PUBLISH OR PERISH (YAYINLA VEYA MAHVOL) ÇİÇEK VE AIDS BAĞLANTISI

PUBLISH OR PERISH (YAYINLA VEYA MAHVOL) ÇİÇEK VE AIDS BAĞLANTISI

Muhterem okuyucular, bildiğiniz gibi çocuk sağlığı ve hastalıkları ihtisasımı Hacettepe ekolünün kurduğu Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapmak nasib oldu.

İlk başladığımda başasistan olup nöbet listesini hazırlayan, Allah selamet versin değerli ağabeyim Yakup Aslan, elime aylık nöbet listesini verdiğinde, listenin çömez kısmında adımın yukardan aşağıya 16 defa yer aldığını gördüm ve sordum, gün aşırı nöbet bu muymuş? Nöbet ertesi izinliyim değil mi? Hoh hoh diye güldü, ‘nöbetten sonraki gün de çalışmaya devam edeceksin’!

Anabilim dalı başkanımız ise o dönem ülkemizin en genç ve alımlı profesörü olan muhterem hocam Hilal Mocan idi ve başlıkdaki akademik kariyerin en mühim unsuru olan ‘Publish or Perish’ sözünü de ondan öğrenmiştim.

AŞILARLA HASTALIKLAR ORTADAN KALDIRILDI (MI?)

Bunları neden anlatdığıma gelince, yıllardır, aşıların nasıl olup da yenidoğmuş bir bebeğe daha anasını emmeden yapıldığının akademik arka planını okurken, karşıma çıkan ve aslında koca bir yalandan başka bir şey olmayan ‘AŞILARLA HASTALIKLAR ORTADAN KALDIRILDI’ aforizmasıdır.

Bu cümlenin arkasından hiç bir referans verilmez, örnek olarak da sadece çiçek hastalığı verilir.

Çiçeğin sadece 20. Asırda 300 milyondan fazla insan öldürdüğünü bizatihi hadisenin kahramanları olan Koprowski ve Henderson tarafından uydurulmuş dur (1). Wiki’deki o meş’um resimdeki (Resim) bahtsız Bangladeş’li müslüman çocuk kuvvetle muhtemeldir ki bir interferonopati olup, Fenner’in kitabında (2) okuduğumu ve eradikasyon programı için uygulanan aşıdan sonra gelişdiğini anlatsam herhalde inanmazsınız (linkde pdf’si var).

Resim: Çocuğun bütün vücudunu kaplayan çiçek lezyonlarına rağmen, malnutrisyon ve ateş emaresi dalgınlık görünmüyor.

Esasen bir akademisyen olarak konuyu iyice tekamül ettirip öyle kaleme almayı düşünüyordum, ama gidişat benden evvel bombanın patlayacağını hissettiriyor, bu sebeple perish yerine publish’i tercih edip bu yazıyı dikkatinize sunuyorum ya nasib! Bu noktada 2120 civarında kıyametin kopacağını iddia eden arkadaşlara naçizane hatırlatmak isterim, gaybı yalnız Hz. Allah cc bilir.

Biliyorsunuz bir yılı aşkın bir süredir, tarihde daha evvel hiç yaşanmamış bir salgın ve buna bağlı sosyoekonomik hadiseler yaşanıyor. Evvela ard arda SARS, MERS, ZIKA, H1N1 gibi salgınlardan sonra bu defa daha ciddî bir etki husule getiren SARS-Cov-2 sebebi ile evlere kapanmak zorunda kalındı.

Haziran 2020’de de Dünya Ekonomik Forumunda ‘Great Reset-büyük sıfırlama’ gündeme getirildi (3). Bir taşla kuş katliamı yapmayı iyi bilen bir mekanizma mazlumları daha da ezerek borçlarını sıfırlamayı açıkça bu salgın yardımı ile yapılacak herhalde.

ABD’de çalışan Türk kökenli bir virologun SARS-Cov-2’de insan eli ile HIV sekansı konulamayacağını iddia ettiğini de görünce de iyice canım sıkıldı. Değerli okuyucular şu anda biyoteknolojinin ulaştığı yeri tahayyül bile edemezsiniz, virüs mühendisliği buna tipik örnektir (4).

ÇİÇEK (SMALLPOX)

Gelelim daha evvel de bahsetmek istediğimi yazdığım Smallpox yani kadîm ‘çiçek’ hastalığına!

Baltimore tasnîfine göre bir dsDNA virüsü olup tehlikeli olan tipi variola’dır (majör), minoru diğer poxvirüslar husule getirir, ve umumiyetle virüs tiplendirmenin yapılamadığı eski zamanlarda salgınlar minör tipinde idi (5). Jenner’in meşhur aşısı ise cowpox/horsepox, tetanoz ve diğer pek çok şeyin karışımı bir çorba idi (6).

Bizatihi kanun zoru ile uygulanan aşının bilhassa İngiltere’de çiçek salgınları yaptığını daha evvel yazmıştım, Osmanlı döneminde kazıklı humma denilen tetanozun da muhtemelen ilk defa çiçek aşılarından sonra görülmesi de, aşı denilen çorbaların insanlara uygulanmasından kaynaklanmada idi (6, 7).


Mikrop Avcıları

Burada kısa bir parantez açalım; altı numaralı kaynak ülkemizde unutulmuş bir kitaptır. ‘Mikrop Avcıları’ 1926’da mikrobiyolog Paul de Kruif tarafından 13 meşhur mikrop kâşifinin hikayesi anlatılmaktadır, son bir kaç tanesini yazar şahsen tanıdığını yazmışdır. Bu kitaptan yeni haberim oldu ve hemen okudum. Aşı çorbasını (!), meşhur Pasteur ve Koch’un aşı denemelerinin kötü neticelerini vs okuyun, tavsiye ederim. Tabii kitabı ancak sahaflarda bulabilirsiniz.

Yazarın önemli bir hususiyeti ise, daha evvel Rockefeller Tıbbının hikayesini anlatmış olduğum yazılarda bahsettiğim meşhur Flexner raporunu yazan adamla çatışması neticesinde çalıştığı Rockefeller Institute’den istifa edip bu kitabı kaleme alması (8,9). Acaba müteveffa, Landsteiner ve polio hikayesinin aslını biliyor olmasın?

Kitabın ehemmiyetini ise ‘mikrobiyal moleküler patojenez’in babası kabul edilen Stanley Falkow’un mikrobiyolog olmasına yol açması göstermekdedir (10).

HENDERSON VE BREMAN

Meş’um Dünya Sağlık Örgütü (!) halen hayatta olan (92 yaşında, nasıl bu kadar yaşıyorlar acaba, Hayflick’e sormak lazım) elemanı Joel Breman’a yazdırdığı ve altına bizim haberimiz olmadan alıntı bile yapılamaz dediği ve dünya tarihinde ilk defa bir hastalığın eradike edildiği yani, kökü kazındı denilen yazısında eradikasyonun hikayesi anlatılmakda (11). İlginenlerin, bilhassa enfeksiyoncu ve mikrobiyologların (ki, onları ne kadar sevdiğimi yıllar evvel anlatmışdım (12)) okumasını tavsiye ederim.

Bu yazıda açıkça smallpox’un hayvan rezervuarı olmadığı, insandan insana geçdiğini, kronik taşıyıcılık durumu olmadığını, aşısının sıcakta dayanıklı olduğunu, hastaların kolaylıkla klinik belirtiler sayesinde takib edilebildiği için eradike edilme hedefine çok uygun olduğu belirtilmiş (11).

Daha mühimi 1967’de 131bin rapor edilmiş vaka (ölüm değil, ki bunların ekserisi varola minör olmalı) halbuki kendileri sadece o yıl için (tekrar ediyorum 1967 için) 10-15 milyon olduğunu tahmin ettiklerini söylüyor. Yukarda 20. Asır için 300 milyon ölü rakamını hatırladınız değil mi? Yılda 15 milyon vaka x 100 yıl= 1.5 milyar vaka, %30’u 300 milyon ölü, hesapları bu. Şimdi de makaledeki kesin rakamlara göre kendimiz hesaplayalım, hastalığın eradike edildiğinin iddia edildiği yıl 1980 olduğuna göre 80 yıl x 131000 vaka=10.480.000 total, azami %30’u ölmüş olsa (variola major) topu topu 3 milyon 144 bin gariban Afrika’lı eder. Yani karşımızda 100 kat şişirilmiş bir vâkıa var….

