMİŞ, BECERİLEMEMİŞ ve becerilemeyecek olan bir şey yapmaya çalışıyorsunuz.

Bir bu kadar önemli diğer mesele de, AŞIYLA, hele hele BU aşıyla bu dediğim gerçeklerin HİÇBİRİNİ değiştiremeyecek olmanız.

Umarım kurulunuz CDC, NIH ve Tabi Odası’nın tavsiye kararlarına uyup uymamaya karar vermeden önce şunu sorar kendine: Ne grip, ne nezle ne de RSV için yapmadığımız bütün bu uygulamaları bu virüs için niye yapmak durumundayız?

Sonra şunu sorun kendinize: Bu sözümona çok etkili aşı, viral respiratuar sendromların HİÇ huyu olmadığı halde tutup YAZIN ORTASINDA SALGIN patlak vermesine NASIL izin verdi?

Anlamanıza yardımcı olsun diye söylüyorum, bu duruma tıpta “ANTİKOR MEDİASYONLU VİRÜS GÜÇLENMESİ” deniyor.

Aşı yanlış iş gördüğünde ortaya çıkan bir durum bu ve SARS pandemisi sonrasında koronavirüsler için düzenlenen BÜTÜN hayvan deneylerinde yaptığı şey de bu olmuştur aşının.

Respiratuar sinsiyal virüs (RSV) için geliştirilmiş aşıda da aynısı yaşanmıştır: Patojenisitesi zaten çok düşük, doğal yoldan kapsanız hafif bir enfeksiyonla atlatacağınız respiratuar virüsü alıyorsunuz,
aşıyla insanlara vurup immün sistemlerinin virüse sapkın yanıt vermesini, böylelikle aşırı güçlenmesini sağlıyorsunuz.

Şu an yaşanan salgının NEDENİ DE BUDUR, zaten flash drive’daki ve emaillerinize de gönderilecek yayınlarda da göreceksiniz, Massachusetts’te patlak veren salgındaki semptomatik Covid teşhisli vakalarının %75’i önerilen aşı dozlarının HEPSİNİ olmuş olanlardır.

O yüzden, aşı olmuş birine aşı olmamıştan farklı davranmanın hiçbir gerekçesi yok.
Ayrıca —arkasında olduğum, kendim olacağım ve çocuklarıma da vuracağım aşılar da DAHİL olmak üzere— HİÇBİR aşının ENFEKSİYONU ÖNLEMEDİĞİNİ de BİLİN isterim.

2014’te ulusal hokey liginde KABAKULAK salgını yaşandı.
Semptom gösterenler aşısız olanlar veya aşılılık durumu bilinmeyenler olmuştu.
Aşının işe yaradığını mı gösteriyor peki bu?
Semptom gösterecek şekilde hasta düşenlerin YARISI ne aşısız bireylerle ne de aşılılık durumu ilinmeyen kimseyle TEMAS dahi etmemişken, sizce hastalığı NEREDEN kapmış olabilirler?

Yanıt: AŞILI KİMSELERDEN!

Enfekte olmanızı ÖNLEYECEK AŞI DİYE BİR ŞEY YOKTUR.
Enfekte de olursunuz, patojeni de [vücut sıvılarınızdan] etrafa saçarsınız [SHEDDING].
Özellikle de SOLUNUM sistemi VİRÜSLERİ için geçerlidir bu, fakat “semptom göstermez”siniz.

Patojenin kişiden kişiye bulaşmasını önLEMİYOR yani!

Şu an yaptığınız HİÇBİR şey buraya yazdığınız bu istatistikleri düzeltecek bir işe yaramıyor ki!
Solunum sistemini tutan viral patojenlerin doğası gereği bu tedbirlerin tümü geçersiz.
Aşıyla da önleYEMEZsiniz, çünkü yapsın istediğiniz şeyi YAPMIYOR!
Hayatınızın geri kalanı boyunca kovalayıp duracaksınız bu meseleyi ve sonunda anlayacaksınız ki CDC ve Tabipler Birliği’nden aldığınız “bilimsel” yönlendirme 5 para etmezmiş.

Onun yerine size ilettiğimiz dosyaları, emaillerinize gönderilen yayınları okuyun ve CDC ile NIH’ten aldıkları bilgilendirmenin GERÇEKLERLE ÖRTÜŞMEDİĞİNİ anlamış buradaki bu insanları dinleyin lütfen.

O yüzden hâlâ bu hastalıkla uğraşıyorsunuz, aşı da sizi virüsten koruyacaktı ama işe bakın ki YAZIN ORTASINDA, D vitamini seviyeleri tepedeyken CV-19 salgını patlatabildi?!

Bu arada, aşılamayla ilgili herhangi bir hak kısıtlayıcı uygulamanın gündeme gelebilmesi için ortada sözkonusu hastalık için TEDAVİ olmaması gerekir.

15’ten fazla CV-19 hastası tedavi etmiş biri olarak, aktif D vitamini yüklemesi, Ivermectin ve çinko
verilen kişilerin TEKİ bile hastanenin yakınından bile geçmek durumunda kalmadı, 25 Hidroksi-D vit seviyelerini 55’in üstüne çıkarttığınız anda nüfus genelinin CV-19’dan hayatını kaybetme olasılığının
4’te 1’ine indiğini gösteren tıbbi yayınlar da mevcut.

D vitamini ile yürütülmüş CV tedavi denemelerine dair yayınları da ilettiğimiz dosyada bulabilirsiniz.

O yüzden, aşı olmuş mu olmamış diye bakıp buna göre insan ayıracaksanız aynı ayrımcılığı 25-hidroksi D vitamini seviyelerine, çinkoya bağlı tat alma duyusu yerindeliğine ve hatta geçmiş enfeksiyon öyküsüne göre de yapmanız lazım, keza ilettiğimiz dosyada aşının, CV-19 GEÇİRMİŞ insanlara kesinlikle HİÇBİR FAYDA SAĞLAMADIĞI, ne semptom azalttığı ne hastane bakım oranlarını azalttığı, bilakis, hastalığı geçirdikten sonra aşılandıkları takdirde 2 ila 4 kat FAZLA YAN ETKİ yaşadıklarını belgeleyen yayınlar mevcut.

Dolayısıyla, yönetim olarak aldığınız kararlar gerçeklerle hiçbir şekilde uyuşmayan bilgilere dayanmakta.
Sizin hatanız değil tabii, bilim icra eden insanlar değilsiniz ve CDC, NIH ya da Tabipler Birliği’nin dediğini yapmak da makul gözüktü gözünüze.

Onun yerine burada toplanan insanların dediklerini dikkate alın ve tarafınıza teslim edilen dosyayı okuyun derim.
Dosyada yazanlarla ilgili herhangi bir sorunuz olursa da seve seve gelir ve gerekirse tek tek sorularınızı yanıtlayıp işin bilimsel kısmını açıklarım.