Makalede söz edilmeyen veri ise şu; toplam 300 milyon dolar mukabilinde 2.4 milyon aşı kullanılmış, Yani sadece 2.4 milyon insan aşılanmış ve bir aşının maliyeti 100 doların üzerinde (bugün 1000 dolar civarında) (13). Yine küçük bir hesap yapalım, transmisyonu önlemek maksadı ile kullanılan ring vaksinasyon için hastanın yakınındaki asgari 20 kişiyi aşılama gerektiğine göre (2), on yıllık programda toplam hasta sayısı 120bin civarında, %30’u toplam kesin ölüm sayısı 4600 civarında demekdir, ne kadar da bulaşıcı bir hastalıkmış!

Aynı makalede resimler çok kötü kalitede ve yerimiz mahdud olduğu için resimleri vermeden bahsetmek istiyorum, isterseniz bakabilirsiniz. Şekil 3’de; 1960’da vak’a sayısı 280475, 1974’de ise 218367 (küsuratı bile var) olarak verilmiş. Alınan örnek ve pozitif virüs sayısı ise şekil dörtte; 1967’de 182/74, 1977’de 3931/269 olarak verilmiş, alınan örnek artmış ama hiç düşme yok. Son vakanın görülme yılı da 1977 olarak veriliyor. İki sene beklenmiş ve ardından eradikasyon müjdesi verilmiş (11).

Olmayan bir hastalığı eradike etmek mümkündür tabii, rakamlar günümüzdeki PCR kepazeliğine ne kadar da benziyor.

Aslında bu konuda bir kitap yazılır, meğer yazılmamış iyi mi?

AIDS: THE CRIME BEYOND BELIEF

(AIDS, inanılmaz suç) (14).

Kanada’lı baba-oğul yazarların 2007’de yayınladıkları bu kitap hacimli, iyi bir araştırma ile yazılmış kaynak eser mahiyetinde ve acilen lisanımıza kazandırılması gerektiği kanaatindeyim.

Wikipedia’da yazar tafsilatlı bir şekilde anlatıldığı halde bu kitabından hiç bahsetmemesi dikkate değer (15). Baba Scott bir öğretmen, fakat, iyiliksever birisi olup, dejeneratif hastalıklar ve mikoplazma alanında kendini yetişdirmiş, hatta bir üniversiteye kabul edilmiş. Kitabın ithaf edildiği Harold W. Clark ise yaradılışçı (evrim aleyhdarı) ve yine mikoplazma konusunda uzman bir kişi (16). Yazarlar kitabı sunarken, evvela mikoplazmanın ne olduğunun anlaşılması gerektiğine dikkat çekiyorlar.

Mikoplazma ve Leonard Hayflick

İlk defa Hayflick tarafından yeni bir tür olduğu tescillenen, bilinen en küçük ve virüslerde olmayan self-replicating (kendini çoğaltma) hususiyetine sahip organizmadır. Kanser, otoimmünite gibi hastalıklara yol açabildiği gibi, hücre kültürlerinde ve aşılarda yaygın olarak bulaşık vaziyette bulunur (17, 18).

Hayflick ise halen 90 küsur yaşında olup, yine hala çalışan bir bilim adamıdır. Mikoplazmayı keşfetmesinden başka, hücreleri canlı olarak takîb etmeyi temin eden invert (ters) mikroskobu îcad etmiş, aşıların maymun böbreklerinde üretilmesi mecburiyetini ortadan kaldıran ‘insan diploid hücre kültürü WI-38’ (Wistar Institute 38. Deneme, isveçli bir kadının hücrelerini muvafakatini almadan üretmiş, diğer hücre serileri gibi bu da immortal-ölümsüz olup, bu kültürde üretilen aşıyı olan herkese o kadıncağızın DNA’sını ekmiş olursunuz), normal diploid hücrelerin ölümlü olduğu, ancak belirli bir sayıda bölünebileceği (Hayflick limit) gibi fevkalade mühim keşifleri var (17).

Mevzu-u bahis kitaba devam…

Baba oğul Scott’lar bu kitabda resmî belgelere dayanarak, olayları kronolojik şekilde ele alıp, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilmi, siyasi ve iktisadi imkanlarını kullanan bir yapının (Derin devlet?) gayet organize bir şekilde, DSÖ dahil pek çok kurumun belli bir hedefe yönelik olarak, 20. Asrın başından beri manipüle edildiğini anlatıyor. Oldukça hacimli olan bu kitabı burada özetlemek mümkün olmadığına göre, güvenilirliğini tesbit edip, konumuzla alâkasını vurgulamak kifâyet edecekdir ümidindeyim.

Çiçek (smallpox) virüsünün eradike edildiği palavrası ile ilgili olarak, DSÖ’nün (derin devlet) mutemet elemanı Donald Ainsle Henderson’un bu görev için bilhassa yetiştirildiğini, bunun denemesinin Punta Gorda’da sivrisineklerle nörolojik bir salgın çıkarılması ile başarıldığını anlatıyor (sayfa 227-231).

Mutemedin Punta Gorda’daki nöromiyasteni salgını ile ilgili makalesini okuyabilirsiniz (19).

Bu eradikasyon bahânesi ile herşeyden habersiz Afrikalı’lar üzerinde Kissinger’ın NSSM 200 (National Security Study Memorandum) mucibince nüfusu kontrol maksadı ile denemeler yapıldığını söylüyor (Sayfa 261). Acaba doğru mu?

Henderson’la muhtemelen aynı ekipten olan ve yine 96 yaşında ölen Hillary Koprowski’nin Afrika’da 1950-1961 yıllarında polio aşısı çalışmalarının AIDS ile bağlantısı iddiası bilinmektedir (20).

Yine muhtemelen aynı ekipten (NIH bağlantısı sebebi ile), aynı yıllarda, aynı kıtada Nobel ödüllü PEDOFİL Carlton Gajdusek uydurma Kuru hastalığını araştırırken Simian virüs ile AIDS bağlantısını keşfetmiş (21).

Rockefeller Enstitüsü’nün araştırmacılarından Bijorn Sigurdson’un 1940’larda keşfettiği Visna virüs (daha sonra Simian immunodeficiency virüs adı verildi)’ün mikoplazma ile entegrasyonunun yine aynı ekipten Robert Gallo’nun (1984’den beri NIAID’nin başkanlığını yapan, bugün ki SARS-Cov-2’deki tutumu tepki çeken Dr. Anthony Fauci’nin yakın arkadaşı) 1980’de AIDS etkeni olduğu ileri sürülen HIV retrovirüsünü keşfettiği ilan ediliyor (Luc Montaigner ile çekişmesi de ilginç) (22). ‘Patient Zero’ ile de 1984’de AIDS salgını patlak veriyor, üstelik muhtemelen hepatit B virüsünün ortaya çıkması ve homoseksüalite ile de alakası buradan geliyor (23).

Simian maymun anlamına geliyor, hatırlayın insan diploid hücre kültürü WI-38’den evvel aşılar nerede üretiliyordu, maymun böbreğinde mi, duyamadım?

Kitapda ABD’nin ilk katolik başkanı olan John Fitzgerald Kennedy’ye yapılan suikastın da yine bu biyolojik silahların üretilmesi ile ilgili projeleri kabul etmediği için yapıldığı da anlatılıyor, CIA ‘in Special Virus Cancer Program (SVCP)’ının ancak suikastden sonra Lyndon Johnson’ın başkan olması ile hayata geçirilebildiğini belirtiyor. Suikast ne zamandı? Eradikasyon programının tekrar başlatıldığı 1963 de mi? Kızamık ve hemen ardından kızamıkçık aşısı dünyada ilk defa ABD’de hangi yılda başlatılmıştı, 1963 olmasın? SVCP ile ilgili bilgileri linkdeki çalışmadan bulabilirsiniz (24).

Kennedy suikastine karışan David Ferry’nin, zamanın en meşhur kanser araştırmacısı Dr. Mary Sherman cinayeti ile alâkası ne idi? Dr. Sherman’ın kanser yaptığı bilinen SV40 (yine simian virüs) ile bulaşık polio (unutmuş olabilirsiniz çocuk felci) ile bağlantısı ne idi. Patronu Dr. Alton Ochsner’in kendi torununa verdiği polio aşısı ile ölümüne yol açtığı doğru mu idi (25, 26).

Merak ediyorsanız verdiğim kaynakları tek tek kontrol edin lütfen….

Yalnız dikkat edin, sonra size ‘Aşı Karşıtı’ (ne demekse) demesinler!

Son bir not, SARS-Cov-2 virüsü ve aşısından bilerek veya bilmeyerek yeterli sonuç alamadıkları, bu ikisi ile elde ettikleri immün sistem etkilerini kullanarak, elde bulundurdukları variola major (Ölümcül çiçek) virüsünü de yaymayı deneyebileceklerini, muhakkak ve tez zamanda Millî İstihbarat Teşkilatı’na bağlı Tıbbi İstihbarat ve Takib birimi teşekkül edilmesi gerektiğini acizane hatırlatırım.

(1) https://en.wikipedia.org/wiki/Smallpox
(2) https://apps.who.int/iris/handle/10665/39485
(3) https://en.wikipedia.org/wiki/Great_Reset
(4) https://en.wikipedia.org/wiki/Synthetic_virology
(5) https://en.wikipedia.org/wiki/Smallpox
(6) Mikrop avcıları, Paul de Kruif, Milli Eğitim Yayınları, İstanbul 1951.
(7) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3371778/
(8) https://lilliputian.me/2020/03/virus/
(9) https://lilliputian.me/2018/03/immunogenetik-ve-tarihi-acidan-asi-illuzyonu-prof-dr-alisan-yildiran/
(10) https://www.the-scientist.com/the-nutshell/stanley-falkow-father-of-molecular-microbial-pathogenesis-dies-36365
(11) https://apps.who.int/iris/bitstream/handle/10665/67099/WHO_SE_80.156.pdf
(12) https://ahmetrasimkucukusta.com/2015/07/14/misafir-yazar/mikrobiyolog-ve-enfeksiyonculara-gozumuz-gibi-bakmaliyiz/
(13) https://www.bbc.com/news/world-us-canada-37149900?ocid=socialflow_twitter
(14) https://www.amazon.com/AIDS-William-L-C-Scott/dp/1425141579
(15) https://en.wikipedia.org/wiki/Don_Scott_(Ontario_author)
(16) http://www.ra-infection-connection.com/HWClarkMemorium.htm
(17) https://en.wikipedia.org/wiki/Leonard_Hayflick
(18) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC441270/
(19) https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/13587882/
(20) https://en.wikipedia.org/wiki/Hilary_Koprowski
(21) https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/27640332/
(22) https://en.wikipedia.org/wiki/Simian_immunodeficiency_virus
(23) https://en.wikipedia.org/wiki/Gaëtan_Dugas
(24) https://www.google.com/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=&ved=2ahUKEwiptJ-088vuAhWMw4sKHTQ3BDsQFjAEegQIBhAC&url=https%3A%2F%2Fhistory.nih.gov%2Fdownload%2Fattachments%2F1016824%2FSpecialVirusCaPrgm.pdf%3Fversion%3D1%26modificationDate%3D1550592737422%26api%3Dv2&usg=AOvVaw0v1b6qoR2A7QxKy2IK0I4w (Sayfa 214).
(25) https://medium.com/@yanartas/yanartaş-dipnot-tekerrür-1-2094e7e7553e
(26) https://en.wikipedia.org/wiki/Alton_Ochsner
BOŞ İNANÇ, BİLİM VE AKIL ‘KARŞITLIĞI’-Prof.Alişan Yıldıran

BOŞ İNANÇ, BİLİM VE AKIL ‘KARŞITLIĞI’-Prof.Alişan Yıldıran

Prof. Dr. Alişan Yıldıran‘ ın yazısı:

Dr. Alişan Yıldıran Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları doktoru

 

Sondan başlayalım, farklı bir şeyler söyleyenleri kategorik olarak uydurmasyon ‘karşıt’ kelimesi ile etiketliyorlar, merak ediyorum bu kelimecik zihinlerinde nasıl bir çağrışım yapıyor?

Herhalde ‘aleyhdar’ı demek istiyorlar, muhalif, muârız ve zıt için de aynı kelimeyi kullanan boş inançlarını mutlak hakikat zanneden bu okumuş cehaletine ancak üzülüyorum.

Farklı görüşleri, fikirleri teâtî ederek makul ve mantıklı, toplumun menfaatine olanı düşünmeden ‘Aşı zorunlu olsun, yapdırmayanların sigorta ödemeleri yapılmasın’ gibi akıl, mantık ve vicdanla ve dahi etdikleri Hipokrat yemini ile bağdaşmayacak, tahakkuk edemeyecek iddialarda bulunuyorlar.

Anlaşılacağı gibi mevzuumuz mahut ‘koronavirüs ve aşı planı’….

Daha evvelki yazımızda (1) konuya temas etmiş ve enfeksiyon/fatalite (ölümcüllük) oranı çok düşük bir hastalık için geri alınması mümkün olmayan ve panzehiri olmayan, içinde ne olduğu tam olarak bilinemeyecek olan bir enjeksiyon yerine, ağır hastalar için poliklonal (İVİG) veya monoklonal (REGENERON) antikorların yan etkisi olmaksızın uygulanabileceğini, bu sebeple aşının yaygın uygulanmasının gereksiz ve tehlikeli olabileceğini arz etmişdik.

Yaygın aşı uygulamasının gereksiz hatta zararlı olabileceğine dair not düşmek lazım geldi.

Başlayalım;

Bir: Daha evvel hiç aşı üretmemiş, çalışdığı konu olan kanser üzerine hiç bir başarısı olmayan, kullandığı mRNA teknolojisinin yan etkileri bilinmeyen, etkisi eski konjuge aşılar gibi son derece düşük, muhataralı bir aşıyı tercih etmeyerek hükümet doğru olanı yapmışdır.

İki: Bir buçuk milyar nüfuslu bir ülkenin kendisinin hemen hiç uygulamadığı, etkinliği şüpheli, daha evvel hiç uygulanmamış bir aşıyı, nisan ayında üretilmesi beklenen yerli aşılar gelene kadar uygulanacağını söylenmesi zaman kazanma stratejisi olmalıdır.

Üç: Her iki aşının da etkisi serumda virüse karşı antikor seviyesini arttırmaya yönelik olup, güçlü ve devamlı bir hücresel hafıza husule getirmeleri ihtimali çok düşükdür.

Dört: Salgın pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de bilhassa havanın soğuk olduğu dönemde iki pik yapmışdır. Pikin inişe geçdiği durumda yaygın aşılamanın tabii olarak husule gelmiş toplum bağışıklığını bozacağı açıkdır. 

Beş: Herd immünitenin aşılarla ortaya çıkdığına dair gerçek ve güvenilir çalışma olmadan, enfeksiyon/fatalite oranı çok düşük bir ‘enfeksiyon’ için yaygın aşı koruyucu tababete uygun değildir.

Altı: Herd immünitenin kendiliğinden ortaya çıkacağını iddia eden ve bunu yaşayarak ortaya koyan İsveç (Dr. Anders Tegell) göz ardı edilemez.

Yedi: Çocukluk çağı aşı takviminin en katı ve geniş şeklini uygulayan bir ülkede çocuklara aşı yapılmayacağını söylemek en azından bir çelişki değil midir? Bu durumda çocukları koruyacağı iddia edilen aşılar neden erişkinlere yapılmamakdadır?

Sekiz: İngiltere vatandaşlarına D vitamini dağıtarak doğru olanı yapıyorken, ülkemizde D vitamini kısıtlaması neden yapılmakdadır?

Dokuz: Mutasyon geçirdiği gösterilen bir grip virüsüne aşı yapılacaksa, grip aşıları gibi her sene yapılması gerekeceği neden vatandaşa anlatılmamakdadır?