CDC veya NIH yönergelerini takip etmezsek hakkımızda dava açılabilir diye bir endişeniz varsa,
mahkemede savunmanızı yapmak üzere ücretsiz uzman tanıklık yapacağımı da burada belirtmek isterim.

Mahkeme yeri, zamanı fark etmez; resmi yönergelerin bilimsel gerçeklerle örtüşmediğine dair tanıklık sözüm bakidir.

Teşekkürler.

– Teşekkür ederiz.

mRNA Aşılarının Minik Sırrı – Vaksinologdan Büyük İfşa

mRNA Aşılarının Minik Sırrı – Vaksinologdan Büyük İfşa

“Büyük hata yaptık. Diken proteininden şahane hedef antijen olur diye düşündük ama bunun aslen bir toksin olduğunu, patojenik (hastalık yapıcı) bir protein olduğunu bilmiyorduk. İnsanlara aşıyla toksin veriyoruz, bunların bir kısmı kan dolaşımına giriyor ve başta kalp-damar sistemi olmak üzere bedende hasara yol açıyor.” – Byram Bridle

https://www.canadiancovidcarealliance.org/
  • Kanadalı immünolog Byram Bridle, işi aşı geliştirmek, özellikle de “virüs aşısı”. Pfizer’ın Japon idari makamlarına teslim ettiği ancak gizlilik ibaresi nedeniyle kimsenin erişim sağlayamadığı ‘aşının ‘biyodağılımı’ ile ilgili çalışma sonuçlarının yer aldığı rapora resmi taleple ulaşıyor. Ve ortaya Cv-19 aşılarıyla ilgili problemler saçılıyor. Bunu bir radyo programında ifade eder etmez de yoğun saldırılar başlıyor. Kariyerine bitti gözüyle bakılıyor.

  • Aşı üreticisi şirketlerin yola çıkış varsayımı, aşıdaki mRNA’nın çokça vurulduğu yerde (omuz kasları) kalacağı, vücut geneline dağılmayacağı yönünde. Pfizer’ın kendi verileri ise hem mRNA’nın hem de bunun sayesinde üretilen “diken proteini”nin saatler içerisinde vücuda dağılıverdiğini gösteriyor.

  • “Diken proteini” doku ve organlarda birikmeye başlıyor. Biriktiği organların başında dalak, kemik iliği, karaciğer, adrenal bezler ve “oldukça yüksek konsantrasyonlarda” da yumurtalık geliyor. Doç.Dr. Bridle soruyor: “Bu aşılar çocuklara vurulmaya başlandığı takdirde bir kısmını kısırlaştırmış olacak mıyız?”

  • “Diken proteini neredeyse tek başına bu hastalıktaki kalp ve damar sistemi hasarından sorumlu kısmı virüsün. Tutar saflaştırılmış diken proteinini deney hayvanlarının kanına enjekte ederseniz kalp-damar sisteminde oluşmadık hasar bırakmadığını görürsünüz. Üstüne, kan-beyin bariyerini geçerek beyinde de hasar bırakır.”Vaksinolog Byram Bridle

  • Kanda dolaşıma girdiği andan itibaren diken proteini kan pulcuğu reseptörlerine ve kan damarları çeperindeki hücre reseptörlerine bağlanıyor. Bu olduğunda kan pulcukları öbeklenerek kan pıhtısı oluşumuna gidebilir veya anormal kanamalar görülebilir.

  • Kanada’dan hakemli dergide yayımlanmış çalışmada, yine bir mRNA aşısı olan Moderna vurulmuş 13 genç sağlık çalışanı takibe alınıyor ve 11’inin kanında diken proteini bulunuyor. 

  • Byram Bridle: “Diken proteininin patojenik bir protein olduğu çoktandır bilinen bir şey. Toksindir bu protein ve vücutta dolaşıma girerse hasar bırakır. Ve şimdi elimizde, omuzdaki kas dokusuna bu proteini yapsın diye zerk edilen aşıların hem kendisinin hem de ürettirdiği diken proteinlerinin kan dolaşımına girdiğine dair kesin kanıt var.”  

  • Aşı gebelere ve emziren kadınlara vurulurken ne güzel, annenin ürettiği hazır antikorlar da bebeğe aktarılmış, bu sayede bebek pasif bağışıklık kazanmış olacak denmişti. Fakat ortaya çıktı ki antikor filan değil, anne sütünden bizzat aşı içeriği bebeğe geçiyormuş! Sütle birlikte aşı vektörünün kendisi bebeğe aktarılmış oluyor. Bu da diken proteininin bebekte dolaşıma girmesi demek. Kanda ne var ne yok tüm proteinler konsantre halde anne sütüne gidiyor çünkü! Ve ABD’deki VAERS (aşı yan etki bildirim sistemi) programına bakıldığında da anne sütü emen bebeklerde mide-bağırsak kanamaları görüldüğüne dair raporları buluyor Byram Bridle.

  • Byram Bridle’a göre bu durumda sorunlu alanlar şunlar:

    a) Kan bağışı. Patojen diken proteinlerinin kan nakli bekleyen, sağlık durumu nazik hastalara aktarılmaması gerekiyor.
    b) Anne sütü alan bebekler risk altında
    c) Orijinal “virüs”le enfeskiyonun hiçbir şekilde sağlık için risk oluşturmadığı gruplara (bütün çocuklar!) bu aşı uygulandığı takdirde sadece risk/zarar meydana gelmiş olacağından sakıncalı.
    d) Kadınlarda yumurtalıkta anormal diken proteini birikimi nedeniyle kısırlık sorunu olabilir. 
Kanadalı Doktorlar Konuşuyor / Video

Kanadalı Doktorlar Konuşuyor / Video



Kanada Sağlık Birliği adına halkı bilgilendirmek amacıyla çekilmiş video metnidir:



Covid’den Korkmamıza Gerek Yok; İşte Başlıca Gerekçeler
Kanadalı Hekimler Suskunluğunu Bozuyor

Dr. Stephen Malthouse – British Columbia

Giriş

  • Covid’den neden korkmamamız gerektiği ile ilgili başlıca nedenleri sıralayacağımız”Kanadalı Hekimler Suskunluğunu Bozuyor” başlıklı videomuza hoş geldiniz.
  • Covid veya koronavirüs kelimesini duyarduymaz elimiz kendiliğinden maskeye giderveya kendimizi & ailemizi nasıl koruruz diye bakınır olduk.
  • Kaçacağımız güvenli bir yer de yok gibi gelir oldu.
  • Oysa, Kanadalı tıp doktorları olarak şimdi size, en yüksek kalitede bilim ne diyor, bunu açıklayacağız. Şaşıracak ve sevineceksiniz diye düşünüyoruz.


Son Bilimsel Veriler

  • TV’den sürekli “vaka vaka vaka” yayınları yapılıyor ki kim duysa korkar. Fakat “vaka” dediklerinde hastalık belirtisi gösteren kişileri kastetmiyorlar herzaman.
  • Bu kişilerin önemli kısmının ya çok az bir belirtisi var, ya da hiç yok. Bir tek, pozitif çıkmış PCR testleri var. O PCR testinin hiçbir işe yaramadığı da araştırmalarla gösterilmiş durumda.
  • Testi pozitif olan hastaların ancak %3’ünde hakikaten Covid virüsü bulunuyor.
  • Ölenler oldu, evet… lâkin “vaka sayısı” verilmesi gerçek durumun yanlış aksettirilmesine neden oluyor.
  • Kanada’da Covid için haftalık vaka bildirimlerini gösteren grafiği görüyorsunuz. Ben bile korkarım valla buna bakınca! Fakat bir de haftalık ÖLÜMLERİ girelim bakalım bu grafiğe.
  • “Vaka” eğrisini takip etmesini beklediğimiz bütün o ölümler nerede?
  • Bu işte sağlam bir bityeniği var!

















  • Kanada’da 2001’den bu yana kaydedilmiş senelik ölümlere bakalım.
  • Ortada “pandemi” var demeye bin şahit ister!
  • 2020’de görülen hafif artış da muhtemelen yaşlanan nüfus nedeniyleydi.

  • İyi de hastane yoğun bakımları Covid hastaları ile dolup taşmıyor mu ki?
  • Ontario eyaleti yoğun bakım üniteleri verilerine bakacak olursak,

2020’de yoğun bakıma yatan hasta sayısı, önceki 3 seneden de az!

2017 – %86.66 
2018 – %91.21 
2019 – %83.51
2020 – %80.84 

  • CDC’nin kendi yayımladığı veriler bile Covid’in mevsimsel grip düzeyinde seyrettiğini gösteriyor.
  • Çocuklarda öylesine hafif geçen bir şey ki Covid, ölüm oranı istatistiki olarak SIFIR.
  • 50 yaşın altında, enfeksiyondan sağ kalım oranı %99.98‘in üstünde.
  • 70 yaşın üstündekiler için bu oran, %94.6.
  • Bu da, tedaviye yönelik D ve C vitamini gibi HİÇBİR erken müdahalede bulunulmadığındaki sağ kalım oranları.
  • Yani, gençseniz, hiçbir şeyden endişelenmenize gerek bile yok.
  • Yaşı olanlar, kendinizi nasıl koruyabileceğinizle ilgili müthiş önerilerimiz olacak sizlere, ki bunlar arasında aşı yok.


Dr. Patrick Phillips – Ontario

ASEMPTOMATİK BULAŞ

  • Nisan’da Covid hakkında pek bir şey bilinmiyordu. Öyle olunca da bol keseden ekstra tedbire baş vurulmak durumunda kalındı.
  • O arada sağlıklı insanların etrafına hastalık bulaştırabileceği fikri de benimsendi. Asemptomatik hastalık bulaşması denilen şeydi bu ki düşüncesi bile korkutucu hakikaten.
  • Ve fakat artık 10 milyondan fazla çalışılmış vaka var elimizde ve hem Wuhan’dan gelen hem de Florida Üniversitesi’nin ortaya koyduğu deliller, a-semptomatik ve pre-semptomatik hastalık bulaşının yok denecek kadar az olduğunu gösteriyor.
  • Oyunun kaderini değiştirecek bulgudur bu.
  • Hayatımızı geri alabiliriz demektir bu ve viral enfeksiyonu olan hastalarıma hep verdiğim tıbbi tavsiyeye,
  • “hastaysan evde yat-dinlen” düsturuna geri dönebiliriz demektir.
  • Hasta olan evde kalır, geri kalanlar hayatını yaşamaya devam eder.

Dr. Caroline Turek – Ontario

T-HÜCRESİ İMMÜNİTESİ

  • Size harika haberlerimiz var! Birçoğumuzun T hücrelerimizdeki çapraz reaksiyon sayesinde SARS-CoV-2’ye zaten bağışık olduğumuzu biliyor muydunuz?
  • T hücresi bedenin enfeksiyonla savaşta kullandığı bağışıklık sistemi hücrelerinden.
    Pandemi başında, SARS-CoV-2’ye yeni oluşumlu bir koronavirüs dendi, bu da hiçbirimizin buna bağışıklığı olmadığı, hepimizin de enfeksiyon riski altında olduğumuz anlamına geliyordu.
  • Oysa dünya genelinden immünolog ve virologların ortaya koyduğuna göre, popülasyonun %30 ila %50’sinin, T hücreleri sayesinde halihazırda bu virüse karşı bağışıklığı bulunuyormuş.
  • Bağışıklık nereden ileri geliyor derseniz, koronavirüslerle önceki temaslarımıza bağlı olarak geçirdiğimiz sıradan nezlelerden.
  • Covid’e bağışık mıyız diye anlamak için yapılan testlerle ilgili sorun şu: bunların çoğu serumdan bakılan antikor testleri, ancak bundan T hücrelerdeki yanıt durumunu göremiyoruz.
  • Antikor seviyeleri zamanla düşüş gösterse de, T hücrelerimizce korunmaya devam ederiz.
  • Birçoğumuzun, Covid’e karşı zannettiğimizden çok daha güçlü koruması var esasında, bunu da T hücrelerimize borçluyuz.
  • Harika haber bu, çünkü “toplum bağışıklığı”na zannettiğimizden çok daha yakınız demektir.