On: Bağışıklık sistemini etkilediği aşikâr olan bir enfeksiyonda hastalara İVİG uygulaması kolay, maliyeti uygun , enfeksiyonun uzamasını, tekrarlamasını önleyerek yatak ve yoğun bakım doluluğunu azaltacaktır.

Gerçekler aşıya, Hayat ise eve SIĞMAZ……

(1) https://ahmetrasimkucukusta.com/2020/11/15/misafir-yazar/covid-19-asisi-devsirme-ve-kobay/

Okumaya Devam Et

Somatoscope

  (Bu videolar bakteri oluşum görüntülerinin tüm aşamalarını değil sadece 13 aşamasını göstermiştir.) Sormamız gereken önemli bir soru var:Modern...

Peki Ama Bu İnsanlar Neden Ölüyor?

COVID-19 Resmi Mortalite Verileri Yaşanan Ölümlerin Viral Hastalık Kaynaklı Olamayacağını, Ana Etmenin Tedavi için Kullanılan İlaçlar Olduğunu...

Viroloji ve Aşı Aldatmacası — Koronavirüs Neden Bulaşıcı Değil

Viroloji ve Aşı Aldatmacası — Koronavirüs Neden Bulaşıcı Değil

Bu paylaşımla viroloji ve aşı uygulamasının özü nedir, aşı paradigması neye dayanmaktadır, bunu inceleyeceğiz. Viroloji ve aşı bilmi tamamıyla tek bir önerme üzerine kurulu; virüslerin hasta edici enfeksiyöz ajanlar olduğu. Bu teori olmasa insanlar aşıyı gerekli ve işe yarar bir şey olarak algılamayacaklar dahi. Virüs teorisi olmasa, bütün aşı paradigması kağıttan kule gibi dağılıp gidiverecek. Burada, virolojinin üzerinde yükseldiği teorilerin gerisindeki yalandan bilimi, bu sözdebilimle ilgili birçok problemi ifşa edeceğim size.

Öncelikle, virüsler yaşayan canlılar değildir, canlı mikrop değillerdir yani. Ne solunum sistemleri vardır ne hücrelerinin çekirdeği ne de bir sindirim sistemleri bulunur. Hayatta olmadıkları gibi bulaşma özellikleri de yoktur. Koronavirüsten bu kadar korkmanın ise hiç gereği yok. Virüs ve bakteriler ile ilgili bildiğinizi zannettiğiniz her şeyi atın çöpe gitsin. Yalan dolandan başka bir şey değiller çünkü.   

  • Viroloji bilminin konusu virüstür, bunu çalışır, lakin virüs aktivitesini gösteren video kaydına rastlayamazsınız (2018’de HIV virüsüne ait olduğu söylenen bir video kaydı gündeme geldi, ancak onda da virüs teorisinin ancak bir %20’lik bölümünü haklı çıkarır aktivite var.) İnternette gördüğünüz virüs videoları 3 boyutlu animasyon ve modellerden ibarettir. Bilim Ansiklopedisi, üzerinde çalışılacak virüsü alabilmek için laboratuvarların, özel olarak imal edilmiş müthiş güçlü santrfüjler kullandıklarını söyler. Virüsler öyle ufak şeyler ki, ortalama boyları ancak 0.1 mikron kadar.

Virüslerle ilgili gösterilen her şey animasyondan ibaret

Virüsü Gözlemlemek için Yapılan Şey Hatalı

Virüse hücre kültürlerinde / deney kabında bakılıyor:

Hücre kültürleri kendi doğal ortamının dışına alınmış ve laboratuvar ortamında kontrollü koşullar altında yaşatılmaya, büyütülmeye çalışılan yapılar. Yaşam ortamından çıkarılmış hücreler toksik birtakım sıvılar içinde bekletilmek suretiyle suni olarak hayatta tutulurken elbette normal hücresel aktiviteleri de zarar görüyor. Böylesi steril bir ortamda hücre haliyle, insan vücudunda olsa kendini temizlemek için yararlanabileceği tüm o proseslerden de mahrum kalıyor.

O prosesler şunlar:

  • Fagositoz (ve kapsadığı tüm prosesler)
  • Bakteriyel
  • Fungal
  • Parazitik
  • Viral (virüs)

Fagositoz proseslerle hücre atıkları ile ölü veya ölmek üzere olan işi bitmiş dokular absorbe edilip vücuttan dışarı atılmak üzere toparlanır. Bu şekilde çeri-çöpü toplayan ekseriya bakteriler olur, çöpçü (scavenger / leş yiyici) gibi çalışırlar. Özel durumlarda mantar ve parazitler göreve çağrılır ve bu süreçte destek olarak az da olsa virüsler de devreye girebilir. Bu proseslerin hepsi, virüsler hariç, canlıdır. Deney kabının yapay ortamında serumlarla hayatta tutulurken sağlığını yitiren hücrelerde dejenerasyon (bozulma/çözülme) başladığında ise viral hademeler ön plana çıkar.

Virüs kendi kendine çoğalan bir şey değildir. Deney kabı hücre yaşatacak fertilitedeyken (düzgün besi ortamı varken) buraya virüs koyduğunuzda, ortamda başka viral protein oluşmadığını görürsünüz. Ne zaman ki kaba hücre eklenir, virüs denilen protein yapıları o zaman artışa geçer. Hücrenin normal yaşam alanı deney kabı olmadığından, böylesi sağlıksız bir ortamda hücrede oluşan kir-pis-çöpü toparlamak virüse düşer. Hücre, içinde olduğu bu toksik ortamda kendini temizlemek için virüs yapmak zorundadır, çünkü doğal ortamında (vücutta) sahip olduğu ekipman burada yoktur. Bunun nedenini birazdan açıklayacağız.

Not: Ölmüş yahut ölmekte olan dokunun toksisitesi, hücresel atık ve kirler canlı mikrop tarafından yendiğinde o mikrobu da zehirleyip öldürecek denli yüksekse, o zaman bu dokuları çözüp ortadan kaldırmak [cansız] virüse düşer.

Viral Aktivite Ne Zaman Ağırlık Kazanır? (Virüsler Ne Zaman Ön Plana ÇIkarlar?)

Dediğimiz gibi, vücutta süregiden temizlik proseslerine küçük miktarlarda virüsün eşlik ettiği hep olur. Ve fakat, diğer prosesler (bakteri, mantar, parazit vs), aşağıda sayacağımız etmenlerden dolayı ölüp çokça devre dışı kaldıysa, işte o zaman virüsler sayıca artarak iyiden iyiye ağırlık kazanır:

  • Çevresel toksisite (zehirlenme)
  • Kirlilik
  • Ağır kimyasal maruziyeti
  • Kötü hava kalitesi 
  • Kötü su kalitesi
  • Kötü gıda kalitesi
  • Vitamin-mineral eksiklikleri
  • Yanlış yiyecek seçimleri
  • Antibiyotik ve ilaçla verilen tıbbi tedaviler

Bedende toksisite fazlaysa, toksik ve ölü maddeyi, dokuyu temizlemek üzere leş yiyici/çöpçü olarak bunları yemeye girişen bakteriler de zehirlenerek ölecektir. Yukarıda saydığımız nedenlerin etkisiyle bedendeki sistemik toksisite (zehrin tüm beden yükü), yaşayan bakteri ve diğer tüm canlı mikropları kırıp sayıca azaltığında, beden kendini temizlemek için mikroplarının yerine bu defa virüslerin yardımına başvurur. Basit nezle gibi hafif yöntemlerin (çoğunlukla bakteriyeldir) iş görmeye yetmediği zamanlarda beden, virüs olarak bilinen cansız protein solventlerin (yapı maddesi protein olan çözücü, eritken madde) yardımını alır. Tek mantıklı açıklamanın neden bu olduğunu da anlatacağım.

Virüsler bedenden atılması gereken maddeleri minik parçalara ayrıştıracak şekilde çözmeye yarar ki daha sonra bunlar mukus membranlardan, ciltten veya bağırsak kanalından dışarı verilebilsin. Doku ve sıvıları fagosit, parazit, bakteri ve mantarın başa çıkamayacağı kadar zehir yüklenmiş olan bir hücre arınıp temizlenmek, yenilenip tamir olmak için virüsü kendi üretir. Bilmin yanlış ve ispatsız iddiası odur ki, virüsler vücuda dışardan girip hücrelerin RNA veya DNA’sını ‘ele geçirmek’te ve burada çoğalıp çoğalıp ne hücresi olduğuna bakmadan önüne gelene saldırmaya başlamakta. Böyle olsa virüs hiç durmadan çoğalır ve bedende saldırmadığı sağlıklı hücre kalmazdı, ama durum bu değil. Bir akyuvar tipi olan antikorlarca virüs aktivitesi kontrol ediliyor. Virüslerin dışarıdan hücre içine geçip burayı istila ettiğini gösteren tek video kaydı yok, sadece bu teoriyi anlatan 3 boyutlu çizim ve animasyonlar var. 

Virüs Gerçekte Nasıl Oluşuyor (basit gösterimi):

Virüsün nasıl yapıldığını yukarıdaki şekilde görüyorsunuz. En basit haliyle anlatımıdır bu. Bilmin virüslerin kendi kendine çoğaldığı iddiası yanlıştır. Virüsü yapan bizzat hücredir. Sağlıklı hücrenin ürettiği virüs dikkat ederseniz o hücreye zarar da vermemekte, hücreyi yok etmemektedir. Hücre tarafından kendisine verilen RNA ve/veya DNA yardımıyla gidip bedendeki belirli maddeleri eritip çözecektir şimdi. Bu böyle olmasa virüs kendini üreten hücreyi de öldürür atardı, ancak böyle bir şey sözkonusu değil. Virüs hücreden dışarı verilmekte, çıkarken hücrede oluşan kısmi tahribat ise hücreyi öldürecek çapta olmamakta. Bu işlemden sonra hücre kendini tamir edebilmekte. Bedenin hücreleri kendilerini ve eraflarını arındırmak için bireysel olarak değil, tek vücut halinde (birlikte) hareket edip yeni ve aktif hücre oluşumuna imkan sağlayıp yer açıyor. Altında ezildiği sistemik toksisiteden dolayı, normal detoksifikasyondan sorumlu ve eli daha hafif olan (canlı) mikropları dahi yemeye gittikleri dokudan ölü çıkıyorsa, beden artık bu noktada sahneye cansız viral proteinlerini çıkarmak zorunda kalıyor ve virüs aktivitesi ancak bu koşullarda artıyor.

Virüsün Ortaya Çıkış Aşamaları:

  • Yaşayan bir bedenin her hücresinde taşıdığı ve o hücrenin ne tip protein üretmesi gerektiğini belirleyen genlerin bir bölümü olan viral proteinler göreve çağrılır.
  • Hücre içinde duran viral proteinler hücrenin çekirdeğine geçer. Virüsler tamamıyla hücre içinde imal edilerek son hallerine getirilir ve hücreden RNA/DNA kodu (sekans/dizilim) şeklinde talimatlarını almış olurlar.
  • Çekirdekten çıkan virüsler hücre dışına çıkıncaya dek hücre sitoplazmasında dururlar. 
  • Hücre virüs yapısını gövdesinden dışarı atar, bunu yaparken hafif zarar görür ancak bu kendisi için ölümcül değildir.
  • Virüsler 72 saatte bir değiştirilir. Üretilen ilk virüs kopyalarının [replika(syon)] 72 saat sonunda hükmü kalmaz [kullanılıp tüketilmiştir] ve bu ilk suştan kalan işi tamamlamak üzere hücreler tamamen yeni bir parti virüs daha yapar ve bu döngü temizlik tamamlanıncaya dek böyle sürer gider. 

Virüs Yapım Süreci Neye Benziyor – Virüsün Gerçek Çalışma Mekanizması

Virüs sağlıklı ve sağlam hücreyi enfekte etmez. Ölü ve çürüyüp bozunmakta olan doku ve hücreyi eritip ortadan kaldırmaya gider ki yerine yeni hücre gelebilsin, yeni hücre sağlıklı bir ortamda yaşayabilsin.

Şu benzetmeyi düşünün: Leşi sinek bürür ama onu öldürmüş olan sinek değildir. Ölmüş ve işi bitmiş maddeyi yıkımlamakla görevli çöpçüler/leşçillerdir bunlar. Virüs ve bakteriler de vücutta tamı tamına böyle çalışır işte. Dünya yüzünde çöpü atığı temizleyecek leşçillerin olmadığı düşünün, toksisiteden nefes dahi alamayacak hale gelirdik. Vücutta da aynı temizlik ve geri dönüşüm prosesleri mikroskobik düzeyde gerçekleşmekte. Gelin görün ki, doğaya bakarak gördüğümüz bu hakikatin aksini söyleyen bir bilim var bugün karşımızda. Oysa bunun aksi mümkün dahi olamaz çünkü dışımızda doğa nasıl işliyorsa, içeride de bedenimiz bunun bir mikrokozmosu olarak öyle işler. Aksini düşünmek, gözümüzle gördüğümüz tabii işleyişi inkar etmekle bir olur ve saçmadır.

Dediğimiz gibi, bedenin bütününü tutmuş (sistemik) toksisiteden dolayı normal temizlik süreçleri hademelerdeki can kaybı ve sayısal azalmaya bağlı olarak aksadığında, hücreler yaşamsal faaliyetlerini yerine getirememeye başlar. Kurtuluş mücadelesi için ortak hareket etmek durumunda olan hücreler, ölmüş veya ölmeye yüz tutmuş hücreleri yıkımlayıp parçalarına ayrıştırmak, hücre atıklarını, doku ve yabancı madde artıklarını temizlemek üzere hep bir elden çözücü/eritici protein yapılar (virüs) yapmaya başlarlar. Virüsler hücre içinde yapılırlar ve bir bütün olarak hücre dahilinde hazır hale getirilirler. Bunun için hücrede halihazırda var olan viral protein ve genom işe koşulur ve üretilen virüse konak hücre tarafından RNA/DNA kodu gömülür (yerleştirilir) ve tüm bunlar doğrudan doğruya hücre içinde gerçekleşmektedir. Hücre daha sonra virüsü dışarı verir ve taşıdığı genetik koda göre de akyuvarlar (antikor) denetiminde intikal etmesi gereken yere gider ve işini görür. Bu sayede virüsler bedende gayet kontrollü ve düzenli biçimde çalışmalarını sürdürür. Bu iki fonksiyon birbirinden bağımsız hareket etmez, tek bir ünite olarak çalışırlar. Hücre virüsü dışarı verdiğinde hafif zarar görür ancak dağılmaz. Sayıları artan virüsler sağlıksız, ölmüş hücre ve dokuları çözüp eritir, yabancı doku, atık ve hücre artığı varsa bunları ortadan kaldırır. Bu süreç, ortamdaki toksisiteye bağlı olarak belirli bir zaman alır. Atıkların temizlenip çerin-çöpün vücuttan atılması sürecini ise bizler grip veya nezle belirtileri olarak hissederiz. Virüslerin kıyıp minicik parçalara ayırdığı pislikleri sümük (mukus) akıtarak, ciltten atarak ve bağırsak yoluyla dışkılayarak atar kurtuluruz. İşlem bittiğinde vücut daha da güçlenmiş olur, kişi vücudunu kirletip zehirlemeye devam etmediği müddetçe de gücünü korur. Bedeni zehirlemeye devam ettiği müddetçe ise bu tarz ekstrem detoksifikasyon süreçlerini hep yaşar. 