Dr. Neda Amani, MD – Ontario

ÇOCUKLAR ve COVID-19

  • Çocukların nasıl da “süper virüs yayıcısı” olduğu anlatıldı duruldu bize. Korkudan ödümüz kopmuş şekilde bu yüzden okulları kapadık, çocuklarımızın güzelim yüzlerini maskeyle örttük ve birbirleriyle görüşüp oynamasına izin vermedik.
  • Çoğu öğretmen sınıfa adım atmaya dahi korkuyor. Oysa bilim bunların HİÇBİRİNE gerek olmadığını gösteriyor.
  • Çocuklar Covid-19 oldu diyelim, hiç semptom dahi vermeyebiliyorlar, hadi verdiler diyelim, çoğu kez hafif oluyor bunlar.
  • Pandemiyi yayan ve taşıyan da çocuklar değil.
  • Epidemiyolojik veriler hastalığın çocuklarda, erişkinlere göre çok daha hafif geçtiğini gösteriyor.
  • Tüm Kanada’da, pandemi başından beri 19 yaş altında yalnız 4 kişi var COVID tanısı ile ölen.
  • 8 m i l y o n çocuk ve ergenden 4’ü sadece.
  • 2018-2019 grip sezonunda bile 10 çocuğun gripten ölmüş olduğu unutulmamalı. Gribin yarattığı senelik ölümler COVID-19’dan fazladır.
  • Hakem kontrolünden geçerek yayımlanmış birçok araştırma gösteriyor ki, çocukların, bilhassa 10 yaş altındakilerin COVID bulaşında önemli bir rolü yok
  • İngiltere, Avustralya, İsviçre, Fransa ve Norveç’te yapılmış araştırmalar, okullarda çocuktan çoğuğa ve çocuktan erişkine hastalık bulaşının minimum düzeyde olduğunu göstermekte.
  • Lancet’ten bir yayın, okulların kapatılmasının tıbben geçerli HİÇBİR nedeninin bulunmadığını gösterdi.
  • Alman ebeveynler ve çocukları ile yürütülen bir diğer araştırma çocukların büyükleri değil, tam tersine, daha ziyade büyüklerin çocukları enfekte ettiğini ortaya koydu.
  • Giderek artmakta olan bilimsel kanıtlar ışığında korkuyu yenip çocuklarımızın yeniden çocuk gibi yaşamalarına izin vermemiz gerekir.
  • Okula da gidebilirler, arkadaşlarıyla biraraya gelip oyun da oynayabilir, sevdikleri şeyleri de yapabilirler.
  • Çocuklarımıza hayatlarını, çocukluklarını geri vermenin zamanıdır.

Dr. Dorle Kneifel – British Columbia

HASTALIĞI ÖNLEME

  • Bu koranavirüsten korkmuyorum, sizin de korkmanıza gerek yok.
  • Binlerce, onbinlerce yıldır bu tür respiratuar virüslerle evrilerek geldik bugünlere. Bu sayede de muazzam akıllı ve sofistike bir bağışıklık sistemine kavuşmuş olduk.
  • Besleyici yiyecekler yediğimizde bağışıklık sistemimizi desteklemiş, kuvvetlendirmiş oluruz.
  • Fiziksel aktivitede bulunduğumuzda, doğada vakit geçirip yaşamın bizi desteklediğini hissettiğimizde bağışıklık dirayetimiz de artar.
  • D vitamini bağışıklık sistemimiz için KRİTİK önemde bir besin öğesidir.

    C vitamini, çinko, magnezyum desteği yaptığımızda bağışıklık sistemimizi tam teçhizat donatmış, harekete geçmeye hazır hale getirmiş oluruz.
  • Popülasyonun besleyici değeri olmayan yeme alışkanlıkları ve yaygın D vit eksikliğine rağmen koronavirüsle karşılaşan çoğu kimse için hastane yatışı gerekmemekte, hastalığı evde kendi kendilerine atlatmaktadırlar.
  • Ben kendim 11 ay önce geçirdim COVID-19’u ve viral belirtiler başlar başlamaz da HERZAMANKİ çarelere başvurdum.
  • Semptomlar gidene kadar hergün 60 bin IU’luk D vitaminimi aldım. 2 günde geçti.
  • Şu anda burada, sizinle konuşalabiliyor olmam gösteriyor ki BEDENLERİMİZ NE YAPMASI GEREKTİĞİNİ GAYET İYİ BİLİYOR.

Dr Bill Code – British Columbia

TEDAVİ YÖNTEMLERİ

  • Kanada’da 40 yılın üzerinde hekimlik yapmış biriyim. Bunun da en az 30 yılı anestezi uzmanlığı ile geçti.
  • Anestezistler hekimler arasında klinik farmakologlar olarak kabul görür, bunun da nedeni, ilaçların risk/fayda oranından anlamamızdır.
  • Eskiden beri güvenle kullanılagelmiş ilaçlar, Covid gibi yeni bir problemde fazlasıyla işe yarayabilir.
  • Bu bilgiden hareketle, literatürü de gözden geçirmiş biri olarak ben hastalarımı Covid-19’un hemen başında Quercetin, çinko, C vitamini, D vitamini ile tedavi ediyorum.
  • Reçete ettirebilenlere de hidroksiklorokin (5 gün boyunca 400 mg/gün) ve azitromisin (5 gün boyunca 500 mg/gün) öneriyorum.
  • Ayrıca, Covid sonrası ortaya çıkan belirtilerde Ivermectin‘in (1. gün ve 3. günde alınmak üzere kilogram başına 0.2 mg; yani 60 kg’lık biri için ,12 mg) işe yaradığını gördüm.
  • Gerekli durumlarda hastaya burundan oksijen veriyoruz, buna da, edinmenizi tavsiye ettiğim oksimetrenizdeki değere göre karar veriyoruz.
  • Baktığım tüm hastalarda bu rejimen gayet işe yaradı, hastaneye yatması gereken kimse de olmadı.
  • Kendim geçtiğimiz kasımda {2020] Covid-19 geçirdim. Listesini verdiğim bu ajanları (bu dozlarda) bizzat kendim kullandım ve 7 ila 10 günde ayağa kalkmamı sağladılar.
  • Özetle diyeceğim o ki, şu korkuyu bir geride bırakın.
  • İyi değil bu.
  • İyileşmek için yapabileceğimiz ÇOK şey var, yedekte de hastane seçeneği var zaten.

Dr. Stephen Malthouse – British Columbia

“VARYANLAR”

  • Korkudan ödünüz patlasın diye icat edilmiş şu şeyi duymuşsunuzdur: Her Allahın günü saat başı TV’lerden pompalanıp duran şey hani…. Tehlikeli virüs varyantlarından bahsediyoruz, evet.
  • Alın size şaşıracağınız bir şey: Dünyanın emeği verilerek [zar-zor] hafif değişime uğramış bir varyant yaratılabilmiş durumda. Nerede? Fare deneyinde!
  • Bu “varyant”ların TEKİ bile insanda bulunmuş değil bugüne kadar.
  • Bu fare deneyini takiben birtakım matematik modellemeler ve kod yazılımları ile yapılmış yayınlar çıktı, hiçbiri gerçek yaşamda gözlemlenmiş bir duruma dair değildi.
  • Varyantın yayılımı ve ne şiddette bir hastalık yaratacağı ile ilgili TAHMİNDEN öte bir şey değildi bu yayınlar.
  • İnsanda yapılmış gerçek manada bir araştırma yok ortada.
  • Televizyondan duyduğunuz her şeyin temeli işte bu!
  • Virüsler zamanla kendiliğinden değişime gider ve yeni suşlar gelişir.
  • Virüs dediğimiz şey insan hücresi olmadan yaşayamayacağına göre yaşam ortamını ortadan kaldırmanın saçmalığından hareketle, bunun giderek daha az zararlı hale geleceğini anlayabiliriz.
  • Bir virüs çok daha çabuk yayılabiliyor hale gelip de doğru dürüst hasta dahi edemeyecek hale dönüşüyorsa, işler “toplumsal bağışıklığa” doğru gayet güzel ve olağan seyrinde ilerliyor demektir.
  • Durum Covid virüsü için de farklı değil.
  • Bunca zamandır virüsler üzerine yapılmış tüm çalışmalar da AYNEN böyle olacağını gösteriyor zaten: virüsler DAİMA insana, insanlar da DAİMA virüslere adapte olur!
  • Artık hepimiz bir sakinleşebiliriz. Çünkü VİRÜS denilen şeyler zaman içinde İLLE daha az tehlikeli hale gelir.


HEPİMİZ İÇİN BU İŞTEN ÇIKIŞ YOLU

  • Duruma bütün olarak baktığınızda, COVID’den korkMAMAK için pekçok neden var elimizde.
  • COVID ile ilgili mevcut kanıtlara samimiyetle bakıp, korkudan da sıyrıldığımızda hayatı yeniden TAM manasıyla yaşamaya, ailemizin ve toplumun keyfi yerinde bir üyesi olmaya başlayabiliriz.
  • Eve kapanıp saklanmaya, diğer insanlardan kaçınmaya filan gerek yok.
  • İnsan sosyal bir varlıktır, tecrit halinde sonu pek iyi olmaz.
  • Hücre hapsi de, korku da bağışıklık sisteminize zarar verir.
  • Günde 4 kucaklaşma, minimumda yapılması gereken hakikaten de budur.
  • O yüzden, beslenmenize dikkat edin ve kışın bağışıklık sisteminizi optimize etmek için D vitamini almayı ihmal etmeyin.
  • Kanadalı erişkinlerde günde 4 bin IU D-vitamini karardır.
  • Aylık kan tahlili de yaptırararak doğru dozda mısınız değil misiniz anlayabilirsiniz.
  • D vitamini güvenlidir, ucuzdur; COVID de dahil olmak züere, virüs kaynaklı solunum yolları rahatsızlıklarına karşı direnci artırdığı bilimsel olarak gösterilmiştir.
  • Unutmayın: ASIL VİRÜS KORKUDUR.
  • İnsanın doğru düşünemez hale getirir.
  • Artık TV’yi kapatıp, aklınızı kullanmayı öğrenmenin vaktidir.
  • Ne doktorun söylemesine gerek var bunu ne de üstün bir bilimadamı filan olmanız lazım anlamak için.
  • Çıkın evinizin önüne bir bakın etrafa, gerçekte ne olup bittiğini gözünüzle görün.
  • Deliller açık ve net.
  • Küçücük COVID virüsünden korkmanıza gerek yok.




Virolojinin Gözler Önündeki Büyük Sırrı – İzolasyon Yalanı

Virolojinin Gözler Önündeki Büyük Sırrı – İzolasyon Yalanı

Sahte tanı kitleri, pandemiye özel hukuki altyapısı ve simülasyonlu tatbikatı seneler öncesinden hazır edilmiş Covid-19 adı verilen sahne şovunun grafik tasarım ürünü, “Mr. Spikey” Sars-CoV-2 virüsünü tek başına ortaya koyup gösterene verilecek para ödülü 1 milyon Avro‘ya çıkmış durumda.

“Kanıta Dayalı Bilim”, “Bilime Dayalı Tıp” icra edildiği iddiası ile küresel dikta rejiminin silahı haline dönüştürülüp namlusu insanlığa çevrilmiş, toplu kıyımların öncelikli aracı halindeki sistem “tababeti”, en önemli “kanıt”ı kamuoyuyla paylaşmaktan ısrarla kaçınmakta?

Neden?

Üzerine küresel aşı endüstrisini inşa ettikleri zayıf halka virolojinin kağıttan kulesi tek fiskeyle yıkılmasın, insanlar bedenlerine “hayat kurtarıyor” diye yalan ve yanlış iddialar eşliğinde doluşturulan biyolojik ve kimyasal silahları sorgulamaya ve reddetmeye başlamasın diye olabilir mi?

Dr. Sam Bailey

Sitemizde geniş alıntılarla yer verdiğimiz ‘The Virus Mania’ kitabının yazarlarından Yeni Zelandalı Dr. Sam Bailey virolojinin sırlarla dolu dünyasına bizler için ışık tutuyor. İzleyelim, sonra hep birlikte şu sorular üzerine kafa yoralım:

“Bu büyük yalan ilk defa mı söylenmiş?”

“Acaba izole edilip varlığı ispatlanmamış olan diğer hangi “virüs”ler var?”

“İzole edilip tek başına ortaya konulmamış bir partikülün hastalık yaptığına nasıl kanaat getirmişler ve hatta acaba ispatlamışlar mı?”

“Ortada fail olarak ne virüs, ne de bunun herhangi bir kişiyi hasta düşürmüş olduğuna dair deneysel bir ispat yokken, birileri tam olarak neden aşısını yapabiliyor olabilir?”

Jenner zamanının pislik yuvası, cerahat toplamlarını kola kazıyarak çiçek pandemisi bitirdiği gibi ispatsız bir savdan hareketle takvime virüs aşıları doluşturan egemen tıbbın, basit kızamığı, su çiçeğini neredeyse %100’e yaklaşan çoklu aşılanma seansları ile 60 yıldır bir türlü bitirememesini, acaba ortada hastalık etmeni olarak bir “kızamık virüsü” olmaması açıklıyor olabilir mi?”

“Sevgili çelimsiz copy-cat skeptik oyunbozanların tüm dezenformatif çabalarına rağmen, Alman Robert Koch Enstitüsü’nün ortada kızamık virüsü filan olmadığını mahkemede kabul etmek zorunda kalmış olması gibi bir hakikat ortada apaçık dururken, insan beyninin gerçekleri algılamada bunca zorlanmasını “bilim” nasıl açıklar?”

Sorular çeşitlendirilebilir, gerçeklere gözlerini yeni yeni açmaya başlamış olanlar için tavşanın kazdığı çukur dipsizmiş gibi gelebilir.

Brace yourselves, and let’s dive in!


Bu dönemin en yanlış anlaşılmış konseptlerinden biri de ‘ virüs izolasyon’ konusu sanki.
Bu işin aslı nedir diye her hafta biri çıkıp sormazsa olmuyor, ki haklılar da.
Çünkü bilim literatüründe bile işler içinden çıkılmaz halde resmen!
Bu video ile konunun modern ve tarihi birtakım yönlerini ele alacağız ve İZOLASYON ile İZOLAT terimlerinin insanların zannettiği manaya neden GELMEDİĞİNİ anlatacağız.
Bir virolog çıkıp, “virüsü izole ettik” dediğinde bir katiyet anlarız bu cümleden
ve önünü ardını soruşturma gereği görmeyiz.