Viral Gerçekler:

  • Virüsler ciltten veya gözden içeri giremez. Mukus membranlar dışarıdan gelecek virüs gibi az sayıda yabancı proteini tutacak, immün sistem de bertaraf edecek şekilde çalışır. 
  • Yaradan da vücuda virüs almayız, çünkü vücut dışarı doğru kanar, içe doğru değil.
  • Virüsün, deney kabı solüsyonları veya canlı beden haricinde bir yerlerde “var olması” mümkün değildir. 
  • Kendisini üretecek ve kodunu verecek konak hücre olmadan virüsün iş görmesi mümkün değildir ve kendi kendini kopyalamaz, kopya konak hücre tarafından yapılıp çoğaltılır. 
  • Virüsler hücre “enfekte” etmez, “istila” da etmez. Bir defa, canlı değiller ki bunları yapsınlar. Virüsler hemen hiçbir zaman gidip canlı, yaşar haldeki dokuyu çözmez, tabii polio ve dejeneratif sinir sistemi hastalıklarında olduğu gibi metal zehirlenmesi durumu yoksa.  
  • Virüslerin temel işlevi, işi bitmiş ölü maddeleri çözmek, eritip ayrıştırmaktır.
  • Üzerinde çalışılan dokunun durumuna göre vücut hücreleri, virüsün farklı alt tiplerini (suşlar) imal edecektir.
  • İnsan vücuduna özgü 320.000 viral suş bulunmakta ve ihtiyaç anında üretmek için her hücre kendi bünyesinde viral protein bileşenlerini taşımakta. 
  • Hangi ölü doku ve atığı yıkımlayacaksa ona göre bir RNA/DNA koduna sahip oluyor virüsler. O yüzden virüslerin protein yapıları oldukça spesifik ve kendine has.
  • Öksürme, hapşırma ve tükürmeyle kişiden kişiye virüs geçmiyor. Salya ve tükürüğümüz ile mukus membranlarımızda bu tür partiküller rahatlıkla yıkımlanabiliyor. Ciltten virüs geçişi de sözkonusu değil çünkü virüsler ölü deri katmanlarını geçemez. 
  • Vücuda virüs almanın doğal olmayan tek yolu var, doğrudan enjekte etmek (aşı) veya hastaya virüs taşıyıcısı birinden alınmış kanın verilmesi. Ancak böyle durumlarda da vücut bunu görüp, kurtulunması gereken yabancı bir doku olarak algılıyor. Kendi ürettiği bir şey olmadığından vücut bu virüsün ne zaman nereye gidip iş göreceğini bilmiyor, şifresini (RNA veya DNA’dan oluşan genetik kodunu) çözecek anahtarı da olmadığından ne zaman aktive olacağını çözümleyemiyor. Hal böyleyken, bu virüsten kurtulmak lazım diye düşünüyor. Yaşayan mikroplarla iş çözülemezse, farklı güçlerde protein solventler (virüsler) imal edilip atıktan kurtulmaya bakılıyor. 
  • Virüsler, çevresel nedenlerle vücutta oluşan toksisitenin ürünüdür. Hayvanlarda virüsler döngüler halinde ortaya çıkar. Virüsler kanda ve dokuda bulunan atık maddeleri yıkımlar. Yıl içinde mevsim geçişlerindeki iklim ve hava sıcaklığı değişimlerinde beden temizlik amacıyla ne var ne yok bütün toksinlerini kana boca eder. Ancak bu toksinlerin bazıları (örn. cıva, formaldehid ve diğer kimyasal yan ürünler) öylesine zehirlidir ki, bunları temizlemekle yükümlü canlı mikroplar da pisliği yerken ölmekten kurtulamaz. Bu durumda, vücudun temizlik gerektiren yeri neresiyse oradaki hücreler cansız proteinlerini üretmeye başlar. Bu toksik maddeler virüslerce yıkımlanıp ayrıştırılarak vücuttan atılmaları sağlandıktan sonra da vücut homeostaza (denge hali) ulaşır.        
  • Virüslerin biyolojik silah olarak kullanılabilmesinin tek yolu var, o da enjeksiyon. Net. Kullanımdaki rutin aşılara bu tür viral suşlar eklenmesi mümkün, evet, olmaz dememek lazım, ancak dediğimiz gibi, vücut kendi yapmadığı harici viral suşları tanımıyor. Yine de, vücuda zerk edilecek insan elinden çıkma maddeler çeşitli derecelerden doku sterilizasyonu ve adjuvan kullanımı marifetiyle, insanda ekstrem reaksiyonlar oluşturacak şekilde dizayn edilebilir. 
  • Virüsler türler arası geçiş yapamaz, yani hayvandan insana geçiş diye bir şey olmaz. İnsanın hayvanda görülen bir tür grip geçirmesi mümkün değildir: A. Çünkü virüsler bulaşıcı değildir ve B. Çünkü hayvan RNA/DNA’sı insan RNA/DNA’sı ile uyumlu değildir. Hayvan dokusunu insan kanında görmenin tek yolu vardır, o da hayvan dokusunu vücuda enjeksiyonla vermek; sindirim sistemini doğrudan atlatıp, dokular kana ulaşacak şekilde vücuda tanıtmış olursunuz. Domuz, kanatlı hayvan veya ona benzer bir hayvan dokusu insan vücudunda ancak bu şekilde çıkar. İnsan yiyecek olarak hayvan eti tükettiğinde yediği, insan dokusuna dönüştürülür. İnsan hücrelerinden ne hayvan hücresi ürer ne de hayvan virüsü. Virüs yapıyorsak bu, insan virüsüdür. Hayvan virüsü insan hücrelerini ‘ele geçirebiliyor’ olsaydı dahi, insan hücresinin tutup hayvan virüsü üretmesi imkansız.

Hakim tıp anlayışının sıkı sıkıya bağlı olduğu ‘Mikrop Teorisi’ ile Antoine Béchamp’ın ‘Ortam Teorisi’ arasındaki önemli farkları göstermek istiyorum sizlere:

MİKROP TEORİSİORTAM (Ekoloji) TEORİSİ
◈ Hastalığın kaynağı dışarıdaki mikroplardır.◈ Hastalığın kaynağı kendi hücrelerimIzin ürettiği mikroplardır.
◎ Mikroplardan kaçınmak gerekir.◎ Bu hücre-içi mikroorganizmalar normalde vücudun metabolik süreçlerini yürütmeye yardım ederler.
◈ Mikrobun fonksiyonu sabittir, değişmez.◈ Bu organizmaların işlevi diyelim konak organizma öldüğünde veya yaralandığında, organizmanın kimyasal veya mekanik yıkım (katabolizma) süreçlerine yardımcı olmak üzere değişir.
◎ Mikroorganizmaların şekli ve rengi sabittir, değişmez.◎ Mikroorganizmalar içinde bulundukları ortama (besiyeri, medium) göre şekil ve renk değiştirir. 
◈ Her hastalığı yapan belli bir mikroorganizma vardır.◈ Her hastalığı yapan belirli bir durum (condition) vardır.
◎ Hastalık gelişiminde ana neden mikroorganizmalardır. ◎ Konakçı organizma sağlığını yitirdikçe mikroorganizmalar “patojenik” (hastalık yapıcı) hale geçer. Hastalanmada ana etmen konakçının kondisyonudur. 
◈ Hastalık herkesi “vurabilir”.◈ Sağlıksız koşullar olmadan hastalık oluşmaz.
◎ Hasta olmamak için [dışarıdan gelecek mikroba karşı] savunma kalkanları oluşturmalıyız.◎ Hasta olmamak için sağlıklılık hali yaratmalıyız.
◈ Net bir biçimde aşılamadan yanadır◈ Net bir biçimde aşı aleyhtarıdır
◎ Mikrozima varlığını inkar eder◎ Mikrozima varlığını kabul eder
◈ Hücreyi yaşamın temel birimi kabul eder◈ Hücreden daha küçük yaşam birimi olduğunda ısrar eder, adına mikrozim der [microzyme; mycrozymas] 

Tablo için kaynak: Seun Ayoade. The Differences Between Germ Theory & Terrain Theory, JOJ Nurse Health Care. 2017; 4(2): 555631.