Virolog ve bilimcilerin NE YAPTIKLARINI BİLDİKLERİNDEN DE PEK EMİN DEĞİLİM ARTIK.
Gazetecilerden de bu ayrıntılarda gizli açıkları yakalayıp yüzlerine vurduğu vaki değil tabii.
Şöyle nadir örnekler dışında tabii….
-Kaliforniya Teknik Üniversitesi’nden Prof. D. Baltimore-\N”Virüsü şöyle izole edersiniz, ıııhhh….aaaah”

Sağlık Kanalı Parmak Uçlarınızda
Dr. Sam Bailey

Bir defa önce ‘virüs’ nedir, bunu bir tanımlayalım.
Enfeksiyöz minik bir partiküle deniyor bu, içinde de DNA veya RNA şeklinde genetik materyal bulunuyor.

Önceki videolarda da anlattığım gibi, bugün Covid için kullanılan PCR testlerinin YALNIZ BU virüsün RNA bölümlerini yakalayıp buluyor olması lazım!
Fakat bu testlerin verdiği sonucu GEÇERLİ kabul etmeden ÖNCE, mevzubahis RNA’nın VİRÜS partikülünün İÇİNDEN çıkmış olduğundan emin olmamız gerekir.
Niye? Çünkü virüsler birtek HÜCRE İÇİNDE çoğalmaya gidiyor malum, ancak hücre içi ZATEN DÜNYANIN GENETİK MATERYALİ ile dolu durumda.
O yüzden önce bunları bi’ birbirinden AYIRMAK lazım, yoksa elinizdeki karışımda NE VAR, BİLEMEZSİNİZ.
VİRÜS İZOLASYONU işte BU noktada devreye giriyor.

Ancak ufak bir SÜRPRİZ de bizleri bekliyor…

Viroloji jargonunda bu noktada epey bir “anlam karmaşası” olduğunu görüyorsunuz.

“İzole edilmiş” kelimesinin kökü Latincedeki “insulatus”a uzanıyor; “ada haline getirilmek” manasına geliyor bu da.
Bu terimlerin bugün anlaşıldığı hali neymiş, sözlükten bir de ona bakalım.
Son zamanlarda birçok insan kelimenin İLK manasını birinci elden deneyimlediler biliyorsunuz;
[İzolasyon: Kişiyi mutsuz kılacak şekilde yalnız başına kalma hali, TECRİT.]
Resmi statünüz “MAHPUS” olmasa da, yaşanılan buydu.
Velhasıl, “izolasyon”un manası, başka şeylerle bağlantısı kalmayacak şekilde bir şeyi ayırmak, ayrı tutmak demek.

O zaman, bu tanımdan hareketle, bir mikroorganizmanın (VİRÜS) izolasyonu (tecridi)
dendiğinde de, bunun DİĞER BİYOLOJİK MATERYALDEN AYRILARAK
TEK BAŞINA ortaya konmuş olduğu manasına geldiğini düşünürüz.
Sözlükten “İzole etmek” fiilinin manasına baktığımızda da, Kimya ve Bakteriyoloji’de bunun
‘bir madde yahut mikroorganizmanın [başka şeylerle] KARIŞIK OLmayan, SAF HALİYLE ortaya konması’ şeklinde tanımlandığını görüyoruz.

‘İsim’ olarak kullanımına baktığımızda da, “sözgelimi üzerinde araştırma yürütülmek amacıyla,…”
“…diğerlerinin yanından alınıp ayrı tutulan, tecrit edilen kişi, varlık veya grup halinde birileri/bir şeyler,” demek bu.

Gelgelelim, VİRÜS özelinde bu İZOLASYON kelimesi tam olarak ne manada kullanılıyor diye araştırmaya giriştiğinizde, ortada tanımı net bir terminoloji dahi olmadığını görüyorsunuz.

Hatta “VİROLOJİNİN MİNİK SIRRINA GİRİŞ” niteliğinde bir ders gibi de düşünebiliriz bunu.
2020 yılı, çok daha fazla insanın virolojinin TERİM VE TEKNİKLERİNİN farkına varmasıyla
sorunun iyiden iyiye görünür hale geldiği yıl oldu.

“Siz bokyedibaşılar gelip de burnunuzu sokana kadar gayet iyi götürüyorduk işi.”

Problemlerden bazılarına işaret etmek için viroloji profesörü Vincent Racaniello’dan alıntılar yapacağım.

“Virüs” adı verilen yapıların temel prensipleri ve hastalık yapıp yapmadıkları konusunda GÖRÜŞLERİMİZ
Prof. Racaniello’nunkinden KESİNLİKLE AYRILIYOR, keza kendisi ortodoks bilimsel görüşten,
yine de, diğer virologlara kıyasla kendisinin ifadelerini kendi içinde daha tutarlı buluyorum.
İlmi açıdan temel görüş ayrılıkları ve şahsi kanaatlerimizdeki farka rağmen kendisinin görüşlerini önemsiyorum. MÜESSES VİROLOJİ’nin TEORİLERİ nedir, öğrenmek isteyenler kendisinin çalışmalarını takip edebilir.

Lâkin, şimdi göreceğimiz gibi, söz “VİRAL İZOLAT”tan açıldığında profesörün bile ifadeleri çözülmeye, dağılmaya başlıyor.
Profesörün terminoloji ve günümüzdeki kullanımı ile ilgili açıklamasına bakalım:

Prof. V. Racaniello’nun 2021 tarihli açıklaması:

“Virüs konusuna kafa yormaya başlamış birçok insan bakıyorsunuz pek de aşina olmadıkları ‘izolat’, ‘varyant’, ‘suş’ gibi terimleri kullanmaya başlamış.”

Racaniello, viroloji alanında çoğu zaman doktor ve akademisyenlerin, nüfuzlu üstlerinden duydukları, ancak kendi içinde bir tutarlığı dahi olmayabilen terimleri alıp papağan gibi tekrarladıklarından bahsediyor.
Diyor ki: “Maalesef “SUŞ”, “VARYANT” ve “İZOLAT” terimleri için VİROLOJİ CAMİASINDA üzerinde herkesçe uzlaşılmış TANIM bulunmamakta.”

“ÇOĞU VİROLOG DA BAŞKALARI NASIL KULLANMIŞSA ONU KOPYA ETMEKTEN ÖTEYE GEÇMİYOR.”

İlginçtir Racaniello, yazarı olduğu ‘VİROLOJİNİN PRENSİPLERİ’ başlıklı DERS KİTABInın 4. baskısında bile,
diğer eşyazarlar da dahil olmak üzere hiçbirinin bu terimlere açıklık getirme zahmetine girmemiş olduğunu belirtiyor.

İleriki baskılarda yapmak isteyebilirler belki??!

Ortada KOCA bir problem olduğu sanırım bu noktada bile anlaşılıyordur.
Bilim dilinin son derece NET ve KATİ olması gerekir.
Mesela ‘havacılık ve uzay mühendisliği’ dalında bilimcilerin “ivmelenme” gibi mühim terimlerin manasını
“havada bırakması”nı isteyemeyiz hiç, öyle değil mi?

Geçtiğimiz yıl şu malum virüsü “izole ettik” diyen birçok yayın yapıldı biliyorsunuz.
Sosyal medya alanlarının bekçisi “bilgi doğruyucular” ve yardakçı sistem medyası da,
VİRÜS İZOLE EDİLMEDİ diyen olsa olsa “KOMPLO TEORİCİSİ”dir bildirimlerini yaymaya başladı.
Oysa, daha “İZOLASYON” teriminin bilimsel olarak NE MANAYA GELDİĞİ bile belli değil ve “komplo teroricileri”ni hedef alan öfkeli mesajların sahipleri de, “izole edildi” dendiğinde neyin kastedildiğini bilmeyenlerden oluşuyor gibi duruyor.

Birlikte kitap kaleme aldığımız gazeteci Torsten Engelbrecht de, sözkonusu virüsü dünyada ilk bulan, izole eden biziz iddiasıyla yayın yapmış yazarlarla iletişime geçerek numuneleri “saf haliyle” ortaya koyup koymamış olduklarını sormuş bulunuyor.

Bulgularımız, “Virus Mania” kitabının güncellenmiş son baskısında yayımlanmış durumda.
Çoğunuzun bildiği gibi, bu yayınları yapanlar arasından “evet, VİRÜSÜ SAF HALİYLE ortaya koyduk,” diyebilen KİMSE ÇIKMADI.

“İzole etmek” fiilinin sözlük anlamına geri dönecek olursak, “bir madde yahut mikroorganizmayı başka bir şeyle karışmış olmayacak şekilde, saf haliyle ortaya koymak”tı manası.
İnsanların aklı bu yüzden karışmış durumda işte, çünkü “virüsü bulduk” diyen viroloğun kasdettiği ile bizim anladığımız BAMBAŞKA şeyler.

Sonuç şu ki, BAŞKA BİR ŞEYLE KARIŞMIŞ HALDE OLMAYAN, SAF HALİYLE BİR BAŞINA DURAN VİRÜS İŞTE BURADA DİYEBİLEN KİMSE YOK.

Bu “izolasyon” kelimesinin bir öyle bir böyle kullanıldığı fark eden başka araştırmacılar da var.
2020 ortasında bizim burada, Yeni Zelanda’da basın, Otago Üniv’den Prof. Quinones-Mateu’nun
SARS-CoV-2 virüsünü kültürde çoğaltıp RNA’sını (genetik materyalini) izole etmeyi başardığını yazdı mesela.
Oysa Kanadalı araştırmacı Christine Massey ve Yeni Zelandalı Michael Ess Bilgi Edinme Hakkı Kanunu gereğince dünya genelinde bu açıklamayı yapan tüm sağlık kurumlarına başvuruda bulunuyorlar
ve bu ekip Otaga Üniversitesi’ne aynı RESMİ sorguyu yönelttiğinde, üniversite kendilerine, var olduğu öne sürülen virüsün SAF halde ortaya konmuş olduğunu belgeleyen herhangi bir bilimsel çalışma kayıtlarının BULUNMADIĞINI söylüyor.

Bakalım arapsaçına dönmüş bu işi, bizzat ortodoks bilim temsilcisi hale yola koyabilecek mi diye
sözü yine Prof. Racaniello’ya bırakıyoruz..
Diyor ki: “Enfekte konakçıdan izole edip kültürde çoğalttığımız virüse, izolat diyoruz…”
“…numuneyi hücrelere koyup kültürlüyoruz, virüs çoğaltma/üretim işini böyle yapıyoruz…”
“…virüsü böyle çoğalttın mı, izolatın hazır demektir.”


Nasıl yani?!! Herkes ortadaki bariz problemleri görebiliyor, değil mi?
Yani diyor ki profesör, biri bardağa aldı tükürdü, o tükürüğü alıp hücre kültürüne koydunuz mu, “virüsü izole etmiş” oluyorsunuz??!
Bu izolasyona filan HİÇ benzemiyor!

Çünkü elimizde [hastadan alınmış] numuneler ile kültür vasatları [besiyeri, kültür ortamı] var,
ve şayet SAFLAŞTIRMA yapmıyorsanız da her ikisinde de TÜRLÜ MADDELER CİRİT ATMAKTA demektir!
Bu konuya istinaden Virus Mania kitabında, Nobel ödüllü virolog Françoise Barré-Sinoussi’nin görüşlerine yer verdik.
Diyor ki, “Dünya kadar şeyin olduğu bu bulaşık ortamdan virüsü çekip çıkarmanız lazım.”

Prof. Racaniello sonra diyor ki,

“…ekseriya solüsyondaki bu nazofarenks sürüntüyü alıp, hemen buradan genom dizileme işlemine geçiyoruz, ve esasen elimizde FİZİKSEL olarak (izole edilmiş) VİRÜS de OLMUYOR ki bu nokta ÇOK ÖNEMLİ.”

Pekala, muazzam bir İTİRAF gelmiş oldu profesörden:
“İzolat” dedikleri bu şeylerin çoğunda aslında bulunanın, hastadan alınmış HAM materyaldeki (numune) gen dizileri olduğunun itirafıdır bu!!

Ne yazık ki, Prof. Racaniello’nun terminolojide gözettiği disiplin, şu sözlerle birlikte göçük altında kalıyor:
Burada görmüş olduğunuz şeyin, SARS-CoV-2 “izolatları”nın 4000 küsür gen sekanslık filojenik ağacı olduğunu söylüyor.
Ardından, gafı telafi etmek için diyor ki,

“…noktalar, ilintili bir İZOLAT olsun olmasın, kaydedilmiş münferit gen dizilimlerini temsil etmekte…”

Ortadaki devasa problemi görebiliyor musunuz?

Ortamdan NÜKLEİK ASİT DİZİLERİ çıkmış olması bunların VİRÜSE ait olduğunu göstermez!

Hatta profesör 2017’deki blog yazısında bunu bizzat kendi de ifade ediyor:
“Birçok laboratuvar virüs geni var mı diye PCR cihazı ile analizi tercih ediyor.”
“Kabul edilebilir bir teknik bu da, fakat kısıtlı yönleri anlaşıldığı müddetçe -“
“-bu cihaz nükleik asit [DNA-RNA] bulmaya yarıyor, enfeksiyöz virüs [partikülü] değil.”