Coronaloji-Ed Not: Pharma esareti altında tutulan anaakım tıbbın mikroskobi teknikleri oldukça arkaiktir ve ancak ölü doku ve hücreler ile mikroorganizmaların ölü halini inceler. Diğer kanatta gerçek bilimsel araştırmalar ve keşifler yapmakta olan ve esasında 250 sene önceki gerçek bilimadamlarının buluşlarını yeniden keşfedip kitlelere duyurmaya çalışırken engellenen uzmanlar ise, faz-kontrast mikroskopi tekniği kullanarak bugünkü “modern tıbbın” mikrobiyoloji bilgilerini tamamıyla geçersiz kılacak “pleomorfizm” fenomenini göstermektedirler. Aşağıdaki videoda Dr. Robert O. Young’ın kanda gerçek zamanlı mikroskobi kaydında, çubuk şeklindeki bakterinin dakikalar içinde önce alyuvara, daha sonra da Y şeklinde bir maya mantarına dönüşmesini izleyeceksiniz. Unutmayınız, bu şekilde bir video kaydıyla hücrenin virüs tarafından “enfeksiyon”u bugüne kadar gösterilmiş değildir, internet ortamında konuyla ilgili tek bulabileceğimiz videolar özel grafik tasarımları ile hazırlanmış animasyonlardır.

Dr. Young’ın mikropların hastalık yapıp yapmadığı ile ilgili açıklaması ise şöyle:

“Mikroplar kirli, asidik ortamın biyolojik dönüşüm ve evolüsyonudur aslında. Toksik ve asidik ortamın belirtisi olarak meydana gelen hücre bozunmasının tezahürüdür, o yüzden hastalık YAPMAZLAR. Bu videomuzda akyuvarların hayalet bir virüs, maya mantarı yahut bakteriye karşı savaşa kalkan ordu dolusu asker filan değil, kan ve diğer sıvıların çöp toplayıcısından başka bir şey olmadıklarını kendi gözlerinizle göreceksiniz. İnsan bedeninde iç ortamın alkalinitesini korumak dışında BAĞIŞIKLIK adına girişilen bir savaş vs. gibi bir eylem sözkonusu değildir; tek yapılan, kirin-pisin toplanması ve temizliktir.”

Koronavirüs, kendilerini sistemik toksisiteden arındırmak amacıyla akciğer hücreleri ile solunum yollarına ait bölgede yer alan hücrelerin ürettiği bir virüs. 

Bu tarz bir nezle virüsünün ortaya çıkış ve çalışma şekli ise şöyle:

Koronavirüs MERS-CoV (2019-nCoV), solunum sistemi ile ilgili grip benzeri bir tür akut sendrom  (SARS). SARS’ın oluşma nedeni, insan elinden çıkma çevresel toksisite.

Havadan soluyarak akciğer ve solunum sistemine gönderdiğimiz toksik kimyasallar > Bu toksik partiküller gider akciğer yüzeylerine ve ciğerin alveollerine yerleşir, ancak yapıları ve toksisiteleri itibarıyla normalde olması gerektiği gibi yaşayan mikroplarca çözülüp ortadan kaldırılamazlar > Bu durumda, solunum sistemi hücreleri solvent olarak kullanmak üzere proteinden özel, cansız birtakım yapılar (virüs) yaparak ortama salar, bunların görevi ciğerlerden sökülemeyen bu maddeleri eritip atmaktır > Bu proseste çoğunlukla hafif grip benzeri belirtiler ortaya çıkar; öksürük ve ateş, temizlik ve iyileşme sürecini başlatır. Öksürme hareketi solunum sistemine kan ve besin maddelerinin ulaşmasını sağlar.

Toksik maddelerin ciğerlerden sökülmesi sırasında oluşan belirti tablosu, SARS’ı oluşturur. Bu tarz toksik maddeler yakılan plastikler, formaldehit ve fabrikaların çevreye saldıkları son derece zehirli çok sayıda atık kimyasalın havaya karışması ile akciğerlerimize ulaşır. Bünyesi zayıf yaşça daha ileri insanlar solunum sistemlerinde daha ileri düzeyde viral detoksifikasyon gerçekleşmesine de açık hale gelirler ve ölümlerin ağırlıklı kısmı da bu kesimdendir. Bu tür bir hastalık Çin gibi nüfusun çok yoğun olduğu ve insanların hergün bu tür havayı solumak zorunda kaldığı yerlerde milyonlarca insanda başgösterebilir. Bu, hastalığın bulaşıcı olduğu anlamına gelmez, ki değildir.

4 Adımda Koronavirüs Oluşumu:

  • Havadaki toksik kimyasallar solunmak suretiyle akciğer ve solunum sistemine alınır.
  • Toksik partiküller ciğer yüzeylerine ve alveollere konar, ancak ihtiva ettikleri zehirden dolayı canlı mikroplarca oradan sökülmesi mümkün olmaz. 
  • Ardından solunum sistemi hücreleri, tamamlanmamış işe koşabilmek için çözücü yapıda özel proteinler (virüs) üretir ki ciğerlerdeki bu maddeler yıkımlanıp atılabilsin.
  • Ortaya hafif grip benzeri belirtiler çıkar, öksürük ve ateş gözlemlenir, bunlar iyileşmeye götüren temizliği başlatıcı unsurlardır.

Aşağıdaki resimlerde geçtiğimiz ay süresince Çin’deki hava kirliliği seviyelerindeki değişimi görülüyor, virüs vaka oranlarının da bu süreçte aynı biçimde düşüş gösterdiğini hatırlatalım:

[Ocak (sol) ve Şubat (sağ) aylarında Çin’in havasında Nitrojen Dioksit’e bağlı hava kirliliği yoğunluğunu gösteren resimler.]
Uydudan alınan görüntüler Wuhan’da geçtiğimiz ay içerisinde [Ocak-Şubat] hava kirliliğinde yaşanan ciddi düşüşleri gösteriyor. Wuhan ve Çin’in geri kalanında hava kirliliğinin ne berbat durumda olduğu buradan da görülebiliyor.

Virüsün Bedende Ne işi Var (özet):

Daha önce de bahsettiğimiz gibi vücudumuzdaki ölü hücreleri, hücresel atıkları ve yabancı çer-çöpü yiyip temizlemekten sorumlu canlı mikrop ordumuz (mantar, parazit, bakteri) ve fagositoz gibi proseslerimiz var. Fakat yaşanan toksisitenin yoğunluğundan, hademeliğe giderken zehirden kendi de can vermeyecek mikrop kalmayınca bu defa bedenin hücreleri kendi aralarında karar alıp bu pisliği temizleyecek virüs diye bilinen cansız solventler imal etmeye başlıyorlar. Bu solventlerin görevi toksik doku ve hücrelere ulaşıp bunları parçalamak ve cilt, mukus ve boşaltım kanalları yardımıyla vücuttan dışarı atılmasını sağlamak. 

Hücrenin imal ettiği virüs, görev yerine gitmesi için hücre dışına verilirken hücre yapısı bundan hafif zarar görüyor, ancak bu hücreyi öldürecek denli büyük bir hasar olmuyor. Hücre dışına çıktıklarında ise bir eşlikçileri var virüslerin; bunların bedende yeniden dengeyi sağlayabilmek için gidip sorunlu dokuyu ve ortalığa saçılmış çeri-çöpü temizlemesine göz-kulak olmak üzere bedenin antikor olarak bilinen akyuvarları gözetmen olarak sürece katılıyor. 

Virüsler dikkat edersek içinde üretildiği ve kopyası çıkarılmak suretiyle çoğaltıldığı hücreyi dahi öldürmezken bilim bize bunların başka hücreleri enfekte ettiğini ve hiçbir ayrım gözetmeksizin bedende hücre yok ettiğini söylüyor. Bu bildirimin ise ne bir kanıtı var ne de mantıklı tarafı. Böylesi bir teorinin elbette doğru olma ihtimali yok çünkü o zaman virüsün bedende nedensizce önüne gelen canlı hücreye saldırması, bedende sağ hücre bırakmaması ve her seferinde tuttuğu bedeni öldürüp atması gerekir, ancak böyle bir şey olmuyor biliyoruz ki. Virüsler hemen her seferinde sadece ölmüş veya ölmekte olan hücreye gidip parçalıyor, vücuttaki atıkları hedef alıyor.