Profesörün daha dar tuttuğu “izolat” tanımlamasını da baz alsak, hâlâ karışım halindeki kültür ortamı sözkonusu ve izolattan kasıt hâlâ saf halde ortaya konmuş virüs değil.

Yayımlanmış bu 4000’i aşkın RNA dizisinden HERHANGİ BİRİNİN bile bir VİRÜSE ait olduğunu bilebilmenin İMKANI VAR MI?
Kim, nasıl belirliyor bunu?

SARS-CoV-2 virüsünün izole edilmiş, ona ait olduğu ileri sürülen genetik materyalin de o virüsten çıkarıldığını kanıtlayana verilecek para ödülünün 1 MİLYON AVRO‘ya çıkmış olduğunu da hatırlatalım.

E haydi virolog camiası?? İlginizi çekmiş olmalı bu meblağ, ne dersiniz??

Peki acaba terimlerin anlamlarını saptırarak kullanma işi virolojide yeni rastlanan bir şey mi?

1987‘de The Lancet tıp dergisi baş editörüne hitaben yazılmış ve yayımlanmış mektuba göre hayır.
Glasgowlu virolog Cea Meddaley ve Glasgow Üniversitesi’nden filolog CJ Kay, virolojide kullanılan dilin netleştirilmesi için birlikte bir çağrı yapıyorlar.
Şöyle diyorlar: “İzolat için saf kültürde çoğaltılmış bir mikroorganizma diyebiliriz ve
“böyle denince de (bilhassa virüsler için) genellikle çoklu pasajlama yapılmış olduğu anlaşılır,
“ve bu şekilde çoğaltılmış mikroorganizma artık ileri safha araştırmalarda kullanılmak üzere hazır hale gelmiştir,
“ve tüm bu süreçte kastedilen, hastadan alınmış organizmanın yalnız tek bir suşunun mevcudiyetidir.”
Kullanımdaki diğer saptama yöntemlerine istinaden de şöyle diyorlar:
“Bu tür testlerin verdiği pozitif sonuçtan hareketle [numuneye] “izolat” demek YANLIŞ olur,
zira bunlar [kültürde] çoğaltılmış DEĞİLDİR,
… ve başka organizmalardan ari oldukları da söylenemez.”

Yani, 40 küsür sene önce insanlar “İZOLAT” teriminin HATALI kullanıldığını söyleyip uyarmışlar da!
Ne yazık ki uyarıları dikkate alınmışa benzemiyor.

Bugün yapılan şeye EN İYİ HALDE, “DOLAYLI yollardan tetkik” denilebilir, elektron mikroskopisiyle de, SAF hale GETİRİLMEMİŞ numuneler çalışılmakta zaten.

PCR perdesinin ardındaki CV-19” adlı videomu izlerseniz, virüs genetik materyali “saptama testi” diye lanse edilen PCR ile ilgili problemleri öğrenebilirsiniz.

“Fotoğraf görüntüleri” konusuna da değinelim hızlıca…
Medyanın aklınızı çelmek için gözünüze soktuğu bilgisayar tasarımı görüntülerden bahsetmiyorum,
akademisyenlerin elektronmikroskobu ile aldıkları görüntülerden bahsediyorum.
O gördüğünüz tabii gerçek manada “virüs izolatı” filan değil, hücre duvarı yakınında toplanmış birtakım nanopartikülleri gösteren bir fotoğraf sadece.
Kültürdeki canlı hücreler gelişir, ömrünü tamamlayınca da bozulmaya başlar ve ölür.
Bunu yaparken de hücre yüzeyinden dışarı nano ölçekte farklı partiküller verir.
Bu partikülleri tanımlamada kullanılan eksozom veya hücredışı veziküller gibi terimleri duymuşsunuzdur.
Bu noktada, bu terimlerin de literatürde sabit bir kullanım şekillerinin olmadığını duymak sanırız şaşırtmayacaktır sizleri.

Bir türlü düzgün ismi konamamış partiküllerden bahsetmişken, tam da geçtiğimiz sene The Lancet‘te yayımlanmış şu müthiş makaleyi buldum bakın:
Elektron mikroskobu ile çalışan gruplardan bazıları, başka bazı grupları virüs fotoğraflamada SAHTECİLİK yapmakla suçluyor!

“Bu yayınlardaki görüntüler, belirsizliğe mahal olmayacak şekilde virüs olduğunun anlaşılmasını sağlayacak nano ölçekte yapı karakteristiklerinden yoksun birtakım partikülleri virüs partikülü olarak göstermektedir.”

Hmm… Hiçbir belirsizliğin olmadığı, net ve kesin VİRÜS gösterimi… Görmek istemez miyiz hiç??

Konumuza dönecek olursak, yüksek bilim icrası gerektiren böyle bir alanda belirsizliklerle dolu tüm bu terminoloji ne demeye düzeltilmeden bırakılmış olabilir ki?

Virologlar 100 yıldır virüs izole ettiklerini iddia etmiyorlar mı?
Bu terminoloji konusunu aydınlığa kavuşturmaya bunca gönülsüz olmalarının nedeni, dikkati zayıf noktalarına çekmek istememelerinden olabilir mi dersiniz?

Kelimenin GERÇEK manasıyla VİRÜS İZOLE ETTİKLERİNİ gösteren DOĞRUDAN KANIT BULUNMADIĞI anlaşılmasın diye mi bu çekimserlik?

Öyle ince dilimledim ki, gözle görülmüyorlardı resmen.
Gerçekten kestiğine emin misin?
Kesmişimdir diye farz ettim ben ama?

Doğuracağı sonuçlar ve uyandıracağı yankı bakımından muazzam önemli bir konu bu ve elbette gelecek bölümlerde bu mezuyu enine boyuna tartışıyor olacağız.

Konfüçyüs’ün ironi yüklü şu sözleriyle veda etmek istiyorum sizlere:

Kullandığın dil doğru değilse, ağzından çıkanla demek istediğin bir değildir;
Ağzından çıkanla demek istediği bir değilse, yapılması gereken yapılmadan kalacak demektir;
Eğer bu yapılmadan kalırsa, ahlâk çöker sanat yozlaşır;
Hak yerini bulmaz, adalet de şaşarsa, insanoğlu kafası karışmış öylece kalakalır.

O yüzden, muallak laf edilmemeli, anlam dümdüz verilmelidir. Bu, her şeyden önemlidir.

Bu sansür çağında sizlerden çalışmalarımı SubscribeStar kanalıma abone olarak desteklemenizi rica ediyorum.

Bağlantı, bu video altındaki açıklama bölümünde.

Dr. Sam Bailey