Virüsün canlı dokuya saldırıyormuş gibi göründüğü tek durum, dokuya işlemiş metallerin bulunduğu durumlardır ve örneğin polioda virüsler belkemiği yapısı içine girerek buradaki dokuyu temizlemek zorundadır. Metal vücuttan atması zor bir şey olduğu için de virüslerin bunları yerinden sökmek için canlı dokuyu yıkımlamak zorunda kalması da doğaldır. Ve virüs vücudu kirleticiden temizlemek için görevini yaparken ortaya çıkan bu durum, virüs sanki vücudun aleyhine çalışıyormuş yanılsamasını doğurur. Oysa gerçekte, virüs bedenin sistemik toksisite halini gidermeye, onu iyileştirmeye çalışıyordur. Vücutta çok çeşitli nedenlerden dolayı metal birikir, bunlardan biri de aşı adjuvanlarıdır. 

Sonuç:

Vücudun özbakım işleyişinin başka izahı yok. Akla yatkın tek açıklama bu. Bilim gerçeği 200 yıldır gizlemekteyse de, ta 1800’lerde Antoine Béchamp gibi bilimadamları yürüttükleri deneylerle virüslerin içinde yaşadıkları ortama bağımlı, çöp temizliğine yarayan cansız ajanlar olduğunu, dışarıdan değil içeriden geldiklerini belgelemiştir. 

Virüsler temizliğe yarayan proteinlerden başka bir şey değil. Aynı şey kanser için de geçerli. Kanser de bedenin temizlemede başa çıkamadığı, yetişemediği ölü hücreleri daha sonra çaresine bakmak (daha sonra gereği gibi çözüp, eritip vücuttan atmak) üzere kozalayıp tümör halinde paketlemesinden ibaret. 

Beden harikulade bir yapı ve durum her ne olursa olsun bir iyileşme yolu arayıp buluyor. Başı derde girdiğinde kısa devre yapmaktan çekinmiyor, kestirme birtakım yollar icat ediveriyor. Modern bilmin bu kadar büyük kitleleri kendi bedenlerinin nasıl çalıştığı, nasıl iş gördüğü ile ilgili bunca yanıltığını, salt korku ve panik yarattığıyla kalıp minvalde de suyun başını tutmuşlara olağanüstü servetler kazandırdığını görmek acı. Yaratılan korku kendi bedenimize, komşumuza ve tabiata karşı güvensizlik oluştururken, sanki hastalık karşısında çaresizmişiz, işler bizim kontrolümüzün dışındaymış ve sadece kurumsal tıp bizi bizden kurtabilirmiş algısı yaratıyor. 

Güç odaklarının böylesi bir kaostan çıkarı ne olabilir sizce? Bu konuyu biraz düşünün. Yaratılan bu kafa karışıklığı koronavirüs “salgın”ını ve tamamen kurgulanmış ve abartılabildiği kadar abartılmış bu olayı çevreleyen korku ve kaos ortamını doğurdu. Bu virüs kullanılarak polis devletinin temelini oluşturan uygulama ve kanunların yolu yapılmakta ve çoğunluk virüslerin ve hastalık denen şeyin ne olduğu ile ilgili örülen yalan ağlarını yırtıp atıp gerçeklere uyanmadıkça baskı rejimi de giderek ağırlaşacak.


Kaynakça:

  • The Poisoned Needle: Suppressed Facts About Vaccination, 1956, by Eleanor McBean M.D., N.D. (aşıların ve manipüle edilmiş istatistiki bilginin tehlikelerini ortaya koyduğu, polio’nun nasıl ortaya çıktığını anlattığı, virüs ve hastalığın ne olduğunu anlattığı kitap.)
  • Béchamp Or Pasteur? A Lost Chapter in the History of Biology by E. Douglas Hume, 1923
  • The Blood and Its Third Element by Antoine Béchamp, 1912
  • Immunization: The Reality Behind the Myth, by Walene James, 1942 (Béchamp’ın bakteri ve virüsler ile ilgili ‘Ortam Teorisi’ni anlatan kitap)
  • The Dream & Lie of Louis Pasteur, R.B. Pearson, 1942 (İlk olarak 1942’de ‘İntihalci Sahtekar Pasteur! – Mikrop Teorisi’ni Patlatıyoruz’ (‘Pasteur Plagiarist Imposter!-the Germ Theory Exploded’) ismiyle yayımlanmış kitap. Louis Pasteur’ün profesör Antoine Béchamp’ın çalışmalarındaki fikirleri aşırarak çarpıtışını anlatıyor. Yazar, bedendeki bakterilerin hastalığın nedeni değil, sonucu olduğu görüşünde; aşıların sağlığa zararlı, en iyi halde etkisiz, Pasteur’ün de kendisinin ve takipçilerinin ortaya çıkardığı aşıların yarattığı zarar ve ziyandan bihaber olduğu inancında.)

“Mikrop dediğin hiçbir şeydir. Ortam ise her şey.” — Claude Bernard 1813-1878 (modern fizyolojinin kurucusu kabul edilen bilimadamı)

“Hastalığın asıl kaynağı bizde, daima içimizdedir” — Profesör Pierre Antoine Bechamp, 1883.

Bu makalenin yazarına ulaşmak isteyenler için kaynak:

Jeff G. — Viral Misconceptions – Presentation on The True Nature of Viruses

İnternet Sitesi: www.virusesarenotcontagious.com

Covid-19 Hakkında 5 Gerçek Bilgi

Covid-19 Hakkında 5 Gerçek Bilgi

Önemli Gerçekler

COVID-19, toplumun bir bölümü için gerçekten de korkunç bir hastalık olabilir; fakat, eğer haber başlıkları sizin tek bilgi kaynağınız ise toplumun çoğunun virüsten korkacak pek bir şeyi olmadığını öğrenmek sizi şaşırtabilir. Korkutucu haberlere rağmen epidemiyoloji, mikrobiyoloji ve viroloji alanlarındaki uzmanların bu önemli gerçeklerle ilgili sunacağı yeterli kanıtları var.

1
Virüs, vakaların en az %80’inde ya hiçbir semptom göstermiyor ya da hafif soğuk algınlığı benzeri tablo oluşturuyor. COVID-19 için enfeksiyondan ölüm oranı %0.15 – %0.2 aralığında. Bu oran onu ölüm oranı %0.1 – %0.2 aralığındaki mevsimsel gribe yaklaştırıyor. 

Çocukların üzerine yıldırım düşme ihtimali, COVID-19’dan ölme ihtimalinden daha yüksektir.
Yetişkinlerin bir araba kazasında ölme ihtimali de daha yüksektir. 
Toplumun çoğunun COVID-19’dan ölme riski yoktur. Çalışmalar nüfusun %99.94’ünün COVID-19’dan hayatta kaldığını ve uzun bir süre için ona dirençli olacağını gösteriyor.

2
COVID-19’dan risk altında bulunan bireyler açık bir şekilde belirlidir ve hedeflenen önlemlerle korunmalıdır. Çocuklar bu hastalığa yatkın olmadıkları gibi virüsü de yaymazlar.

Fakat, COVID-19 yaşlı ve hassas bireyler için ölümcül olabileceğinden onları korumak önemlidir. Bu, hastanelerde oluşan aşırı yoğunluğun giderilmesine de yardımcı olacaktır.

3
Sokağa çıkma yasakları, toplum bağışıklığını engelleyecek ve sorunu uzatacaktır. Hassas bireyleri izole etmek ve toplumun geri kalanının güvenli mesafelere uygun olarak hayatlarını devam ettirmesi, grip benzeri virüslerle baş etmede tarihsel olarak kanıtlanmış bir metoddur.

4
Medyanın panik ve histeri yoluyla korku aşılaması daha çok insanın ölmesine neden oluyor. Çoğu, evlerinden çıkmaya korktuğu için tıbbi yardım almayı reddediyor. Diğerleri ise yürürlüğe konan yeni prosedürler yüzünden uygun tıbbi bakıma ulaşamadılar.

5
Yüz maskelerinin, COVID-19 dahil solunum yolu virüslerinin neden olduğu enfeksiyonları engellediği yönünde güçlü bir tıbbi kanıt yoktur. Bu, devletin işletmelere yönelik kılavuzlarında bile belirtilmiştir.

COVID-19 tipi sosyal mesafe, tarih boyunca ispatlanmış hasta insanları izole etme uygulamasından çok uzaktır. Bu tedbirlerin hastalığın yayılımını engellediğine dair hiçbir bilimsel kanıt yoktur.

Kaynak:

COVID-19